03-24-2011, 17:38 | #1 |
Erkek ve kadın niçin çatışır?
İslam’da makbul sayılan aile geniş aile modelidir. Kuran-ı Kerim, “Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge” (17/İsra, 23-24) buyurur.
Müslüman ümmet tarihte bu ayeti şu şekilde anlamıştır: Annem ve babam yanımda yaşlanacak ve yanımda ölecek. Bunun sonucudur ki, Müslüman bir toplumda yaşlılar sorunu yaşanmamış, huzurevlerine ihtiyaç hissedilmemiştir. Bugün ise erkek de, kadın da yaşlı annesine-babasına tahammül edemiyor, onlarla aynı çatı altında yaşamak istemiyor. Dahası evin mimari yapısı da geniş aileye müsait değildir. Metrekaresi fark etmez, evlerin hepsi iki oda bir salon veya üç oda bir salon şeklinde tasarlanmış. Salon misafir odasıdır, oraya kimse giremez, ara sıra misafir gelecek de girecek. Salonlar adeta kadınların tabu alanıdır, kapatılmıştır. Odalardan biri akşamdan sabaha yatılmakta olan yatak odasıdır. Odalardan biri de oturma odasıdır. Şimdi bu evde büyükanne ve büyükbabaya yer var mıdır? Eğer evde kalacaklarsa belki salonda, o da geçici olmak kaydıyla ve misafir olarak kalabilirler. Geleneksel toplumda mekân kullanımı böyle değildi. Bir evin 150 metrekare olması gerekmezdi, 60–70 metrekare olurdu ama büyükler orada yaşardı. Neden? Çünkü sofra bezini açtığınız zaman yemek odası, topladığınız zaman oturma, yatakları serdiğiniz zaman da yatak odası olurdu. Öyle ki o küçücük mekânlarda belki 7–8 kişi rahatlıkla ve aile ortamı içerisinde yaşardı. Tabii yaşlıyı fiziki olarak korumak sorunu çözmez; çünkü insan ünsiyet kesbeden bir varlıktır, yaşlı aynı zamanda çocuğuyla beraber olmak, korunmak, konuşmak ister. Evet, yaşlılar çok konuşur; ama onun konuşması aslında bir kültürün nesilden nesile aktarılmasını sağlar. Bu çocuklar için de önemlidir; böylelikle nesiller arasında bir yabancılaşma ve kopukluk meydana gelmez. Bugünkü insanlar -maalesef- aileyle, çocuk bakımıyla, sağlıkla, yemek kültürüyle ilgili bütün bilgileri televizyonlardan, kitaplardan veya internetten öğrenmeye çalışıyorlar. 18 yaşında hemşirelik okulundan veya sağlık meslek lisesinden mezun olmuş gencecik bir kız, bir köye gider ve 7–8 çocuk doğurmuş bir kadına nasıl çocuk büyüteceğini öğretir(!). Şunun altını çizebiliriz: Modern aile denendi ve kötü bir sonuç verdi. Modernlik belki birçok alanda başarılı olmuştur fakat insanları bir aile ortamında tutma başarısını gösterebilmiş değildir. Eğer aile beşeri ve toplumsal hayatın temel yapı taşı durumunda ise, bu temel yapı çözülmekte, parçalanmaktadır. Söz konusu çözülme sürecini izleyerek beşeriyetin devam etmesi mümkün değildir. O zaman tekrar başa dönüp kadına ve erkeğe, kadın-erkek ilişkisine, ebeveyn-çocuk ilişkisine ve aile kavramına bakmak gerekir. Müslümanların genelinde zihinsel bir yanılgı hayli etkilidir: Verili ve modern olan doğrudur; İslam modernliğe aykırı olmadığı için, kolayca modernleşebiliriz. Bu düşünce bizi olumsuz yönde dönüştürmektedir. Oysa bizim modern dünyaya en önemli cevabımız ailedir; çünkü aile, bizim hem direnme hem de dirilme noktamızdır. Kur’an-ı Kerim, evi “hem mescid hem karargah” olarak tanımlamıştır. En başta kadın-erkek ilişkisine yeniden ve eleştirel bir gözle bakmak gerekir. Birincisi, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin temeli, “sevgi ve merhamet”tir. Zira Kuran kadın-erkek ilişkisini bu çerçevede temellendirir. Kadın ve erkek iki ayrı ve birbirine aykırı ontolojik cevherden yaratılmış değildir; biri diğerinin nefsinden yaratılmıştır. Kadın erkeğin sığınağı, erkek de kadının koruyucu şemsiyesidir; ikisi arasında çatışmanın vuku bulması mümkün değildir. Ancak ilahi ve İslami olmayan bir mecrada yürümeye kalkıştıklarında birbirlerine düşman ve rakip olmaya başlarlar. Modern dünyada ve modern kültürde kadın-erkek ilişkisi Kuran’ın dediği sevgiye ve merhamete değil, cinsel cazibenin iki bedeni yakınlaştırması esasına göre şekillenmektedir. Bu gezegende neslimizin devam etmesi için kadın ve erkek birbirine bağlı ve bağımlı olarak yaratılmışlardır. Cinsellik tabii ki ana etmenlerden biridir. Bir geminin limana sığınması gibi kadın erkeğe sığınır, erkek de kadına kol kanat gerer. Feminist ideoloji ve bunun içinden çıktığı modern kültür, iki cins arasında rekabeti ve düşmanlığı körüklemektedir. Rekabet ve yarış iki özneyi birbiriyle çatıştırır. Kadına şu telkin edilmektedir: “Sen eşitsin; erkek egemen kültür seni erkeğe bağımlı kılmaktadır, özgürleşmek istiyorsan seni ezen erkek egemen kültüre karşı çık.” Bu çatışmacı kültüre göre aile ve ev, gardiyanı acımasız erkek olan kadının hapishanesi olmaktadır. Erkek ve kadın ikisinin de ortak düşmanı olan Şeytan’ın etkisi altına girdiklerinde çatışmaya başlar. Cennet’ten yeryüzüne indirildiklerinde (hubut) “Birbirinize düşman olarak inin” denmişti. Kadın ve erkek birlikte olup Şeytan’a karşı birleştiklerinde mutlu olur, evlerini “cennetten bir köşe”ye çevirirler; Şeytan’a uyup çatıştıklarında evleri “cehennemden bir çukur” olur. Ali Bulaç Özgün Duruş
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|