04-09-2011, 14:27 | #1 |
Ergenekon Tipi Yapılanmaların Hizbullah'a Karşı Faaliyetleri (Dizi)
selamun aleykum kardeşlerim biliyorum. Ergenekon konusunda bayan bi bilgi edinmişsiniz ama nerdeyse tümü aynı kaynaklardan çıkmadır. aynı konuları bide başka kaynaktan ve biz müslüman gözünden okumanızı istedim. ben okurken tüylerim diken diken olmakta. sizde okurken Ergenekonun asıl amacını ve en büyük hedefleriden birini görmüş olacasınız. yazılar Uzun görüne bilir ama okumaya başladığınızda emin olun bir çırpıda okursunuz. gerek olayların yapılışı gerekse sizi şoke edecek şeylerden gerekse konunun akıcılığından dolayı sıkılmadan okuyacağınıza inanıyorum.
sıkılmamnız için ara ara eklicem devamını ki gözlerinizde korkmasın Hayırlı okumalar dilerim. yazı dizisi 1 Bu başlığı aslında “Kemalist Rejimin Hizbullahi Müslümanlara Yönelik Karanlık ve Kirli Faaliyetleri” şeklinde tasarlamıştık. Ancak ilk göze çarpan kelimeler açısından, Ergenekon tipi yapılanmaların Hizbullaha yönelik faaliyetlerini direkt çağrıştırmadığından, değiştirip mevcut başlığı kullandık. Siz hangisini uygun görüyorsanız onu başlık olarak değerlendirebilirsiniz. Türkiye gündemini meşgul eden konular ve gelinen aşama açısından mevcut dizide konu edinilen bilgilerin de kamuoyuyla paylaşılması gerektiğine inandığımız için bu yazı dizisini hazırladık. Bu dizide sizlerin de okuyup göreceğiniz gibi, bu bilgiler bir yazarın şahsi çabası veya araştırması sonucu ulaşabileceği bilgiler değildir. Bundan dolayı yazı dizimizin temelini oluşturan bilgi ve belgeleri bizimle paylaşan Hizbullah Cemaati yetkililerine teşekkürlerimizi sunarız. Umarız ki, ileride de Müslüman halkımızın ve kamuoyunun aydınlatılması için bu ve benzeri bilgi ve belgeler yazar ve araştırmacıların istifadesine sunulur. Son bir yıldır, devletin gizli ve kirli pençesi olarak vasıflandırılabilen Ergenekon adındaki örgütten bahsedilmekte olup gündemi işgal etme fonksiyonu giderek artmaktadır. Ergenekon terör örgütü ismi anıldığından beri daha önce değişik isimlerle isimlendirilen devlet içindeki illegal yapılanmalar da Ergenekon şeklinde isimlendirilmeye başlanmıştır. Biz de bu nedenle devlet içinde devlet kuvvetlerini kullanarak illegal biçimde halka karşı terör estiren yapılara “Ergenekon tipi” yapılanma tabirini kullanacağız. Peki nedir Ergenekon tipi yapılanma? Ergenekon; İçinde asker, polis, sivil bürokrasi, siyaset adamı, iş adamı, gazeteci, yazar, hukukçu barındıran, kendilerini devletin asıl sahibi ve bekçisi konumunda görerek devletin bekası adına emellerini gerçekleştirmek için her şeyi meşru gören bir terör yapılanmasıdır. Ergenekon tipi yapılanmalar bütün dünyada irili ufaklı, devletin içine sızarak devlet imkanlarını kendi menfaatleri için kullanan örgütler bulunmaktadır. Ancak halkı ile barışık olmayan, halka rağmen hükmeden devletlerde bu tip birimler daha yaygın, daha büyük çaplı ve etkili bir şekilde varlıklarını sürdürmektedirler. Kuruluşundan beri Kemalist rejim, halka rağmen varlığını sürdürmeye çalışan, hiçbir icraatında halkın değer ve isteklerini önemsemeyen bir sistem olmuştur. Bu sistem, hiçbir zaman Müslüman halktan hüsnü kabul görmemiştir. Müslüman halk, her vesileyle itirazlarını dile getirmiş, kıyamlara varacak şekilde dillendirmeye çalışmıştır. Ancak Kemalist rejim, tarihte eşi ve benzeri görülmemiş zulüm ve baskılarla Müslümanları bertaraf etmiş, kurulan istiklal mahkemeleri ile sözde hukuki kılıf giydirilmesine rağmen “maznun’un idamına şahitlerin bilahare dinlenmesine” ibaresini mahkeme tutanaklarına geçirecek kadar hukuk tanımaz ve fütursuzca infazlara imza atmıştır. Bizim konumuz Kemalist rejimin kuruluşundaki insanlık dışı uygulamalar olmadığı için bu konuya fazla değinmeyeceğiz. Ancak şu anda gündemde olan Ergenekon tipi yapılanmaların, temelini Kemalist rejimin kuruluşundan beri süre gelen ittihat ve terakki tipi örgütlenmelerden aldığını vurgulamakta yarar vardır. Her devlet kendine yönelecek olan tehlikeyi önceden tespit etmek ve önlemek için değişik adlarda ve niteliklerde birimler oluşturabilir. Bu devletlerin en tabii haklarındandır. Bu konuda neden istihbarat örgütleri kuruluyor, neden gizli bilgiler toplanıyor şeklinde bir suçlama hiçbir devlete yapılmamaktadır. Yapılan suçlamalar; kurulmuş olan bu istihbarat örgütlerinin yasadışı işlere bulaşması ve halk içinde ifsat hareketleri ve anarşi ortamını oluşturmasıdır. Ergenekonun kimlerden müteşekkil olduğu, elebaşlarının nerelere kadar dayandığı konusundan ziyade, bunların emellerini gerçekleştirmek için toplumda icra ettikleri ifsat faaliyetleri önem arzetmektedir. İfsat faaliyetleri; halka rağmen icraatlarda bulunan tüm devletlerde uygulanagelen devleti ayakta tutma yöntemlerinden biri olarak kullanılır. Halk içerisinde değişik konularda ifsat faaliyetleri yapılıp anarşik ortamlar oluşturarak halkın birbirleriyle uğraşıp devlet rejimiyle uğraşmasının önüne geçilmiş olur. Ergenekon tipi yapılanmalar, içinden çıktıkları devlet imkanlarından mahrum olmamak için ve devlet adına görev aldıkları dönemde elde ettikleri imkanlardan yoksun kalmamak için her türlü yolu meşru görüp yasal yolla elde ettikleri imkanları terör yoluyla elde etmeye çalışırlar. Oluşturdukları düzenin ayakta kalması için, köşe başlarına yerleşmiş bulunan insanların da aynı zihniyette ve aynı menfaat grubundan olması gerekmektedir. Yapılan terör faaliyetleri bu amaca hizmet etmek içindir. Ergenekon tipi yapılar; anarşi ortamından beslendikleri için toplum içinde ıslaha dönük faaliyet yürüten, toplumun huzur ve rahatına katkı sunmaya çalışan, özellikle de bunları İslam adına yapıp İslam adaletini halka yansıtmaya çalışan oluşumların doğal düşmandırlar. Hizbullah cemaati otuz yıldan beri Allah’ın rızasına ulaşmak gayesiyle, kulluk vazifesini icra etmek ve topluma karşı İslami sorumluluğunu yerine getirmek için İslami faaliyetler yürütmektedir. Bu cümleden olmak üzere; faaliyet gösterdiği alanlarda toplumda İslam kültürü ve İslam ahlakının yerleşmesi için var gücüyle çalışmış, onbinlerce insanı Kur’an ile tanıştırmış, seksen yıldır rejimin, son otuz yılda da mülhid örgütün yerleştirmeye çalıştığı ahlaksızlık ve imansızlıkla mücadelede önemli hizmetler vermiştir. Bu gün Türkiye’de toplum içerisinde, özellikle Hizbullah’ın yoğun bulunduğu bölgelerde İslama ve Kur’an’a yapılan hizmetlerden eserler kalmışsa bu, Hizbullah cemaatinin ihlâslı ve fedakarane çalışmasının ürünüdür. Bu konudaki istatistikî veriler çok net ortada olmasına rağmen konumuzun dışında kaldığı için ayrıntılara girmiyoruz. Hizbullah cemaatinin en belirgin özelliği; hiçbir oluşumun devamı veya uzantısı olmayıp müstakil bir cemaat olması, hiçbir güce bağlı olmaması, tamamen kendi gücü ve imkânı ile faaliyet yürütmesi, Allah ve Resulüne bağlılığı dışında hiçbir kayıt tanımamasıdır. Buna rağmen Hizbullah cemaati hakkında yapılan spekülasyonların hiçbir cemaate yapıldığına şahit olunmamıştır. Bu iftira ve karalamalar, bize “meyveli ağaç taşlanır” kaidesini hatırlatmaktadır. Bu karalama ve iftiranın asıl nedeni; İnsani, İslami ve huzur içinde bir toplum istemeyen şer odakların Hizbullah cemaatine alternatif bulamamalarıdır. Bunun için, küfrün mutat saldırısı olan karalama ve iftira kampanyaları ile halkın içinde Hizbullah Cemaatine olan güveni sarsmaya çalışmaktadırlar. Hizbullah cemaati; yaygın ve etkin olarak halkın içinde çalışmaya başladıktan beri Ergenekon tipi yapıların hedefi haline gelmiş, belki de en çok ifsada çalışılan yapı olmuştur. Şunu çok rahatlıkla iddia edebiliriz ki yeryüzündeki hiçbir cemaat (İslami cemaatler ve beşeri örgütler dâhil) Hizbullah cemaati gibi Ergenekon tipi yapılanmalara karşı mücadele etmemiş ve bu konuda yol kat etmemiştir. Bu da; Hizbullah’a karşı olan düşmanlığı doruğa çıkarmıştır. Hizbullahi cemaate yapılan en büyük ithamlardan biri, mezar evleri diye isimlendirdikleri yerlerde çıkan cesetlerle ilgili spekülasyonlardır. 2000 yılında cesetlerin çıktığı dönemde, Hizbullah aleyhine başlatılan karalama ve imha planları arasında en önemlisi; mezar evler öne çıkarılarak Hizbullah’ın haksız olarak önüne geleni öldürdüğü ve oturduğu evlerin altına gömdüğü şayiasının yayılmaya çalışılmasıdır. Hiçbir insaf sahibi çıkıp ta bu insanlar niye öldürüldü? diye sorma gereği duymadı. Eğer o dönemde bu soru sorulabilseydi ve cevabı verilebilseydi, çıkan cesetlerin kimlikleriyle beraber cürümleri de ortaya çıkacaktı. İnsanların cürümleri halkın önüne sergilenmesin diye bütün projektörler bu insanların nasıl gömüldüğüne çevrilerek “neden öldürüldüğü” toplumdan saklanmış oldu. O dönemde “büyük infial olur”, “insanlar psikolojik travma yaşar” gerekçesiyle yayınlanmayan sorgu kasetleri yayınlansaydı halk bu insanların cürümlerini öğrenmiş olacaklardı. Bu kasetler halen rejimin elinde olup önemli bir kısmı sansürlenmesine rağmen, kamuoyu ile paylaşılması halinde rejim aleyhine infial oluşturacak vahamettedir. Bu kasetler, arşivinde olması gereken Mahkemeden dahi uzun süre kaçırılmış, Mahkeme emanetine teslim edildiğinde ise sorgu kasetlerinde cürümleri nedeni ile adı geçen devlet memurlarının adları “biplenerek” sansürlenmiştir. Bu arada bu sorgu kasetlerinde anlatılanlardan zerre kadar rejimin şüphesi olsaydı adı geçen kamu görevlilerinin adlarının saklanması yerine, anlatılanların doğru olmadığının delillerini kamuoyuna ve mahkemeye sunardı. Bu halde de Hizbullah düşmanlarının “bu ifadeler zorla alınan ve uydurma ifadelerdir tezlerini delillendirirdi. Hizbullah Cemaati de bundan böyle bu konuda söyleyecek söz! bulamazdı. Hizbullah Ergenekon tipi yapılarla hobi olsun diye uğraşmadı elbette. Hizbullah, hiçbir faaliyetini hobi olsun diye yapmamıştır. Ergenekon tipi bu yapılar toplumun ahlaki, sosyal ve kültürel değerlerine savaş açtığı için, gerek Hizbullah içerisinde gerekse Müslüman halk içerisinde her türlü ifsat hareketlerini yaygınlaştırmaya çalıştığı için Hizbullah’ın hedefi olmuştur. Bu konuda da Hizbullah cemaati en doğal savunma hakkını kullanmıştır. “fitne ‘katl’den şiddetlidir” kaide-i ilahisi gereğince toplumu ifsat etmeye çalışan, bu arada Hizbullah’a da bulaşan ifsadi faaliyetleri nedeniyle bu müfsitlere ulaşmıştır. Elindeki bilgilerle yaptığı araştırma ve sorgulama neticesinde yapılan ifsat hareketleri deşifre edilmiş ve ulaşabildiği failleri cezalandırmıştır. Yapılan ifsat hareketleri ve fuhşiyat o kadar çirkin ve fahiştir ki tafsilatlarını anlatmayı uygun görmüyoruz. Ancak bu konuda somut bazı verileri de kullanma zarureti bulunduğundan bir kısmını izah etmeye çalışacağız. Her ne kadar yaşayan ve mağdur olan şahısların kimliklerinin deşifre olmaması için gayret sarf etsek de olaylar anlatılırken bazı kimliklerin deşifresi de kaçınılmaz olacaktır. Ergenekon tipi ifsat hareketleri sadece Hizbullah’a yönelik değil; bütün bir toplumda fuhuş, anarşi ve güvensizlik ortamı oluşturarak kurdukları düzenlerinin devamını sağlamaya çalışmışlardır. Biz bu dizide elimizdeki verilerden uygun gördüğümüz birkaç örnek isim vermeye çalışacağız. Ancak bu ifsat hareketlerinin yaptıkları bizim verdiğimiz örneklerin yanında devede kulak mesabesindedir. Yeri ve zamanı geldiğinde bu tür ifsat hareketlerini deşifre etme hakkımızı saklı tutarak şimdilik birkaç örnekle yetineceğiz. huseynisevda
Konu Hüdaverdi tarafından (04-13-2011 Saat 23:39 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
04-09-2011, 22:37 | #2 |
yazı dizi 2
MURAT KURTBOĞAN : Ergenekon tipi yapıların ifsat hareketleri için kullandığı tiplerden biri Murat Kurtboğan’dır. “..Ekim 1992 ve 1998 yılları arasında Batman polisi ile çalıştım. Bu çalışma sırasında Muhammed Musa ve Halit Kahraman adlarına düzenlenmiş sahte kimlikleri kullanıyordum. 1987 yılında askere gittim, 1990 yılında Batman'a döndüm. 1991 yılında Elmas Sokağı karşısında kuruyemişçilik yapan bir cemaat mensubu aracılığı ile cemaatle tanıştım. 1992 Eylül ayında askeri kanaatten cemaat mensupları ile çalıştım ve takibat-eylem hazırlıkları gibi faaliyetlerde bulundum…” diyen Kurtboğan, aslen D.Bakırlı olup sonradan ailece Batman’a yerleşmiştir. Polis tarafından yakalanmadan önce cemaatle birlikte olmuş, ancak polisin yakalamasından sonra bildik çirkin taktiklerle ajanlaştırılmış ve Hizbullah’a karşı kullanılmıştır. Hizbullaha yönelik pek çok kirli işlere bulaştırıldıktan sonra deşifre olmuş ve yakayı ele vererek yaptıklarını bir bir anlatmıştır. 17 Ocak 2000 yılında Hizbullah arşivinde ele geçirilen sorgu kasetlerinin çözümü için Diyarbakır 3 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (şimdiki 6. Ağır ceza mahkemesi) kaset izleme tutanağına da geçmiş olan bu itiraflarından pasajlar aktararak yapılanları sizlerle paylaşmaya çalışacağız. “Önceden evi ve eylem yerini izledik. Cemaat mensubu diğer iki kişi yakın ve uzak korumalık yaptı. Ben bu eylemde tetikçilik yaptım. Bu şahsa 3 el ateş ederek öldürdüm. Bu sırada polis araçları etrafımızı sardı. Silahımı polislere bir süre yöneltmeme rağmen cemaatteki arkadaşlardan bana yardım eden olmadı. Bunun üzerine teslim oldum. Batman Terörle Mücadele Müdürlüğü'ne götürüldüm. Öncelikle olaya adli vaka süsü vermeye çalıştım. Bir süre sonra amcamın oğlu Burhan Kurtboğan polis merkezine geldi. Amcam oğlu burada polislere 'bir yıldır şeriatçılarla birlikte geziyor' şeklinde ifade verdi. Polisler cemaat ve cemaat mensupları hakkında bilgi vermem için beni ikna etmeye çalıştılar… Maddi ve manevi teminat vaat ettiler. Bana işkence sesleri dinlettiler. Onlarla çalışmam halinde bana yardımcı olacaklarını ve bu cinayetten dolayı az ceza alacağımı söylediler. Bu baskılardan etkilenerek ben de bir iki cemaat mensubu ismini verdim. Daha sonra emniyette istihbaratçı olduğunu söyleyen bir şahıs geldi. Polislere bağlı olmadıklarını ve onlarla çalışmam halinde teşkilatın bana yardımcı olacaklarını söyledi…” Murat Kurtboğan, Hizbullah cemaati ile ilişkiye geçtikten sonra gerçekleştirdiği bu öldürme olayından dolayı yakalanıp gözaltına alınıyor. (bu şahsın nasıl cemaate katıldığı, nasıl eyleme gittiği ve kişiliği konumuz dışı olduğu için ayrıntılarına girmiyoruz. Önemli olan Hizbullah cemaatine yakalanmasına kadar Ergenekon tipi yapı için yaptığı ifsat hareketleridir) Gözaltında bazı zaafiyetleri tespit edilip tuzağa düşürülerek ajanlaştırılıyor. Gözaltında muhbirliği kabul ettiği için suçu adli bir olaya dönüştürülerek cezaevine Hizbullahi Müslümanların bulunduğu koğuşa alınıyor. Burada değişik vesilelerle cezaevi idaresince koğuştan alınarak cezaevi dışına çıkartılıp tanıdığı Hizbullah’a yakın şahısları ihbar etme, gözaltına alınmış Hizbullah şüphelilerini teşhis etme, sorgularına katılıp suçlarını itiraf ettirme ve polislerle beraber işkence yapma faaliyetlerine katılıyor. Tabi bunları yaparken karşıdakinin gözleri bağlıdır ve kendisini tanımamaktadır. Kendisi de deşifre olacak şekilde sesini bunlara işittirmiyor. Burada hukuksuzluk ve ölçüsüzlüğün ne boyuta vardığını göstermek için bazı hususlara değinmek gerekir. Öncelikle cezaevinden dışarı çıkmanın belli bir prosedürü vardır. Bunların hepsi zapt-u rapt altına alınmaktadır. Yapılan her işlemde en az üç şahıs ve üç imza gerekiyor. Bir şahıs cezaevi dışına çıkıyorsa bölüm nöbetçi memuru ve baş memur, nöbetçi müdür ve birinci müdür bilgisi dâhilindedir. Burada dikkati çekmek istediğimiz husus, bu tür illegal yapıların cezaevi içinde dahi ne kadar etkili oldukları ve neler yapabileceklerini göstermektedir. (Bu olaydan yıllar sonra Kasım 1999’da, 40 gün kaçırılıp işkence edildikten sonra, yakalanması resmiyete çevrilen Cemal Uçar Adlı Cemaat Mensubunun Cezaevinde kemeriyle kendini asarak intihar ettiğinin (!) açıklandığını hatırlatmakta fayda vardır.) “..Bir süre sonra polisler cezaevi idaresi aracılığıyla benimle yeniden irtibat kurdular. Cezaevine gelen polisler cezaevindeki tüm gelişmeler hakkında kendilerine istihbari bilgi vermemi istiyorlardı. Bilgi verecek pek bir şey yok dememe rağmen, ellerinde önceden alınmış yazılı ifade olduğunu, yardım etmediğim takdirde idamla yargılanacağımı söylediler. Yardım vaat ettiler. Polislerin isteği üzerine Batman Devlet Hastanesi'ne belimdeki rahatsızlık bahanesiyle sevk edildim. Hastanede bir odada zincirle bağlandım. Daha sonra askerler gittiler ve gelen polisler zincirleri sökerek beni Batman Emniyet Müdürlüğü'ne götürdüler. Burada polislere 35 cemaat sorumlusunun ismini verdim. İpragaz Mahallesi'nde meydana gelen bir öldürme eyleminin o tarihte Malatya Cezaevi'nde bulunan S… ve M… isimli şahıslarla başka bir kişiyle birlikte gerçekleştirdiklerini söyledim. Saat 16.00’a gelince polisler acele etmem gerektiğini söylediler. Tekrar aynı yolla cezaevine götürüldüm. Polisler, Ş...nın da benim gibi itirafçı olduğunu ve birbirimize koğuşta yardımcı olmamızı söylediler...” Hasta olduğu gerekçesiyle cezaevinden çıkarıldığı için direk hastaneye götürülmektedir. Tüm karanlık ilişkiler ve fiiller burada planlanmakta ve icraata buradan başlanmaktadır. Burada dikkat etmemiz gereken husus, bu yolculuğun jandarma boyutudur. Hasta olduğu gerekçesiyle sevk alan tutuklu veya hükümlü ile, birkaç er, bir astsubay ve karakol komutanının bilgisi dışında hastane içerisinde veya dışarısında irtibata geçmek mümkün değildir. Bu nedenle bu illegal ifsat hareketinin asker ayağı da cezaevi karakolundan yürütülmüştür. “..Ziyaretime gelen polislerin isteği üzerine yeniden Devlet Hastanesi'ne sevk edildim. Burada tekrar Batman Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüm. Burada Kasım Özen adlı kişiye işkence yapıldı. Ben de işkence yaptım, yerde yatarken yaralı eline bastım ve dikişleri patladı. Bunun üzerine polisler onu hastaneye götürdüler. Polislere Kasım Özen'i tanıdığımı ve adına kayıtlı karate okuluna cemaat mensuplarının gittiğini söyledim.” Verilen bilgilerin harfi harfine doğru olduğu ve en ince ayrıntısına kadar teferruatlı anlatıldığının bir delili de “Kasım” adındaki bu şahsın yakalanması sonrasında yaşananlar ve mahkeme aşamasıdır. O tarihte son değişiklikleri yeni yürürlüğe giren CMUK’un 135/a maddesine göre sonradan inkâr edilen kolluk beyanları delil olamazdı. Kasımın yazılı hiçbir ifadesinde herhangi bir suçlamayı kabul etmediği halde Polisin “hastanede bize suçunu itiraf etti” şeklindeki tutanağı nedeniyle cezalandırıldı. Verilen ceza Yargıtay onayından geçti. Bu olayın birçok tanığı halen hayattadır. Batman Adliyesi ve barosundan birçok şahıs olaydaki ilginçlik nedeniyle halen bu yargılama şeklini hatırladığından da eminiz. Cemaatle hiçbir ilgileri olmayan bu şahıslardan bu olayın ayrıntıları teyit ettirilebilir. Bu arada Murat Kurtboğana verilebilecek en hafif cezayı vererek Cezalandıran Batman Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti ile Kasıma hiçbir delil olmadan -Murat’ın perde gerisindeki şahadeti ile -en ağır cezayı veren mahkeme heyetinin aynı heyet olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Devletin kirli işleri için insanlıktan çıkartılmış sanığa ödül verip, ajanlaşmayı kabul etmediği için beraat etmesi gerekirken en ağır cezayı veren bir heyet. Hizbullah kayrılıyordu diyenlere güzel bir örnek. “..Daha önce yanıma gelen komiser Ali Doğan (bu komiser yukarıda hikayesi anlatılan “Kasım” hadisesinde tutanak tutup mahkemede yalancı şahitlik yapan komiser ile aynı şahıstır) bu kez yanıma geldiğinde eli yaralıydı. Bana 'Sizinkiler beni öldürmek istedi' dedi ve tekrar hastaneye sevk almamı istedi. Şüphelerin artacağını söyleyerek karşı çıktım. Ancak komiser Ali Doğan tehdit edince sevk aldım tekrar. Daha önce izlenen yöntemle tekrar Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüm. Burada cemaat üyesi Şerif sorgulanıyordu. Ona işkence yaptılar. Falakaya yatırdılar. Komiser Ali Doğan'a yapılan saldırıyı kimlerin yaptığını ondan öğrenmek istiyorlardı. Polislerin istemesi üzerine ben de Şerif'e işkence yaptım. Copla vurdum ona. Oradaki havaya kapılarak yumurtalıklarını sıkma şekliyle ona işkence yaptım. Tekrar hastaneye, adliyeye ve cezaevine götürüldüm.” Hasta olup tedavi olması için hastaneye götürülen Tutuklu! (Murat Kurtboğan) Korunması, kaçmasının engellenmesi ve dış dünya ile irtibatın engellenmesi ile görevli jandarma tarafından TEM’de görevli polislere teslim edilip, tamamen teslim olması için tüm duygularıyla, tüm hücreleriyle günaha ve ihanete sokmak amacıyla fuhşa bulaştırılmakta ve eski arkadaşlarına işkence ettirilmektedir. Burada da ifsat şebekesinin polis ayağı devreye girmektedir. Gözaltına alınan Hizbullah şüphelileri, Murat Kurtboğan’a gösterilerek teşhis ettirilmekte, o tarihte pek bilgi sahibi olmadıkları Hizbullah hakkında ele geçirdikleri bu fırsatla bilgi edinmektedirler. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi bu bilgileri her devlete doğal olarak tanınan bilgi edinme yöntemleri ile değil, hiçbir aklıselimin kabul edemeyeceği, insanları ifsat ederek, suça, fuhşiyata ve ihanete sevk ederek, işkence ederek elde etmeye çalışmıştır. Hizbullah’a özellikle 1992 yılından itibaren mülhid örgütün öncülük ettiği karalama kampanyasının en önemli unsuru, Hizbullah’ın devlet tarafından kurulduğu, kullanıldığı ve resmi makamlarca kayrıldığı iddialarıdır. Bir an bu söylentilerin tamamen iftira ve karalama amaçlı olmadığı ve gözlemlere dayalı olduğu için dillendirildiği ve basına yansıtıldığı düşünülse bile bu kayırılanlar ve yönlendirenler Murat Kurtboğan gibileridir. Hizbullahı karalamak için bu argümanlar aslında Hizbullah’a yönlendirilen silahlardır. Evet, birileri kayrılmıştır ve kullanılmıştır ama bu şahıslar Hizbullah’ı içerden ve dışardan yıkmaya çalışan işbirlikçi ve müfsit hainlerdir. Örneğin; bu gibi şahısların bazı ifsat faaliyetlerine, polisle veya askerle olan irtibatlarına veya birlikte düzenledikleri herhangi bir eyleme şahit olan biri, bunu nasıl yorumlayacaktı? Ancak Hizbullah’ın bu konudaki titizliği ve yapısının sağlamlığı nedeniyle bu hainler uzun süre dayanamamış, tek tek deşifre edilmişlerdir. Bu konuda Hizbullah’a düşmanlık yapanların bile kullandığı somut tek delil Hizbullah’ın tespit edip sorguladığı ve kayıt altına aldığı sorgu kasetleridir. Bu da Hizbullah’ın sızmalara karşı ne kadar hassas olduğunu göstermektedir. Hizbullah cemaati, kendisine karşı olmasa bile Müslüman halkı ifsat eden şahıs ve hareketleri deşifre edip etkisiz hale getirmeyi kendine görev addetmiş, enerji ve imkânlarının önemli bir kısmını bu ifsadi hareketlerin bertaraf edilmesi için sarf etmiştir. |
|
04-10-2011, 20:57 | #3 |
Yazı dizisi 3
“..Batman'dan cemaat mensubu arkadaşlarım ve aile fertlerim ziyaretime geldi. Bitlis'te cemaat mensubu olanlar da ziyaretime geliyordu. Ziyaretime gelen kişilerden öğrendiğim bilgileri rapor haline getirip, polis Hakan'a iletiyordum. Cezaevinde yanıma gelen Hakan ve diğer polisler, Menzilciler ile Hizbullah cemaatinin ilimcileri arasındaki durumunu, çatışmasının nedenini sordular. Menzilcilerin Müslümanları tahrik ettiklerini söyledim…” “..İlim grubunun Menzilcilere neden şiddetli tepki göstermediklerini ve cemaatin nasıl zarar görebileceği konusunda fikirlerimi sordular. Ben de PKK'nın halkın din unsurunu gözardı ederek Hizbullah'a karşı da ikinci bir cephe açtığını, bu şekilde hataya düştüğünü, Hizbullah'a karşı da yeni cepheler açılması durumunda zayıflayacağını anlattım. Polis Hakan bu konuda yazılı rapor hazırlamamı istedi...” Murat Kurtboğan; yakalandığı suçtan dolayı mahkemeden ceza aldıktan sonra (Polisle işbirliği yaptığından dolayı, eylemi adli bir vakıa olarak ele alınmış ve asgari düzeyde ceza verilmişti) ifsat örgütünün içinde daha rahat hareket etmek ve fiili eylemlerde bulunabilmek için Bitlis cezaevine sevk edilir. Burada da Hizbullah’a karşı ifsadi eylem planları yapılır. Bir kere bu şahsın zaafları tespit edilmiştir. Ağzına çalınan bir parmak bal ile ona yaptırılamayan hiçbir şey yoktur. Kısa bir süre Hizbullah içinde yer alan şahsın tüm bilgi ve düşünceleri kullanılarak Hizbullah hakkında bilgi edinilmeye çalışılıyor ve bu bilgiler ışığında Hizbullah’a nasıl darbe vurulacağının hesabı yapılıyor. Gerek Hizbullah içerisinde ifsat hareketlerini gerekse Hizbullah- PKK ve Hizbullah- Menzil arasındaki çatışma ortamını alevlendirmek için planlar yapılıp düşünceleri alınıyor. Yapılan değerlendirmelerde bir konu öne çıkıyor. Bitlis Tatvan Bölgesinde Hizbullah ile Menzil gurubunu karşı karşıya getirmek ve olayları bu bölgeye de taşımak. Olaylar bu bölgeye de sıçrarsa ifsat şebekesi için bulunmaz bir fırsat olacaktır. “..Pilot bölge Tatvan Hizbullah'ın kendi içinde yeni cepheler açmasını fırsat bilen PKK'nın da saldırıya geçeceğini, devletin de baskıları artınca yenilebileceğini, büyük ölçüde zarar göreceğini söyledim. Polis Hakan, olayların nereye sıçramasının uygun olacağını sorduğunda, ben de Bitlis ve Tatvan'ın uygun bulunduğunu söyledim. Burada tanıdıklarım cemaat mensubu olup olmadığını sorduğunda, Tatvan Ulucami de bulunan Molla Gıyasettin Barlak'ı ve bir cemaat mensubunu daha tanıdığımı söyledim. Molla Gıyasettin'in Tatvan'da cemaat sorumlusu olabileceğini düşündüğümü de söylemiştim. Molla Gıyasettin ziyaretime geliyor, sorunlarımı ona iletiyordum. Polis memuru Hakan, Molla Gıyasettin'e eylem yapılması durumunda benim açıkladığım gelişmenin olup olmayacağını sormuştu…” Görüldüğü gibi plan mükemmeldir. Hizbullah’a bu bölgede de ikinci bir cephe açıldığını gören PKK de bunu fırsat bilecek ve Hizbullah’a saldırılarda bulunacak. İcraata konulup plan işletilmeye başlatıldıktan sonra huzurlarını masum insanların kan ve terleri üzerinde arayanlar bayram edeceklerdi. Önerilen plan uygulama izni almıştır. Plana göre Hizbullah üyesi olarak tanınan biri vurulacaktır. Olayların bu bölgeye de sıçraması sağlanacaktır. Burada da kişiliksizleştirilmiş, ajanlaştırılmış bir şahsın nasıl adileştiği ve insani değerlerden uzaklaştığı görülmektedir. Molla Giyasettin Barlak; Aslan Batman Gercüşlü olup Medrese eğitimi aldıktan sonra kadrolu imam olarak Tatvan’da çalışan Hizbullahi düşünceye sahip biriydi. Görev yaptığı çevrede sadece camide namaz kıldırmakla yetinmez camide onlarca çocuğa Kur’an-ı Kerim dersi vermekte bu çocukların İslam ahlakı ile yetişebilmesi için gece gündüz çalışmaktaydı. Aynı zaman da İslam’ın gerektirdiği yardımlaşma ve dayanışma hizmetlerinde çevresine öncülük etmekteydi. Bu arada, Hizbullah mensubu olarak bildiği Murat Kurtboğan’ın Bitlis cezaevine getirildiğini öğrenmiş ve İslami duyarlılığından dolayı onunla görüşmek ve onu ziyaret etmek için Bitlis’e gitmişti. Düzenli olarak cezaevine ziyarete giderek Kurtboğan’ın ihtiyaçlarını gidermeye çalışmış, burada tanıdığı duyarlı Müslümanlara giderek İslam için cezaevine girmiş bu Müslüman’ın (!) yalnız bırakılmamasını, sahip çıkılmasını telkin ve tavsiye de etmişti. Sempatik kişiliği, ihlâs ve samimiyeti nedeniyle tanıdığı herkesi etkilerdi. Molla Giyasettin Barlak’ın hedef seçilme nedeni işte bunlar olmuştur. Tatvan’da herkes tarafından tanınan ve sevilen, İslam’a bağlılığı ve hizmeti nedeniyle her kesimden takdir alan bu kişinin vurulması ardında, beklenen o ki Hizbullah da buna karşılık verecekti. Bu şekilde çatışmalar Tatvan ve Bitlis’e sıçrayacak Devletlülerde bunu zevkle izleyerek kan üzerine kurdukları saltanatlarını devam ettireceklerdi. Hesap buydu. Murat Kurtboğanın cezaevindeki ilişkileri onun belirgin iki zaafını da ortaya çıkarmış ve bu zaaflar çok iyi değerlendirilerek kullanılmıştır. Bunlar; kadın ve Silaha düşkünlük. Tüm insani duyguların silinmesi için kadın faktörü kullanılarak geri dönüşü olmayan bir ihanet çemberine dâhil edilmişti. “...15 Şubat 1994 (Tarihe dikkat! Hizbullah’ın Korunup kollandığı en fazla gündeme getirilen bir dönem... Bir taraftan Hizbullah devlet desteklidir yalanı ile halk nezdindeki güven sarsılmaya çalışılıyor öte yandan cemaat fertlerine suikast düzenlenerek Hizbullah’ın intikam saiki ile hareket edip yanlış yapmasına ve cephenin genişletilmesi ile güç kaybetmesine sebebiyet verilmeye çalışılıyor. Bir taş ile kuş katliamı) tarihinde polis memuru yanında PKK itirafçısı Nurettin isimli bir şahısla beraber geldi. 23 Şubat 1994'te yine polis memuru geldi, yanında Bitlis'li bir bayan vardı. Onunla beraber olabileceğimi söyledi. Cezaevinde kadınlar koğuşunda bu bayanla beraber oldum. Bu kadının cazibesinden etkilenmiştim. Polis Hakan, 'seni eğlenceye götüreceğiz' diyordu. Saat 16:30 civarıydı. Yanında Nurettin ve Ahmet de vardı. Cezaevinden ayrıldık. Nasıl bir eğlence olacak bu diye sordum. Daha sonra Molla Gıyasettin'e yönelik olarak benim konuşmalarım çerçevesinde eylem düşünüldüğünü tahmin ettim. Bana ve Nurettin'e bu polis memuru birer tane 9 mm Astra tabanca verdi. Eylemin nasıl yapılacağı konusunda ayrıntılı bilgi verildi. Nurettin ile eylem konusunda konuştuk. Molla Gıyasettin'in bulunduğu sokağa gittik. Molla Gıyasettin'in karşıdan geldiğini gördüm. 5–6 metre arkasında Nurettin vardı. Silahını çıkartmıştı, ben de bu sırada silahımı çıkardım. İki kez Molla Gıyasettin'e ateş ettim, sendeledi. Bu sırada Nurettin de en az üç dört kez ateş etti. Sokakta bazı kapılar açıldı. Sesler geldi. Ancak bizi kimse fark etmedi…” Eylem timinde eski bir PKK itirafçısı, gözlemci olarak görev alacak olan polis ve Murat Kurtboğan vardır. Kişiliksizleştirilip ajanlaştırılan bir şahsın insanlıktan ne kadar uzaklaşacağının en güzel örneği. Kendi babasının bile yapamayacağı fedakârlıkları ve yardımları yapan kişiye karşı vefa borcu, kirli emeller ve toplumu ifsat etmek için onu öldürmek olacaktır. Zaten Ergenekon tipi yapıların en tipik örneği bu değil midir? En yakın arkadaşlarını ve dostunu bile kirli emelleri için harcama, küçük bir menfaat için tüm kutsallarını ayaklar altına alma en tipik özellikleridir. Zira en büyük kutsalları, küçük bir elit gurubun rahat yaşamasına ayarlanmış düzenleridir. Yeter ki bu düzen ayakta dursun, yeter ki bu düzendeki ayrıcalıklı konumlarını muhafaza etsinler, bu uğurda bütün bir ülkenin yanması bile umurlarında olmayacaktır. (bu zihniyetin ağababası İttihat ve Terakki, aynı düşünce ile Osmanlıyı birinci dünya savaşına sokarak yıkılmasına neden olmuştu) bu arada sarf edilen vatan ve millet kavramları sadece saf dimağları yanlarına çekme ve sözde bir iyi niyet gösterisi içindir. Birileri gece daha rahat uyuyabilsin, kaos ortamında dönen kirli paralardan daha çok nemalanabilsinler diye insanlıktan çıkartılmış bu şahsa, ona en çok faydası dokunan ve Allah rızası için ona hamilik yapan Mola Gıyasettin Barlak’ın öldürülmesi görevi veriliyor. Bu eylem ile rüştünü ispat edecek, en yakın dostunu öldürerek bu kirli düzene sadık olduğunu ispatlayacaktı. Bu arada cezaevinde yatan bir hükümlü olması hiç önemli değildir. Çünkü kurulan bu çark, devletin tüm kurumlarında çöreklenmiş, her istenen işlemi kılıfına uydurarak yapabilmektedir. “…Koğuştakilere iki üç saat mutfakta çalıştığımı söyledim. Sebahattin ve Servet Bey de beni çağırdılar. Kader'den bahsettiler. Daha sonra beni ziyarete gelen Molla Gıyasettin'in PKK'lılar tarafından öldürüldüğünü söyleyerek başsağlığı dilediler. Üzüntülü bir tavır takındım. Herkes Molla Gıyasettin'in amcam olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle firar edebilirim diye, yirmi yirmibeş gün süreyle beni koğuştan çıkarmadılar. Daha sonra mutfakta çalışmaya başladım. İlim-Menzil çatışmasını bölgeye yaymaya girişimi başarısız olmuştu. Cemaat bu eylemin PKK'lılar ya da devletle işbirliği yapan itirafçılar tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini düşünüyordu…” Polis, Hizbullah muhbiri ve PKK itirafçısından oluşan cinayet şebekesi, kurdukları pusu ve emellerini gerçekleştirerek üslerine geri dönüyorlar. Kurdukları kirli tuzağı gerçekleştirip bundan böyle ne olacağını beklemeye başlıyorlar. Ancak tasarladıkları planlar tutmuyor. Hizbullah daha önce kendisine yapılan saldırılara verdiği karşılık gibi buna karşılık vermemiştir. Çünkü cemaat, hiçbir karşılığı öyle rasgele yapmadığı gibi, yapılan bu saldırının yeri, zamanı ve hedefini göz önüne alarak işin içyüzünü araştırmaya başlamış ve bu eylemin ilk bakışta gösterilmeye çalışıldığı gibi yapılmama ihtimalini hep masada tutmuştu. Hizbullah’ın bu tutumu ve misillemesinin gelmediğini gören caniler, ikinci hamlesini yaparak Hizbullah cemaatini bu eylemin PKK tarafından yapıldığına ikna etmeye çalışıyorlar. Tatvan bölgesinde faaliyet gösterirken yakaladığı iki PKK militanına bu eylemi kabul ettirerek bu eylemin sanıkları konumuna getiriyor. Bu şekilde eylemin PKK tarafından yapıldığını belgeleriyle ile ortaya koymaya çalışıyor. Hizbullah cemaati ise bu eylemin gerçekten PKK militanlarca yapılsa bile arkasındaki irade konusunda tereddütleri olduğu için misillemede bulunmayarak araştırmaya devam etti. Ta ki Kurtboğan yakayı ele verip her şey ortaya çıkana kadar. Cemaatin bu eylem konusundaki düşünceleri doğrulanmış, aradan yılar geçse bile olayın gerçek yüzü ortaya çıkartılmıştır. Kurtboğan, Mersin’de Uprak kardeşler ile kurduğu fuhuş şebekesi ve porno kaset ticareti nedeniyle sorgulanırken, yıllar önce işlenen bu cinayet hakkında bilgiye ulaşılıp tahkikat başlatılıyor. Söylenenler tek tek doğrulanıyor. Bu sorgu kasetleri 17 Ocak 2000 operasyonunda TC’nin eline geçiyor. Yine başka bir Ergenekon yapılanması elemanı iken Hizbullah’a yakalanan İbrahim Sarıaltun’un vekilinin “ Hizbullah Vahşetini Deşifre etmek gayesi ve ” talebi üzerine bu kasetler Mahkeme kararı ile incelenip içeriği tutanakla tespit edildikten sonra bu tutanaklar basına yansıyor. Basına yansıyan bu bilgiler delil olarak gösterilerek Giyasettin Barlak’ın failleri olarak hükümlü bulunan ve PKK’li diye yakalanan iki şahsın dosyaları yeniden ele alınıyor ve sonuçta bu şahıslar salıveriliyor. Mahkemenin bu kararı: 1. Hizbullah’ın sızmalara karşı çok hassas olduğunu, 2. Tespit edilen şahısların affedilmediğini, 3. Hiçbir devlet ve kuruluşla irtibatının olmadığını, 4. Kendi kararlarını tavizsiz olarak uyguladığını, 5. Kendi içyapısının söylemleri ile bire bir örtüştüğünü, 6. Kaset içeriklerinin gerçek olduğu, uydurma ve mizansen olmadığını….da göstermiştir. Gerçekler bu kadar açık ve ortada iken kaset çözümlerinin basına yansıtılma biçimi, Hizbullah düşmanlarının eliyle Hizbullah’a bir Silah olarak yönetildi. Hizbullah’ın tespit edip cezalandırdığı hainler Hizbullah elemanı alarak tanıtıldı. Halen Hizbullah’ın arşivinde buna benzer örnekler bulunmaktadır. Hizbullah arşivinden ele geçip deşifre olmuş onlarca ajan muhbirin toplumu ifsat etmek için kullandıkları yolların, yaptıkları çalışmaların anlatıldığı itirafları içren kasetler mevcuttur. Bu belgelere yasal yolla ulaşma imkânı olmasına rağmen TC Güvenlik Güçleri, C.Savcılıkları, İçişleri Bakanlığı ve Mahkemelerin sekiz yıldır kurdukları kumpas nedeniyle bu belgeler saklanmakta, Ergenekon tipi yapıların halkın içinde ve Hizbullah çevresinde çevirdikleri kirli oyunlar ve ifsadi faaliyetlerin gün yüzüne çıkması engellenmektedir. Tarih Güneşin balçıkla sıvanmadığını gösterecek, Hizbullah çevresinde örülmeye çalışılan kirli oyunlar Allah’ın izni ile tek tek bozularak halkın önünde sergilenecektir. |
|
04-12-2011, 02:33 | #4 |
yazı dizisi 4
MURAT KURTBOĞAN CEZAEVİNDEN SONRA MERSİN’E YERLEŞTİRİLİYOR. Murat Kurtboğan’ın tek eylemi Giyasettin Barlak’a karşı yapılan eylem değildir. Zira Ergenekon tipi ifsat çeteleri asla tatmin olmazlar. Kurdukları ifsat çarkının devamı için sürekli yeni faaliyet alanları ve yeni rant kapısı peşinde olurlar. Murat Kurtboğan kişiliği, zafiyeti, geçmişi ve yaptığı eylem nedeniyle çete için biçilmiş bir kaftandır. Onunla Bitlis’te işleri bitmiştir. Ancak beraber görecekleri daha çok iş vardır. Bitlis Cezaevindeki hükümlülük süresi açık cezaevini hak edecek orana ulaştığından Ankara açık cezaevine sevkini talep etmiş ve sevk kararı çıkmıştır. Refakatindeki iki asker ve bir astsubay ile özel bir araba kiralayarak Ankara açık cezaevine sevki yapılır. Buradaki hükümlülük süresini de tamamlayarak Ankara açık cezaevinden tahliye edilir. Murat Kurtboğan’ın içinde bulunduğu Ergenekon tipi çetenin tek hedefi ve faaliyet alanı Hizbullah Cemaati değildir elbette. Hizbullah cemaati tek başına bir rant kapısı olarak onları tatmin etmemektedir. Çete elemanlarını ekonomik olarak ve dünyalık zevklerle tatmin etmek için yeni faaliyet alanlarına ve rant kapılarına ihtiyaç vardır. Bu nedenle tahliye olmazdan evvel kendisi ile görüşen “ifsat çetesi” bundan böyle bölgede rahat kalamayacağını, daha rahat çalışabilmek ve eylemlerde bulunabilmek için Mersine yerleşmesini önerirler. Murat kurtboğan da cezaevinden çıkar çıkmaz Mersine yerleşmek istediğini cemaate bildirir. Bu isteğin kabul edilmesi üzerine Mersin’e yerleşerek çalışmaya başlar. Her ne kadar işçi olarak çalışıyorsa da bu ancak Ergenekon tipi yapı içerisinde çalışırken açık vermemesi için öngörülen bir kılıftır. Zira ekonomik olarak fazla bir getirisi yoktur ve çete içerisinde bundan daha fazla getirisi vardır. Artık “Ergenekon ifsat ekibi” içerisinde bir mafya elemanıdır. Kişiliği ve Batman’da yakalanması ile içine düştüğü şebekenin uyguladığı kişiliksizleştirme, insani değerlerden soyutlama programı çerçevesinde tam istenen kıvama gelmiştir. Artık çetenin sadece bir tetikçisi değil, görüş bildiren, ülke meseleleri! hakkında kafa yorup eylem tekliflerinde bulunmaktadır. Şahısların, Ergenekon tipi çetelerin elinde insani özelliklerinden nasıl soyutlandırıldığını kısa bir süre sonra nasıl bir ölüm makinesine dönüştürüldüğünü, Murat Kurtboğan’ın Hizbullah’a itiraflarından araya girmeden devam edelim. Burada Ergenekon tipi çetelerin ruh halini, vatan ve milletten ne anladıklarını, devletin âli menfaatleri derken neyi kastettikleri açıkça görülecektir. Hiç unutulmamalıdır ki devletin âli menfaatleri adına hareket ettiklerini iddia eden illegal Ergenekon tipi yapıların hepsinin ortak yanı; devlet derken kendilerini kastettikleri, devlet çıkarı derken kendi çıkarlarını ve devlet güvenliği derken kendi güvenliklerini kastettikleridir. Şimdi biz susalım ve Ergenekon tipi yapıların devletin bekası! için yaptıkları faaliyetleri ve fedakarlıklarını! Murat Kurtboğan’ın ifadelerinden takip edelim. “10 Ocak 1995 tarihinde Mersin'e gittim. Mersin'de benimle görüşen cemaat mensubu benden bir ev tutmamı istedi. Bu ayın sonuna doğru ev tutacağımı söyledim. Mersin Osmaniye mahallesinde İlim ve İrfan vakfında aşçılık yapmaya başladım. Bu vakfın merkezi İstanbul Fatih'te idi. Maaş, avans ve önceki mevcut paradan yararlanarak Mersin Halk Konutları B/12 dairede bir yer tuttum. Eşyalarımı almak üzere Batman'a gittim. Burada Emniyete uğradım, son gelişmeleri anlattım. Telefon numarası verdim. Benimle nasıl irtibat kurabileceklerini açıkladım. ”…1996 yılının 8. ayında polis İzzet, 'bir dahaki izninde bana tam gününü ayır dedi. Polis evinde İzzet ile görüştük. Beni, Ertuğrul isimli bir kişiyle tanıştırdı. Bu kişinin itirafçı olduğunu tahmin ediyorum. Bu şekilde bir ekip oluşturarak, çalışacağımız söylendi. …İki üç gün sonra buluştuk. Polis evinde akşama kadar bekledik. Yanımızda Ertuğrul da vardı. İzzet bize Adana'da PKK'nın bombalı eylemleri olduğunu, masum insanların öldüğünü, bu kişilere karşı tedbir almak gerektiğini, mahkemelerin bu kişileri serbest bıraktığını anlatıyordu. Ben ve Ertuğrul ise bu gibi kişilere karşı kamuoyunda söylenen şekilde yargısız infaz yapılması gerektiği, imha edilmeleri gerektiklerini söylüyorduk. Ertuğrul bu konuşmaları olağan karşılıyordu. Ben de İzzet'in bu konuşmalarına karşı olumlu tepki geliştiriyordum. …Akşam saat 21:00 sıralarında ben, Ertuğrul, polis İzzet ve ikinci bir polis memuru olduğu halde, Mersin Halk Kent Semti'ne geldik. Eylemin burada gerçekleştirileceğini söyledi. Her birimize Astra marka 9 mm tabanca verildi. Polis İzzet bizim yakalanmamız halinde olaya adi vaka vermemizi, başkaları olaya karıştığı takdirde duruma göre hareket etmemizi, gerekirse bu kişilere de ateş edebileceğimizi, her ihtimale göre nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlattı. … Araba içinde beklemeye başladık. Saat 22:30 civarında bir bayan ve bir erkek geçmeye başladı. Polis İzzet, eylemi bu şahıslara karşı gerçekleştireceğimizi söyledi. Aramızdaki anlaşmaya göre, Ertuğrul bayana, bense erkeğe ateş edecektim. Ertuğrul ve ben iki arkadaş gibi yürümeye başladık. Şahıslara on-onbeş metre yaklaşınca koşmaya başladık ve ateş ettik. Erkek şahıs arkasına bakmadan koştu, bende arkasından ateş ettim. Öldüklerinden emin olunca polislerin yanına gittik. Polis evine döndük. Durumu değerlendirdik. Bizden bu olayla ilgili rapor yazmamızı istediler. Beni evimin yakınında bir yerde bıraktılar.” “…1996 yılının onuncu ayında, İzzet ile polis evinde görüştük. Mustafa isimli bir şahsın PKK'lı olduğunu defalarca hakkında işlem yapıldığını, delillendirilmediğinden serbest bırakıldığını, bu gibi şahısların cezalandırılması gerektiğini söyledi. Ben, İzzet, Ertuğrul ve başka bir polis memuru olduğu halde, saat 21:30 sıralarında çıktık. Alt Kent Yeşilevler'deki birinci katta bulunan Mustafa isimli şahsın evinin oraya gittik. Burada polis İzzet bize bu evi gösterdi. Şahsın fiziki tarifini yaptı. 'Yapmanız gerekeni biliyorsunuz' dedi. Yolda Ertuğrul ile eylemi nasıl yapacağımızı konuştuk, anlaştık. …Bir süre bekledik. Şahıs geldi… Bu sırada ateş etmeye başladık. Şahsın omuz ve göğsünden yaralandığını müşahede ettim. Yeterince yara aldığını düşündükten sonra hızla olay yerinden uzaklaştık. Arkamızdan bir-iki el ateş edildiğini duyduk. Dönüp karşılık vermedik. Bizi bekleyen polis aracıyla polis evine gittik. Polis İzzetle olayı konuştuk. Daha sonra beni evime bıraktı. Daha sonra da Mustafa isimli şahsın yaralı olarak kurtulduğunu öğrendik…” “…O tarihlerde inşaat işiyle uğraşan E.K., Mardin Derik'ten olup Mersin'de matbaacılık işiyle uğraşan A.D. isimli nurcuların Med-Zehra grubundan kişilerle diyalogumu geliştirdim. İki-üç kişinin Batman'dan A.D.’nin evine geldiklerini, burada buluştuklarını öğrendim. Gelen şahıslar içinde F.K., H.Usta, M. Usta isimli Fatih kesiminden olan kimseler vardı. Bunlar E. K. tarafından buluşturuluyordu. Hizbullahi kesime yönelik işbirliği şüphesi taşıyordum. E.K’den ve A.D.'den onları sıkıştırarak, laf almaya çalıştım. Ancak birşey öğrenemedim. E.K. sık sık Şanlıurfa’ya gidiyordu. Emniyette görüştüğüm kişilere bu gelişmeleri de anlattım. Bana, 'Fatih kesimi ile diyaloga gir' dediler. Fecir ve Fatih gruplarının İlim grubuna yönelik ittifak içerisinde olmadıklarını öğrendim. E.K.'ya cemaatten kurtulmak için Mersin'e geldiğimi söyledim. Bana güvendi. Beni önemli kişilerle tanıştırdı. Onlara cemaatteki konumumla ilgili bilgiler verdim. Askeri kanatta görev yaptığımı anlattım. Sohbetlerine etkinliklerine katılıyordum. Bu faaliyetleri ile irtibat kurduğum bu kişiler hakkında bilgiler edindim. Bunları polise bildirdim.” “…1997 yılının Ocak ayında polis İzzet, Özer ve Nejdet isimli polislerle beni tanıştırdı. İzzet ayrıca bana yaptığım yardım ve eylemler nedeniyle değişik zamanlarda 45 milyon Türk lirası 35 milyon ve 10 milyon verdi. İzzet, 'bundan sonra, Özer ve Nejdet ile birlikte çalışacaksın' dedi. 1997 yılının Ocak ayından, 1998 yılının Kasım ayına kadar Özer ve Nejdet ile çalıştım. Özer daha değişik biriydi. İzzet devletin bölünmez birliğinden, devletin öneminden söz ederken, Özer ise fuhuştan, paradan ve rahat yaşamdan bahsediyordu. Özer beni Halk Kent'te Faruk isimli bir şahsın işlettiği fuhuş evine götürdü. Para vermiyordum. Bu işlerle Özer ilgileniyordu. Bir seferde bir bayana kolye vermiştim. Faruk'un oğlu H. ve eşi Ş. de fuhuş içindeydi. Bu şahıslar aynı yerde ikamet etmektedirler. Mersin Flamingo yolundaki iki bara Özer ile birlikte içki içmeye gitmiştik. Özer'in bol para harcadığı hayatına kendimi kaptırmıştım. "...Polis memuru Özer de, 'onunla önce konuşacağız, olmazsa cezalandıracağız' dedi. Özer bize, "Siz arabadan çıkacaksınız, arabaya gelmenizi söylersem, birşey yapmayacaksınız. Bu şahısla birlikte arabadan çıkarsak, bu şahsı öldüreceksiniz" dedi. Polis evinden ben, Ertuğrul, Özer ve ikinci bir polis memuru daha birlikte çıktık. Burada 1.75 boylarında, esmer, hafif bıyıklı, 28–30 yaşlarında Fahrettin Kaya isimli bir şahıs bekliyordu. Bu şahsı arabaya aldık. Yeni çevre yoluna doğru hareket ettik. Bir yere geldiğimizde Özer, ben ve Ertuğrul'un arabadan çıkmamızı söyledi. 25–30 metre kadar ileride bekledik. 15–20 dakika kadar Özer bu şahısla konuştu. Daha sonra bizi çağırdı. Gözlü yoluna gittik. Orman İşletmesine ait dinlenme tesisi gibi bir yerden yukarıya çıktık. Issız bir yere geldik, burada ben ve Ertuğrul, arabanın 15–20 metre uzağında beklemeye başladık. Özer Fahrettin ile yeniden konuşmaya başladı. Daha sonra Özer Fahrettin ile birlikte araçtan çıktı. Bize doğru gelmeye başladılar. Fahrettin çok korkmuştu. 'Abi' ile görüşüp kendisini affettireceğini söylüyordu. Özer, Ertuğrul'a dönerek bagajdan ip ve göz bağı getirmesini istedi. Ertuğrul bunları getirdi. Fahrettin, 'ellerimi niye bağlıyorsunuz' diye itiraz etti. Gözleri bağlıyken Özer bize ellerini boğazına götürerek, şahsı öldürmemiz anlamında işaret verdi. Şahsı arabanın ters istikametine yirmi-yirmibeş metre kadar götürdük. Ertuğrul eliyle omzuma dokunarak beni uzaklaştırdı ve daha sonra şahsın başına iki kez ateş etti. Şahıs daha ölmeden üzerini aradık. Üzerinden cüzdan ve anahtarlık çıktı. Polis evine döndük. Cüzdandan çıkan dövizleri Özer bize paylaştırdı. Bu paranın da günün karı olduğu şeklinde espri yaptı. Ben ve Ertuğrul'a cüzdandan çıkan yüzer markı verdi. Özer daha sonra beni evimin yakınındaki bir yere bıraktı.” “…Tahminen 1997 yılının 7. ayında Mersin Devlet Hastanesi karşısında benzin istasyonu işleten A. Ş. isimli şahsın kaçırılması olayında da bulundum. Polis Özer ile birlikte 'Gözle' denilen yere gittik. Burada A.Ş. isimli şahısın tutuklu gibi tutulduğunu gördüm. Özer'in konuşmalarından bu şahsın maddi menfaat karşılığında kaçırıldığını öğrendim. Mobil ve Polu isimli barlarda Özer ile sohbet ederken, bu şahsın 45-50 milyarlık Aynı Nettun Sitesi'ndeki bir daireyi Emniyet Müdürlüğü'ne verdiğini, başka menfaatler de sağladığını, büyükbaşların işin kaymağını yediklerini, kendileri gibi olanların ise parmaklarını yaladıklarını bana anlattı. …Daha sonra A.Ş. isimli bu şahsın menfaat temin edildikten sonra Özer ve ekibi tarafından serbest bırakıldığını anladım. Bu şahıs Özer ve ekibi tarafından 10 gün kadar tutulmuştu. ” “Mersin'de İ.Ö.'nün oğlu Ş.Ö.'nün kaçırılması olayında da bulundum. Mersin'de S. Z. isimli bir şahısla polis memuru marifetiyle tanıştırıldım. S.Z isimli şahıs, faiz, uyuşturucu işiyle uğraşıyordu. Özer bana bu ekiple iyi geçinmemi söyledi. Sami isimli şahsın yanına Necip, ismini bilmediğim genç biri, Ertuğrul ve Şehmus ile birlikte Mezitli'deki inşaata gittik. Burada Ş.Ö., 56 dairelik 2 blok halindeki inşaatın satış işlerini yürütüyordu. Ş.Ö. ile Necip Muhatap oldu, daire satın almak istediğini söyledi. Araca bindik, yolda yanındaki arkadaş Ş.Ö.'ye silah dayadı. Korkmamasını söyledi. Ş.Ö’ye önce itiraz etmiş gibi oldu, sonra sustu. Gözde'deki eve bu şahsı götürdük. Polis Özer'e gerekli bilgileri verdik. Ondan öğrendiğime göre bu şahsın kaçırılması karşılığında babasından iki daire alınmış. 4.5 milyar lira paradan da bahsediliyordu. Başka menfaat sağlandı mı bilmiyorum.” “…1997 yılının Ocak ayında bit pazarında ikinci el eşya işiyle uğraşan Uprak ailesiyle tanıştım. Bu aileden Mehmet, Bayram, şerif ve Sinan Uprak ile tanışıp, en çok Sinan ile samimi oldum. Sinan bana, 'dükkanda kal, ihtiyaçların da karşılanır' dedi. Bunlardan Şerif Uprak, çek-senet-faiz-tefecilik-hırsızlık malı satın alma işiyle uğraşıyordu. Bu işe Bayram Uprak da dahildi. Ayrıca bu şahısların porno kaset piyasasını da ellerinde tuttuklarını öğrendim. Adana İncirlik'ten temin ettikleri kasetleri çoğaltıp satıyorlardı. 1997 yılında Sinan'ın üniversiteyi kazanıp okula gitmesi sonrasında porno izleme alışkanlığımı gideremedim. 5–6 kez porno film gösteren sinemalara gittim. Burada bir şahısla tanıştım. Bu şahıs vasıtasıyla Z. isimli, Mersin Devlet Hastanesi'nde Hemodializ bölümünde memur olan bir bayanla tanıştım. Bu bayan da, S. isimli bir bayanla tanıştırdı beni.” “…1997 yılının 12. aylarında eşimin kardeşinin düğünü olduğu sırada ben, Necip, Ertuğrul, ismini R.Ö. olduğunu öğrendiğim şahıs ve bir başka şahıs olduğu halde, S.Z.'ye ait, üstü açılan mavi renkli bir mercedesle Mersin'den Diyarbakır'a gittik. Diyarbakır Bağlar Fatih Mahallesi, Fatih Camii yukarısı bir yerde birahane işleten M.K. adlı şahsın işyerine uğradık. Burada Necip, M.K. ve bir başka şahıs oturup konuştular. Biz uzakta durduk. Ne konuştuklarını duymadık. Necip, M.K.'ya mercedesin anahtarlarını verdi. M.K. da Renault marka bir aracın anahtarlarını verdi. Akşam Akgül otele yerleştik. Ertesi günün akşamı M.K. Mercedes'in anahtarını teslim etti. Necip de Renault'un anahtarını verdi. Mersin'e döndük. S.Z. bize, 'artık sizinle işimiz kalmadı, teşekkür ederiz' dedi. Ben de gelişmeleri Özer'e rapor ettim.” “… Aynı şekilde iki kez daha Diyarbakır'a gidildi.”Otomobillerin anahtarları yine değiştirildi. Tekrar geri alındı. S.Z. ekibi bu şekilde mercedes aracılığıyla uyuşturucu işi yapıyordu. Bu şahıslarla, tutuklandığım-burada kastedilen Hizbullah’a tutuklanmasıdır- tarihe kadar bir ilişkim olmadı. “…C.Z., Tömük Belediye Başkanı'ndan çek-tahsil işine girdi. Yanında Necip, Çukurova Kartonpiyer'in sahibi olan şahıs ve birkaç kişi olduğu halde, bu belediye başkanının yanına çek tahsili için gitmişler. Ancak belediye başkanı konuşmaları tele-sekretere kaydetmiş. Bunun üzerine şahıslar tutuklandılar. Fakat şahıslar bir süre sonra bırakıldılar. Bunun arkasında emniyet güçleri olduğunu tahmin ediyorum. Tömük Belediye Başkanı'nı öldürerek, ya da ağır şekilde yaralayarak cezalandırmayı düşündüler. Bunu aralarında çok konuştular, Ancak böyle bir eylemin gerçekleştiğini duymadım.” Burada Murat Kurtboğan’ın beyanlarına son veriyoruz. Ancak Murat Kurtboğan’ın faaliyetleri ve ifadeleri yukarıda anlatılanlar ile sınırlı olmadığı gibi Murat Kurtboğan ve çetesinin de bu tür faaliyet yürüten tek çete olmadığı da bilinmelidir. Buraya kadar anlatılanlara bakıldığında Murat Kurtboğan’ın içinde bulunduğu Ergenekon tipti çetenin ifsada çalıştığı tek yapının Hizbullah olmadığı, Hizbullah ile beraber diğer İslami cemaatler ve genel olarak Müslüman topluma yönelik ifsat hareketlerinde bulundukları görülmektedir. Hizbullah cemaati, Murat Kurtboğan’ı deşifre edip bertaraf etmekle sadece kendisine yönelik bir tehdidi izale etmekle kalmamış, tüm Müslüman halka yönelmiş bir tehlikeyi de etkisiz hale getirmiştir. |
|
04-13-2011, 00:02 | #5 |
yazı dizisi 5
İBRAHİM SARIALTUN : Ergenekon tipi yapıların ifsat hareketleri için kullandığı tiplerden bir diğeri de İbrahim Sarıaltun’dur. Hizbullah cemaatinin, uzun bir müddet takip edip söylediklerini ve yaptıklarını belgeledikten sonra yakalayıp sorguladığı İbrahim Sarıaltun; 1967 Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi doğumludur. Kürt bir ailedendir. Bu şahıs, uzun bir müddet ifsat hareketlerinde bulunduktan sonra Hizbullah cemaati tarafından alınıp sorgulanmış, bu işe nasıl başladığını, kimlerle, nerelerde neler yaptığını, Kemalist rejimin Ergenekon tipi yapılanmalarla İslami kesime, özellikle de Hizbullah cemaatine yönelik ne gibi icraatlar içinde olduğunu, ne gibi plan ve programlarının olduğunu detaylarıyla anlatmıştır. Gerek yazılı ve gerekse sözlü-görüntülü olarak yazıp anlattıkları kasetlere alınmış ve bu kasetler 17 Ocak 2000 operasyonuyla rejim güçlerinin eline de geçmiştir. Gerek avukatlar kanalıyla ve gerekse Hizbullah davasından yakalanarak mahkemeye sevk edilenler tarafından istenmesine rağmen, şu ana kadar kamuoyuyla paylaşılmamıştır. Ancak biz, Kemalist rejimin İbrahim Sarıaltun eliyle Müslümanlara yönelik karanlık ve kirli faaliyetlerinden bir kısmını sizlerle paylaşacak ve yapılanların vehametini ortaya koymaya çalışacağız. Yapılanların tümünü anlatmak için hiç şüphesiz bu konuyla ilgili bir kitap yazmak gerekecektir. Neden olmasın, madem bu kadar mel’anet işlenmiş ortaya çıksın, diyenler elbette haklıdırlar. Onun da zamanı gelir. Biz şimdilik gerekli gördüğümüz bir kısmını izahla yetineceğiz. Burada şu konuyu da vurgulamakta fayda vardır. Kemalist rejimin karanlık güçleri, ajanlaştırdıkları, muhbir olarak çalıştırdıkları veya işbirliği yaptığı insanların hepsini aynı alanlarda çalıştırmamaktadır. Hepsine aynı işleri de yaptırmamaktadır. Kimisini sadece bilgi almada kullanırken, kimisini tetikçilikte kullanmakta, kimisini soygun, haraç alma, hırsızlık, fuhuş şebekesi içinde faaliyette bulunma, uyuşturucu ticareti vs gibi hem para getiren (Böylelikle muhbir ve işbirlikçilere verilecek para da bu işlerden elde ediliyor) ve hem de hedef aldıkları kesimi lekeleyen işlerde kullanmaktadır. Kimisini de, hedef aldığı harekete karşı oluşturdukları çaplı plan ve projelerde kullanarak hareketleri kontrollerine almaya ve yönlendirmeye, bunlarda başarılı olunmazsa alternatif oluşumlarla etkisizleştirmeye ve yok etmeye çalışmaktadırlar. İşte İbrahim, böyle işler için yetiştirilmiş biriydi. Kendisine verilen işte muvaffak olabilseydi, Kürdistan bölgesinin tamamını olumsuz etkileyecek, hususen de Hizbullahi hareketi tabandan sarsacak ve başına büyük belalar açacaktı. İbrahim; daha Pazarcıkta lise yıllarındayken dikkatleri üzerine çekmiş ve kendisine el atılmıştı. Kendisiyle ilgilenenler, Liseyi bitirip İstanbul’da Üniversiteye kayıt yaptığında onu İstanbul’da bir adrese yönlendirmişlerdi. Bu adres sahibi, derin devletin Ergenekon tipi yapılanmalarında önemli bir mevkiye sahip ve o dönemde kılıf olarak galericilik yapan bir şahıstı. Bu şahıs, bütün maddi ihtiyaçlarını karşıladığı İbrahim’den, ilk önce, kendi sınıfındakilerden başlamak üzere okuldaki öğrencilerin bilgilerini getirmesini istiyor. İbrahim de söylenenleri yaparak elde ettiği bilgileri kendisine aktarıyor. O ana kadar sağcı milliyetçi kesim içinde yer alan İbrahim, üstlerinin talimatıyla İslami kesime yönlendiriliyor. İslami kesimden olan öğrencilerin dikkatlerini üzerine çekmeyi başaran İbrahim, gerçekten de onların ilgi odağı oluyor ve bu arada İslami kesimden bazı gençler onunla ilgilenmeye başlıyorlar. İbrahim; okulda bazı radikal İslamcılar ile Fethullah Gülen grubundan bazılarının kendisi ile ilgilendiğini irtibatlı olduğu üstlerine haber verince, üstleri; şimdilik onlara bir şey söylememesini, takınılacak tavır konusunda bir sonraki görüşmede kendisine bilgi vereceklerini söylüyorlar. Bir sonraki görüşmede ise; Fetullahçılara yüz vermemesini, fakat diğer Radikal İslamcılara sıcak davranmasını, çağrılarına olumlu cevaplar verip onlarla gezmesini, evlerine gitmesini, böylelikle onları iyi tanıyıp haklarında detaylı bilgi getirmesini istiyorlar. İbrahim; kendisine söylenenleri uyguluyor ve kısa sürede okuldaki İslami çevreden olan öğrenciler arasında yerini alıyor. Bir yandan edindiği bilgileri detaylı olarak üstlerine aktarırken, diğer yandan da üstlerinin yönlendirmesiyle İslami kitaplar okuyup bilgilenmeye ve İslami çevre içinde daha iyi tutunup daha iyi bir konuma gelmeye çalışıyor. İbrahim; üstlerinin telkin ve yönlendirmesiyle, okuduğu kitaplardan edindiği İslami bilgileri ve Kemalist rejimin Müslümanlara yönelik zulmünü yüksek sesle dillendirdikçe, bu konuda ateşli ve cesaretli bir pozisyon sergiledikçe biraz daha öne çıkıyor. Zaten kendisinden istenen de öne çıkmak ve konum kazanmak. Bütün bunlar, o zaman için herhangi bir şüphe çekmemekle birlikte, Müslüman öğrenciler arasındaki konumunu daha da güçlendiriyor. İbrahim, bu arada yine üstlerinin yönlendirmesi sonucu, Öğrenci Yurduna kayıt yaptırıyor. Amaç, buradaki öğrenciler arasında da tanınmak, belli bir konum elde etmek ve burada olup bitenler hakkında üstlerine bilgi vermek. Dikkat edilecek olursa İbrahim; ta lise çağından itibaren düzenli ve sistemli bir şekilde geleceğe hazırlanmaktadır. Bir çok kirli iş bunun üzerinden yürütülecektir. Belki büyük projelere bu şahıs üzerinden imza atılacaktır. Nitekim bu şahıs, ileriki safhada da görüleceği üzere, sadece Türkiye bağlamında değil, uluslar arası bağlamda da faaliyet yürütmüş, büyük işlere girişmiştir. Biz şimdi yine kaldığımız yere, öğrenci yurduna dönelim. Üstleri, İbrahim ile gerek okulda ve gerekse yurtta geldikleri durumu dikkate alarak; bundan sonra Kürt Müslüman öğrencilerle ilişkilerini yoğunlaştırmasını, İslami söylem yanında Kürt söylemini de dile getirmesini ve Kürt-İslam çerçevesinde görüşler beyan ederek bu yönde çaba göstermesini ve öğrencileri yanına çekmesini istiyor. İbrahim bunları harfiyen uyguluyor ve bir müddet sonra hem okulda ve hem de yurtta Kürt-İslam fikrinin önemli bir savunucusu haline geliyor. İbrahim Kürt halkının yıllardır TC tarafından zulme maruz kaldığını, bu zulme karşı durmak gerektiğini, Kürtlerin Müslüman olduğunu, hem dinlerinden ve hem de dillerinden dolayı ezildiklerini dile getirdikçe, Kürt öğrenciler tarafından ilgi görüyor ve kısa zaman içinde etrafında toplanmalar başlıyor. Tabii bütün bunlar, ileride Kürdistan bölgesinde Hizbullahi Müslümanlara karşı oluşturulacak alternatif bir yapı için, İbrahim eliyle yürütülecek çalışmaların zemini olacaktı. Bu arada yurtta bir seçim söz konusu oluyor. Üstleri, İbrahim’in bunu kazanması gerektiğini ısrarla söylüyor. Çünkü bu büyük bir fırsattır. İbrahim kazanırsa, tam da istedikleri bir konum elde edecek, bütün öğrenciler arasında önemli bir konuma gelecek ve planlarını daha rahat bir şekilde icra edebilecekler. İbrahim aday oluyor ve yurttaki bütün Müslüman öğrencileri dolaşarak kendisine bu konuda destek vermelerini istiyor. Üstleri de perde gerisinde birlikte çalıştığı ve yönlendirebildiği öğrencileri harekete geçiriyor ve neticede İbrahim Sarıaltun yurt seçimini kazanıyor. Bu seçim, İbrahim’i Müslüman Kürt öğrenciler arasında daha da popüler hale getirip konumunu güçlendirdi. Artık İbrahim Sarıaltun, Müslüman Kürt öğrencilerin ileri gelenlerinden ve Kürt-İslam fikrinin de öncülerindendir. Etrafında da aynı düşünceyi paylaşan bir grup vardır. Artık dillendirdikleri düşünce çerçevesinde çeşitli kültürel etkinlikler de tertiplemeye başlamıştır. Bu arada okulların kapanmasına da az kalmıştır. İşte bu sırada önemli bir gelişme oluyor. Bu önemli gelişme, İbrahim’in gerek şahıs olarak konumuna ve gerekse dillendirdği fikrin faaliyetlerine beklenmedik bir hız katıyor. Üniversite öğrencileri ile sınırlı çalışmaları birden bire uluslarası bir boyut kazanıyor. İbrahim, İstanbul Fatih’te bulunan İslami bir derginin (bu dergi şu anda çıkmamaktadır) bürosunda PİK’in (Partiya İslamiya Kürdistan) Iraklı olan bazı elemanlarıyla tanışıyor. İbrahim kendisini Kürt-İslam hareketinin üniversitedeki öğrenci temsilcisi olarak tanıtınca, PİK’in bu Iraklı mensupları tarafından ilgi görüyor ve kendisini yazın Almanya’da düzenleyecekleri İslam Kürt konferansına davet ediyorlar. İki adet de davetiye veriyorlar. İbrahim, tarihi gelince bir arkadaşı ile birlikte Almanya’ya gidip konferansa katılıyor. Orada, Dünyanın birçok yerinden gelen Müslüman Kürtlerle tanışıyor. Kendisini Üniversitelerdeki Kürt İslami hareketin lideri olarak tanıtıyor. Bundan dolayı haliyle ilgi görüyor. Konferansa katılan Iraklı, Suriyeli ve Türkiye’li önemli bazı şahıslarla tanışıp adreslerini alıyor. Avrupa’da kalan bazı Müslüman Kürtlerle tanışıp görüşüyor ve bu amaçla bir müddet Almanya’da kaldıktan sonra Türkiye’ye dönüyor. Bu konferansla birlikte artık İbrahim’e Avrupa kapısı açılmıştır. Bu konferanstan sonra değişik amaçlarla defalarca Almanya’ya gitmiş ve konferansta tanıştığı şahıslarla görüşmüştür. Ayrıca bu konferansla İbrahim, artık Türkiye’deki İslami kesim içinde de belli bir yer edinmiş ve ismi telafuz edilenler arasına katılmıştı. |
|
04-13-2011, 23:33 | #6 |
yaz dizisi 6
İbrahim Sarıaltun, bir yandan gerek üniversitede ve gerekse yurtta Kürt-İslam fikrini dillendirip etrafına öğrencileri toplarken, bir yandan da yapısı itibariyle müsait olan ve zaafları bulunan kişileri üstlerine detaylıca anlatıyor ve üstlerinin onları nasıl kazanabilecekleri hakkında fikirlerini söylüyordu. Bu şekilde üstlerinin ulaşıp ajanlaştırdığı ve çeşitli işlerde çalıştırdığı nice insanlar olmuştur. Öte yandan da, oluşturacakları oluşumun zemini için gerek Türkiye içi, gerekse Türkiye dışı ağ ve bağlantıları için hem Türkiye içinde çeşitli illere ve hem de Avrupa’ya gidiş gelişler, arayışlar, görüşmeler, bağlantılar vs devam ediyordu. Kürdistan’a yaptığı sehayatlarda öncelikle D.Bakır, Mardin gibi illere uğruyordu. İbrahim Sarıaltun, bu yoğun tempo içinde okulun üç yılını da doldurmuş oluyor. Bu arada İstanbul’da Kürdistanlı Melle S.K. ile tanışıyor. Kendisini de Üniversiteli Müslüman Kürt öğrencilerin temsilcisi olarak tanıtıyor. İbrahim, Melle S. K. ile konuştuktan sonra, yaptığı faaliyetler için çok uygun bir tip olduğuna kanaat getiriyor ve bunu üstlerine anlatıyor. Neticede üstleri, Melle S.K.’dan istifade edeceklerini söylüyorlar. Bunun üzerine İbrahim Melle S.K. ile sıkça görüşmeye başlıyor. Görüşmeleri sıklaştırdıkça ve Kürdistan üzerine yoğunlaşan Kürt-İslam fikrini dillendirdikçe Melle S.K. ile olan samimiyetleri de artıyor. Çünkü İbrahim’in dediğine göre bunlar, Melle S.K.n’ın çok hoşuna gidiyordu, ayrıca Hizbullah cemaatine karşı oluşu da önemli ortak yanları olmuştu. İbrahim bu arada, bölgeden DYP eski milletvekili olan birinin kızı ile de nişanlanıyor. Gerek Melle S.K. ile samimi bir ilişki geliştirmesi ve gerekse bölgenin aşiret ağalarından olan ve milletvekili seçilen birinin kızıyla nişanlanması, İbrahim’in bölgede yapacağı çalışmalar için son derece önemli basamaklar olmuştur. Hem rahat hareket etmesine ve hem de destek bulmakta zorlanmamamasına güzel bir zemin oluşturmuştur. O nedenle bütün bunlar rasgele ve tesadüf sonucu oluşmamış, aksine belli bir plan ve program dahilinde yapılmış, araştırma ve tespit etme aşamasından sonra fiiliyata geçirilmiştir. Bu arada İbrahim’in Ankara’ya yerleşmesi isteniyor. Bundan sonrası için yeni iş ve ilişkilere girecektir. Üstlerinden bu talimatı aldıktan sonra kendi arkadaşlarına; hareketlerinin bundan sonraki sürecinde maddiyata ihtiyaçlarının olduğunu, bunun için ticari bir takım işlerle maddi kaynak sağlanması gerektiğini, bu nedenle kendisinin Ankara’ya yerleşmek ve orada iş yapmak istediğini, ayrıca nişanlısının da orada bulunmasının diğer bir husus olduğunu söylüyor ve arkadaşlarından da onay alıyor. Bu gelişmelerden sonra İbrahim okula ara verip Ankara’ya yerleşiyor. Merkezi yerde bir büro tutuyor ve Sarıaltun Finans adı altında ticari faaliyetlere başlıyor. Aslında İbrahim’in paraya ve dolayısıyla ticaret yapmaya hiç de ihtiyacı yoktu. Bu tamamen bir kılıftı. Bu kılıfla burayı bir üs olarak kullanacaklardı. Ancak yine de işin kılıfına uygun düşmesi gerekirdi. İbrahim büroyu düzene koyar koymaz, İstanbul’daki üstü, onun yanına geliyor ve onu üç kişiyle tanıştırıp : “Bundan sonra bu yeni arkadaşlarla çalışacaksın. Benim bu konuda işim bitmiştir. Istanbul’a uğradığında bana uğrayıp çayımı içersin“ diyor ve ayrılıyor. Bu yeni gelen elemanlar ise İbrahim’e; bundan sonra artık bir MİT elemanı olarak kendileriyle çalışacağını, bundan sonraki işlerinin biraz daha farklı ve eğitim isteyen işler olduğunu, ancak bu konuda gerekli eğitimin kendisine verileceğini söylüyorlar. Takip eden günlerde de MİT elemanları İbrahim ile bu büroda sıkça bir araya geliyor ve yoğun toplantılar tertipliyorlardı. İbrahim’in verdiği ifadeye göre, evvela üzerinde çalışacakları konuları önlerine koyuyorlar. Bunlar; “TC’nin geleceğini tehdit eden unsurlarla mücadele“ olarak ifade ediliyor. Bu unsurlar ise Hizbullah ve PKK olarak belirtiliyor. Bunların düşman unsurlar olduğunu, mutlaka etkisiz hale getirilmesi gerektiğini, bunlara karşı şu ana kadar yapılan takipler, yakalamalar, tutuklamalar, işkence, hapis ve hatta öldürmelerin bir noktadan sonra netice vermediğini ve bunların çare olmadığını belirterek bunlara karşı alternatif İslamcı ve Kürtçü hareketler oluşturmak gerektiğini, buna şiddetle ihtiyaçları olduğunu, ancak bu şekilde onlara karşı etkili bir mücadele verebileceklerini söyleyip bundan sonraki çalışmalarını bu istikamette yürüteceklerini belirtiyorlar. İbrahim’in bundan sonraki asıl işinin de bu olduğunu söylüyorlar. Bu arada İbrahim’e, bundan sonraki işleriyle ilgili gerekli eğitim veriliyor ve İbrahim bu işlere ciddi bir şekilde hazırlanıyor. Kendi ifadesine göre, Ankara’da MİT’e ait bir binaya götürülüyor ve orada bir MİT yetkilisi tarafından çalışacağı konular üzerine kendisine gerekli bilgi ve hazırlık eğitimi veriliyor. Bu yetkili, PKK ve Hizbullah’ın geldikleri konum ve bölgedeki faaliyetleri hakkında detaylı bilgiler veriyor. Özellikle Hizbullah’ın üzerinde çok durduklarını ifade eden İbrahim; Hizbullah’ın PKK’den çok daha örgütlü ve çok daha tehlikeli olduğunu, mutlaka halktan soyutlanması gerektiğini, halkın desteğinin kesilmemesi durumunda İran’dan farklı bir tabloyla karşılaşmayacaklarını, bundan dolayı ne pahasına olursa olsun Hizbullah’ın etkisizleştirilmesinin kendilerinin büyük bir görevi olduğunu söylediklerini aktarıyor. Bu yoğun bilgilendirme ve eğitim sonrasında, İbrahim ile neler yapacaklarının, nereden ve nasıl başlayacaklarının plan ve programlarını da detaylıca yapıyorlar. İbrahim’in verdiği ifadelerde bütün bunlar detaylarıyla mevcuttur. Ancak bunların detayına girmek bizim buradaki konumuzun dışındadır. Önemli olan bunların detayından ziyade, yapılan işin boyutudur. İbrahim; artık MİT elemanlarıyla sıkı bir ilişki içinde kendisine tevdi edilen görevi icra etmeye koyuluyor. Artık ne yapacağını biliyor, çünkü artık bu konularda yetişkin bir elemandır, ayrıca hiç yalnız ve desteksiz de kalmayacağından dolayı rahattır. İbrahim bu süreçte, muhafazakar ve dindar Milletvekilleriyle, diğer Kürt politikacılarla ve bürokrat çevre ile sıkı ilişkiler kurmaya çalışıyor. Aynı zamanda Ankara’da oturan bir takım Kürt aydını bilinen insanlarla da diyalog geliştiriyor ve görüşmelerde bulunuyor. Zaten Ankara’ya gelip yerleşmesinin önemli bir sebebi de buydu. İbrahim; Hizbullah karşıtı ve aynı zamanda ona alternatif olacak bir yapının oluşturulması için bir yandan Melle S.K.’den istifade edecek, diğer yandan da etrafında bulunan üniversiteli arkadaşlarından destek alacaktır. Aynı zamanda, bir araya getireceği bu küçük toplulukla açılım yapacak, daha önce ilişki geliştirdiği ve kendisince müsait gördüğü şahıslara gidecek ve böylece hem İslam’ı hem de Kürt kimliğini öne çıkaran, Hizbullah’a karşı olan yeni bir yapı oluşturulacaktı. Zaten kendilerine göre bunun zemini hazırdı. İbrahim, konuyu Melle S.K.’ye açarak bölgede böyle bir yapı oluşturmak için çalışacaklarını, kendisinin yaptığı finans işiyle bu yapıya gereken maddi desteği sağlayacağını söylüyor. İbrahim; konuyu Melle S.K.’ye açtığında çok sevindiğini ve bu işe hazır olduğunu söylediğini ifade etmiştir. İbrahim, konuyu üniversiteli arkadaşlarına da açıyor ve onların da desteğini alıyor. Bu arada Melle S.K. ile yakın ilişki içinde bulunan ve bölgede kendi çevrelerinde kısmi etkinlikleri bulunan bazı şahıslara da teklifi götürüyorlar ve bazılarının desteklerini alıyorlar. İbrahim, kendisine tevdi edilen Hizbullah karşıtı faaliyetlere başlamıştır artık. Melle S.K. ve birlikte oldukları diğer arkadaşlarıyla beraber İstanbul’da önce Hizbullah cemaati aleyhinde yoğun bir karalama kampanyası başlatıyorlar. Kendilerini radikal İslamcı göstermeye ve Kürt kimliğini de öne çıkararak bölge insanının ilgisini çekmeye çalışırken, Hizbullah cemaati hakkında şüpheler oluşturarak onu halkın gözünden düşürmek ve soyutlamak için devlet tarafından kurulduğu, militanlarının devlet tarafından eğitildiği gibi karalama ve iftiralarla yoğun bir şekilde propaganda yapmaya başlıyorlar. İbrahim’i yönlendiren karanlık güçlerin de gizli destekleriyle bu propgandalar haliyle ses getirmiştir. Bunlar, İslam düşmanlarının ve kalbinde hastalık bulunanların da desteğiyle birleşince, etkili de olmuştur. İstedikleri kadar devlete atsınlar, istedikleri kadar radikalce İslam’ı savunsunlar, nasıl olsa onlara karışan yok, aksine gizlice destek vardır. İbrahim; Ankara’da ikamet ettiği halde, Hizbullah cemaatine karşı söz konusu faaliyetleri yürütmek için o dönemler İstanbul’da kalıyordu. Bu zaman zarfında Yalova Çınarcık’ta orduya ait bir dinlenme tesisinde Hizbullah’ın genel durumu, psikolojik savaş yöntemleri, Hizbullah’a karşı oluşturdukları yapının başarılı olma yöntemleri gibi konularda uzman bir subaydan eğitim alıyor. İbrahim; İstanbul’da bulunduğu süre zarfında yaptığı faaliyetleri düzenli bir şekilde üstlerine bildiriyor ve gerekli talimatı alıyor. Bu konuda verdiği ifadede; yaptıklarını rapor edip sorumlusu olan MİT mensubuna iletmek için Avrupa yakasında deniz sahilinde bulunan bir barı buluşma yeri olarak kullandıklarını, askeriyeden emekli bir albayın buraya gelip kendisini gördüğünü, raporları alıp gerekli yönlendirmeleri yaptığını söylüyor. İbrahim; Hizbullah cemaati aleyhinde çalışmalara başlamasından kısa bir süre sonra Hizbullah elemanlarının dikkatini çekmiştir. İbrahim hiç ummadığı bir yerde Hizbullah elemanlarına açık vermiş ve onların kafasında şüphe oluşturmuştur. Durumun cemaate iletilmesi ardından, İbrahim Sarıaltun Hizbullah cemaati tarafından takibe alınmıştır. Uzun bir takipten ve bu takip sürecinde gerek görüntülü ve gerekse sesli kayıtlar dahil olmak üzere ciddi bilgiler elde edilince, İbrahim yakalanmış ve sorgulanmıştır. Kendisine, hakkında toplanan bilgiler gösterilince hayretini gizleyememiş, şu ana kadar hiç kimsenin kendisinden en ufak bir şüphe dahi duymadığını, Hizbullah cemaatinin nasıl olur da bu kadar zamandır kendisini hem Türkiye ve hem de Türkiye dışında bu kadar yakından takip edebildiğine şaşırmakla birlikte hayran kaldığını ifade etmiş ve yaptıklarını gizleme gereği duymadan bütün detaylarıyla anlatmıştır. Bu anlatımlar içinde isimler, adresler, irtibatlar, irtibat şekilleri, irtibat kanalları ve yerleri, çalışma yerleri, çalışma yöntemleri, yürütülen faaliyetler vs konularında önemli ve teferruatlı bilgiler vermiştir. Dolayısıyla İbrahim; Hizbullah cemaati aleyhinde tertiplenen tezgah konusunda ilerlemeye fırsat bulamamıştır. Çünkü Hizbullah cemaati, kurdukları tuzağı net olarak tespit ettikten sonra buna fırsat vermemiştir, Mart 1999 yılında onu yakalayarak bu tezgahlarını deşifre etmiş ve bozmuştur. İbrahim Sarıaltun, sadece bu bilgileri vermemiştir. Gerek Türkiye’de ve gerekse Türkiye dışında pek çok işlerin içine girmiştir. Öyle ki; Kuzey Irak’tan Avrupa’ya, Sudan’dan İran’a kadar pek çok ülkede işlere girişmiştir. Bütün bu konularda gerek yer ve gerekse şahıs olarak çok sayıda isim vermiştir. Özellikle kendisiyle birlikte ele geçen ajanda ve ilave olarak verdiği şahıs isimleri ve adresler o kadar fazla ki, bir insanın bu kadar kişi ve adresle irtibatının nasıl olur da mümkün olabileceği konusunda insanı hayrette bırakır cinstendir. Tabi burada konumuz bunlar olmadığı ve gerek şahıs gerekse yer isimleri verme konusunu faydasız (en azından şimdilik) gördüğümüz için, sadece işaret etmek istedik. Ancak yeri ve zamanı geldiğinde bu konularda gerekli açıklama yapma hakkımızı şimdilik saklı tuttuğumuzun da bilinmesini isteriz. İbrahim, büyük oyunlar için çekirdekten hazırlanmış biriydi. Pek çok konuda kendisine eğitim verildi ve yetiştirildi. Eğer bölge üzerinde oyanan bu oyunlar konusunda Allah’ın (cc) yardımı olmasaydı ve yakalanmasaydı, bütün bölgeyi etkileyecek şekilde İslami bir tahribat sözkonusu olacaktı. Ancak İbrahim yakalanıp bütün bunlar deşifre edilince, İbrahim de bu işten el çekti, üstlerinin deşifre olmuş planları da akamete uğramış oldu. |
|
04-16-2011, 02:21 | #7 |
Yazı dizisi 7
İbrahim Sarıaltun’un Pazarcıktan başlayan ajanlık hikayesini bundan önceki bölümlerde özet halinde verdik. Özellikle bölge üzerinde ve hasseten Hizbullah aleyhinde tertiplenen oyuna değinmeye çalıştık. Ancak İbrahim’in yaptıkları sadece bunlar değildi. Yaptıkları sadece Türkiye coğrafyası ile de sınırlı değildi. Kuzey Irak, Avrupa, Sudan, İran gibi pek çok ülkelerde de işlere girişmiştir. Bu bölümde istedik ki, İbrahim’in Türkiye dışındaki girişim ve icraatlarına değinelim. Böylelikle gerek Türkiye’de ve gerekse Türkiye dışında geniş bir yelpazede, Kemalist rejimin karanlık ve kirli ellerinin kontrolünde çalışan İbrahim’in ne denli ciddi, karanlık ve bir o kadar da kirli işlere giriştiği anlaşılmış olsun. İbrahim’den, Kuzey Irak’a gitmesi ve Şeyh Osman grubunu tanıması isteniyor. İbrahim, bunun üzerine İstanbul’daki galerici polise uğrayıp ondan bir mercedes araba alarak bir arkadaşıyla birlikte Kuzey Irak’a gidiyor. Şeyh Osman’a bağlı adamların yoğun bulunduğu bölgeye gidip onlarla tanışıyor. Kendisini de, her zaman olduğu gibi Üniversite öğrencilerinin temsilcisi olarak gösteriyor. Tabi Müslüman Kürt öğrencilerin. Yani hem İslam ve hem de Kürt kavramlarına vurgu yapıyor. Dile getirdiği konumu, misafir oluşu, bir de buna Kürdistan insanının misafirperverliği eklendiğinde, haliyle bunlar sıcak karşılanmasına vesile oluyor. Bu arada Şeyh Osman ve kardeşi Molla Ali ile de tanışıyor ve misafirleri oluyor. İbrahim, kendisine verilen görevi yaparak hem onları tanıma imkanı buluyor ve hem de Türkiye’de kendilerine her türlü yardımda bulunabileceğini, geniş bir çevresinin ve devlet kademelerinde imkanlarının olduğunu söyleyerek irtibat için gerekli adres ve iletişim yollarını söylüyor. Bir süre kaldıktan sonra, oradan İran’a geçiyor ve orada Türk istihbaratı ile çalışan elemanlarla görüşüyor. Onlarla da gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra ise Türkiye’ye dönüyor. İbrahim, Şeyh Osman grubu ile ilişkilerini sıkı bir şekilde sürdürmeye çalışıyor. Bu arada, onların Türkiye’de bir büro açma girişimlerinden de istifade ederek irtibatları güçlendirmeye çalışıyor. Artık Şeyh Osman grubundan Türkiye’ye gelip gidenler İbrahim’in Ankara’daki bürosuna uğruyorlar, İbrahim’in evine misafir oluyorlar. Bu süreçte, büro işi için Molla Ali Türkiye’ye gelip İbrahim’e misafir oluyor. İbrahim de, büro işini araştırdığını, konuyla ilgili olarak devlet yetkilileriyle görüştüğünü ve onların da kendisiyle (Molla Ali’yi kastederek) görüşmek istediğini söylüyor. Molla Ali, kendi işleriyle ilgili olarak devlet yetkilileriyle görüşme adına MİT yetkilileriyle görüştürülüyor. MİT yetkilileri Molla Ali ile görüşüp konuşuyorlar. Dikkat edilecek olursa İbrahim, Kuzey Irak’ta İslami bir mücadele vermeye çalışan insanların zaaflarından istifade ederek onları çirkin bir ağın tuzağına düşürüyor. Kendilerine yardımcı olma vaadiyle onları karanlık ellere teslim ediyor. Onlara ihanet ediyor. İbrahim sadece bununla da yetinmiyor. Molla Ali’yi MİT elemanlarıyla görüştürmesi yetmediği gibi, Hizbullah liderinin kendisiyle görüşmek istediğini söylüyor. Molla Ali bu teklifi memnuniyetle kabul edince, Hizbullah lideriyle görüşme vaadiyle, birlikte İstanbul’a gidiyorlar. İbrahim, Molla Ali’yi Hizbullah lideri diye Melle S.K.ile görüştürüyor ve bir gece Melle S. K. n’ın evinde misafir ediyor. Ertesi gün de tekrar Ankara’ya dönüyorlar. İbrahim, Türkiye içinde Hizbullah cemaatine karşı çok çirkin ve kirli faaliyetlere girişmişken, Türkiye dışında da muhtemel gelişme ve irtibatlara karşı Hizbullah cemaati etrafında oyunlarla ve tuzaklarla kurulu bir çember oluşturmaya çalışıyor. İbrahim’in Kuzey Irak ile ilgili faaliyetlerini bununla sınırlı tutup Sudan’dan bir örnek vermeye çalışalım. Sudan’da Türkiye kökenli olanların İslami faaliyet yürüttükleri istihbaratının alınması üzerine, İbrahim’den bu ülkeye gitmesi ve konuyu araştırması isteniyor. Bunun için, orada elektrik üretimi için yapılacak olan bir baraja kredi temin etme bahanesi ile İbrahim Sudan’a gönderiliyor. Gerekli adres ve irtibat noktalarını alan İbrahim Sudan’a gidip Hartum’da bir müddet kalıyor. Daha önce Türkiye’de üniversite okumuş biri vasıtasıyla söz konusu baraj mühendisleriyle irtibata geçiyor. Baraja kaynak sağlamak için geldiğini ifade ederek sahibi olduğu Sarıaltun Finans adına anlaşma imzalıyorlar. Ancak asıl işi olan, Türkiyeli Müslümanların Sudan’daki faaliyetleri hakkında herhangi bir bilgiye rastlamadan Türkiye’ye geri geliyor. İbrahim; defalarca Avrupa’ya gönderilmiştir. Özellikle Almanya’ya sıkça uğramaktaydı. Orada tanıştığı ve PİK olarak bilinen oluşumun elemanları kanalıyla Kürt-İslam fikrinin yayılmasına, Türkiye’ye yönelik böyle bir hareketin oluşumuna ve Avrupa’da zemin bulup faaliyet yürütmesine çalışmıştır. Bu konuda pek çok insanla görüşmüş, konuşmuş ve söz konusu oluşum için bu insanlarla çeşitli faaliyetler yürütmüştür. Aynı şekilde orada çeşitli toplantı ve konferanslara katılmıştır. Bulunduğu ortamda Hizbullah cemaati aleyhinde propaganda yapmış, insanların kafasına Hizbullah hakkında şüpheler yerleştirmeye çalışmış ve Hizbullah’ın Avrupa’daki çalışmalarını baltalamak istemiştir. Bu arada ilişki kurduğu ve ikna ettiği bazı insanları da bağlı bulunduğu şer odaklarına kazandırmıştır. Bunlar, Kemalist rejimin Hizbullah cemaati aleyhinde yürüttüğü kirli faaliyetlerin ne denli çaplı, ciddi ve bir o kadar da haince ve çirkin olduğunu göstermesi açısından önemli hususlardır. Ancak İbrahim yakayı ele verince, bütün bunlar deşifre edilmiş, İbrahim eliyle girişilen oyunlar bozulmuş ve Hizbullah cemaati gerekli tedbirleri almıştır. |
|
04-18-2011, 02:48 | #8 |
yazı dizisi 8
Lİ HAYDAR KAYA : Ergenekon tipi yapıların ifsat hareketleri için kullandığı tiplerden diğer bir tanesi de Ali Haydar Kaya’dır. Yazı dizimizin bundan sonraki bölümlerinde, polis istihbaratına muhbirlik yapmış ve JİTEM içinde yer almış, onlarla birlikte birçok kirli işe bulaşmış Ali Haydar Kaya’nın anlatım ve faaliyetlerine yer vereceğiz. Ali Haydar Kaya; derin devletin Ergenekon tipi yapılanmalarla genelde İslami kesime, özelde Hizbullah cemaatine karşı yürüttüğü kirli faaliyetlerin deşifre edilmesinde, Hizbullah cemaati için önemli bir basamak olmuştur. Çünkü Hizbullah; Ali Haydar Kaya’nın, sözlü-görüntülü ifadelerinin yanı sıra 950 sayfalık yazılı olarak verdiği ifadelerle son derece önemli bilgilere ulaşmış, bunları araştırıp teyit ettirmiş, buradan yola çıkarak önemli izler sürmüş, pek çok oyunu bozmuş, çok sayıda tahribatın da önüne geçmiştir. Ali Haydar Kaya’nın verdiği bilgilerde; laik Kemalist rejimin bölgedeki birçok gayri insani ve gayri ahlaki faaliyetleri, İslam’a ve Müslümanlara olan kini, halkı İslam’dan ve İslami hareketlerden soğutmak için yaptığı çirkeflikleri görülecek ve Ergenekon tipi yapılanmaların ne amaçla kurulduğu daha iyi anlaşılmış olacaktır herhalde. TC. Bütün çabalarına rağmen özellikle Müslüman halka kendisini bir türlü kabul ettiremediği ve İslami yaşantıyı izole edemediği için, kendi karanlık işlerinin büyük bölümünü, yine kendisinin kurduğu istihbarat ve terör çeteleri vasıtasıyla yürütmekte ve Müslüman halka yönelik yasa dışı faaliyetler gerçekleştirmektedir. Kemalist rejimin bu karanlık örgütlerinden sadece biri olan ve belki de bugüne kadar Ergenekon’un en büyük hamisi olan JİTEM, bu bölgelerde yaşayan Müslüman halka yönelik birçok karanlık eylem yapmış, adeta buradaki insanlara hayatı zehir etmiştir. Hizbullahi hareket mücadele sahasında yer aldıktan sonra bu çetelere karşı sürekli teyakkuzda olmuş ve onlara karşı savaş yürütmüştür. Bu kadar mücadele veren bir yapıyı bugün Ergenekon ile iç içe göstermek derin devletin oyunundan başka bir şey değildir. Deşifre olan Ergenekon yapılanmasını sözde tasfiye ederken, halka mal olmuş bir yapıyı da töhmet altında bırakarak yıpratma hesabındadır. Onlar da biliyor ki yıllarca bölgede her türlü mel’aneti işleyip Hizbullahi hareketi yok etmek için uğraştılar. Bu başarılamayınca, bugün yeni taktiklerle kafalarda soru işaretleri oluşturma ve insanları Hizbullah’tan soğutma planları yapılmaktadır. Bugün ülke gündemini meşgul eden Ergenekon terör örgütü, yasadışı faaliyet yürüten derin devletin bir uzantısıdır. Ergenekon operasyonlarının başarıya ulaşabilmesi için şu an bu ve benzeri yapılara hamilik yapan JİTEM’in kirli faaliyetlerinin ortaya çıkarılması gerekir. Ama işin vahim tarafı, bu ülkede halen JİTEM’in varlığı resmen kabul edilmiş bile değil. Şimdi biz Ali Haydar Kaya’nın şahsına dönelim. Ali Haydar Kaya; 1967 yılı D.Bakır Silvan ilçesi doğumludur. Liseye kadar Silvan’da okuyor, liseden sonra babasının bakkal dükkanında çalışıyor. Ali Haydar Kaya, okul yıllarında herhangi bir siyasi düşünce taşımıyor. Ancak ailesinin geleneksel olarak dine bağlı olmasından dolayı, o dönemde okullarda faaliyet yürüten PKK’li gençlerden uzak durmaya çalışıyor, Hizbullahi gençlere ise sempati duyuyor ve onlara daha ılımlı yaklaşıyor. Bu ilgi beraberinde yakınlık getiriyor ve bazı Hizbullahi gençlerin kendisiyle ilgilenmesi sonucu camilerdeki Kur’an derslerine katılıyor. Ali Haydar Kaya, liseyi bitirip babasının bakkal dükkanında çalıştığı dönemde babasının evinde kiracı olarak ikamet eden bir polis, kendisi ile ilgilenmeye başlıyor. Kısa süre içinde onu etkiliyor ve muhbirlik teklif ediyor. Polisin kendisine yaptığı bir takım ekonomik yardımlar ve vaatler, Ali Haydar Kaya’ya cazip geliyor ve o da muhbirliği kabul ediyor. Böylelikle Ali Haydar Kaya, polisin yönlendirmesiyle gittiği camilerde tanıdığı, bildiği ve gördüğü Müslüman gençleri, yaptıkları faaliyetleri, onlara destek verenleri, kısacası camilerdeki bütün olup bitenleri polise bildirmeye başlıyor. Tamamıyla polisin kontrolüne giren Ali Haydar, artık gönüllü bir muhbirdir. Önce polis istihbaratı, ardından JİTEM elemanı olarak yoğun faaliyet yürütmüş olan Ali Haydar Kaya, bu şekilde muhbirliğe başlıyor. Hizbullah’a sempatizan konumunda olan ve Hizbullahi gençlerin ilgilenmesi sonucu camilerdeki Kur’an derslerine iştirak eden Ali Haydar Kaya’yı kontrolüne alan polis, kendisini sıkıştırıp Hizbullah içine daha iyi sızmasını, Hizbullah hakkında daha kapsamlı bilgiler getirmesini istiyor. Bunun için Hizbullah’ın güvenini kazanmasını istiyor. O dönemde Hizbullah’ın bölgede silahlı herhangi bir eylemi henüz başlamamıştı. Ancak camilerdeki Kuran derslerine dahi tahammül edemeyecek kadar İslam’a düşman ve kindar olan derin ve kirli eller, camiye derse giden Ali Haydar Kaya’yı vaat ve menfaatle ajanlaştırıp kullanmaktan çekinmemiştir. Muhbirliğinin ilk döneminde camilerdeki Kur’an dersleriyle ilgili faaliyetler hakkında polise bilgi veren Ali Haydar, Silvan’da PKK-Hizbullah silahlı çatışması başlayınca polisin istek ve yönlendirmesiyle daha yoğun faaliyetlerde bulunuyor. Hizbullah’ın güvenini kazanmak ve yapı içersine tam olarak sızabilmek için kendisini yönlendiren elemanların da taktikleriyle bu doğrultuda oldukça çaba sarf ediyor. Örneğin düzenli olarak cami çalışmalarına katılıyor, infak veriyor ve ailesinin zekâtını da cemaate veriyor. Cemaatin görevlendireceği yerlerde gönüllü olarak nöbet tutmak için taleplerde bulunuyor. İhtiyaç duyulan alanlarda faaliyetlere iştirak etmek için isteklerde bulunuyor ve bu doğrultuda gayret gösteriyor. Hatta askeri alandaki çalışmalara sızma düşüncesiyle Cemaatin askeri kanadında çalışmak, PKK’ ye yönelik eylemlerde bulunmak için Cemaate başvuruyor. Ama bu talebi Cemaat tarafından kabul edilmiyor. Ali Haydar Kaya’nın babasına ait olan bakkal dükkanı, hem şehir içindekiler ve hem de şehir dışından gelenler açısından şehrin uğrak bir yerinde bulunduğundan, çevrede gelişen olaylar buradaki esnaf arasında gündem oluyordu. Bundan faydalanan Ali Haydar Kaya, aldığı duyumları ve Hizbullah’a yönelik çalışmalarda elde ettiği bilgileri düzenli olarak kendisini muhbirleştiren polise iletiyordu. Öyle ki çevreden duyduğu mahalli dedikoduları dahi iletmekten geri kalmıyordu. Ali Haydar Kaya’nın samimi bir şekilde çalışması ve öğrendiği her bilgiyi aktarması polisin kendisine daha fazla güvenmesine neden olmuştu. Nitekim irtibatlı olduğu polis, onu amirleriyle tanıştırmış, Polis amirleri de kendisine iltifat edip yeni vaatlerde bulunmuş ve başka ilave çalışmalar yürütmesi için teşvik etmişlerdi. Ali Haydar Kaya da, onlarla bir müddet daha çalışmış ve onları memnun edecek bilgileri hizmetlerine sunmuştu. Bu süre zarfında Ali Haydar Kaya’ya, istihbarat elemanları tarafından eğitim verilmiş ve yetiştirilmişti. Bu eğitimlerin bir devresini kendi ifadeleriyle şöyle anlatıyor : “2 şubat 1993 tarihinde Diyarbakır Çevik Kuvvet'te eğitim aldım. Okulun zemin katında bir sınıfı andıran bir salonda 30 kişi olarak eğitim alıyorduk. Oradaki şahıslar ile sadece kod isimleriyle tanışıyorduk. 26 tane erkek, 4 tane kız vardı. Kızlardan bir tanesi Mediha A… idi. Daha sonra onu Toprakbank'ta çalışırken görmüştüm. (1995 yıllarında orada gördüm) Nuretttin Ş… adlı şahısla da Namık kod adıyla tanışmıştım. Daha sonra Dağkapı’daki Japon Pasajı’nda görmüştüm. Özcan Y… da eğitimde idi. Kod adı Emre Can idi. Kurs 20 gün sürdü. Ben her zaman polis Erdal'ın şahin marka arabasıyla gidip geliyordum. Eğitim boyunca yemeklerimiz ve masraflarımızı onlar karşılıyordu. Eğitim bir seminer şeklinde idi ve videolu veriliyordu. Temel istihbaratçılık üzerine dersler veriliyordu” JİTEM İLE YOLA DEVAM Silvan ilçe merkezi ve çevresinde Hizbullah cemaatinin faaliyetlerinin çoğalıp yayılması, özellikle de kırsal alandaki faaliyetlerinin yoğunlaşması ve bu alanların da Jitemin faaliyet alanlarına girmesi nedeniyle Ali Haydar Kaya jiteme kaydırılıyor. Kendisinin verdiği ifadeye göre bu olay şöyle gerçekleşiyor. Bir gün Ali Haydar Kaya alınıp Silvan İlçe Jandarma Komutanlığına götürülüyor ve oranın komutanı olan bir yüzbaşı ile tanıştırılıyor. Yüzbaşı Ali Haydar Kaya’ya oldukça ilgi gösteriyor. Artık beraber çalışacaklarını, kendisini bazı eğitimlerden geçireceklerini, Hizbullah ve PKK’ye karşı daha büyük eylemler yapacaklarını, kendilerinin devlet olduğunu, kendilerini hiçbir kanunun bağlamadığını, istedikleri her işi yapabilecekleri güç ve imkana sahip olduklarını, hiçbir kurumun kendilerinden hesap soramayacağını, kendilerinin bütün kurumların üstü olduklarını, devletin bütün kaynaklarının kendi tasarrufları altında olduğunu ve isimlerinin JİTEM olduğunu söylüyor. Ali Haydar Kaya’ya, görevlerini hakkıyla ve samimi olarak yaptığı takdirde devletin bütün imkanlarının kendileri için seferber edileceğini söylüyor. Günümüzde kendisini devletin sahibi gören Ergenekon terör örgütüyle JİTEMCİ yüzbaşının kafa yapıları ve yaklaşımları aynı, belli ki kaynak da aynıdır. Çünkü onlar kanun tanımaz, onlar güçlü ve onlar devlettirler. Onlardan hesap sorulması söz konusu değildir. Eğer hesap soruluyorsa deşifre bazı unsurları tasfiye edip asıl çeteleri korumak için bu yapılmaktadır. Ciddiyetle bu çetelerin üzerine gidilmiş olsa, öncelikle Jitem’in üzerine gidilir, kirli ve karanlık faaliyetleri ortaya çıkartılırdı. Yine derin devlet çetelerinin tasfiyesi gerçekten isteniyorsa, Beykoz’da ele geçirildiği söylenen Hizbullah arşivinde, Hizbullah’ın devlet çetelerine karşı verdiği mücadelede elde edilen bilgiler ihbar kabul edilirdi. Bu çetelere karşı gerekli soruşturma ve tahkikatlar yapılır ve Karanlık faaliyetlere bulaşan çetelerden hesap sorulurdu. Ama devlet bunu yapacağına, Hizbullah arşivinden çıktığı söylenen derin devlet çeteleri ve sorgulanan muhbirleriyle ilgili bilgileri gizleme yoluna gitti. Çünkü çok iyi biliyorlardı ki Hizbullah arşivi ifşa edilse devletin karanlık faaliyetleri ortaya çıkacak ve Hizbullah’ın buna karşı verdiği erdemli mücadele anlaşılacaktı. Ali Haydar Kaya, Hizbullah cemaatine verdiği ifadede yüzbaşının telkin ve söylemlerinden çok etkilendiğini söylüyor. Bu etkilenme sonucu JİTEM ile çalışmaktan memnun olacağını, kendisine verilen görevleri samimiyetle yerine getireceğini, bu hususta kendilerini mahcup etmeyeceğini söylüyor. Ali Haydar Kaya, artık JİTEM’in bir elemanı olarak kendisine verilen görevleri yerine getiriyor ve faaliyetlerde bulunuyor. Bir taraftan Hizbullah içersine tam sızmaya çalışırken diğer taraftan aldığı bilgileri ve izlenimlerini irtibatlı olduğu yüzbaşıya aktarıyor. Öte yandan ise, Ali Haydar Kaya eliyle Hizbullah’a karşı yürütülecek kirli faaliyetlerin plan ve programları yapılıyor, bunun için zemin hazırlanıyor. Artık düzenli eleman olan Ali Haydar Kaya’ya bir kılıf bulunması gerekmektedir. Çünkü artık yoğun gidiş gelişleri olacak, bir çok yere girip çıkması gerekecektir. Bunun için en uygun işin Kargo işi olduğuna karar veriliyor ve Jitemin girişimi ile Aras Kargonun Silvan temsilciği ona veriliyor. Silvan’da Hizbullah’ın faaliyetlerini sekteye uğratmak için bununla yetinmeyen ve bunu yetersiz gören Jitem, Batmanlı bir elemanını Silvan’a yerleştiriyor. Bu şahsın yapacağı faaliyetlere kılıf olması için, İstanbul’da bulunan bazı ilaç firmalarını dolandırarak getirdikleri ilaçlarla bir eczane açıyorlar. Ali Haydar Kaya bu Batmanlıyı da çevresine Hizbullah elemanı olarak tanıtıyor. JİTEM, ALİ HAYDAR’A EĞİTİM VERİYOR Artık Jitem elemanı olarak faaliyet yürüten Ali Haydar Kaya, Jitem tarafından değişik zamanlarda çeşitli eğitimlere tabi tutuluyor. Diyarbakır, Silvan, Kozluk, Beşiri ve Hasankeyf’te jandarmaya ait birlik ve karakollarda, istihbarat toplama teknikleri, silah çeşitlerini tanıma ve kullanma, eylem türleri ve eylem gerçekleştirme şekilleri gibi konularda geniş bir eğitime tabi tutuluyor. Bir yandan Hizbullah içine iyice sızıp yerleşmek için her türlü yolu deneyip gayret sarf eden Ali Haydar, diğer yandan Hizbullah’a karşı başarılı bir mücadele vermek için eğitiliyor ve Hizbullah’a karşı kullanılıyor. Öte yandan “Hizbullah mensupları asker tarafından eğitiliyor” deniyor. Ali Haydar Kaya, ayrıca askerlik adı altında da eğitim görmüştür. Askere gidiyorum bahanesiyle Silvan’dan ayrılan Ali Haydar Kaya, İskenderun askeri komutanlığında birkaç ay eğitime tabi tutuluyor. Burada eğitimini tamamlayınca, JİTEM ve devlet özel kuvvetlerinin özel eğitimlerden geçtiği Bolu’daki eğitim kampına gönderiliyor. Bu kampta 45 günlük özel eğitimden geçiriliyor. Ali Haydar Kaya’nın eğitimi tamamlanınca JİTEM yetkilileri kendisine; “Geri kalan askerlik süresini burada tamamlamana gerek yoktur. Esas savaş Güneydoğuda yaşanmaktadır. Size en çok orada ihtiyaç vardır” deyip memleketine gönderiliyor. Bu amaçla memleketine gönderilen Ali Haydar Kaya, Silvan’a döndüğünde askerde ağır hastalıklar geçirdiğini, bunun neticesinde çürük raporu alıp askerlikten kurtulduğunu söylüyor. Ali Haydar Kaya, bu kadar eğitimi basit bir muhbir olsun diye almıyor elbette. Jitem’in kadrolu bir elemanı olarak göreve alınıyor. Artık maaşlı ve kendi ifadesiyle üzerine kayıtlı beylik tabancası dahi olan bir memurdur. Bu konudaki teferruatı bir kenara bırakalım, Ali Haydar Kaya artık jitemin kadrolu, kimlikli, beylik tabancalı ve maaşlı bir memurudur. Yine kendi ifadesine göre, gördüğü eğitimler sayesinde artık uzman kabul edilmektedir ve artık Jitem subaylarıyla birlikte Hizbullah’a karşı yürütülecek mücadele konusunda değerlendirmeler yapmaktadırlar, yeni taktikler ve stratejiler geliştirmeye çalışmaktadırlar. |
|
04-19-2011, 23:45 | #9 |
yazı dizisi 9
JİTEM, KİRLİ SENARYOLARI DEVREYE SOKUYOR Hizbullah cemaatinin giderek güçlenmesi ve tüm çabalara rağmen gerekli noktalara sızmaların yapılamaması Jitemi yeni taktik ve senaryolara sevkediyor. Yaptıkları değerlendirmelerde Hizbullah’ın önüne geçilmesi için halkı bunlardan soğutacak bazı adımların atılması gündeme geliyor. Bu cümleden olmak üzere, PKK’nin; “Hizbullah derin devlet yapılanmasıdır” iftira ve propagandasından istifade etme yoluna gidiliyor. Sanki Hizbullah’a göz yumuluyormuş havası verilmeye çalışılıyor. Basında bu konuda Hizbullah ile ilgili çıkan haberlere bir yandan sessiz kalarak diğer yandan da jitem ve korucuların eğitim aldıkları askeri yerleri kinayeli bir şekilde işaret ederek sanki sözü edilen yerler buralarmış gibi yansıtmaya çalışarak Hizbullah’ı yıpratmaya ve halktan soyutlamaya çalışıyorlar. Öte yandan; Ali Haydar Kaya’nın da içinde bulunduğu gruplar oluşturarak, bu gruplar vasıtasıyla Müslüman halkın tepki göstereceği tutum ve davranışlar sergilemek suretiyle inançlı kesimi Hizbullah’tan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bunun için de en uygun kılıfın Şii-Caferi mezhebini bahane etmek olduğuna karar veriliyor. Sanki Ali Haydar ve çembere alınacak diğer şahıslar Şii-Caferi mezhebine geçmişler, Hizbullah cemaatine karşı bir şeyleri yok, yaptıklarını gayri İslami değil, aksine İslami düşüncelerinden ve seçtikleri yeni mezhebin gereğinden yapıyorlar gibi bir tablo sergilenecek. Böyle yaptıkları taktirde hem kısa zaman içinde bazı gençleri kıskaca alabilecekler ve hem de zahiren gayri İslami bir söylem dile getirmedikleri için fazla tepki görmeyecekler, aynı zamanda cemaat bunlardan hesap sorduğunda da mezhep değiştirdiklerini, onun için bu şekilde davrandıklarını söyleyecek ve masum görünecekler. Jitem bu konuda çok çaba sarf ediyor, dört koldan çalışıyor. Ali Haydar’ın ve diğer kaynakların getirdiği bilgilerden bazı zayıf şahıslara ulaşıyor ve onları kandırıp kontrolüne aldıktan sonra Silvan’da küçük bir grup oluşturuyor. Bu şahıslar halk arasında Hizbullahi olarak bilinen, fakat gerçekte Hizbullah’ı yıpratmak için JİTEM tarafından bir araya getirilen ve kullanılan kişilerdir. Grubun başına M.G.’yi getiriyorlar. Bu şahıs, zahirde Hizbullah ile gözüken ama nefsi hastalıklarından ve zafiyetlerinden dolayı jitemin kucağına düşmüş, aynı zamanda Hizbullah’a karşı içinde kin besleyen biridir. Bu grup; jitemin yönlendirmesiyle Şii-Caferi mezhebine geçtiklerini cemaat mensupları arasında yaymaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de, bir yandan bu konuya meyilli olanları tespit edip kıskaca alma, diğer yandan da mezhep ayrılığı görüntüsü altında cemaatin bir takım icraatlarını ve bazı sorumlularını eleştirerek yıpratmaya çalışıyorlar. Ali Haydar Kaya da, aktif olarak bu yapılanmanın içinde yer alarak faaliyet yürütüyor. Bu yapılanmanın temel amacı Hizbullah’ı yıpratmaktır. Bu grup kendilerini Şii-Caferi mezhebi mukallidi olarak gösterip, yaptıklarını basit ve masumane bir mezhep ve düşünce ayrılığıymış gibi gösteriyor. Bu gerekçeler cemaat mensuplarına karşı bir kılıftan başka bir şey değildir ve söylendiği gibi mezhebi bir ayrılık veya düşünce farkı söz konusu değildir. Tamamıyla jitemin planlayıp bunlar vasıtasıyla yürürlüğe koyduğu kirli bir senaryodur. Bu plan ve senaryonun iki hedefi vardır. Birincisi; bölge Müslüman halkında Şia’ya karşı var olan ön yargılardan istifade ederek Hizbullah cemaatini Şii bir hareket veya en azından Şia taraftarı olarak göstermek ve ehli sünnet mezheplerine karşı sanki bir alerji varmış gibi lanse etmek. Böylelikle Hizbullah’ı mezhep fitnesiyle zayıflatmak. Nitekim Jitemin kullandığı bu grubun Caferilik adı altında ama aslında Caferilikle de alakası olmayan davranış ve hareketleri, halk arasında hem İran İslam İnkılâbına ve hem de Hizbullah’a karşı kuşkular oluşturuyor ve kötü gözle bakılmasına sebep oluyordu. İkincisi ise; Cemaat mensupları arasında fitne ve ayrılığın oluşmasını sağlamak. Bunun için, bu grup elamanları kendilerini masum gösterip “bizim cemaatle bir sorunumuz yoktur. İmam Humeyni ve İslam inkılabına bağlıyız, bunun için de Caferi olmamız gerekir.” Şeklinde propaganda yaparak sorun oluşturmaya çalışıyorlardı. Tabiî ki tüm bu çalışmalarda Ali Haydar ve Batmandan gelen Jitem elemanı aktif olarak yer almış ve planları uygulamak için yoğun bir şekilde uğraşmışlardır. Bu grup elemanlarının yaptıkları çalışmalar neticesinde bazı cemaat mensuplarının mezhep değiştirdiği şayiası yayılır. Ali Haydar Kaya bundan sonrasını şöyle anlatıyor : “Bazı cemaat mensuplarının mezhep değiştirip Şii olduğu haberleri yayılınca, Hizbullah’ın halk nezdinde yıpratılması ve iç sorunlar çıkartılması için JİTEM tarafından bize şöyle bir direktif verildi”; “Hizbullah’ın etkisini kırmak için Hizbullah’ın amaç ve ilkelerine aykırı hareket edin. Bunu halkın göreceği şekilde ve Hizbullah adına yapın ki Hizbullah’a mal edilsin ve halkta Hizbullah’a karşı nefret oluşsun. Hizbullah mensupları arasında fitne ve ayrılık oluşabilmesi için sürekli yapay sorunlar oluşturun. Hizbullah’ın yerel sorumlularını ve önemli şahsiyetlerini karalayıp onları yıpratmaya çalışın ve aynı zamanda haksızlığa uğradığınızı söyleyerek bu şahısları Hizbullah’a şikâyet edin. Hizbullah sizden hesap sorunca da, bu tavırlarınızın cemaate karşı olmadığını, cemaat için her türlü hizmete hazır olduğunuzu, mezhep değiştirmenin şahsi düşünce olduğunu bu konuda cemaatle sorununuzun olmadığını şikâyetlerinizin yerel sorumlulardan ve onların yanlış uygulamalarından olduğunu söyleyin. Hizbullah’ın size vereceği hiçbir çözüm ve cevapla yetinmeyin, mutmain olmayın, sürekli Hizbullah’la yazışın. Bu şekilde hem Hizbullah’ı yapay sorunlarla meşgul eder, hem yerel sorumlularla ilgili şüpheler oluşturarak onları yıpratır ve hem de Hizbullah’tan size gelen yazılı cevapları ve görüşmeye gelen fertleri bize bildirirsiniz” Jitem ve istihbarat örgütlerinin oluşturduğu bu tür gruplar sadece Silvan’daki bu grup değildi elbette. Hizbullah ve diğer İslami grupları ve Müslüman şahsiyetleri karalamak ve etkisiz hale getirmek için bu amaçla Türkiye genelinde, Diyarbakır, İstanbul, Ankara, Adana, Malatya vs yerlerde de kendilerini İran’a bağlı gösteren ve İran’dan emir aldıklarını, Şii olduklarını ve Caferi Mezhebini taklit ettiklerini söyleyen, hakikatte ise devletin istihbarat servislerinin kontrolünde hareket eden ve değişik isimlerle kendilerini kamuoyuna tanıtan çok sayıda şahıs veya grup, örgütlü ve faal hale getirilmişti. Bu gruplardan bir tanesi İstanbul’da bulunan E. S. Derneği idi. Aslında bu, Jitem elemanlarının kullandıkları bir bürodan ibaretti. Dernek ismi sadece bir kılıftı. Ali Haydar Kaya, jitemden aldığı talimat üzere E.S. Derneği ile irtibata geçiyor. Batmanlı eczacı olarak tanınan jitem elemanı ve Silvan’daki mezkur gruptan bazı elamanlarla birlikte İstanbul’a giderek bu derneğin sözde başkanı olan E.T.Ö. ile görüşüyorlar. Bundan sonraki gidiş gelişler için kılıf olması, aynı zamanda E.T.Ö.’nün de bölgeye gelme bahanesinin oluşması için bu görüşmede söz konusu derneğe üye oluyorlar. Bu görüşmede kendilerine bir form veriliyor ve bu formu dolduruyorlar. Ali Haydar Kaya ve beraberindekiler bu üyelik bahanesiyle bundan sonraki zamanda sık sık İstanbul’a gidip geliyorlar. Bu arada söz konusu derneğin başkanını bölgeye getirip Silvan ve Batman’da düşürmek istedikleri bazı şahıslarla görüştürüyor ve bunları bazı vaatlerle kandırmaya çalışıyorlar. Kandırmaya çalıştıkları şahıslara jitemden bahsedilmeyip güya İran İslam İnkılabına bağlı ve Şii bir grup olduklarını söylüyor ve İslami bir faaliyet içinde oldukları imajını veriyorlar. Ayrıca bu şahıslardan ikna olan bazılarını Muta Nikâhı adı altında jitemin ayarladığı fahişelere götürüp çeşitli iğrençliklere bulaştırıyorlar. Aslında bunların yaptıklarının muta nikahı ile de alakası yoktu. Bunlar hiçbir İslami sınır tanımadan sadece insanları nefsi açıdan kıskaca alıp sonradan bu durumu şantaj olarak önlerine koymak için yapıyorlardı. Ali Haydar Kaya verdiği ifadede bu konuyu şöyle izah ediyor: “Bizim de İstanbul’daki derneğin de İran veya Şia mezhebi ile hiçbir ilgimiz yoktu. Tek gayemiz JİTEM’in planladığı grupları oluşturabilmekti. Bunun için kendimize bir kılıf bulmalıydık en iyi kılıf ta JİTEM tarafından verilen mezhebi taktikti. Çünkü bu şekilde hem direk Cemaati karşımıza almıyorduk, en azından sadece mezhep değiştirmekle cemaatin bize karışmayacağını düşünüyorduk. Bunun yanında planımızı gerçekleştirmek için de İran İslam Cumhuriyetine ve Şiaya meyyal olanlara da el atıp onları cemaatten koparmaya çalışıyorduk. Tüm bunlarla beraber avam halkta İran’a ve Hizbullaha karşı bir tepki ve nefret oluşması için de halkın göreceği şekilde gayri İslami tavır ve davranışlar sergileyip bunu Hizbullah’a ve şiaya mal ediyorduk.” Cemaat mensuplarına ve halka karşı bu tavrı sergileyen Ali Haydar ve diğer Jitemciler bununla yetinmezler. Bölgede ve özelliklede batıdaki İslami gruplara uğrayıp Hizbullah’ın hak olmadığını, İran’a bağlı olmadığını, kendilerinin İran’a bağlı, şia mezhebine mensup ve İnkılap rehberinin emri doğrultusunda hareket ettiklerini ve tüm icraatlarının onların emirleri doğrultusunda olduğunu, Hizbullah’ın hak olmadığını deşifre etmeyi İran’ın istediğini söylüyorlar. Ali Haydar Kaya, Jitemin cemaat mensuplarına, halka ve diğer İslami gruplara karşı sergilediği oyunun mimarlarından biri idi. Bu yolla cemaat zayıflatılmaya ve karalanmaya çalışılmıştır. Ali Haydar Kaya bu faaliyetlerinde tuzağına düşürdüklerini muhbirleştirmeye çalışmış, kandıramadıklarının ise bilgilerini Jiteme vererek çeşitli bahanelerle yakalanmalarına ve ağır işkencelere maruz kalmalarına sebep olmuştur. Yine batıda uğradıkları İslami gruplarla ilgili detaylı istihbarat toplayarak bunları düzenli bir şekilde rapor olarak Jiteme vermiştir. |
|
04-21-2011, 03:46 | #10 |
yazı dizisi 10
YAPILAN VAHŞİ EYLEMLER VE İNSANLIK DIŞI FAALİYETLER Yazı dizimizin bu bölümünde; Jitem ve onun sadık elemanı Ali Haydar Kaya’nın beraberindeki ekip arkadaşlarıyla vahşice işledikleri cinayetleri ve çeşitli hilelerle tuzaklarına düşürdükleri insanlara yönelik insanlık dışı çirkin faaliyetleri konu edineceğiz. Söz konusu edeceğimiz eylem ve faaliyetler, Ali Haydar Kaya ve beraberindeki şahısların işlediklerinin sadece devede kulak kısmıdır. Ancak içinde bulundukları yapının faaliyetlerinin ulaştığı vahşet ve vehameti göstermesi bakımından yeter de artar bile. Ali Haydar Kaya’nın Hizbullah cemaatine verdiği ifadede, jitemin talimat ve yönlendirmesiyle icra ettiklerini söylediği eylem ve faaliyetlerin bir kısmı şunlardır. 1994 sonrası, PKK’nın Hizbullah karşısında zayıfladığı, eylemlerin azaldığı ve çatışmaların kendiliğinden seyrekleştiği dönemde derin devlette: “Hizbullah ile PKK ateşkes yapmış, çatışmalar durmuş, bundan sonra işbirliği yapıp devleti vuracaklar” şeklinde bir endişe oluşmuştu. Çatışmaların durmasını çıkarlarına aykırı bulan JİTEM ve diğer istihbarat örgütleri, çatışmaları yeniden alevlendirmek için hem Hizbullah ve hem de PKK’den birçok kişiye yönelik eylem yaparak, sanki Hizbullah ile PKK çatışıyormuş görüntüsünü vermeye çalışıyorlar. Bu eylemlerde de Ali Haydar gibileri, PKK içindeki muhbirler ve itirafçılar kullanılmıştır. Günümüzde Ergenekon yapılanmasında çıkan benzeri eylem planları ve işlenen cinayetler de aynı şer odaklarına hizmet içindir. Dün PKK ve Hizbullah’ın çatışmasından medet uman ve işin uzaması için katliamlar yapan şer odakları, bugün benzer faaliyetlerle İslami derneklere saldırılar düzenlemekte, toplumu kamplara bölmek için çeşitli kesimlere yönelik oyunlar sergilemekte, yeni çatışma alanları oluşturmaya çalışmaktadırlar. -Ali Haydar Kaya, JİTEM talimatıyla Silvan’da esnaflık yapan Hizbullah sempatizanı bir gence yönelik yapılan eyleme gözcü olarak iştirak ediyor. Bu eylem sonucunda Hizbullah sempatizanı genç dükkanının önünde vurularak şehit ediliyor. Eylemi PKK’nın yaptığı propaganda edilir. Amaç, Hizbullah’ın karşı eylem yapması ve çatışmaların devam etmesidir. -Ali Haydar Kaya’nın da içinde bulunduğu JİTEM elemanları, yaptıkları bir yol kontrolünde, Elazığlı olup Fırat Üniversitesinde okuyan bir genci şüphelidir diye yolculuk yaptığı otobüsten indiriyorlar. Askeri karakola götürüp iki gün boyunca işkence yapıyorlar ancak herhangi yasadışı bir durumunu tespit etmiyorlar. Fakat bu işkencelere dayanamayan genç ellerinde ölür. Ancak gözü dönmüş caniler, bu gencin ölüsünü bile rahat bırakmayıp fitnelerine malzeme yapıyorlar. PKK-Hizbullah çatışmasını alevlendirmek için bu cesedi aynı günün akşamında bir battaniyeye sarıp Silvan yakınlarındaki bir tepeye bırakıyorlar. Gece vakti, PKK baskın yapmış gibi o tepeden şehre doğru ateş ediyorlar. Bu arada, bir yandan ölen gencin cesedine roketatarla ateş edip iyice tahrip ediyorlar ve tabi işkence izlerini de kaybetmeye çalışıyorlar. Öte yandan Silvan itfaiyesinde bekçilik yapan Hizbullah’a sempatizan bir şahsı vurarak şehit ediyorlar. Bu olaya PKK’nın şehir baskını süsü vererek bir taşla iki kuş vuruyorlar. Ellerindeki cesedi, PKK’nın şehir baskınında polisle çatışıp öldürülen PKK’li diye gösterirken, Hizbullah sempatizanı bekçiyi de PKK kurşunlarıyla vuruldu diye gösteriyorlar. -Ali Haydar Kaya’nın da içinde bulunduğu bazı JİTEM elemanları, PKK’li görüntüsü vererek, Garısiye köy yolu üzerinde pusu kuruyorlar ve traktör üzerinde gelen M.Şirin Demirdağ adlı Müslümanı tarayarak şehit ediyorlar. Aynı şekilde yine bu şer ekibi, Şıfkat köy yolu üzerinde pusu kurarak, hayvanlarıyla işten gelen Yunus ve Şükrü adlı Müslümanları tarayarak şehit ediyorlar. -JİTEM, ölüm listesine aldığı Hacı Nimet isimli Hazro’nun bir köyünde ikamet eden yaşlı bir şahsı takibe alıyor. Hacı Nimet’in köyden çıktığı istihbaratını alan JİTEM elemanları, 20 km’lik bir aralıkta karayolunun iki tarafını kapatıyorlar ve her iki noktadan da arabaların geçişini engelliyorlar. O esnada Hacı Nimet’in içinde bulunduğu araba kontrol noktasına yanaşınca, sadece onun içinde bulunduğu arabanın geçmesine izin veriyorlar. Birkaç kilometre ötede bulunan Jandarma karakolunun yakınlarına vardıklarında JİTEM elemanları tarafından durduruluyorlar. JİTEM elemanları, Hacı Nimet ve yanında bulunan iki kişiyi karakolun yakınında bulunan bir tarlaya götürüyorlar. Bu üç kişi, tarlanın içinde JİTEM’in emri ile bizzat Ali Haydar Kaya tarafından taranarak öldürülüyor. -Silvan’ın bir köyünden olup, PKK’ye katılan ve dağa çıkan bir gencin ailesi sürekli köyün yakınında bulunan jandarma karakolu tarafından sıkıştırılıyor. Karakol komutanı, gencin ailesine, çocuklarını getirip kendisine teslim etmeleri halinde sahip çıkacağını, fazla hapis cezası almaması hatta gerekirse hapse hiç girmemesi için yardımcı olacağını söyleyerek aileyi ikna ediyor. Aile, bir yolla dağda bulunan çocuğuna ulaşıp, onu ikna ediyor ve dağdan indiriyor. Genç, amcası ile birlikte karakola gidince, karakol komutanı her ikisini de gözaltına alıyor. JİTEM’in kontrolündeki bu karakolda hazır bulunan Ali Haydar Kaya ve arkadaşları genci işkence ile öldürüyorlar. Gencin ölümü üzerine sağ kalan amcasının kendi hesaplarını bozacağını düşünerek, gencin amcasını da öldürüyorlar. Her ikisinin cesedini bir arabaya yükleyip, karakolun uzağında bulunan bir dereye atıyorlar. -Ali Haydar Kaya’nın ekip arkadaşı ve Silvan’da kılıf olarak eczane açmış olan Batmanlı şahıs, yapılacak bir eylem için Ali Haydar Kaya’yı Batman’a çağırıyor. Jitem’den aldıkları talimat gereği, Silvan asıllı olup Batman’da marangozluk yapan ve Hizbullah Cemaatine mensup olan bir şahsa yönelik eylem yapacaklarını ve bu eylemi de Menzil grubuna yükleyeceklerini söylüyor. Bu eylemle, Hizbullah ile Menzil grubu arasındaki çatışmayı alevlendirmeyi hedefliyorlar. İki genç tetikçilik yapıp dükkanı tarıyorlar. Eylem planı gereği, Ali Haydar Kaya eylem anında gözcülük yapıyor ancak tetikçiler işlerini bitirip kaçarlarken, arkalarından havaya ateş açıyor. Yoldan geçerken olayı fark edip saldırganlara engel olmak için müdahale etme görüntüsü vermeye çalışıyor. Ama asıl amacı, eylem yapan JİTEM elemanlarının takip edilmelerini ve zarar görmelerini engellemektir. -Batman’da daha önce JİTEM ile birlikte olup artık çalışmak istemediğini, bu konuda kendisinin mazur görülüp izin verilmesini isteyen bir genç, Batmanlı Eczacı tarafından çağırılıyor. Eczacı, gence kendilerinden ne istediğini soruyor. Genç, kendisine izin verilmesini, artık çalışmak istemediğini, bu işi kaldıramadığını söyleyince, Batmanlı Eczacı Ali Haydar Kaya’ya işaret ediyor. Ali Haydar Kaya, sokak ortasında gencin kafasına ateş ediyor ve oradan uzaklaşıyorlar. -Ali Haydar Kaya ve arkadaşları, Jitemden aldıkları talimat üzere İran’dan gelerek Türkiye üzerinden Suriye’ye giden ve İranlı yolcuları taşıyan bir İran otobüsünü Malabadi ile Silvan arasında durduruyorlar. Yolcuların bütün değerli eşyalarını alıyorlar. Kendilerini de Hizbullah militanı olarak tanıtıp ayrılıyorlar. Jitemin bu eylemden amacı, Hizbullah’ı İranlıların gözünde kötü göstermek ve aleyhte propaganda yapılmasını sağlamak olmuştur. Ali Haydar Kaya, kendisinin içinde bulunmadığı benzer bir olaya daha ifadesinde yer veriyor. Bu olay ise şöyle; JİTEM elemanları, Suriye’ye giden bir İran otobüsünü, Silvan-Diyarbakır arasında durduruyorlar. Yolcuların bütün değerli eşyalarına el koyuyorlar. Kendilerini Hizbullah militanı olarak tanıyorlar. Otobüsü ateşe verip oradan uzaklaşıyorlar. -Daha önce PKK’nin dağ kadrosunda faaliyet yürüten bir PKK’li, çatışmaların devam ettiği dönemde PKK’den kaçıp Hizbullah’a sığınmaya karar veriyor. Batman’a gelip bir evde saklanıyor ve hanımı vasıtasıyla cemaate haber gönderiyor. İslami eğilimleri ağır basan hanımı, Ali Haydar Kaya’yı okul yıllarından tanıdığı için kocasının mesajını cemaate iletmesi için ona veriyor. Ali Haydar Kaya da bunu jiteme iletiyor. Ardından Ali Haydar Kaya, jitem elemanlarıyla birlikte kadının kocasının Batman’da saklandığı eve baskın yapıp adamı öldürüyorlar. Daha sonra JİTEM elemanları o kadını evinden alıp, başka bir eve götürüyorlar ve orada kadına defalarca tecavüz ediyorlar. Bunu da sanki Hizbullah elemanları kadını kaçırmış ve bu işi onlar yapıyor görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Kadını bıraktıktan bir müddet sonra JİTEM’den başka bir ekip kadına uğruyor ve ; “Hizbullah’a güvenip sığındınız ve müracaat ettiniz, başınıza neler getirdiğini ve size nasıl ihanet ettiğini gördünüz. Eğer devlete güvenseydiniz, devlet size şefkatle yaklaşıp, bağrına basacaktı” deyip, bütün yaptıkları pisliklerini ve cinayetlerin Hizbullah’a yüklemeye çalışıyorlar. Bu olaydan sonra kadında Hizbullah’a karşı bir düşmanlık duygusu meydana getiriyorlar. Ne yazıktır ki bu kadının düşmanlık duygularından yararlanarak, onu hem bir muhbir yapıyorlar ve hem de fuhuş işlerinde kullanmaya başlıyorlar. -Silvan’da, İslami eğilimleri ağır basan bir kız, evlendikten sonra geçimsizlik sonucu kocasından ayrılıp evinde yaşantısını sürdürmeye çalışıyor. Sırf İslami bir yaşantıya sahip olduğu ve aynı zamanda evinde yalnız (dul) olduğu için Ali Haydar Kaya bunu Jiteme iletip kadını ağlarına düşürme isteğinde bulunuyor. Durumu değerlendiren ve uygun bulan jitem elemanları, bir gece bu kadının evine baskın yapıp onu karakola götürüyorlar. İçlerinde Ali Haydar Kaya’nın da bulunduğu JİTEM elemanları defalarca bu kadına tecavüzde bulunuyorlar ve kendileriyle çalışması için bu çirkin görüntüleri şantaj olarak kullanıyorlar. Olayın şokundan kurtulamayan zavallı kadın ağır psikolojik bunalımlar geçirerek akli dengesini kaybediyor. Böylesi olaylara bulaşabilmek için birilerinin insanlıktan hiçbir nasibinin olmaması gerekir. Kocasını mülhit örgütten koparmaya çalışan, onu İslam saflarında görmek isteyen ve büyük bir umutla bekleyen zavallı bir kadın, kullanılan bir muhbirin eliyle Jitemin tuzağına düşünce Siyonist rejimin taktiklerini aratmayacak çirkefliklerle hem kocasını kaybediyor, hem namusu kirletiliyor ve hem de fuhşa zorlanıyor. Jitem, Ergenekon veya adı ne olursa olsun, devletin derin çeteleri için insanlıktan söz etmek mümkün değildir. Eğer Ergenekon ile mücadele ettiğini söyleyen hükümet, savcılar veya hakimler veya her kimse, gereği gibi Ergenekon ve aynı zamanda Jitemin üzerine gider ve yaptıkları kirli işleri araştırırsa, yukarıdakine benzer yüzlerce acı olay gün yüzüne çıkacaktır. Bölgede katledilen mazlumlar, kirletilen namuslar, yapılan işkence ve eziyetlerin müsebbibi jitemdir. Ama asıl acı olan; jitemin bunları yaparken bölgede kişiliksizleştirdiği insani ve İslami hiçbir değeri olmayan insanların buna alet olmalarıdır. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|