07-21-2014, 11:17 | #1 |
Erol Göka - İslam: Toplumumuzun En Bariz Gerçeği
Erol Göka
İslam: Toplumumuzun en bariz gerçeği Diyanet İşleri Başkanlığı'nca yaptırılan 'Türkiye'de Dinî Hayat Araştırması'nın sonuçları yayınlandı. Araştırmayı yapan kurum ve koordinatörlüğünü akademik titizliğiyle bilinen Necdet Subaşı Hoca'nın üstlenmesi, güvenilirliğini artırıyor. Katılımcıların % 99,2'si İslam dinine (% 77,5'i Hanefi, % 11,1 Şafi, % 0,1'i Hanbeli, binde 3'ü Maliki ve % 1'i Caferi. Hiçbir mezhebe mensup olmayanların oranı % 6,3; ameli mezhebini bilmeyenlerin oranı ise % 2,4) mensup olduklarını belirtmiş. Vakit namazlarını her zaman kılanların oranı % 42,5; 'Sağlığım elverdiği sürece Ramazan'da oruç tutarım' görüşünü paylaşanların oranı % 83,4 çıkmış. Çocuklarını İslami hassasiyetlere uygun olarak yetiştirdiğini ifade edenler % 87,1. (Tam metin için http://www2.diyanet.gov.tr/StratejiG.../dinihayat.pdf ) Çok iyi tasarlanmış, özenli bir alan araştırması var karşımızda. Sonuçlar, sağlam bir yöntem bilgisiyle elde edilmiş. Eminim bazıları çok şaşıracak, inanmayacak. 'Bu kadar yüksek dinî aidiyet ve ameli uygulama, anketin teravih namazından çıkanlara uygulandığını düşündürüyor' diyerek alaycı bir tutum takınacaklar. Gördüğüm toplum manzarası, sonuçlarla birebir örtüştüğü için ben şaşıranlardan değilim. Öyle sanıyorum ki, bu kadar güçlü bir dinî inanç zeminine sahip bir toplum yeryüzünde çok azdır. Birçok ülkede herhangi bir dine inançsızlık oranı, yetişkin nüfusun yarısına ulaşıyor, bazılarında geçiyor. Müslüman toplumların çoğundaki istibdat ve samimiyetsizlik nedeniyle gerçek oranları bilemiyoruz. Bunlar, araştırmadaki sonuçları çok özgün ve hatta eşsiz kılıyor. Bu sonuçlar üzerine hepimiz çokça düşünmeliyiz. Benim ilk yorumlarım şöyle: Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının çekirdek coğrafyasını oluşturan yaşadığımız topraklar, etnik ve dinî inanç çeşitliliği ve farklılıkların bir arada yaşaması açısından muazzam bir tarihe sahip. Selçuklu ve Osmanlı yönetimlerinin farklılıkları barış içinde bir arada yaşatmayı başarabilmesi, modernleşmeye rağmen insanımızın inançlarından soğumamasına, gelenekle arasına keskin ayrımlar, uzak mesafeler koymamasına sebep olmuş. Yine aynı şekilde Selçuklu ve Osmanlı toplumlarında egemen dinî bakışın tasavvuf tarafından sağlanması, toplumsal dokunun mutedil bir din anlayışı tarafından boyanmış olması, bu toprakların bir başka özgünlüğü. Tasavvufi din algısının hayatın temel dinamiklerine yerleşmesi, irfani bilgelik boyutunu ön plâna çıkarmış. Modernlikle karşılaşmalarında insanlar, başka toplumlarda olduğu gibi dini alabildiğine bireyselleştirmek ve sonra terk etmek yerine bir korunak gibi ona sığınmışlar. Araştırma, hâlimizin beyanıdır. Ancak yanılmamalı. Araştırmada görülen halkımızın yüksek dinî aidiyeti ve ameli gerekliliklere uyum çabası, farklı dinî telakkiler olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Toplumuz, modernleşirken dinî aidiyetini terk etmemiştir ama dünyeviliğe ve dine atfedilen öneme göre çeşitli yaşama tarzı öbekleri ortaya çıktığını kimse inkâr edemez. Toplumumuzda yaşanılan güçlüklere ve travmalara rağmen birlik ve beraberliğini koruma konusunda sağlıklı bir direnç varsa, bu durumda yüksek dinî kimlik aidiyetinin payı büyüktür. Ama yöneticilerimizin de nasıl olsa bize bir şey olmaz deyip rehavete kapılmamaları, tıpkı Selçuklu ve Osmanlı yöneticileri gibi farklılıkları bir arada yaşatabilmek için azami özeni göstermeleri icap eder. Kanaatimizce bunun yolu, demokrasimizi güçlendirmek ve derinleştirmektir. Kendi din telakkilerini yegâne doğru kabul edip toplumumuzun dini algılama ve yaşama biçimini beğenmeyenler, araştırma sonuçlarına burun kıvırabilirler. 'Gören de sanacak ki asr-ı saadette ya da medinetül fazıla da yaşıyoruz' diyebilirler. Onları saygıyla karşılarım ama araştırma sonuçları onları da mutlu etmeli. Demek ki beğenmedikleri toplumumuz, onları dinlemeye hazır. Araştırmayı incelediğimde şüpheyle karşıladığım tek husus, Alevilik-Bektaşiliğin sorularda ve özellikle cevaplarda söz konusu edilmemesiydi. Bir an için Diyanet İşleri Başkanlığı, teolojik kaygılarla hareket ederek gerçekleri görmekten firar etti diye düşünmedim değil. Daha fazla vehme kapılmamak için hemen Necdet Subaşı Hoca'yı aradım. Aldığım cevap aydınlatıcıydı. Kurumsal Alevilik temsilcileri, 'Bizi fişleyeceksiniz!' diye şiddetli bir tepki verince Alevilik-Bektaşilik lafzı geçen ifadeler araştırmadan çıkarılmış. Alevi-Bektaşilik şıkkı olmayınca, bu inanç topluluğunda olan katılımcılar, 'diğer' şıkkını ya da kendisine yakın gördüğü bir başka şıkkı işaretlemek durumunda kalmış. Araştırmayı değerlendirirken bu hususu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Araştırma sonuçları, modernliğin dinî aidiyeti ortadan kaldırmadığını, modernlik, gelenek ve dinî telakkiler arasında geçişkenlik ve etkileşimin sanıldığından çok daha fazla olduğunu ısrarla ima ediyor. Anlayana... Kaynak Yeni Şafak 20.07.2014
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|