![]() |
#1 |
![]() Ergün Yıldırım
![]() Proje cumhurbaşkanı adayı ve CHP'nin sosyolojik mahkumiyeti Demokraside esas olan bütün toplumsal kesimlerin rekabete dâhil olmasıdır. Sadece şeklen dâhil olma değildir bu. Duygularıyla, hissiyatlarıyla katılarak siyasal tatminkârlığın yaşanmasıdır. Oysa kendi sosyolojilerinden gelmeyen ve kendi kimlikleriyle bütünleşmeyen bir siyasal aday, onlara dayatılmış algısına yol açar. Millet, ilk defa cumhurbaşkanını doğrudan kendisi seçecek. Çünkü bugüne kadar TBMM'nin vekilleri tarafından seçildiler. Büyük ölçüde belli bir stratejiye dayalı cumhurbaşkanlığı siyasetleri geçerliliğini korudu. Bu siyasete göre de seçimler gerçekleşti. Burada birkaç önemli nokta öne çıkıyordu. Birincisi, cumhurbaşkanlığı siyaseti, siyaset üstü siyasetti. Bunun anlamı siyasetsiz ve siyasetten arınık bir üst aklın temsil etmesiydi. Siyaset olmadığı denen bir siyasetin icrasıydı. Siyaset, milletin; seçim, miting, parti, ideoloji gibi çeşitli süreçlerle ülkenin gidişatına dâhil olmak üzere yaptığı pratiklerin tümüydü. Siyaset üstü ise milleti devre dışı bırakan bürokratik oligarşinin milletten steril kolektif aklının egemenliğini savunan bir örtük siyaseti temsil ediyordu. İkincisi de, cumhurbaşkanların çoğu olağanüstü şartlarda göreve geldiler. Özal ve Gül hariç, diğer cumhurbaşkanlarının hepsi de ya ihtilâl ya da olağanüstü şartların etkisiyle seçildiler. En son örneği, Ahmet Necdet Sezer'di. 28 Şubat darbesinin şartlarında ve bürokratik oligarşinin siyaset üstü denilen milletten arınık aklı temsilen göreve geldi. Nitekim icraatları da böyle gerçekleşti. Bu klasik cumhurbaşkanlığı siyaseti artık sona erdi. Üçüncü olarak, klasik cumhurbaşkanlığı siyasetleri belli bir krize göre yapılanıyordu. Bundan dolayı seçimler oldukça zorlu geçerdi. Bütün toplum, rejim elden gidiyor propagandası ile yıkatılıyordu. Bundan böyle bu cumhurbaşkanlığı siyasetlerinin ne siyasal ne de toplumsal karşılığı olacak. Çünkü Türkiye toplumuyla ve siyasal kurumlarıyla büyük bir dönüşümden geçiyor. Yeni siyasal gerçeklikler daha çok demokrasiye dayanıyor, yeni sosyolojik gerçeklikler çoğulcu, katılımcı ve daha fazla özgürlük taleplerini kapsıyor. Kapalı toplum dünyasını aşan, ancak milletle bağları güçlü olan, demokratik ruha sahip, ülkeyi yeni tahayyül etrafında seferber eden sosyoloji ve idealitelere sahip bir adayın olması zorunlu hâle gelmektedir. Siyaset üstü aday mı? Ekmelettin İhsanoğlu, klasik cumhurbaşkanlığı siyasetinin ilginç bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Eskinin yeni imajlarla temsilidir bu. Her şeyden önce küresel bir dünya içinde çalışmasına karşın milletin içinde varlığı olmayan bir şahsiyet. Türkiye milletinin sosyolojisinde yer almayan bir figür. Bu milletin; sokaklarında, düğünlerinde, siyasal dönüşüm tartışmalarında, partilerinde, entelektüel kavgalarında, siyasal parti rekabetlerinde, sinemalarında, mitinglerinde yok! Milletin genel sosyolojik damarlarında yetişmeyen bir şahsiyet. Bundan dolayı artık milletin doğrudan hâkim olmaya yönelerek bunu da cumhurbaşkanlığı ile taçlandırmak istediği bir dönemde İhsanoğlu, oldukça kurgusal bir aday olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk defa cumhurbaşkanlığı seçiminde milletin bu kadar çok dâhil olacağı bir sürece, siyaset üstü aday arayışı klasik oligarşi statükosundan başka bir şeyi ifade etmez. Millet, siyasetini siyasetsizlik arayışında olanların göbeğine yerleştirecek. Varlığıyla orayı mühürleyecek. Bunu ancak kendi sosyolojik damarlarından çıkan biriyle yapabilir. Onunla acı çeken, onunla riskler yaşayan, onunla geleceğe umutla bakan, onunla genişlemekte ve büyümek isteyen birisini taşıyacak. Çatı adayda bunların hiçbiri yok. Başka bir ülkenin; çocukluk, ergenlik, gençlik ve yetişkinlik hissiyatlarında yetişen bir aday nasıl bu millet kendisine baş görür? Üstelik bu millet kendisine gelince onun hissiyatlarında yer almak yerine sadece yüksek salonlarda dolaşmayı tercih eden birine hiçbir zaman geçit veremeyecek. Milleti keşfeden Türkiye! Yeni Türkiye kurulmakta. Bu Türkiye; statükoyu tasfiyeye yönelen, siyaseti doğrudan milletin hâkimiyeti olarak gören, bölgeye Anadolu'nun ruhunu açan, dünyaya adalet ve barış iddialarının olduğunu söyleyen bir Türkiye. BM'yi eleştiren ve diğer milletlerin katılımıyla daha adil olmasını isteyen bir Türkiye. Silah ve bomba üretimiyle dünyayı teröre ve yoksulluğa boğan bir uluslararası düzeni eleştiren Türkiye. Dünya zenginliğinden aldığı payı oldukça düşük olmasına karşın, dünyaya 5 milyar dolar civarında yardım eden bir Türkiye! Mezhebizmi ve kavmizmi aşmak isteyen bir Türkiye. Kısaca yeniden milleti keşfeden bir Türkiye. Bu yeni Türkiye'de 'proje insanlar'ın aktörlüğü artık çok geçerli olmayacak. Toplumun içinde doğduğu gibi, onun içinde yaşayan, hakikat için riskleri göze alan, farklı sınıf tecrübelerinden geçen 'sahih insanlar' aktör olacaktır. İhsanoğlu bir proje insanıdır. Bunun için komplo teorilerine ihtiyacımız yok. Onun eğitimi, yetişmesi, alışveriş yaptığı yerler, ödüllendirme merkezleri vs. bakarak nesnel bir okuma yapmamız yeterli. Toplumsal gerçekliklere karşı steril bir şahsiyet olduğunu buradan anlıyoruz. Elbette bu steril şahsiyet, küresel güçlerin yaptırımlarını hatırlattığı gibi yerel bürokratik oligarşinin de 'devşirme usulüne' çok benziyor. Oysa yeni Türkiye'de ne klasik tarz devşirme aktörlerine yer vardır ne de küresel proje aktörlerine. Türkiye'nin yenisinde ne Karzai modeli ne de Derviş modeli geçerlidir. Çünkü Türkiye, sahih bir milletin varlığını temsil eder. Türkiye, büyük bir varlığın son biçimini anlatır. Türkiye, bölgede mazlumların âhıyla yükselen yeni adalet ve barışın rejimini aramaktadır. Türkiye, ne Afganistan ne Mısır ne de Muz cumhuriyetidir. Türkiye, Kemalizm'in bütün yaralayıcı müdahalelerine rağmen yine de kendine gelmeyi başaran ve geleceğe yeni ufuklarla kanatlanmak isteyen bir ülkedir. Kendi kimliğinle bütünleşmemek! Cumhurbaşkanlığı doğrudan millet siyasetini temsil edecek. Sosyolojilerden çıkan adaylarla varlık kazanacak. Oysa İhsanoğlu genel Türkiye sosyolojisinde olmadığı gibi CHP sosyolojisinde de yoktur. Bu açıdan büyük bir ahenksizliğe ve dengesizliğe yol açmaktadır. Çünkü CHP, çarpık bir ideolojiye sahip olsa bile reddedemeyeceğimiz bir sosyolojiye sahip. Bu sosyoloji Türkiye'nin gerçekliğidir. Bunu yok sayamayız. Tam tersine bu sosyoloji, ideolojisiyle hesaplaştıkça Türkiye'ye önemli katkılar sağlayacak. Bu sosyoloji, siyasette kendini temsil etmede de sorun yaşarsa daha fazla kıstırılmış, dışlanmış ve örselenmiş olarak hissedecek kendisini. Zaten iktidara gelemeyen ve iktidarda temsil krizini yaşayan bu tabana bir de 'onlardan olmayan' (sosyolojilerinden gelmeyen) birini onların başına koyarak seçime çağırırsak, bu büyük bir mağduriyete yol açmak demektir. Onlara; temsil olamama, katılamama, siyasal rekabetlere kendi aktörleriyle yer alamama duygusunu vermiş oluruz. Bu duygular da demokrasinin doğal yürüyüşü açısından büyük bir sorundur. Çünkü, demokrasi de esas olan bütün toplumsal kesimlerin rekabete dâhil olmasıdır. Sadece şeklen dâhil olma değildir bu. Duygularıyla, hissiyatlarıyla katılarak siyasal tatminkârlığın yaşanmasıdır. Oysa kendi sosyolojilerinden gelmeyen ve kendi kimlikleriyle bütünleşmeyen bir siyasal aday, onlara dayatılmış algısına yol açar. Bu da mecbur bırakılmış ve varlıkları (özellikle siyasal hisleri ve anlamları) yok sayılmış bir siyasal tahayyülün doğmasına yol açar. Bunun pratik karşılığı demokrasiden ve katılımdan soğumak, ona küsmek ve onunla başa çıkmak için daha akıl dışı arayışlara bakmak zorunluluğudur. Ya da parçalanmışlıklar, iç kavgalar ve kutuplaşmaya yönelmeler… ![]() İllüstrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım Kaynak Yeni Şafak 22.06.2014
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|