04-29-2008, 16:57 | #181 | |
Erdoğanın "Bir Ailede En Az 3 Çocuk Olmalı" Sözünü Destekliyormusunuz?
Alıntı:
|
||
04-29-2008, 17:07 | #182 | ||
Erdoğanın "Bir Ailede En Az 3 Çocuk Olmalı" Sözünü Destekliyormusunuz?
Alıntı:
|
|||
04-29-2008, 17:15 | #183 |
Erdoğanın "Bir Ailede En Az 3 Çocuk Olmalı" Sözünü Destekliyormusunuz?
Nüfus Artsın mı?
Bayram Kont Dünyanın geleceği ile alakalı fikir üreten Batılı fütürist, sosyolog ve ekonomistlerin tamamına yakını, 21.yy’ da insanlığı bekleyen en ciddi problemlerden birinin nüfus patlamasının devamı olduğu üzerinde birleşmektedirler. Gerçekten de dünyada nüfusun gelişim süreçleri önemli bir artışın olduğunu doğrulamaktadır. Yer yüzünde 1825’te 1 milyar, 1925’te 2 milyar, 1975’te 4 milyar, 1990’da ise 5.3 milyar insan yaşamaktaydı. Demografların 2025’teki nüfusa dair yaptıkları tahminlerde ise üç ihtimal bulunmaktadır. Düşük ihtimale göre 7.6 milyar, orta ihtimale göre 8.5 milyar, yüksek ihtimale göre 9.4 milyar insanın yer yüzünde yaşayacağı tahmin edilmektedir. 1 Sanayileşmiş ülkelerde II. Dünya Savaşı’na kadar hızlı bir nüfus artışı yaşanmış ondan sonra ise artışın hızı yavaşlamıştır. Nüfusun sayı olarak kendisini koruyabilmesi için doğurganlık ikamesinin 2.1 olması gerekmektedir. Batıdaki ikame oranları bunun altına düşmüştür. Yüzyılımızın ikinci çeyreğinden sonra nüfus artışının büyük bir kısmı gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanmıştır. Afrika’nın nüfusu 1950’de Avrupa’nın yarısı kadarken, bu oran 1985’te eşitlenmiştir (480 milyon). Böyle giderse 2025’te Avrupa’nın üç katı kadar olacağı tahmin edilmektedir. 2 Günümüzde ise nüfus artışının % 95’i gelişmekte olan ülkelerden gelmektedir. Son yarım asırda dünya demografisinde ortaya çıkan bu yeni tablo, Batılı ülkeleri kendi gelecekleri adına endişelendirmektedir. Bu durum üzerine Batılı devletler üçüncü dünyaya karşı bir nüfus siyaseti belirlemiş ve bununla ilgili organlar oluşturmuşlardır (mesela Amerika’da Population Council gibi). 3 Batı’nın bu endişelerini stratejik sebepler, göç korkusu ve ekolojik kaygılar olmak üzere üç kategoride ele alabiliriz. Stratejik Sebepler Avrupa’da sanayi devrimi öncesi ve sonrasında büyük bir nüfus patlaması yaşanmıştır. Bu artış, doğumların artmasından çok korunma ve tedavi imkânlarının gelişmesinden (veba, sıtma, çiçek aşısının bulunması), ölüm oranlarının azalmasından kaynaklanmaktaydı. Tarım sektörünün ağırlıklı olduğu toplumlarda erken evlenildiğinden ve tarımda gerekli emek gücünü sağlamak için çok çocuk yapıldığından nüfus artışı hızlı olmaktadır. Batı toplumları sanayileştikçe nüfus artış oranları düşmüştür. Günümüzde ise bu toplumların nüfus artış oranları % 1’in bile altındadır: Fransa’da % 0.4, ABD’de % 0.8, Almanya’da %0.03, İngiltere’de ise % 0.2. 4 Bu beklenen bir neticeydi. Çünkü okuryazarlık oranının artmasıyla geç evlenme, kadının sosyal hayatta aktif rol almaya başlaması, gebelikten korunma yollarının artması gibi sebeplerden dolayı sanayileşmiş ülkelerin doğurganlık oranları azalmaktadır. Tıbbın ilerlemesiyle de ölüm oranlarının düşmesi yaşlı kesimin popülasyon içindeki payını artırmaktadır. Tıpkı bir piramit gibi. Piramidin geniş tabanı genç nüfusu tepesi ise yaşlı nüfusu göstersin. Doğurganlık ve ölüm oranlarının azalmasıyla zamanla piramidin tabanı daralacak, tepesi ise genişleyecektir. Bugünkü Avrupa’nın nüfus gelişimi aynen bu piramitteki değişime benzemektedir. 5 Avrupa’nın saçları ağarmaya başlamıştır. Nüfusun yaşlanması başlı başına bir problemler yumağıdır. Ekonominin üretken ve dinamik gücünün azalması, bakım ve sağlık harcamalarının artması, tasarruf oranlarının düşmesi, askere alınacak genç nüfusun azalmasıyla ülkenin milli güvenliğinin tehlikeye girmesi, sosyal güvenlik sisteminin çatırdaması (daha az genç nüfus daha çok yaşlı nüfusun sigortalarını finanse edemeyecektir), yaşlıların demokratik haklarını kendi lehlerine ve genç nüfus aleyhine kullanma ihtimalleri, ırkın ve kültürün erimesiyle zamanla azınlık durumuna düşme, gelişmenin yavaşlaması ve dış emek gücüne bağımlılık gibi problemler. 6 Yaşlanmanın bu vahim neticeleri, Batılı bilim adamlarını gelecekleri adına endişeye sevk etmektedir. Öyle ki doğum miktarını artırmak için çocuk ödenekleri, gebelik öncesi ve sonrası için bakım masraflarının karşılanması, işten muafiyet gibi teşviklere başvurulmaktadır. Diğer yandan gelişmekte olan ülkelerde tarımın ağırlıklı bir konumunun olmasından (% 50 ‘den fazla) dolayı nüfus artışı hızlı bir şekilde devam etmekte ve bu ülkeler dünya nüfus artışının % 95’ini karşılamaktadırlar. Bu da Batı’nın dünya hâkimiyetini tehdit etmekte ve üçüncü dünya ülkelerinden endişelenmelerine sebep olmaktadır. Çünkü Batı anlayışına göre hızlı çoğalan türlerin -aynı Darwinci mücadelede olduğu gibi- sayısı statik kalan veya azalan bir nüfusun başına dert olacağı ve en sonunda onu istila edeceği varsayımı yatmaktadır. 7 Türkiye’nin AB’ye alınmamasında bu kabil endişelerin payı büyüktür. Nüfusun gerilemesi silahlı kuvvetlere daha az asker alınması demektir. Bu da rakip devletlerin daha yüksek bir doğurganlık oranına sahip olmaları durumunda ülkeyi strateji bakımdan nisbi bir zaaf durumuna sokmaktadır. Batı’nın, gelişmekte olan ülkelerin hızlı nüfus artışları karşısındaki en büyük endişesi dünya hâkimiyetini elinden kaçırma korkusudur. Sanayileşmiş demokratik ülkeler, 1950’lerde dünya nüfusunun üçte birinden çoğunu teşkil ederken, bu pay, 1985’te altıda bire düşmüştür. Böyle devam ederse 2025 yılı için yapılan tahmine göre onda birden daha aşağı bir seviyeye düşeceği öngörülmektedir. Bu tarihte muhtemelen sadece ABD ve Japonya nüfus bakımından ilk yirmiye girebilecek ve diğer Batılı devletlere ise neredeyse küçük ülkeler gözüyle bakılacaktır. Gelişmiş ülkeler üretimlerini, yaşam şartlarını artırmaya muvaffak oldukça Batı’nın ekonomik üretim, global güç ve siyasal nüfus içindeki payı sırf sayı bakımından az olmaları nedeniyle durmadan gerileyecektir. Bu da Batı değerlerinin devamlılığını inkıtaya uğratabilecektir. 8 Batı’nın şimdiye kadar gelişmekte olan ülkelere karşı uyguladığı nüfus siyasetinde komünizmin yayılmasıyla bağlantılı ilişkiler bulunmaktaydı. Komünizmin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayılıp güç kazanmasını engellemek için Batı bu ülkelere ekonomik ve askeri yardımlar yaparken, kendini bir ikilemin içinde bulmuştur. Eğer yeterli yardım yapmazsa komünizm tehlikesi artabilirdi. Fazla yardım yapma durumunda ise nüfusları hızla artan bu ülkeler, ilerde Batı’nın karşısına askeri ve siyasi bir güç olarak çıkabilirlerdi. Bu ikilemi aşmak için Batı bu ülkelerde nüfus artışını engelleme ve bu şekilde onları potansiyel bir tehlike olmaktan çıkarma yolunda bir nüfus siyasetine başvurmuştur. 9 Batı’nın nüfus artışındaki azalma son 50 yılda ortaya çıkan bir durumdur. Bunun öncesinde ise nüfusları dramatik olarak artmıştı. İngiltere’de km 2 başına 238 kişi, Japonya’da 327 kişi, Almanya’da 257 kişi, Fransa’da 105 kişi, İtalya’da 190 kişi düşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ise km 2 başına düşen insan sayısı 100’ün altındadır (Türkiye’de 81 kişi) 10 Bu rakamlar nüfus yoğunluğunun Batı ülkelerinde çok daha fazla olduğunu, geçmişte nüfus artışını önleme babında hiçbir şey yapmadıklarını göstermektedir. Göç Korkusu Nüfustaki patlama ile maddi kaynaklardaki nisbi daralma az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki insanları sanayileşmiş ülkelere doğru göçe sevk etmektedir. İletişim vasıtalarıyla fakir ve gelişmekte olan ülkelerdeki insanlar refah ve bolluğun göz kamaştırıcılığını seyretmekte ve bu zenginliğe kavuşmak için sanayileşmiş ülkelere doğru göçe kalkışmaktadır. Sanayileşmiş ülkeler nüfus olarak yer yüzünün 116’sını teşkil etmelerine rağmen dünya zenginliğinin 5/6’sından yararlandıkları düşünülürse, bu ülkelerin nasıl bir göç akınına maruz kaldıklarını ve gelecekte işin boyutlarının Batılılar için nasıl vehamet kesbedeceğini kestirmek zor olmayacaktır. Halihazırda Japonya, Güney Asya ülkelerinden; Avrupa, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’nın kıyı ülkelerinden; Amerika, Latin Amerika ülkelerinden büyük bir göç baskısına maruzdur. 11 Batılı devletler 3. Dünyadan gelen bu göç dalgalarına karşı çok endişe duymakta ve yer yer çok radikal tedbirler almaktadırlar. Özellikle 1973 petrol krizinden sonra Batı’da baş gösteren enflasyon ve işsizlik, akabinde büyümenin yavaşlaması, 90’lı yıllarda bu ülkelerin ekonomilerinin durgunluğa girmesi, Avrupa’da işsizliğin son yarım yüzyılın en büyük boyutlarına ulaşması ile hem dışardan işçi transferi durdurulmuş hem de içtekilere karşı bir tepki ve rahatsızlık oluşmaya başlamıştır. Bu ülkelerde kanunlar ırk ayrımcılığını yasaklamasına rağmen yerli halkta göçmen olarak gelenlere karşı peşin hükümlü bir tavır mevcuttur. Mesela İngiltere’de Hindistan ve Pakistanlılara, Fransa’da Cezayir ve Faslılara, Almanya’da Türklere; ABD’nin bazı yerlerinde Asyalı ve Latin Amerikalılara karşı. 12 Halbuki, II. Dünya Savaşı’nın enkazlarının ardından Marshall yardımlarının da etkisiyle Avrupa’da gelişme açısından büyük patlama yaşanmış, iş gücü açığını telâfi için birçok Avrupa ülkesi Türkiye, Yugoslavya, Güney İtalya, Portekiz, Kuzey Afrika ve diğer az gelişmiş ülkelerden yabancı işçi gelmesini teşvik etmişti. 70’lerden sonra dünya konjonktüründeki dalgalanmalar yabancı işçilere bakış açısını değiştirmiştir. Batı’da ortaya çıkan işsizlik ve göçmenlerin gittikleri yerlerde reel işçi ücretlerini düşürmeleri, büyük ölçekli göç hareketleriyle milli sınırların kontrolünün ve geleneksel hükümranlığın kaybedilme korkusu, etnik bakımdan homojen veya saf bir ırkın kız alıp vermeyle karışacağı kaygısı, gelenlerin gelenek, kültür ve yaşam tarzlarıyla gelmeleri ve bunların Batı kültürü içinde erimemeleri, göçmenlere konut, eğitim, sosyal güvenlik harcamaları yapma yükümlülüğü, göçmenlerin içte hızla çoğalmaları ve göç dalgasının kabarmasıyla ülke halkının birgün azınlık duruma düşeceği endişesi (özellikle Avrupa’da), gelen işçilerin daha çok vasıfsız olması gibi sebeplerle, Batı gelişmekte olan ülkelerden akın etmekte olan göçe karşı kaygılanmaktadır. 13 İşte bu yüzden Japonya işçi açığı varken Güney Asyalıların ülkelerine girmelerine müsaade etmiyor, Fransa’da göçmenler sorunu politik arenada siyasi bir malzeme hâline geliyor, göçmenler uçak paraları da verilerek sınır dışı ediliyor. Amerika büyük masraflarla güney sınırında göçe karşı güvenlik önlemini artırıyor. Hatta AB’nin 1995 Euro Med (Avrupa Akdeniz) süreciyle Fas, Tunus ile serbest ticaret alanı oluşturmasındaki gayelerinden birisinin de bu antlaşma neticesinde bu ülkelerde nisbi refah yaratarak göç baskısını hafifletmek olduğu ifade edilmektedir. 14 Nüfus artışındaki trendlerin Batı nüfusunun aleyhinde, gelişmekte olan ülkelerin lehinde olduğu düşünülür ve tedbirler alınmazsa sanayileşmiş ülkelerin nüfusunun dünya nüfusunun 1/10’undan daha az olacağının tahmin edildiği 2025’lerde şimdi bunaltan göç dalgasının artık kontrollerle önlenemeyeceği sosyolojik bir realitedir. İşte gelişmekte olan ülkelerin nüfusunun doğum kontrolleri altında gemlenmeye çalışılmasının arkasında göç dalgalarından kaynaklanan korkular yatmaktadır. Halbuki Avrupa bir zamanlar göçün kaynağı idi. 1846 ile 1910 arasında dışarıya göç eden Avrupalı sayısı 50 milyonu aşkındı. Bunların çoğu Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda’ya gitmişti. Daha sonraları “Dünya’nın Batılılaşma Evrimi” diye adlandırılacak olan yapının nüfus temeli buydu. Dünya üzerinde yaşayan diğer toplumlar isteseler de istemeseler de Batı insanının yayılmasına, politikasına, fikirlerine ve iktisat uygulamalarına karşı duyarlı olup uyum sağlamaya mecbur kalıyorlardı. 15 Ekolojik Kaygılar Batı’nın endişelerinden birisi de nüfus artışına paralel olarak hızlanan ekonomik faaliyetlerin dünya ekosisteminin uğramakta olduğu tahribata katkıda bulunmasıdır. Artık bu tahribat yerel düzeyden çıkıp global bir sorun haline gelmiş ve insanlığın ortak bir meselesi olmuştur. Yüzyılımızın sonuna doğru hem nüfusun hem de ekonomik faaliyetlerin artması dünya doğal kaynaklarının daha süratlice tükenmesine sebep olmuştur. Dünya nüfusu 1950’lere göre bir misli, dünyadaki ekonomik faaliyetler ise dört misli artmıştır. Toplam nüfusları 2 milyarı bulan Çin ve Hindistan’ın ortalama % 8’lik bir büyümeyle gelişmeleri Batılı çevrecileri kaygılandırmaktadır. Afrika’nın yağmur getiren tropikal ormanlarının talanı, toprağın aşırı işlenmesi ve sulanmasıyla tuzlanması ve çölleşmesi, bilinçsizce otlatmayla mera alanlarının kuruması, sanayi atıklarıyla kirlenen nehirler, ölü göller, sislerin örttüğü şehirler, toprak erozyonu, harap edilmiş ormanlar, tükenmeye yüz tutan yer altı su kaynakları, zararlı gaz emisyonlarıyla delinen ozon tabakası, asit yağmurları temel ekolojik problemleri oluşturmaktadırlar. Yüzyılımızın ortalarından beri dünya, tarım alanlarındaki yüzey toprağının ve tropikal ormanlarının beşte birini kaybetmiştir. Tropikal ormanların dünyanın en büyük bitki ve hayvan türlerine sahip olduğu düşünülürse meselenin ehemmiyeti ortaya çıkmış olur. 16 Atmosferdeki gaz bileşimlerinin değişmesiyle (özellikle CO2) yeryüzünden yansıyan ışınların eskiye göre daha büyük kısmının atmosfer tarafından tutulmasıyla dünyanın sıcaklığının artmasına “sera etkisi” denmektedir. 19. yüzyılın başında atmosferde CO2 seviyesi milyonda 280 birimken şimdi milyonda 350 birim civarındadır. Bu artışın yarıdan fazlası son otuz yılda ortaya çıkmıştır. Bunun temel sebebi sanayileşmenin hızlanmasıyla atmosfere gönderilen CO2 miktarının artmasıdır. Sera etkisiyle buzulların çözülerek denizleri kabartacak olması kıyı şeridi bulunan ülkeleri tehdit etmektedir. Global ısınmadan dolayı bazı bitki ve hayvan türlerinin zarar görmesi ve tarımın bileşiminin değişmesi geleceğin muhtemel meseleleri olabilir. 17 Batılıların çevre konusunda da gelişmekte olan ülkelerden şikâyet etmeye hakları yoktur. Çünkü çevre kirlenmesi sanayi devriminin başlamasıyla Avrupa’da ivme kazanmış, oradan Amerika’ya sirayet etmiştir. Şu anda da dünya kaynaklarının 5/6’sını kullanmaktadırlar. ABD dünya nüfusunu % 4’üne sahip olmasına karşın petrol tüketimi yıllık dünya üretiminin dörtte biridir. ABD’li bir bebek İsviçreli bir bebeğin çevreye verdiği zararın iki katı, İtalyalı bebeğin 3 katı, Brezilyalı bir bebeğin 13 katı, Hintli bir bebeğin 35 katı, Çadlı ve Haitili bir bebeğin 280 katı kadar çevreye zarar vermektedir. 18 Bu durumda ekolojik problemin çözümü için Batılıların gelişmekte olan ülkelerden daha fazla fedakarlığa yanaşmaları gerekmektedir. Batılıların aşırı talep, israf alışkanlıkları ve lüks tüketimlerinden feragat etmeleriyle ve kalkınma yarışına geç başlayan ülkeleri madden desteklemeyi kabul etmeleriyle bu mevzuda global bir konsensüs tesis edilebilir. Yoksa geçmişte çevreyi kirleterek kalkınmış ve hâlihazırda da çevreye en büyük zararı veren Batılı devletlerin diğer ülkelere “gelişmenizi ve nüfus artışlarınızı durdurunuz” demeleriyle bu küresel problemin çözülmesi hem mümkün değildir, hem de insafa aykırıdır. Değerlendirme Batılı kaynaklar nüfus artışındaki ivmenin gelişmekte olan ülkeler için sefalet ve iktisadi gerileme getireceği ve toplumsal çatışmalara sebep olacağı tezini sürekli olarak işlemektedirler. Bütün bu propagandaların arkasındaki esas saikler yukarıda etraflıca izahını yaptığımız endişelerdir. Ülkemizde de nüfus kontrolünün geniş bir propagandası yapılmaktadır. Hâlbuki iktisadi gelişmeyi hızlandıran veya yavaşlatan mutlak nüfus miktarı değil nüfusun yapısı ve kullanılış şeklidir. Eğer toplam nüfus tükettiğinden daha fazla üretiyorsa böyle bir ülkede nüfus artışı iktisadi gelişmeyi hızlandıran itici bir kuvvet olur. 19 Almanya’nın ülkemizden daha fazla nüfusa sahip olduğu 60’lı yıllarda bizden işçi talep etmesi bunun en açık delilidir. Bugün Belçika, Fransa, İngiltere, Almanya’nın nüfus yoğunluğu bizden kat be kat yüksektir. Toplam nüfus ürettiğinden daha fazla tüketiyorsa yapılması gereken ucuzculuğa kaçıp nüfusun artışını azaltmak değil üretim fonksiyonlarını geliştirmeye çalışmaktır. [b]Bir ülkede Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) nüfustan daha büyük oranda artıyorsa, kişi başına düşen reel gelir yükseleceğinden bu tarz bir nüfus artışı ne iktisadi durgunluğa ne de fakirleşmeye sebep olur. Aksine nüfusun dinamik gücünden yararlanılarak milli refah artırılır. Türkiye’de son 5 yıllık ortalama GSMH artış oranının (%4,3), yıllık nüfus artışının (% 2) üstünde olduğu göz önüne alınırsa nüfus artışının iktisaden gerilememize sebep olacağı tezinin nasıl bir vehim veya aldanmışlık olduğunu daha net anlayabiliriz. Eğer nüfus artışının işsizliği artıracağı bahane ediliyorsa şunu söyleyelim ki bugün Avrupa devletlerinde işsizlik artmasına rağmen doğum hâlâ teşvik edilmektedir. Türkiye giderek sanayileşmenin arttığı bir toplum haline gelmektedir. Sanayileşmenin artmasıyla nüfus artışı dışarıdan müdahale edilmese dahi tabii olarak azalacaktır. 1950’lerde %2.8 olan Türkiye’nin yıllık ortalama nüfus artışı, günümüzde % 2’nin altına düşmüştür. 21 Bu durumda şimdiden doğum kontrolüne gitmek ilerde nüfusumuzu kısırlaştıracaktır. Üstelik Türkiye’de nüfus kontrolünün aydın şehirli kesim tarafından daha çok benimsenmesi maddi ve manevi yönden iyi bakılma ve yetiştirilme imkânı olan çocukların nispetini azaltmakta nüfusun bünyesini daha da bozmakta ve neslin dejenerasyonuna sebep olmaktadır. 22 Avrupalılar sanayi devriminden sonra vuku bulan nüfus patlamasına karşı dünyanın sair yerlerine göç etmiş ve değerlerinin yayılmasını kolaylaştırmışlardır. Teşebbüs gücü çok yüksek milletimizin de dünyanın diğer bölgelerine yayılarak tarihi değerlerimizi o coğrafyalara götürmeleri hem Türkiye’nin her yerde bir filizi olmasını sağlayacak, hem de dışarıda lobi gücünü artıracaktır. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. |
|
04-29-2008, 17:19 | #184 | |||
Erdoğanın "Bir Ailede En Az 3 Çocuk Olmalı" Sözünü Destekliyormusunuz?
Alıntı:
|
||||
04-29-2008, 17:25 | #185 | ||||
Erdoğanın "Bir Ailede En Az 3 Çocuk Olmalı" Sözünü Destekliyormusunuz?
Alıntı:
|
|||||
04-29-2008, 17:31 | #186 |
Erdoğanın "Bir Ailede En Az 3 Çocuk Olmalı" Sözünü Destekliyormusunuz?
isvar.com... İstersen çoğaltabilirim bunları...
|
|
04-30-2008, 12:11 | #187 | |
Erdoğanın "Bir Ailede En Az 3 Çocuk Olmalı" Sözünü Destekliyormusunuz?
Alıntı:
çiftciye destek yok diyorsan mazot destegi,ekilen araziye göre verilen para vs bircok destek var aslında da(sana bir örnek yoncayla ilgili teşvik maddelerine bak istersen ) haberiniz yok sizin yalan dolu anahaber bültenleriyle bunlar ögrenilmez ??köylerde neredeyse herkes traktörünü yeniliyor onun yerine inek alsınlar olmaz mı ?? diyorum ya gösterişe kaptırmısız kendimizi princ'e gelelim istersen ;galiba anahaber'lerde m.ali birand'ı izliyorsun sadece onun programında kuyruk vardı.gerçi princ fiyatlarının neden yükseldigini acıkladılar ama sadece görmek isteyenler görüyor..anlayacagın prinç'te de sıkıntı yok ... ben 7 yasımdan beri babamın yanında calısıyorum.türkiyenin üç bölgesine otomobil parcaları satıyoruz evet işler o kadar parlak degil ama cek ve senetlerin karsılıksız cıkışı nasıl oluyor biliyormusun ?? adam 15 milyarlık arabasını satıyor 45 milyarlık araba alıyor sonra da borcunu ödeyemiyor,olay bundan ibaret .. ekmege muhtac olanları bedava yemek dagıtan asevleri var oralara yönlendirebilirsin ... işsizlik verileri vermişsin onlar aslında biraz abartılı geliyor benim cevremde 1000 kişi var en azından işsiz olan 10 kişi yoktur.ama nedir sigortasız calışıyordur veya iş begenmiyordur vs su an bizim sektörde dürüst bir insasn olsun okuma yazma bilsin,yalan söylemesin 700 ytl artı prim'le işee baslar ve biz 2 yıldır böyle bir işçi arıyoruz !! ama adam yok ... ve son olarakta büyüme oranlarını yazmışsın..bu ülkenin büyümesini bile eleştirmşsin yazıktır günahtır.biraz insaf ülkemizin büyümesi uluslararası arenlarda bile örnek gösterilirken.hangi hükümet bu derece büyümelere muvaffak olabilmiştir,yani eleştirmek için eleştirmeyelim neredeyse ülkede fabrika kuruluyor topraklar betonlastırılıyor diyeceksiniz :D |
||
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|