AK Gençliğin Buluşma Noktası
~ Nur-u Muhammediye ~ Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V) hakkında herşey..



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-29-2009, 17:08   #1
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Arrow Eshab-ı Kiram
Peygamberlerden sonra insanların en üstünü: Hz. EBÛ BEKR-İ SIDDÎK

Hz. Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı. Çok te'sîrinde kaldığı bir rü'yâ gördü. Gökten dolunay inip, Kâ'be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke'deki her evin üzerine düşmüş, sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti. Fakat, kendi evine düşen ay parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti. Hz. Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu.Kavminden Peygamber gelecek

Sabahleyin heyecanla uyanan Hz. Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü'yâsını anlattı. O da dedi ki:- Bu rü'yâ karışık rü'yâlardan biridir. Bunun ta'bîri yapılamaz.Fakat bu söz O'nu tatmin etmemişti. Devamlı bu rü'yânın ta'bîrini düşünüyordu.Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra'ya rü'yâsını anlattı. Rü'yâ Bahîra'nın çok dikkatini çekti. Bunun için Hz. Ebû Bekir'e sordu:- Sen nerelisin?- Kureyş'tenim.- Tamam. Şimdi rü'yânı ta'bîr edeyim. Mekke'de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O'nun hidâyet nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken O'nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!..Hz. Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle devam etti:- Şimdi sen hemen memleketine dön! O'na ulaş! O'na vahiy gelmeye başladığında, git herkesten önce O'na îmân et!

Hz. Ebû Bekir bu ta'bîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:- Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır. Senin delîlin nedir?Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Peygamberliğime delîl, o rü'yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta'bîrini istedin. O âlim, Karışık bir rü'yâdır, i'tibâr edilmez dedi. Sonra râhib Bahîra, doğru ta'bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmeğe da'vet ederim.Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü:

Aklıma yatmıyor

Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç aklıma yatmıyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir yaratıcısı olması lâzımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün değildir. Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım. Bu durumu ancak O'na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir. Herkes O'ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim.Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz. Ebû Bekir'i İslâm'a da'veti düşünmüştü. Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, Sözleşmeden birleştik dediler.Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:- Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saâdete kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu. Arkadaşlarım dediği, Hz. Osman, Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahmân bin Avf, Hz. Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi.

Gelin îmân edin

Hz. Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının aşk ve şevkiyle, Mescid-i Harâma vardığında, dayanamayıp, müşrikler tarafına dönerek seslendi:- Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu âciz putlara tapıyor, onlara yüz sürüyorsunuz. Gelin, Allaha ve O'nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin!

Bunun üzerine müşrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler. Kendisini çok fecî şekilde dövdüler. Kabîlesinden gelen ba'zı kimseler, kendisini baygın bir hâlde evine götürdüler.Hz. Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi. Ayılması için yapılan bütün gayretlerden bir netîce alınamıyordu. Artık, ümitsiz bir şekilde başında beklemeye başladılar. Nihâyet akşam üstü biraz kendine gelir gibi oldu. Gözünü açar açmaz, ağzından çıkan ilk kelâm şu oldu:- Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O'na birşey oldu mu?Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:- Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?- Anneciğim, ben Resûlullaha birşey oldu mu diye soruyorum. O'nun hakkında bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birşey içerim.- Evlâdım, vallahi, O'nun hakkında bir bilgim yok. Onun için sana cevap veremiyorum. Sen biraz ye, kendine gel. Sonra O'nun durumunu öğrenirsin.- Hayır anne!.. Sen Ümm-i Cemil'e git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor. Acaba ne hâldedir?

Annesi de îmân etti

Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil'e durumu anlattı.Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil'in yardımıyla, yavaş yavaş Hz. Erkam'ın evine vardı. Peygamber efendimizi sağ sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı. Artık bütün ağrılarını unutmuştu. Peygamber efendimize dedi ki:- Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ'dır. Ona duâ etmenizi istiyorum. O da hidâyete kavuşsun!

Peygamber efendimiz duâ buyurdu. Böylece annesi de, îmân ile şereflendi ve ilk Müslümanlardan oldu.Resûlullah efendimiz Mi'râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ'be yanında mi'râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar. Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler.Müşrikler, Tamam, bu defa bir koz yakaladık diyerek Hz. Ebû Bekir'e gidip sordular: - Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs'e gidip geldin. İyi bilirsin. Mekke'den Kudüs'e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?- İyi biliyorum. Bir aydan fazla.

Mi'râcınız mübârek olsun!

Kâfirler bu söze sevindi. Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur dediler. Gülerek, alay ederek ve Hz. Ebû Bekir'in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, Senin efendin, Kudüs'e bir gecede gidip geldiğini söylüyor diyerek, Ebû Bekir'e sevgi, saygı gösterdiler.Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;- Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi.Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:- Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekir'e de sihir yapmış.Hz. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:- Yâ Resûlallah! Mi'râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni'metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!

Böylece Hz. Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini giderdi, diğerlerinin ma'nevîyatlarını güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz. Ebû Bekir'e Sıddîk dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.

Beraber hicret ederiz

Mekke'de müşriklerin, Müslümanlara yaptıkları baskılar ve işkenceler üzerine, Müslümanların çoğu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîne'ye hicret etti. Hz. Ebû Bekir de hicret için izin istediğinde, Resûl-i ekrem buyurdu ki:- Sabreyle. Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Beraber hicret ederiz.- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?- Evet vardır.Peygamber efendimizin bu cevapları, Hz. Ebû Bekir'i sevindirmişti.Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir hazırlıklara başladı. Hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı. Artık Mekke'de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müşriklerin hapse attığı mü'minler kalmıştı.Diğer taraftan Medîneli Müslümanlar, ya'nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya'nî Muhâcirleri çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi.Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hz. Ali'yi bırakıp, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp, Hz. Ebû Bekir'in evine gitti. Hz. Ebû Bekir'e buyurdu ki:- Hicret etmeme izin verildi.Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu: - Mübârek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim?Efendimiz cevap verdiler:- Evet... Anam-babam fedâ olsun

Hz. Ebû Bekir sevincinden ağladı. Gözyaşları arasında dedi ki:- Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır. Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl buyurunuz.- Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım.Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hz. Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi.Hz. Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zâtı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti.Safer ayının 27'si perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde, ba'zan sola, ba'zan sağa, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca dedi ki:- Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canım yüksek zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!- Yâ Ebâ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin? - Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim.Mağara kapısı önüne geldiklerinde, Hz. Ebû Bekir dedi ki:- Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem değmesin.

Ayağını yılan soktu

Sonra içeri girip, süpürüp temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da'vet eyledi.Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Hz. Ebû Bekir'in kucağına koyup uyudu. O zaman, Hz. Sıddîk'ın ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca buyurdu ki:- Ne oldu yâ Ebâ Bekr?- Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu.Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir'in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu.Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takip ederek mağaranın önüne geldiler. Mağaranın ağzının bir örümcek tarafından örüldüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler. İz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki:- İşte burada iz kesildi. Müşrikler dediler ki:- Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi. Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür.

İçeri bakmadan geri döndüler

Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken, içeride Hz. Ebû Bekir endişeye kapıldı. Kâinâtın sultânı efendimiz buyurdu ki:- Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir.Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler.Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar. Eylül ayının 20 ve Rebî'ul-evvelin 8. pazartesi günü Medîne'de Kubâ köyüne geldiler. O gün, Müslümanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu.Hz. Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı. Ona her zaman arkadaşlık etti. Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi.Bedir savaşında bir ara, İslâm askeri zorlanmaya başladı. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, Sa'd ve Sa'îd hazretlerini gönderdi. Sonra Hz. Ebû Zer'i gönderdi. Daha sonra da Hz. Ömer'i gönderdi. Bir saat geçtiği hâlde, zorlanma devam ediyordu. Bunu gören, Hz. Ebû Bekir, kılıcını çekip atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:- Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir'i ağlarken görünce buyurdu ki:- Yâ Ebâ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur.

Hz. Ebû Bekir'in îmânı

Hz. Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konuşmazdı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu kiEbû Bekir'in îmânı, bütün mü'minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir'in îmânı ağır gelir.) Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hz. Ebû Bekir'e nasîb olmuştur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malını vermekte, düşmana karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur.Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu kiMekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va'detti.) Bu âyet-i kerîmenin, Hz. Ebû Bekir'in fazîletini ve derecesinin yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir.Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir.Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi. Hz. Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hz. Ebû Bekir'i, bu defa geçeyim diye, malının yarısını alıp getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz sordu: - Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?- Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım.

Allah ve Resulünü bıraktım

Sonra Hz. Ebû Bekir'e dönüp sordu:- Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?- Yâ Resûlallah, evime birşey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım.Resûlullah efendimiz Hz. Ömer'e dönerek buyurdu ki:- İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.Hz. Ebû Bekir'in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu. Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.Hele Hz. Ömer tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp diyordu ki:- Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır.Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Dışarı çıkıp dedi ki:- Kim Resûlullah öldü derse, kılıcımla boynunu vururum!

Resûlullah da vefât edecektir

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs'ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskin edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:- Ey insanlar! Resûlullahın, Ben vefât etmiyeceğim dediğini içinizde duyan var mı?- Hayır, böyle bir söz duymadık.Sonra Hz. Ömer'e dönüp sordu:- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?- Hayır duymadım.Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:- Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyliyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde, Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir buyurmaktadır. Resûlullah, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.Sonra, Hz. Abbâs da buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi.Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, Şehîdliğin fazîletlerini anlatıyorlardı. Şehîdlerin şefâ'ati hakkında buyurdu ki:- Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ'at ederler.

Gazânız mübârek olsun

Bu sözleri işiten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel'in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hz. Nevfel'in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.Yaşlı annesi, Gazânız mübârek olsun dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.Hz. Nevfel'in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz. Ali'ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.Yaşlı kadın daha sonra, Hz. Ömer'e ve Hz. Osman'a rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.Hz. Ebû Bekir kendi kendine düşündü:Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O'na nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!

Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..

Daha sonra, Hz.Ebû Bekir, bütün kalbiyle:- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?Bu atlı, Hz. Nevfel'den başkası değildi.Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir buyurdu.Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, Yemâme cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.

 

Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 05-29-2009, 17:09   #2
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Adâletin timsâli ikinci büyük halîfe: Hz. ÖMER

Hz. Hamza'nın Müslüman olması üzerine, Mekkeli müşriklerin telâş ve endîşeleri had safhaya varmıştı. Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan biri de Müslüman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı. Bu beklenmedik hâdise, müşrikleri, büsbütün çileden çıkardı. Hz. Ömer bu sırada daha Müslüman olmamıştı. Bir gün, Resûlullah efendimizi, gördüğü yerde öldürmek niyetiyle evinden çıktı. Sevgili Peygamberimizi Mescid-i Harâm'da namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı. Habîb-i ekrem efendimiz, El-Hâkka sûre-i şerîfini okuyordu.Kalbim meyletti

Hattâboğlu Ömer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu. Ömründe böyle güzel sözler duymamıştı. Bunu kendisi, sonradan şöyle anlatır:“Dinlediğim bu sözlerin belâgatına, düzgünlüğüne, derli topluluğuna hayrân olmuş, niçin geldiğimi unutmuştum. Bu hâdiseden sonra, kalbimde İslâma karşı bir istek hâsıl oldu.”Bu hâdisenin, Hz. Ömer'in Müslüman olmasında mühim te'sîri olmuştur. Çünkü kalbini yumuşatmış, Müslüman olmasına zemin hazırlamıştır.Hz. Hamza'nın Müslüman olmasından üç gün sonra, Ebû Cehil, müşrikleri toplayıp dedi ki:- Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı. Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azâb gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi! Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Onu öldürecek kişiye, yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!

Bir anda Hattâboğlu Ömer'in kalbinden, İslâma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki:- Bu işi Hattâboğlundan başka yapacak yoktur.- Haydi Hattâboğlu! Görelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur.Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü. Giderken Nu'aym bin Abdullah'a rastladı.Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu:- Yâ Ömer, böyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun?- Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum.- Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir. Ona birşey olmasın diye titremektedirler. Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin!

Yakınlarınla uğraş

Bu söze çok hiddetlenen Hz. Ömer kılıcına sarıldı:- Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim.Nuaym bin Abdullah cevap verdi:- Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Saîd'in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular. Sen önce kendi yakınların ile uğraş!- Hayır, onlar Müslüman olamazlar.- Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor!

Bunun üzerine Hz. Ömer, kardeşini merak edip, öfkeyle hemen evlerine gitti. O sıralarda Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuş, eniştesi Saîd ile kızkardeşi Fâtıma bunu yazdırıp, Hz. Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı.Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Hz. Habbâb'ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince sordu:- Ne okuyordunuz?- Bir şey okumuyorduk.- Hayır, okuyordunuz. İşittiğim doğru imiş. Siz de O'nun sihrine aldanmışsınız!

Niçin utanmazsın?

Hz. Sa'îd'i yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fâtıma'nın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki:- Yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, âyetler ve mu'cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen de bundan dönmeyiz.Sonra Kelime-i şehâdeti okudu. Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle dedi ki:- Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın.- Sen temizlenmedikçe, onu sana vermem.Ömer bin Hattâb gusül abdesti aldı. Ondan sonra Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi. Ömer bin Hattâb güzel okurdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Kur'ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma'nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı.(Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O'nundur) [Tâhâ: 6] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı. Dedi ki:- Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?- Evet, öyle ya! Şüphe mi var?- Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok.Şaşkınlığı büsbütün artmıştı. Biraz daha okudu.(Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma'bûd yoktur. En güzel isimler O'nundur) [Tâhâ: 8] meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşündü. Sonra dedi ki:- Hakîkaten, ne kadar doğru.

Ömer ile kuvvetlendir

Habbâb bu sözü işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra müjdeyi verdi:- Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Ömer ile kuvvetlendir, buyurdu. İşte bu devlet, bu saâdet sana nasîb oldu.Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Hattâboğlu Ömer'in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen;- Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha götürür müsünüz? dedi. Zîrâ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu.Ömer bin Hattâb'ın Resûlullahı görmek için yola çıktığı sırada, Resûl-i ekrem, Hz. Erkâm'ın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Hattâboğlu Ömer'in geldiği, Erkâm'ın evinden görüldü. Kılıcı da yanında idi. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrafını sardı. Hz. Hamza dedi ki: - Ömer'den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum.Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Yol verin, içeri gelsin!

Îmâna gel yâ Ömer!

Cebrâil aleyhisselâm, daha önce, Ömer bin Hattâb'ın îmân etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah efendimiz, onu, tebessüm buyurarak karşıladı. Ömer bin Hattâb, Resûlullahın önünde diz çöktü. Resûlullah efendimiz, onu, kolundan tutup buyurdu ki:- Îmâna gel, yâ Ömer!

O da temiz kalb ile Kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kirâmın, sevinçten söyledikleri tekbîr sesleri göğe yükseldi.Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı:“Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı. Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullaha suâl ettim:- Yâ Resûlallah! Biz hak üzere değil miyiz?- Evet. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz. - Yâ Resûlallah! Mâdem ki biz hak üzerinde, müşrikler de bâtıl yoldadırlar, o hâlde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslâmı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız. Allahü teâlânın dîni, Mekke'de, hiç şüphesiz üstün gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız.Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâmı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya çıkalım.Kabûl buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harâma girdik. Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hz. Hamza'ya bakıyorlardı."

Beni bilen bilir

Hz. Ömer'in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hz. Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i sehâdet getirdi:- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh! Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Donup kaldı. Hz. Ömer bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki:- Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer'im. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!

Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar.Böylece, ilk defa Harem-i şerîfte açıktan namaz kılındı.Hz. Ömer, haksızlık karşısında çok hiddetli olduğu gibi, adâletin yerine getirilmesinde de o kadar şefkâtli idi. Bu yüzden adâleti ile meşhûr olmuştur.Bir gün at satın almak istedi. Atı tecrübe etmek niyetiyle biniciye verdi. Ata binen kimse, koştururken, at tökezleyip kazâya uğradı. Hz. Ömer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı. Sonunda durum, Kâdî Şüreyh hazretlerine intikal etti. Kâdî sordu:- At, sahibinin izniyle mi koşturuldu?Hz. Ömer dedi ki:- Hayır, ben denemek için koşturdum.Atı almak macbûriyetindesiniz

Bunun üzerine, kâdî şu hükmü verdi:- Şâyet at sahibinin rızâsı ile tecrübe edilseydi, sahibine iâde edilebilirdi. Fakat, siz sahibinden izin almadığınız için geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz.Hz. Ömer;- Hak ve adâlet husûsunda boynumuz kıldan incedir, deyip atın bedelini verdi.Hz. Ömer, sonu pişmanlık olan iş yapmazdı.Onun zamanında, Müslümanlar İslâmiyeti İran içlerine kadar yaydılar. İranlı meşhûr kumandan Hürmizân, teslîm olmamak için çok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini görünce teslîm oldu. Hz. Ömer, huzûruna çıkartılan Hürmizân'a sordu:- Bize söyliyeceğin bir şey var mıdır?- Var! Fakat önce ölecek miyim, kalacak mıyım bunu bilmem lâzımdır.- Konuş, sana zarar gelmiyecektir.- Ey büyük halîfe, önceleri biz İranlılar siz Arabları öldürüyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk. Ne zaman ki, Allah size peygamber gönderdi. Ondan sonra bizim üstünlüğümüz sona erdi. Siz azîz, biz zelîl olduk.

Söz vermiştiniz

Hz. Ömer, Enes bin Mâlik'e sordu:- Ne yapalım bunu?- Öldürmeyelim! Çünkü arkasında büyük bir kalabalık vardır. Belki onlar, ileride Müslüman olabilirler.- Fakat o, Resûlullahın kıymetli arkadaşlarını şehîd etti. Onu sağ bırakmamız uygun olur mu?- Yâ Ömer bunu öldürmememiz lâzımdır. Çünkü, “Konuş sana benden zarar gelmez” diye söz de vermiştin.Hz. Ömer, kim tarafından söylenirse söylensin, doğru sözü hemen kabûl ederdi. Enes bin Mâlik hazretlerinin bu sözleri üzerine, onu öldürmekten vazgeçti. Birçok sahâbînin şehîd olmasına sebep Hürmizân'ın hayatını bağışladı.Bir müddet sonra da, Hürmizân Müslüman oldu. Ayrıca onun vesîlesi ile birçok kimse îmâna geldi. Hz. Ömer eski can düşmanını bile maaşa bağladı. Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu. Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi.Hz. Ömer Şam'ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı.Hz. Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti.

Hakîr bir kavimdik

Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer'i de köle zannediyordu. Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler.Hz. Ömer buyurdu ki:- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder. Bu şekilde şehre girdiler. Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü. Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti.Halîfe Hz. Ömer, Şam'a gidiyordu. Şam'da vebâ hastalığı olduğu işitildi.Yanındabulunanların ba'zısı;- Şam'a girmiyelim, dedi. Bir kısmı da;- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım, dedi. Halîfe de buyurdu ki:- Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.

İlk karantina

Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerini çağırıp sordu:- Sen ne dersin?- Resûlullahtan işittim. “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu.Halîfe de;- Elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu, deyip, Şam'a girmediler.Böylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı. Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde, kirli hava ya'nî mikroplu hava, vebâ basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar.Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hz. Ebû Bekir'e ta'yîn edilen maaş kadar ücret alıyordu.Bu şekilde bir müddet devam edildi. Daha sonra, Hz. Ömer, geçim sıkıntısına düştü.Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ba'zıları toplanıp, bu durumu görüştüler. Zübeyr bin Avvâm hazretleri şöyle bir teklifte bulundu:- Kendisine söyliyerek maaşını artıralım.

Teklifi bildirelim

Toplantıda bulunan Hz. Ali buyurdu ki:- Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum. İnşâallah kabûl eder. Gidip teklifi bildirelim.Bu arada, Hz. Osman söz alıp buyurdu ki:- Ömer'in hak ve adâlette ne kadar ta'vîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim. Bunu, kızı Hafsa'ya anlatalım, o teklif etsin!

Hz. Osman'ın bu teklifi uygun görülerek, beraberce Hz. Hafsa'nın huzûruna vardılar. Aralarındaki konuşmaları anlattılar. İsim vermeden, yapılan teklifleri Hz. Ömer'e bildirmesini istediler.Hz. Hafsa babasının yanına varıp dedi ki:- Eshâbdan ba'zıları, senin maaşını az bulmuşlar. Bunun için maaşını artırmayı teklif ediyorlar.Hz. Ömer, bu teklife celâllenip sordu:- Kimdir onlar?- Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem.- Eğer kim olduklarını öğrenseydim, onlara gereken cezâyı verirdim. Allahü teâlâya duâ etsinler ki, arada sen varsın.Sonra kızı Hz. Hafsa'ya sordu:- Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi?- İki tane renkli elbisesi vardı. Elçileri onlarla karşılar, cum'a hutbelerini bunlarla okurdu.- Peki yediği en iyi yemek neydi?- Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi.- Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?- Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar, altımıza yayardık. Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik.

Artanı muhtâçlara vereceğim

Daha sonra Hz. Ömer buyurdu ki:- Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi. Kalanı ile yetinirdi. Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim. Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim. Ve bununla yetineceğim.Resûlullah efendimiz, ben ve Hz. Ebû Bekir, bir yol takip eden üç kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı. Diğeri de aynı yolu tâkip etti ve O'na kavuştu. Sonra üçüncüsü yola koyuldu. Eğer O da öncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer öncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz.Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Onların zarar görmemesi için, her türlü tedbiri alırlardı. Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır.

Bize sığınmışlar

Meselâ, Halîfe Hz. Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışına konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular.Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hz. Ömer, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gördü.Hz. Ömer, Abdurrahmân bin Avf'ın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki:- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat, bize sığınmışlar. Eşyâları çoktur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.Abdurrahmân bir Avf cevap verdi:- Çok iyi olur, çok güzel düşünmüşsün, hemen geliyorum.Sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti.Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hz. Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına şöyle anlattı:- Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Müslümanın bizi bekleyip, eşyalarımızın çalınmasına mâni olduğundan haberiniz var mı?- Müslümanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Üstelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar.- Hem de kim korudu biliyor musunuz?- Kimmiş?- Müslümanların Halîfesi Ömer.- Sen yanlış görmüşsündür. Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur.- Sizin gibi önce ben de inanamadım.- Sonra nasıl inandın?- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. Câmiye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum. “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi.

Daha ne duruyoruz?

Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, birşey söyliyecek hâli kalmamıştı.Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu - Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi? Diğerleri de bu söze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:09   #3
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Meleklerin bile hayâ ettiği halîfe: Hz. OSMAN

Hz. Osman, Müslüman olmadan önce ticâretle uğraşırdı. Zengin bir tüccârdı. Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. İ'tibârı yüksek idi. Hz. Ebû Bekir'in de arkadaşı, yakın dostu idi. Önemli işlerinde ona danışır, onun fikrini alırdı. Câhiliye devrinin pisliklerine bulaşmadı. Peygamber kızı olsa gerek

Müslüman olmasını şöyle anlatır:Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında ziyâretine gitmiştim. Bana dedi ki:- Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın. Bu kız çok güzel olup, sâliha biridir. Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek.Ben teyzemin bu sözüne çok hayret ettim. Çünkü, peygamber olarak bildiğim kimse yoktu. Hiç ortada böyle bir şey yok iken, teyzem bunları nereden çıkartmıştı. Şunu da biliyordum ki, teyzem pek çok lâf etmezdi. Benim hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti:- Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı. Sen O'nu bulmakta güçlük çekmiyeceksin!- Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyorsun. Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar.- Muhammed bin Abdullah'a peygamberliği bildirildi. Artık halkı hak dîne da'vete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen O'nun dînine girer kurtulursun. O'nun dîni, bütün âlemi aydınlatacaktır.Bu mes'ele benim zihnimi çok meşgûl etmeye başladı. Her önemli mes'elede fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir'e koştum. Teyzemin söylediklerini kendisine aynen bildirdim. Bana dedi ki:- Teyzen doğru söylemiş. Yâ Osman, sen akıllı adamsın. Hiç görmiyen, işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl tapınılır? O nasıl ilâh olarak kabûl edilir?- Yâ Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın farkındayım. Fakat çâre bulamamıştım.- Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi. Ben kendisinin peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni de huzûruna götüreyim, sen de îmân et!

Cennete da'vet eder

Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık. Bana buyurdu ki:- Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da'vet eder. Sen de bu da'veti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim.Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde yaptığı bu da'vet üzerine, hemen büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum.Daha sonra Resûlullaha, Şam'a gittiğimde gördüğüm rü'yâyı anlattım. Rü'yâmda, Ey insanlar, uyanın! Ahmed Mekke'de zuhûr etti diye nidâ işitmiştim. Sonra da Mekke'ye gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti.Hz. Osman, çok cömert idi. İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi.Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir toplantıda, sohbet buyururken: - Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu.

Sen benim sevdiğimsin

Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz de, Hz. Osman'ı yanına alıp buyurdu ki:- Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin.Hz. Âişe anlatır:Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi.İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler.Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber efendimiz oturdular. Hz. Osman'ı bu şekilde kabûl ettiler.Hepsi gittikten sonra sordum:- Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız. Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir?- Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem. İbni Mes'ûd hazretleri anlatır:Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti, asker sıkıntı içerisindeydi. Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf olunca buyurdu ki:- Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir.Hz. Osman bu sözü işitince, Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı. Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve Resûlullahı memnûn etmek istiyordu.

Bunlar nedir?

Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla satın alıp, Resûlullahın huzûruna getirdi. Peygamber efendimiz Hz. Osman'a sordu:- Yâ Osman! Bunlar, nedir?- Osman'dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir.Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, mü'minler sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp, şöyle duâ ettiler:- Yâ Rabbî! Osman'a çok ecir ver.Hz. Osman muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi. Fakat kendisi evde sirke ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı. Peygamber efendimiz şöyle duâ buyurmuştur:- Yâ Rabbî! Osman'ın geçmiş ve gelecek gizli, âşikâr bütün günâhlarını affet.Müslümanlar, Medîne'ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı. Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahûdîye âit idi.Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su vermiyordu. Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamıyor, fakir Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı.

Cenneti müjdeliyordu

Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu satın alıp, Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını müjdeliyor, açıkça Cenneti va'dediyorlardı. Bu müjdeyi işiten Hz. Osman, hemen Yahûdînin yanına varıp, pazarlığa başladı.Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi mümkün olmayan bir fiyat istedi. Bu duruma Hz. Osman çok üzüldü. Fakat ne yapıp yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullahı memnun etmek istiyordu. Yahûdîye dedi ki:- Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir teklîfim var. Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim. Böylece kuyu elinden çıkmamış olur. Kuyunun yarı hissesini bana sat. Birgün sen, birgün ben kuyuyu işletelim.Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı. Teklîf çok hoşuna gitti. On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi. Kuyunun başında bir gün Yahûdî, diğer gün Hz. Osman durup, su veriyorlardı. Yahûdî yine yüksek fiyatla suyu satıyor, Hz. Osman ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar, sıra Hz. Osman'a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı.Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyordu.Yahûdî oyuna geldiğini anladı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da aynı fiyatla Hz. Osman'a satmak istedi. Fakat Hz. Osman kabûl etmedi. Bir müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti. Hz. Osman yine kabûl etmedi. Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu satacaktı. Çünkü başka çâresi yoktu. Daha sonra Yahûdinin ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla diğer yarısını da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların ihtiyaçları için sebil edildi. Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip Hz. Osman'a hayır duâ ettiler.

Her adımına bir köle

Hz. Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnûn etmek, O'nun mübârek duâsına mazhâr olmak için fırsat kollardı.Bir gün Hz. Osman, Resûlullah efendimizi evine da'vet etti. Resûlullah buyurdu ki:- Yalnız beni mi da'vet ediyorsun? - Eshâb-ı kirâm da da'vetlidir.Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretlerini, bütün Eshâbına haber vermesi için yolladı. Kendisi de Hz. Ali ile, Hz. Osman'ın evine doğru yürümeye başladı.Hz. Osman geriden, Peygamber efendimizin adımlarını sayıyordu. Resûlullah bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevâbı verdi:- Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim.Da'vetten sonra da, saydığı adım kadar köle azâd etti.Hz. Ömer'den sonra üstünlük sırası, Hz. Osman-ı Zinnûreyn'e gelir. Bunun hilâfeti de ümmetin icmâ'ı ile sâbittir.Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi. Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb'in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları Müslüman olmaya da'vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler.

Osman'a verirdim

Bunun üzerine vahiy gelerek Rukayye Hz. Osman'a nikâh edildi. Rukayye, Bedir savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz. Osman'a nikâh edildi. Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme ni'metine kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi ma'nâsına Zinnûreyn denilmiştir.Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını vermiştir. İkinci kızı vefât edince;- Bir kızım daha olsaydı, onu da Osman'a verirdim, buyurmuştur.İkinci kızını verdiğinde, Hz. Osman'ı gâyet medhetmişti. Düğünden sonra kızı dedi ki:- Ey benim gözümün nûru babam! Hz. Osman'ı gâyet medheylediniz. Buyurduğunuz kadar değil.Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki:- Ey benim kızım! Osman'dan gökteki melekler hayâ ederler. Ey canım kızım, Osman'a çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur. Başka bir zaman da:- Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Osman'ın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım, buyurdu.Bir başka zaman da:- Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihâr etmiştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim, buyurdu.Resûlullah, Hz. Osman'a buğzeden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır.

Hakkında âyet nâzil oldu

İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar çoğalıp Medîne'ye geliyordu. Peygamberimizin mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Bizim mescidimizi bir zrâ genişleten Cennete gider. Hz. Osman dedi ki:- Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun! Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum.Mescidi 40 zrâ ya'nî 20 metre genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine, Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler ta'mîr eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır meâlindeki Tevbe sûresi 18. âyeti nâzil oldu.Hz. Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi. Güzel yazar, güzel konuşurdu. Hitâbeti kuvvetli idi. Kur'ân-ı kerîmi çok okurdu. Ezberi çok ileri derecede idi. Namazda, bir rek'atte bütün Kur'ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri de Hz. Osman'dır. Çok okuduğu için elinde iki mushaf eskimiştir. 12 sene hilâfet makâmında kalan Hz. Osman, çok cesûr idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştı. Bunun için halîfeliği çok başarılı geçmiştir. Bilhassa halîfeliğinin ilk yılları, İslâm târihinin altın yılları olmuştur. Devrinde birçok yerler fethedilmiştir. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika'nın birçok yerleri, O'nun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.

Resûlullah efendimiz haber verdi

Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta'yîn ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm memleketleri batıda İspanya'ya, doğuda, Kâbil ve Belh'e kadar genişledi.Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, meydana gelecek fitneleri zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem buyurdu ki:- O fitne günü bu şahıs, hidâyet üzere olacaktır.Kalkıp o şahsa baktılar. Osman bin Affân idi.O şahsı Resûl-i ekreme göstererek dediler ki:- Yâ Resûlallah. Bu mudur?Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Evet.Yine aynı husûsta Hz. Âişe-i Sıddîka'dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte buyurulmuştur kiYâ Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir gömlek giydirecek. Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu çıkarma!) Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz. Osman, muhâsara edildiği zaman halîfelikten çekilmemiştir.Halîfeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi:- Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz.

Benim kulağımı çek

Bu söz Hz. Osman'a çok te'sîr etti. Buyurdu ki:- Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim.Genç, Hz. Osman'ın kulağını çekti. Hz. Osman;- Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki:- Siz Kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum.Hz. Osman buyurdu ki:- On şey çok zâyi olmuştur: Suâl sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal, binilmeyen vâsıta, dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.Hz. Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi. Bütün Arabistan, Afrika'nın büyük bir kısmı, Irak, Hindistan, Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın idâresi altına girdi. İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar götürüldü.Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu. Böylece Müslümanların sayısı milyonları buldu. Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı. Münâfıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar.

İbni Sebe yapıyordu

Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları birbirine düşürmek için el birliği ederek gece gündüz çalışıyordu. Bunların elebaşılığını da Yemenli bir Yahûdî olan, Abdullah bin Sebe yapıyordu.Mısır'da fitneci kimseleri başına topladı. Kurduğu bir teşkilâtla, câhil ve başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana getirdi.Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medîne'ye kadar yürüyüp Halîfeyi indirmek istediler. Hz. Osman'ın evini kuşattılar. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Talhâ, Hz. Osman'ın kapısında nöbet tutuyorlardı.Hz. Osman, evini saran âsîlere seslenip dedi ki:- Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin!İstediği iki kişi gelince onlara sordu:- Resûl-i ekrem efendimiz, Medîne'ye teşrîf ettiği vakit, Müslümanlar susuzluktan kırılıyordu. Peygamber efendimiz, Rûme kuyusunu satın alıp, Müslümanlara bedava su veren kimseye Cenneti va'detti. Bu va'd üzerine kuyuyu satın alıp, Müslümanlara vakfeden ben değil miyim?- Evet sen idin?- Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil miyim?- Evet sendin?- Mescid dar geldiği vakit, Resûl-i ekrem efendimiz, Cennette daha hayırlısını almak üzere, falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder buyurduğu vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim?- Evet sensin.- Resûl-i ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında otururken, dağ sallanmaya başladığında, Ey Sebir dağı dur! Zîrâ senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur! buyurmadı mı?- Vallahi doğru söylüyorsun. Aynen öyle oldu.

Fitneden koru

Hz. Osman, Allahü ekber diye tekbîr aldı. Sonra:- Şâhid olun ki, ben şehîdim, buyurdu.Bu sırada, âsîler duvarı atlayarak içeri girdiler. Hz. Osman Kur'ân-ı kerîm okurken, saldırıp şehîd ettiler. Son nefesini verirken şöyle duâ etti:- Yâ Rabbî, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden koru! Bunu üç defa tekrarladı.Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri anlatır:Muhâsara esnâsında, Hz. Osman'ın yanına gittim. Bana şunu anlattı:Bu gece rü'yâmda, şu pencereden Resûl-i ekrem efendimizi gördüm. Aramızda şu konuşma geçti:- Osman seni muhâsara ettiler öyle mi? - Evet yâ Resûlallah!- Seni susuz bıraktılar öyle mi? - Evet yâ Resûlallah!

ftârı bizimle yap

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz bana bir bardak su verdi. Ve ben bu suyu içtim. Göğsümde soğukluğunu hâlâ duyuyorum. Bana buyurdu ki:- İstersen seni onlara galip getirelim veya istersen iftârı bizim yanımızda yap!- Yâ Resûlallah, ben sizin yanınızda iftâr etmeyi tercîh ederim.Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman'ın yanından çıktıktan sonra isyâncılara dedi ki:- Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür. Öldürülen her halîfe için de onbeş bin kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hz. Osman'ın üzerinizde çok hakkı vardır.Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.Hz. Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü kucağına alırdı.Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi.- Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum. Eğer ölürse göstereceğim sabır ve metânetten dolayı alacağım sevâb daha büyük olur.

Bire yediyüz verene verdik

Bir defasında Medîne'de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman'ın Şam'dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler. Hz. Osman dedi ki:- Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim.Eshâb-ı kirâm durumu Hz. Ebû Bekir'e bildirip dediler ki:- Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:- Hz. Osman Resûlullahın dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim.Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman'ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki:- Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler.Hz. Osman şu cevabı verdi:- Evet ey Resûlullahın halîfesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana verdik.Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medîne'de bulunan fakîrlere, Eshâb-ı kirâma bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakîrlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir bu işe çok sevinip, Hz. Osman'ın alnından öptü.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:09   #4
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı: Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİB

Hz. Ali Resûlullah efendimizin amcasının oğludur. Hâne-i saâdette büyüdü. 10-12 yaşlarında iken, birgün Resûlullah ile Hz. Hatice'nin beraber namaz kıldığını gördü. Namazdan sonra Resûlullaha sordu:- Bu nedir? - Bu Allahü teâlânın dînidir. Seni bu dîne da'vet ederim. Allahü teâlâ birdir, ortağı yoktur. Lat ve Uzza isimli putları terketmeni emrederim.- Önce babama bir danışayım.- İslâma gelmezsen, bu sırrı kimseye söyleme!

Hz. Ali ertesi sabah, Resûlullahın huzuruna gelerek dedi ki:- Yâ Resûlallah! Bana İslâmı bildir.

Bunun için göremiyorum

Böylece Müslüman oldu. Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir.Peygamberimiz, bazen kuşluk vaktinde, Mekke vâdilerine doğru çıkıp gider, Hz. Ali de, babası Ebû Tâlib'den, bütün akrabâlarından ve halktan gizli olarak Peygamberimizle birlikte gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de, dönerlerdi.Birgün, Hz. Ali'nin annesi Fâtıma hâtun, kocası Ebû Tâlib'e dedi ki:- Ali'nin, Muhammed'in yanına devam ettiğini görüyorum. Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremiyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum!- Demek, oğlumu bunun için göremiyorum?Hemen, Peygamberimizle Hz. Ali'nin ardına düştü. Onlara, Batn-ı Nahle vâdisinde, namaz kıldıkları sırada, rastladı. Peygamberimize sordu:- Ey kardeşimin oğlu! Edindiğini gördüğüm bu din, ne dînidir?- Ey Amca! Bu, Allahın dînidir. Allahın meleklerinin dînidir. Allahın peygamberlerinin dînidir. Babamız İbrâhim'in dînidir ki, Allahü teâlâ, beni, Peygamber olarak bununla, bütün kullara gönderdi.Ey Amca! Doğru yola çağıracağım kimselerden, buna, en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki da'vetimi kabûl etmeye ve bana yardımcı olmaya, sen, herkesten daha lâyıksın! Peygamberimiz, amcasını, İslâmiyete, tevhîde, Allahın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye da'vet etti. Ebû Tâlib dedi ki:- Vallahi, yaptığınız veya söyledikleriniz şeylerde bir mahzûr yoktur. Ey kardeşimin oğlu! Ben, atalarımın dîninden ve ona bağlılıktan ayrılmaya güç yetiremiyeceğim. Fakat, sen, gönderildiğin şey üzerinde dur!

Ben sağ oldukça

Ebû Tâlib şöyle devam etti:- Vallahi, ben sağ oldukça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar, sana, hoşlanmıyacağın bir şey erişmeyecektir!

Hz. Ali'ye de, hoşlanmayacağı bir şey söylemedi. Ona sordu:- Ey oğulcuğum! Üzerinde bulunduğun bu din, nedir?- Babacığım! Ben, Allaha, Allahın Resûlüne îmân ve onun, Allah tarafından getirdiklerini de, tasdîk ettim. O'na tâbi oldum!- O, seni, ancak, hayır ve iyiliğe da'vet eder. Sen, onun yolunu tutmakta devam et! Yavrum! Amcanın oğlunun da'vet ettiği şeye, senin de, istiyerek girmen, yaraşır.Sevgili Peygamberimiz Allahü teâlânın emriyle Mekke'den Medîne'ye hicret ederken Hz. Ali'ye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emânetleri sahiplerine vermesini söyliyerek buyurdu ki:- Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez! Hz. Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Habîbullahın yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini fedâ etmeye hazırdı.

Burada ne bekliyorsun?

Hicret gecesi müşrikler, Resûlullah efendimizin saâdethânelerinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz, evlerinden çıktılar. Yâsîn-i şerîf sûresinin başından on âyet-i kerîmeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtılar. Resûlullah efendimiz sıhhat ve selâmetle aralarından geçip, Hz. Ebû Bekir'in evine ulaştı. Müşriklerden hiçbiri onu görememişti.Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu:- Burada ne bekliyorsunuz?- Evden çıkmasını bekliyoruz.- Yemîn ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı.Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakîkaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler.Hz. Ali'yi, Resûl aleyhisselâmın yatağında görünce, Resûl-i ekremin nerede olduğunu sordular. Hz. Ali cevap verdi:- Bilmem! Beni, onun muhâfazasına me'mur mu ettiniz?Bunun üzerine Hz. Ali'yi tartakladılar. Kâ'be'nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Hz. Ali, Resûlullah efendimizin Kâ'be-i şerîfte devamlı bulundukları makâma oturdu. “Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın!” diye nidâ ettirdi. Herkes gelip, nişânını söyleyerek emânetini aldı. Böylece emânetler sâhiplerine teslim edildi.Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, Hz. Ali'nin kanadı altına sığındılar. Resûlullahın saâdethâneleri Mekke'de olduğu müddetçe, Hz. Ali de orada kaldı. Allahın arslanı Hz. Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki:- İnşâallahü teâlâ yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin!

Nihâyet Ali'de hicret etti

Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, Hz. Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyâlarını toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabâları ile berâber yola koyuldu. Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ'da yetişti.Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hâle gelmişti. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, Hz. Ali'yi görünce hâline acımış, Onu kucaklamış, mübârek elleriyle nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine âfiyeti için duâ buyurmuştu. Bunun üzerine; (İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder) [Bekara 207] meâlindeki âyet-i celîlesi nâzil oldu.Peygamber efendimiz, bir gece eve vardıklarında buyurdu ki:- Yâ Âişe! Hiç yemeğin var mıdır? Sözleri biter bitmez kapı çalındı. Kapı açıldığında, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin gelmiş olduğunu gördüler. Peygamber efendimiz sordu: - Bu vakitte gelmenizin sebebi nedir?- Yâ Resûlallah! Üç gündür birşey yemedik. Çok acıktık. Mübârek yüzünüzü görerek açlığımızı unutmak için geldik.

Hasan ile Hüseyin de açtır

Hz. Ali ayrıca dedi ki:- Yâ Resûlallah! Hz. Fâtıma ile Hasan ve Hüseyin de üç gündür açlar.Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Üç gündür ben de birşey yemedim. Sonra Hz. Ali dedi ki:- Yâ Resûlallah! Dün yoldan geçerken Mu'âz bin Cebel'in avlusundaki hurma ağacında, hurmalar gördüm.Peygamber efendimiz:- Kalkınız, Mu'âz'ın evine gidelim. Bizi hurma ile misâfir etsin, buyurdu.Resûlullah efendimiz ve üç büyük Eshâbı, Hz. Mu'âz'ın kapısına vardılar. Hz. Ebû Bekir:- Yâ Mu'âz devlet kuşu başına kondu. Allahın Resûlü evine teşrif etti, diye seslendi.Fakat, evde bu sesi kimse duymadı. Yalnız Mu'âz hazretlerinin küçük kızı duymuştu. Annesine, Hz. Ebû Bekir'in kapıya geldiğini söyledi. Annesi inanmadı ve dedi ki:- Kızım, bu vakitte Hz. Ebû Bekir'in kapımızda işi ne?Tekrar yattılar. Sonra Hz. Ömer ve Hz. Ali seslendi. Kız çocuğu tekrar annesine gitti ise de annesini inandıramadı. Yine yatıp uyudular. Daha sonra Peygamber efendimiz, “Yâ Mu'âz!” diye seslenince, kızcağız, bu sefer, babasına gidip seslendi:- Babacığım, ne duruyorsun, başımıza devlet kuşu kondu. Allahü teâlânın Resûlü ve üç Eshâbı kapıya gelmişler, seni çağırıyorlar.

Hurmalar hiç eksilmedi

Mu'âz hazretleri hemen kapıya koştu. Misâfirlerini içeri aldı. Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Yâ Mu'âz! Üç gündür ben ve Eshâbım hiç yemek yememişiz. Dün Ali yoldan geçerken sizin avludaki hurma ağacında hurmalar görmüş. Geldik ki bizi hurma ile misâfir edesin!

Hz. Mu'âz çok üzülerek cevap verdi:- Yâ Resûlallah! Bugün hurmaları toplayıp bir kısmını yedik, geri kalanını da fakîrlere dağıttık. Hiç hurmamız kalmadı.Bunun üzerine Peygamber efendimiz, evde gördüğü büyük bir sepeti Hz. Ali'ye vererek buyurdu:- Yâ Ali, bu sepeti eline al! Hurma ağacının yanına var! Benden selâm söyle, Resûlullah senden hurma istiyor diye söyle!

Hz. Ali emredildiği şekilde gidip, Resûlullahın selâmını söyleyince, ağaç hurma ile doldu. Sepeti doldurup getirdi. Herkes yediği hâlde hurmalardan hiç eksilme olmadı.Muhtaç olduğu hâlinden belli olan fakîr biri, Hz. Ali'nin huzûruna gelip oturdu. Hz. Ali kendisine sordu:- Benden bir isteğin mi var?Adam utancından, söz ile cevap veremeyip işâret ile muhtaç olduğunu bildirdi. Hz. Ali yanında bulunan, giyecek ve yiyecekleri verdi.Muhtaç kimse çok sevindi, sonra da çok güzel bir beyit okudu. Okuduğu beyitten hoşlanan Hz. Ali, çocukları için ayırdığı üç altını da verdi.

Değeri yaptığıyla ölçülür

Fakîr, sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Hz. Ali, Peygamber efendimizden işittiği şu hadîs-i şerîfi ona naklettiHerkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür.) Harbin birinde, Hz. Ali'nin ayağına bir ok saplandı. Ok, kemiğe girdiği için çıkarılamadı. Sonra doktor çağırdılar. Doktor dedi ki:- Bu oku çıkartabilirim. Fakat, çok ağrı yaptığı için tahammül edilemez. Onun için bayıltmam lâzım.Hz. Ali şöyle cevap verdi:- Bayıltmana lüzûm yok. Biraz bekleyin, namaz vakti girince namaza duracağım. O zaman ayağımdaki oku çıkartırsınız.Dediği gibi yaptılar. Namaza durunca ayağını yarıp oku çıkardılar, hiçbir şeyi hissetmedi.İşte büyüklerimiz böyle namaz kılarlardı.Hz. Ali buyurdu ki:- Müslümanlar, âhırete inanıyor. Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmıyanlar birşey kazanmaz, müslümanlar da, zarar etmezdi.Fakat, kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir.Peygamber aleyhisselâm, birgün kızı Hz. Fâtıma'nın evine teşrif etmişti. Hz. Ali'yi evde bulamayınca kızına sordu:- Amcamın oğlu nerededir?- Babacığım, aramızda küçük birşey olmuştu da, dışarı çıktı.

Ali nerededir?

Resûl-i ekrem efendimiz, Hz. Ali'yi aramaya çıktı. Yolda rastladığı Hz. Sehl'e sordu:- Ali nerededir, gördün mü? Hz. Sehl arayıp, mescidde olduğunu haber verdi.Resûlullah Hz. Ali'nin yanına geldi. Hz. Ali, toprağın üzerine yatmış, hırkası omuzundan düşmüş, vücudu toz-toprak içinde kalmıştı.Resûl-i ekrem bir taraftan toprakları silkeliyor, bir taraftan da:- Kum, yâ Ebâ Türâb! Ya'ni kalk, ey toprağın babası, diyordu.Fahr-i kâinat efendimiz, Hz. Ali ile birlikte evlerine gittiler.. Hz. Ali kendisine, Ebû Türâb denilmesinden çok hoşlanırdı.Çünkü bu lakâb, ona, Allah Resûlünün verdiği ma'nevî bir taltif idi.Bir gün Hz. Ali'nin annesi Fâtıma hâtun, Ebû Tâlib'e sordu:- Oğlun nerede?- Ne yapacaksın onu?- Âzâdlı kadın kölem, Ecyad'da, onu, Muhammed'le birlikte namaz kılarken gördüğünü, bana haber verdi.Sonra da Ebû Tâlib'e, “Sen, oğlunun dînini değiştirmesini uygun görüyor musun?!” diye çıkışınca, Ebû Tâlib şu cevâbı verdi:

Üstünlük sırası

- Sus! Amcasının oğluna arka ve yardımcı olmak, elbet, herkesten çok, ona düşer! Eğer, nefsim, Abdülmuttalib'in dînini bırakmak husûsunda bana boyun eğmiş olsaydı, ben de, muhakkak, Muhammed'e tâbi olurdum! Çünkü, o, halîmdir, emîndir, tâhirdir!

Bu cevap üzerine, Fâtıma hâtun da, sustu.Osman-ı Zinnûreyn'den sonra üstünlük sırası Hz. Ali'dedir. Hilâfeti, ümmetin icmâ'ı ile sâbittir. Resûlullah, kızı Hz. Fâtıma'yı ona nikâh etmiştir. Daha önceleri de putlara saygı göstermediği için, “kerremallahü vecheh” lakâbı verilmiştir. Allahın, kerîm, şerefli, mübârek kıldığı yüz, ma'nâsındadır.Hz. Ali buyurdu ki:Ben, Resûlullah efendimizden işittim, şöyle buyurduAkıllı insana yaraşan; geçim husûslarının, âhıreti ilgilendiren hâllerin ve aîlevî mes'elelerin dışında, konuşmamaktır. Aklı başında olana yaraşan, hâline bakmak, dilini ve karnını faydasız şeylerden ve harâmdan korumaktır.) Hz. Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp, böyle eğlenip neş'elenmelerinin sebebini sorduğunda, onlar dediler ki:- Bugün bayramımızdır.Bunun üzerine Hazret-i Ali de buyurdu ki:- Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır.Hz. Ali buyurdu ki:- Amellerin en fazîletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günâh işliyeni sevmemektir. Kim ki iyiliği emrederse, mü'minin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur. Kim de kötülüğü men eder ve ondan vazgeçirirse, münâfığın burnunu yere sürtmüş olur.Hz. Ali Hendek savaşında, bir düşman askerini altedip, yere yatırdı. Kılıcını çekti. Tam vuracağı zaman, düşman askeri Hz. Ali'nin yüzüne tükürdü.

Niçin öldürmedin?

Hz. Ali kılıcını kınına koydu. Onunla savaşmaktan vazgeçti. Ölümünü bekleyen kimse, bu işten bir şey anlamadı. Hayretle kendisine sordu:- Kılıcını çekmiştin. Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin? Öfken birden yatıştı.Hz. Ali şöyle cevap verdi:- Ben kılıcımı Allah için vuruyordum. Ben Allahın arslanıyım. Nefsin esîri değilim. Sen, benim şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim. Hâlbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır.Hz. Ali, hayvanlarını kuyudan su çekerek sulayan bir bedevî ile anlaştı. Kuyudan çekeceği her kova su için, bedevîden bir avuç hurma alacaktı. Hz. Ali su çekmeye başladı. Son kovayı çekerken, kovanın ipi kopup, kova, derin kuyunun içine düştü.Bedevî, kızgınlıkla Hz. Ali'nin mübârek yüzüne bir tokat vurup ücreti olan hurmayı da verdi. Hz. Ali kovayı kuyudan çıkardı. Bedevîye verip oradan uzaklaştı.

Onun dîni haktır

Bedevî, Hz. Ali'nin, derin kuyudan kovayı çıkarmasına hayret edip, kendi kendine, “Eğer onun dîni hak olmasaydı, bu derin kuyudan kovayı çıkaramazdı. Küstahlık yapan el bana lâzım değil” diyerek elini kesip Hz. Ali'nin evine gitti.Hz. Ali kapıyı açıp Bedevîyi görünce, içeride bulunan Resûlullaha haber verdi. Peygamber efendimiz, Bedevîye, niçin böyle hatâ ettiğini sordu. Bedevî, ağlayarak yaptığı küstahlıktan özür dileyip îmâna geldi. Resûlullah, kesik eli yerine koyup duâ buyurdu. Hak teâlânın izni ile eli sapasağlam oldu.Hz. Ali, şehîd edileceği gün sabah namazına giderken yolda şu beyiti okuyordu:Ölüme hazır ol ki, ölüm elbet gecikmez,Ölüm gelince artık feryâd fayda vermez.Ramazan-ı şerîfin 17. Cum'a günü sabah namazına giderken, İbni Mülcem tarafından kılıçla alnına vurularak şehîd edildi. Kûfe'de, ya'nî Necef denilen yerde medfûndur. Diğer üç halîfe gibi Cennetle müjdelenenlerdendir.Hz. Ali'nin kızı ve aynı zamanda Hz. Ömer'in hanımı olan Ümmü Gülsüm, hâdiseyi duyunca dedi ki:- Babam da, kocam Ömer gibi sabah namazında suikaste uğradı.Hz. Ali, vefât etmek üzere iken buyurdu ki:- Yemînle söylüyorum ki, umduğuma kavuştum.Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.

Altı nasîhat

Peygamber efendimiz Hz. Ali'ye buyurdu ki:- Yâ Ali! Altıyüz bin koyun mu istersin, yahut altıyüz bin altın mı veya altıyüz bin nasîhat mı istersin? - Altıyüz bin nasîhat isterim.Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:- Şu altı nasîhata uyarsan, altıyüz bin nasîhata uymuş olursun.1. Herkes nâfilelerle meşgul olurken, sen farzları îfa et. Ya'nî farzlardaki rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müstehabları îfa et!2. Herkes dünya ile meşgul olurken, sen Allahü teâlâyı hatırla! Ya'nî din ile meşgul ol, dîne uygun yaşa, dîne uygun kazan, dîne uygun harca!3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara! Kendi ayıplarınla meşgul ol!4. Herkes, dünyayı imar ederken, sen dînini imar et, zînetlendir!5. Herkes halka yaklaşmak için vâsıta ararken, halkın rızâsını gözetirken, sen Hakkın rızâsını gözet! Hakka yaklaştırıcı sebep ve vâsıtaları ara!6. Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et!

Hz. Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdûd adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Müslümanlardan kimse Amr'ın da'vetine cevap vermedi. Çünkü Resûlullahtan emir bekliyorlardı. Amr'ın meydan okuması yedi kere devam etti.Yedincide Resûlullah efendimiz, Hz. Ali'yi çağırıp huzûruna oturttu ve buyurdu ki:- Yâ Ali! Benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûd'un önüne yiğitçe, cesâretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endîşe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum.

Avını gözetliyen arslan

Hz. Ali kılıcını kuşandı. Atına bindi. Avını gözetliyerek giden bir arslan gibi, Amr'ın önüne varıp dedi ki:- Yâ Amr! Duydum ki sen Kâ'be'nin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyşten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın.- Evet öyle söz verdim.- Biliyorsun ben Kureyş'tenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabûl et! Birinci isteğim, Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselâmın O'nun Resûlü olduğunu kabûl ve tasdîk etmendir.- Bunu kabûl etmiyorum, başka ne istiyorsun?- İkinci isteğim, bu iki kuvveti hâllerine bırakıp, Mekke-i mükerreme'ye gitmendir.- Bunu kabûl ettim, yalnız Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın başlarını keserim.- Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?- Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem.- Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim.Hz. Ali'nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz. Ali'ye doğru yürüdü. Hz. Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hz. Ali bir fırsatını bulup, Amr'ın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı. Artık işi bitti, diyerek geriye dönmüş gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hz. Ali'ye fırlattı. Hz. Ali de hemen geri dönüp Amr'ı öldürdü.Resûlullah efendimiz tekbîr getirip buyurdu ki:- Ali'nin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır.

Dünya aldatır

Hz. Ali'nin hikmetli sözleri çoktur. Bunlardan ba'zıları şunlardır:Affetmek fazîlettir. Kararlı olmak metâ'dır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zâyi olmaktır. Yalancılık hıyânettir. İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır. Güleryüzlülük ihsândandır. Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler. Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Hased yıpratır, nefret çökertir.Akıllı kimse, günâhlarını tevbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.Hz. Ali, Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır. Bu savaşta Hz. Ali'nin gözleri ağrıyordu. Resûlullah efendimiz onu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya duâ etti. Hz. Ali'nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı.Bu savaşta, yahudilerin meşhur pehlivanı Merhab:-Hayber halkı iyi bilir ki: ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silâhlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab'ımdır. Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir, diyerek Müslümanlardan er diledi. Bunun üzerine Hz. Ali:-Ben oyum ki: anam bana Haydar, Arslan adını takmıştır! Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir, diye şiir söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi.Bu şiir Merhab'a o gece gördüğü rüyâyı hatırlattı. Rüyâsında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü. Hz. Ali, Merhab'la karşı karşıya geldiğinde, Merhab'ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab'ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti. Başını, ikiye ayırdı. Merhab'ın başına inen kılıncın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargâhında bulunan Ümm-i Seleme:-Merhab'ın dişlerine kadar inen kılıcın sesini ben de işittim, demiştir.Hz. Ali, o gün yahudilerin en namlı kişilerinden sekizini öldürmüştür.Hayber gazâsından dönen Hz. Ali'ye Peygamber efendimiz:-Yâ Ali, eğer halk, Îsâ'ya söylediklerini söylemiyecek olsalardı, senin hakkında çok sözler söylerdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifâ için hastalarına verirlerdi. Seni şehid ederler. Âhırette havzımın üzerinde halîfemsin. Cennete en önce sen girersin. Seni sevenler nurdan minberler üzerinde olur, buyurunca, Hz. Ali şükür secdesi yaptı.Hz. Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına tâyin ettiği kimseye şöyle derdi:-Sana Allahtan korkmanı tavsiye ederim. O, hem dünyaya, hem de âhirete mâliktir. Vazîfene sarıl. Seni Allaha yaklaştıracak olana yapış. Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın.Sakif'ten bir zat anlatır:Hz. Ali, beni vâli tâyin etti ve şehrin halkının yanında bana şöyle dedi:-Vergiyi tam olarak al! Bu işte sakın sende bir zaaf görmesinler.Daha sonra bana şöyle dedi:-O sözü onların yanında söylememin sebebi, onlar hîlekâr bir kavimdir. Onlara âit bir elbiseyi, yedikleri bir şeyi, taşıt olarak kullandıkları bir hayvanı alıp satma. Para yüzünden onları kırbaçlama ve ayakta da bekletme. Vergi olarak aldıklarından, onlara bir mal satma! Eğer bu sözlere muhâlefet edersen Allah benim yerime seni yakalar. Emre muhâlif bir hareketini duyarsam seni azlederim.Hz. Ali, İslamiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç sene Peygamber efendimizin yanında, O'nun huzur ve hizmetlerinde bulundu. Peygamber efendimizin sevgi ve iltifatlarına kavuştu. Mekkeli müşriklerin bütün eza ve cefalarına katlanarak Peygamber efendimizin en yakın yardımcılarından oldu.Mescid-i Nebevi'nin inşaatında çok gayret gösterdi. Bedr, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazalarda bulundu ve fevkalade gayret ve kahramanlık gösterdi. Yalnız Uhud Gazasında on altı yerinden yara aldı. Pekçok gazada Resulallah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı Hz. Ali'ye teslim etmiştir.

Vâhiy kâtipliği yaptı

Hz. Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazife aldı. Hayber Gazasında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta, ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmıştır. Huneyn Gazasında da büyük kahramanlıklar gösteren Hz. Ali, Tebük Gazasında, Resulullah efendimiz tarafından vazifeli olarak Medine'de bırakıldığı için bulunamadı. Daha sonra Yemen Muharebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi. Mekke-i mükerreme feth edilince, Kabe'deki putları imha vazifesi ona verildi.Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mübarek vazife, ona ve Hz. Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kusem'e nasib oldu. Definden sonra halife seçilen Ebu Bekr'e biat edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zatlardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömer'in halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı. Hz. Osman'ın da halifeliğine biat edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı.Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra 656 Zilhicce ayında halife oldu. Hz. Osman'ı şehit edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe' ismindeki Yahudi, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devam etti. Cemel (Deve) Vak'ası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddika esir alınınca, Hz. Ali hürmet ve ikram edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebu Bekr ile Medine'ye gönderdi. Bir sene sonra Sıffin denilen yerde Hz. Muaviye'nin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara harici denildi.660 senesinde Ramazan-ı şerif ayının on yedinci Cuma günü sabah namazına giderken İbn-i Mülcem adlı bir harici tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi. Kabirleri Necef denilen yerdedir.Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükun ve huzur bulamamıştır. Hükumet idaresinde Hz. Ömer'in yolunu tutmuştur. Her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasına çalışır, halka şefkat gösterirdi. Her tarafta askeri birer merkez vücude getirmişti.Hakkında bir kaç ayet-i kerime nazil olup, pek çok hadis-i şerifle medhedildi. Ehl-i sünnetin gözbebeği, evliyanın reisi, kerametler hazinesidir. Adalet, ilim, cömertlik, merhamet ve diğer yüksek faziletleri kendisinde toplamıştır. Peygamber efendimiz Hz. Ali'ye cömertlerin sultanı manasına Sultan-ül-eshiya buyurmuşlardır.Buğday benizli, orta boylu, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı ve sık sakallı görünüşe sahib olan Hz. Ali, ilim ve amel bakımından en yüksek derecede idi. Allah korkusundan devamlı ağlardı. Namaza durunca, alem alt-üst olsa, haberi olmazdı.Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'dan Hasan, Hüseyin ve Muhsin adında 3 erkek, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adında iki kızı olmuştur. Hz. Fatıma'dan sonra evlendiği hanımlarından 15 erkek, 16 kız çocuğu olmuştur.Hz. Ali, fevkalade beliğ ve fasih konuşurdu. Peygamber efendimizden sonra, onun derecesinde beliğ hutbe okuyacak bir başkası yok idi. Arap lisanının ilk kaidelerini koyan odur. Bu sebeple Kur'an-ı kerimin lisanına herkesten çok aşina idi. Devamlı Peygamber efendimizin yanında bulunması ve onun feyizli nurlarına ilk kavuşanlardan olması sebebiyle Kur'an'ın hükümlerini en iyi bilen o idi. Tefsire dair birçok rivayetler bildirmiştir. Bilhassa ayetlerin iniş sebepleri konusunda birçok rivayetleri vardı. Bu konuda buyuruyor ki:-Sorunuz, bana ne sorarsanız, size cevabını veririm. Allahın kitabını bana sorunuz. Vallahi bir ayet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nazil olduğunu bilmiyeyim. Bu sebeplerden dolayı, hakkında birçok rivayet olup, anlaşılması güç meselelerde, onun rivayeti tercih edilmiştir. Hacc-ı Ekber'in kurban bayramı olduğuna dair olan rivayeti gibi.Hz. Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vakıftı. Bu hususta herkesin müracaat kapısıydı. Bizzat Resulullah efendimizden duyarak yazdığı bir hadis sahifesi vardı. Bu sahife, Sahifetü Ali bin Ebi Talib adıyla 1986'da yayınlanmıştır. Kendisinden 586 hadis-i şerif bildirilmiştir. Bunlardan 20 tanesi hem Buhari'de, hem de Müslim'de bulunur. Bundan başka 9 hadis-i şerif Buhari'de, 15 hadis Müslim'de, tamamı da Ahmed bin Hanbel'in Müsned adlı kitabında vardır.Hz. Ali, Eshab-ı kiramın en büyük fıkıh alimlerindendi. Halledilemeyen mevzular ona havale edilirdi. Hatta Hz. Ömer buyurur ki:-Şayet Hz. Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.Fıkha dair bildirdiği hükümler, Mevsûatü Fıkhı Ali bin Ebi Talib adıyla yayınlanmıştır.Hz. Ali'nin hikmetli sözleri birçok kitaplarda toplanmıştır. Bunlardan Emsalü İmam Ali, Gurer-ül-Hikem ve Dürer-ül-Kilem adlı eserler basılmıştır. Bu kitaplardaki sözlerinde Hz. Ali buyuruyor ki:Affetmek fazîlettir. Kararlı olmak metâ'dır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zâyi olmaktır. Doğruluk emânet, yalancılık hıyânettir. İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır. Emânete hıyânet etmemek, îmândandır, güler yüzlülük ihsândandır. Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler. Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Lezzet oyalar, nefsin arzuları alçaltır. Hased yıpratır, nefret çökertir.Akıllı kimse, günâhlarını tövbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.İlim; güzel bir mîrâs, genel bir ni'mettir. İnsaf, ihtilâfı giderir, ülfeti getirir.Adâlet; îmânın başıdır, ihsânın birleştiği noktadır ve îmânın en yüksek mertebesidir.Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.Hikmet; akıllıların bahçesi, ermişlerin mesîresidir, gezinti yeridir.Akıllı; şehvetten uzaklaşan, âhıreti dünya ile değişmeyendir. Akıllı, yalnız ihtiyâcı kadar ve delille konuşur, sâdece âhıretinin ıslâhı için çalışır. Akıllı, günâhlardan sakınır, ayıplardan uzak durur. Cömertlik günâhları siler, kalblere sevgi eker.Câhil; dayakla uslanmaz, nasîhatlerden payını almaz.İlim; insanı akla götürür, kim ilim öğrenirse akıllanır. İlim; rûhu ihyâ eder, diriltir. Aklı aydınlatır, cehâleti öldürür.Zulüm; ayakların kaymasına, ni'metin yok olmasına, milletlerin helâkine sebep olur.Gerçek mü'minin sevgisi, kızması, birşeyi alması, yapması ve terki, hep Allah için olur.Kâmil mü'min gizli şükür eder, belâya karşı sabır eder, ümîd hâlinde iken bile korkar.Akıllı kimse, ibâdetle, nefsin arzusuna karşı gelendir. Câhil kimse, günâh işleyerek nefsin arzusuna uyandır.Allaha kavuşmak, kötü insanlardan uzak durmakla olur.İhtiraslı kimse, bütünüyle dünyaya mâlik olsa bile yine fakîrdir.Doğruluk, İslâmın direği, îmânın desteğidir.Allahın azâbından korkmak, müttekîlerin, takvâ sahiplerinin nişânıdır.Dînin esâsı, emâneti yerine vermek, sözünde durmaktır.Hased eden dâimâ hastadır, cimri insan, dâimâ fakîrdir.Başa kakan, nefret ateşini körükler.Kanâatkâr olmak, boyun eğme zilletinden daha hayırlıdır.Olgunluk üç şeyde gereklidir: Musîbetlere sabır, isteklerde aşırıya kaçmamak ve istiyene vermektir.Yumuşaklık, durulmayı çabuk sağlar ve zor olan şeyleri kolaylaştırır.Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi. Câhil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi.Akıl ve ilim, birbirinden ayrılmayan ve zıt olmayan iki kardeş gibidir.Îmân ve hayâ, birbirinden kopmayan bir bütündür.Îmân ve ilim, ikiz kardeş ve birbirinden ayrılmayan arkadaş gibidir.Öfke, tutuşturulmuş bir ateş gibidir. Her kim ki öfkesine hâkim olursa, onu söndürür ve her kim onu salıverirse, ilk yanan kendisi olur.Ahmaklık, dermânı bulunmayan bir dert, şifâsı olmayan bir hastalıktır.Allah için kardeş olanların sevgisi, sebebi dâim olduğu için devam eder. Dünya için kardeş olanların sevgisi, sebebi devam etmediği için, kısa sürer, bir an gelir son bulur.Akıllı, sustuğu vakit tefekkür, konuştuğu vakit zikir eder, baktığı vakit de ibret alır.Kendisi amel etmeksizin Allah yoluna çağıran kişi, oksuz yaya benzer.Sükût, sana vakar kazandırır ve seni özür dileme zahmetinden kurtarır.İhtiras, gâfillerin kalbinde şeytanların sultânıdır.Hasedcilerin en ehveni, hased ettiği kişinin elindeki ni'metlerin yok olmasını ister.İlim, insanı Allahın emrettiği şeylere götürür, zühd ise o şeylere erişilmesini kolaylaştırır.Korkaklık, ihtiras ve cimrilik, Allaha karşı kötü zannın bir araya getirdiği kötü arkadaşlardır.Mal, harcandığı kadar sâhibine ikrâmda bulunur. Kişinin yaptığı cimrilik kadar ona ihânet eder.Fakîh öyle biridir ki, insanları Allahın rahmetinden ümitsizliğe düşürmez ve onları Allahın rahmetinden yüz çevirtmez.Mal ve çocuklar, dünya hayâtının zînetidirler. Sâlih amel de, dünyadan âhırete götürülen mahsûldür.Allah için seven bir kardeş, en yakından daha yakın, anne ve babalardan daha merhametlidir.Amel eden câhil kişi, yoldan başka yerde yürüyen gibidir. Bu yürüyüşü ona, ihtiyâcından uzaklaşmaktan başka birşey kazandırmaz.İnsan, sözü ile tartılır veya işi ile değerlendirilir. Seni zînet yönünden ağır getirecek şeyi söyle ve kıymetini artıracak şeyi yap.Yalancı, sözünde suçludur, isterse delîli kuvvetli ve ağzı lâf yapan biri olsun.İstişâre, danışma sana rahatlık, başkasına yorgunluktur.Dünya mü'minin hapishânesi, ölüm hediyesi, Cennet de varacağı yerdir.Dünya kâfirin Cenneti, ölüm korkulu rü'yâsı, Cehennem de varacağı son duraktır.Allaha tâatle uğraşmak en kârlı iş, doğru konuşan dil ise, en güzelidir.Gaddarlık, herkes için kötü bir şeydir. Şan, şeref sâhibi ve büyük zâtlar için daha çirkindir.Takvâ, dîni ıslâh, nefsi muhâfaza eder ve mürüvveti süsler.Akıllı; alçak dünyadan el çeken, Cennet-i a'lâya göz dikendir.Sabır en güzel huy, ilim en şerefli süs eşyasıdır.Kalblerin gafletine, gözlerin uyanık olması fayda vermez.Sıkıntıya düşmeden önce emniyet tedbirini alan kimse, ayağını sağlam yere basmış olur.Sabır, insanın başına gelene katlanması demektir. Onu kızdırana karşı da kendisine hâkim olmaktır.Korku kaderi değiştirmez, yalnız sevâbın yok olmasına sebep olur.İhtiras, rızkı artırmaz.Kârlı olan, dünyayı âhıretle değiştirendir.Cimri, dünyada kendi nefsine cömert davranmaz, bütün malını mîrâsçılara vermeye râzı olur.Mal, sâhibini dünyada yükseltir, âhırette alçaltır.Hased, bir dert ve hastalık olup, hased eden veya olunan helâk olmadıkça çâresi bulunmaz.Günâhlar birer dert olup, devâsı istigfârdır.Sabır iki kısımdır: Sevmediğin şeye sabretmek ve sevdiğin şeye sabretmek.Sabır, en güzel îmân kisvesi ve insanların en şerefli ahlâkıdır.Şek ,şüphe, yakîni bozar, îmânı yok eder.Mürüvvet; insanın, kendisini lekeleyecek şeylerden kaçınması ve güzellik kazandıracak şeylere yaklaşmasıdır.Cömertlik ve cesâret, şerefli maksatlar olup, Allahü teâlâ bunları sevdiği ve denediği kişilere ihsân eder.Sıkıntıya karşı sabır etmek, bolluk ânındaki âfiyetten daha efdaldir.Akıllı, iyiliklerini canlandıran, kötülüklerini öldürendir.Tûl-i emel, fazla yaşama arzusu, serâb gibidir, bunu gören su sanıp aldanır.İyiliği tamamlamak, yeniden başlamaktan daha hayırlıdır.Kendi nefsinden râzı olan, aldanmıştır. Ona güvenen, mağrûr ve yolunu şaşırmıştır.Gerçek dost, ayıbını görüp nasîhat eden, gıyâbında seni koruyan ve seni kendisine tercîh edendir.Ahmaklık; herşeyi fuzûliymiş gibi hiçe saymak ve câhil insanlarla arkadaşlık kurmaktır.Allah için dost olan, kişiye doğru yolu gösteren, fesattan uzaklaştıran ve ibâdetlerinde yardımcı olandır.İlim, maldan daha hayırlıdır. İlim seni, sen de malı korursun.Fazîlet; çok mal ve büyük işlerle değil, güzel kemâliyet ve hayırlı işlerle olur.İslâmiyet, teslimiyettir. Teslimiyet, yakîndir. Yakîn, tasdîktir. Tasdîk, ikrârdır. İkrâr, edâdır, yerine getirmektir. Edâ ise ameldir.Fazîlet, en iyi maldır. Cömertlik, en güzel mücevherdir. Akıl, en güzel zînettir. İlim, en şerefli meziyettir.Adâlet, halkın dirliği ve düzeni, idârecilerin süsü ve güzelliğidir.Akıllı kimse; dilini kötü söz ve gıybetten koruyan, mü'min; kalbini şek ve şüpheden temizleyendir.İyilikle emretmek, insanların en fazîletli amelleridir.İffet; nefsin koruyucusu ve kinlerden paklayıcıdır.Sabır iki kısımdır; belâya sabır iyi ve güzeldir. Bundan daha güzeli, harâmlara karşı sabırdır.Harâmlardan çekinmek, akıllıların şânı, şereflilerin tabiatındandır.Allah korkusundan dolayı göz yaşı dökmek, kalbi nûrlandırır. Tekrar günâh işlemekten insanı korur.Yaptığı günâh bir işle öğünmek, o günâhı yapmaktan daha kötüdür.Ârifin, yüzü nûr ve tebessüm, kalbi korku ve hüzün doludur.Dünya; güzel, aldatıcı ve geçici bir serâb, çabuk yıkılan bir dayanaktır.Sevgi, kalblerin birbirine yakınlaşması ve rûhların ünsiyetidir.Yumuşaklık, öfke ateşini söndürür. Hiddet ise öfke ateşini körükler.Mü'min, baktığında ibret alır. Bir şey verilirse, şükür eder. Musîbet ve belâya uğrayacak olursa, sabır eder. Konuşacak olursa, Allahü teâlâyı hatırlatır.Akıl, mü'minin dostu; ilim, vezîri, sabır, askerlerinin komutanı ve amel ise silâhıdır.Îmân ile amel, ikiz kardeş olup, birbirinden ayrılmazlar.Hased edenin sevgisi sözlerinde görülür. Kinini işlerinde gizler. Adı dost, fiili düşmancadır.Yumuşak başlı olanlar; en sabırlı, derhal affedici ve en güzel huylu olan kimselerdir.Allahü teâlâdan hayâ etmek, insanı Cehennem azâbından korur.Gaflet, insana gurûr getirir, helâke yaklaştırır.Mü'min, dünyaya ibret gözü ile bakar. İhtiyâcı için karnını doyurur. Dünyadan konuşulduğu vakit, nefret ve tenkid kulağı ile dinler.Fazîlet, gücü yettiğinde affetmektir.Hayâ ve cömertlik, ahlâkların en efdalidir.Kötü insan, hiç kimseye iyi zan beslemez. Çünkü o, herkesi kendisi gibi görür.Kâmil olan kimse, aklı, arzu ve isteklerine galip gelendir.Söz ilâç gibidir. Azı faydalı, çoğu zararlıdır.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:09   #5
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri:ABDURRAHMAN BİN AVF

Abdurrahman bin Avf, ticâretle meşgul olurdu. Bu sebeple çeşitli yerlere ticâret için giderdi. Şöyle anlatır:Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden bir yıl önce, ticâret için Yemen'e gittiğim zaman, Askelân bin Avâkir-ül-Himyerî'ye misâfir olmuştum. O zât, çok yaşlı idi ve ona her varışımda ona konuk olurdum. O da bana Mekke'den haber sorarak derdi ki:- İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zât zuhûr etti mi? Dîniniz hakkında size karşı olan bir kimse var mı?Ben de hep, "hayır, yoktur" derdim.O'na kitap indirdi

Nihâyet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dînini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı sene idi. Yemen'e yine gidip aynı zâta misâfir olduğumda bana dedi ki:- Ben seni ticâretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi?- Evet, müjdele.- Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden, kendisinden râzı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve O'na Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete da'vet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, bâtılı da men ve iptâl edecektir. O, Hâşimoğullarındandır. Siz O'nun dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır! Gidip O'na yardımcı ol! Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür!

Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mükerremeye döndüm ve Hz. Ebû Bekir ile buluştum. Ona, Yemenli ihtiyârın söylediklerini haber verdim. Ebû Bekir dedi ki:- O kimse, Abdullah'ın oğlu Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen Ona gidip îmân et!

Hemen Resûlullahın evine gittim. Resûlullah efendimizin beni görünce gülümsedi ve sordu:- Arkanda ne haber var, ey Abdurrahman? - Yâ Muhammed, bu ne demek?- Bana tevdî edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver. Hiç şüphesiz onu bana gönderen Hımyeroğulları mü'minlerinin üstünlerindendir.

Gerçek kardeşlerimdir

Resûlullah efendimizin bu sözlerini işitince hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olma şerefine kavuştum ve Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarını anlattım. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:- Zaman zaman öyle mü'minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdir. İşte, bunlar, benim gerçek kardeşlerimdir.Hz. Abdurrahman İslâmiyeti kabûl edince diğer Müslümanlar gibi eziyet ve işkencelere mâruz kaldı. Böylece vatanını terketmek suretiyle hicrete mecbur oldu. Habeşistan'a hicret eden müslümanlarla beraber bu memlekete gitti. Çok geçmeden Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye hicretinden sonra Medîne'ye gelerek Resûlullaha katıldı.Hz. Abdurrahman bütün harplerde bulundu. Bedir'de kahramanlıkları çok oldu. Abdurrahman bin Avf hazretleri, Bedir muhârebesinde şâhit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:Savaş esnâsında yanımda ensârdan iki genç belirdi. Gençlerin gayreti hoşuma gitti. Kendilerine muhabbetle baktım. Gençlerden birisi yanıma yaklaşarak dedi ki:- Biz, islâm düşmanı Ebû Cehil'i öldürmeye azmettik. Fakat kendisini tanımıyoruz. Onu bize gösterir misin?- Peki siz bu işi başarabilecek misiniz?- Resûlullaha ve İslâm dînine hakâret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim sağ kalmamızın bir önemi yoktur. Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde, kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız.

Hanginiz öldürdü?

Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim. Bu arada Ebû Cehil karşıdan geçiyordu. Gençlere dedim ki:- İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir.Ebû Cehil'i gören gençler, Ebû Cehil'in askerlerinin çokluğuna bile bakmadan, kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar.Ebû Cehil'in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında donakaldılar. Onların şaşkınlıkları geçmeden, gençler, Ebû Cehil'i öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular.Sonra dönüp Resûlullahın huzuruna geldiler. Ve hâdiseyi arz ettiler. Peygamber efendimiz çok memnûn olarak, gençlere sordu:- Bunu hanginiz öldürdü?İkisi de birden dediler ki:- Ben öldürdüm.Bunun üzerine, gençlerin kılıçlarını muâyene ettikten sonra;- İkiniz öldürmüşsünüz, buyurdu.Abdurrahman bin Avf hazretleri, Uhud savaşında yirmi yerinden yaralandı. 12 dişi kırıldı. Peygamber efendimiz, Medîne'de kendisini Saîd bin Rebii hazretleri ile kardeş yaptı. Kardeşi, malına ve servetine onu da ortak yapmak istediğinde şöyle dedi:- Aziz kardeşim, Allah sana ve çoluk çocuğuna bereket ihsân etsin, malını çoğaltsın! Sen bana çarşının yolunu göster, ben orada ticâret yapar ihtiyâçlarımı karşılarım.

Bu serveti nasıl kazandın?

Bu sözü Peygamber efendimize bildirilince, çok sevindi. Kendisine hayır duâ etti. Bu duâdan sonra yaptığı ticâret sebebiyle kısa zamanda çok zengin oldu. Buyururdu ki:- Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rast gelirdim.Abdurrahman bin Avf hazretlerine sordular:- Bu büyük serveti nasıl kazandın?- Çok az kâra râzı oldum. Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim.Abdurrahman bin Avf, Resûlullahın sağlığında Allah yolunda çok mal harcadı. Üç kere malının yarısını verdi. Birinci defa 4000 dirhem, ikincide 40.000 dirhem ve üçüncüde de 40.000 altın sadaka olarak Allah yolunda dağıttı.Uhud savaşı esirlerinden 30 tanesini azâd ettirdi ve her birine 1000 altın dağıttı. Tebük seferi için 500 at ve 500 yüklü deve verdi.Birgün buğday, un ve çeşitli zahire yüklü 700 devesi ile Medîne'ye girdiğinde, Hz. ^Aişe, Resûlullah efendimizin;- Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliyerek girer, buyurduğunu bildirince, Abdurrahman bin Avf, develerin hepsini yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağını söz verip, onu şâhit tutmuştur.

Resûlullaha imâm oldu

Bedir harbinde bulunup da sağ kalanların herbirine, kendi malından 400 dirhem altın para verilmesini vasiyet etti. Vasiyeti hemen yerine getirildi.Tebük harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, namaz geçmesin diye, Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapıldı. İkinci rek'atte iken Peygamber efendimiz yetişip kendisine uydu. Namazdan sonra;- Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu kabzolmaz, buyurdu.Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder:Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı. Ben de geriden tâkip ediyordum.Hurmalık bir yere vardı. Yere kapandı. Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime, "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha birşey mi oldu?" diyerek büyük bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum.Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu:- Sen kimsin?- Ben Abdurrahman'ım.- Bir şey mi oldu?- Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endişe ettim.- Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve selâmına nâil olur." Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde bulundum.

Seni ağlatan nedir

Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhırete teşrîfinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlıyarak dâimâ ağlardı. Onun sohbetlerinden mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi.Nevfel bin İyas hazretleri anlatır:Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü. Bize tepsi içinde leziz yemekler ikrâm etti. Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı. O ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk. Sordum:- Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir?- Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz. Resûlullah vefât etti. Fakat kendisi ve ehli arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi. Biz bu yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım.Abdurrahman bin Avf, Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabîlesini İslâma da'vet etmek için Dûmet-ül-Cendel'e gönderilen 700 kişilik orduya, kumandan tâyin edildi. Dûmet-ül-Cendel, Tebük şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticâret merkezi idi.Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ı yanına çağırıp buyurdu ki:- Hazırlan! Seni bugün veya yarın sabah inşâallah askerî birliğin başında göreceğim.

Yolculuk elbisem üzerimdedir

Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dûmet-ül-Cendel'e hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete da'vet etmesini emir buyurdu. Dûmet-ül-Cendel'e gidecek ordu, seher vakti Medîne dışındaki Cürüf denilen mevkîde toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ın geride kaldığını görünce buyurdu ki:- Arkadaşlarından niçin geri kaldın? - Yâ Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim. Yolculuk elbisem üzerimdedir.Abdurrahman bin Avf, başına, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve, "Ey İbni Avf! İşte sarığını böyle sar" buyurdu. Daha sonra eline bir sancak vererek devam etti:- Ey İbni Avf! Allahü teâlânın adıyla, O'nun yolunda cihâd et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allahın emri dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahâlisi senin da'vetine icâbet ederlerse, o kabîlenin reîsinin kızıyla evlen.Abdurrahman bin Avf, emrine verilen 700 kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dûmet-ül-Cendel'e ulaştı. Kelb kabîlesini, tatlı bir üslûbla İslâma da'vet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabîlesinin reîsi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı Müslüman olup, Hıristiyanlığı terkettiler. Bir kısmı da Hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeye râzı oldular.Abdurrahman bin Avf, Müslüman olan Esbağ'ın kızı Tümadır ile evlendi. Onunla birlikte Medîne'ye geldi. Tümadır, Abdurrahman bin Avf'ın oğlu Ebû Seleme'nin annesidir. Ebû Seleme ise Medîne'nin yedi büyük fıkıh âlimlerinden biridir.

Bunları koruyalım

Hz. Ömer'in halîfeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışında kondu. Yorgunluktan hemen uyudular. Halîfe Ömer, şehri dolaşırken bunları gördü. Abdurrahman bin Avf'ın evine gelip dedi ki:- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat bize yabancı olanların, yolcuların; bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler. İçlerinden bir genç uyumamıştı. Arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın halîfe Ömer olduğunu öğrendi. Gelip arkadaşlarına anlattı. Roma ve İran ordularını perişan eden, binlerce şehir almış olan, adâleti ile meşhur yüce halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar. Hepsi seve seve Müslüman oldu.Abdurrahman bin Avf hazretleri, fazîlet ve kemâl sâhibi bir insandı. Kalbi sadece, Allah korkusu, Resûlüne muhabbet, doğruluk, iffet, merhamet ve şefkat ile doluydu. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı.Eshâb-ı kirâmın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı en ufak bir sevgisi yoktu. Her zaman âhireti dünyaya tercîh ederdi. En büyük arzûsu, dînin emirlerine eksiksiz uyabilmekti.

Ayakları açık kalıyordu

Bir gün bir yerde yemek ikrâm edilmişti. O gün de kendisi oruçlu idi. Tam iftâr edeceği zaman, bir hâtırasını anlatması istendi. Hemen hâtırasını anlatmaya başladı:"Benden çok hayırlı olan Mus'ab bin Ümeyr şehîd olduğunda, onu bir kumaş parçası ile kefenledik. Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu.Sonra Hz. Hamza şehîd oldu. O da benden çok üstündü. Onu da zor şartlar altında defnettik. Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp gittiler. Sonra bize dünya kapısı açıldı. Türlü türlü ni'metlere kavuştuk. Bunların hesâbını nasıl vereceğiz" deyip ağlamaya başladı.Oruçlu olduğunu unutup, iftâr yemeğini bile yemedi. Zaten o günleri hatırlayınca yemek yiyecek hâli de kalmıyordu.Halîfe Ömer Şam'a gidiyordu. Şam'da tâ'ûn ya'nî vebâ hastalığı olduğu işitildi. Yanında bulunanların ba'zısı, "Şam'a girmiyelim" dedi. Bir kısmı da dedi ki:- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım.Bunun üzerine Halife de buyurdu ki:- Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.Sonra Abdurrahman bin Avf'ı çağırıp sordu:- Sen ne dersin?- Resûlullah efendimizden işittim ki, (Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız) buyurmuştu.Halife de, "Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîfe uygun oldu" deyip Şam'a girmediler.

Vebâlı yerden kaçmak

Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde kirli hava, herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor kiVebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günâhtır.)Hz. Ömer vefât ederken halîfeliğe aday olarak gösterdiği 6 kişiden biri de Abdurrahman bin Avf'dır. Hz. Ömer'in defninden sonra, tâyin edilen bu altı sahâbî toplandılar. İlk olarak Abdurrahman bin Avf söz alıp şöyle dedi:- Ey Cemâ'at! Bu husûsta hepimizin de görüşleri var. Dinleyiniz, öğrenirsiniz, anlarsınız. Muhakkak ki, hedefe isâbet eden ok, isâbet etmeyenden üstündür. Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebep olan tatlı sudan daha faydalıdır.Sizler, Müslümanların rehberleri, mürâcaat olunan âlimlerisiniz. O hâlde, aranızda meydana gelecek ihtilâflarda bıçağın ağzını köreltmeyin. Kılıçları düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız. Yoksa düşmanlarınız karşısında tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz.

Fitne ehli

Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itâat edilen, yasaklarından çekinilen bir emîri, reisi vardır. Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek birisini emir tâyin edin. Böylece maksada erişirsiniz. Şâyet, kör fitne, şaşırtan dalâlet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz niyetlerimizden başka olmazdı. Zîrâ fitne ehli; gözlerinin görmediğini, fitnenin kendilerini, çölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde bıraktığını söylerler.Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız. Sözle olan hîle, kılıcın yarasından daha şiddetlidir. Halîfeliği; musîbet ve felâket zamanlarında metânet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun sizden, sizin ondan râzı olacağınız birisine veriniz. Size nasîhat eder görünen fesatçılara itâat etmeyiniz. Size yol gösteren rehbere muhâlefet etmeyiniz. Söyleyeceklerim bundan ibârettir. Allahü teâlâdan kendim ve sizin için magfiret dilerim.Abdurrahman bin Avf bundan sonra, şu teklifte bulundu:- İçimizden üçümüz, diğer üçümüz lehine adaylıktan çekilsin.Abdurrahman bin Avf'ıın bu teklifi hemen kabûl olunarak Zübeyr Ali'ye, Talhâ Osman'a, Sa'd bin Ebî Vakkâs da Abdurrahman bin Avf'a oylarını verdiler. Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve Hz. Osman ile Hz. Ali kaldılar. Netîcede Hz. Osman'a bîât olundu.

Sen emînsin

Hz. Abdurrahman yüksek ahlâk, fazîlet ve kemâl sahibi, çok iyi ve çok temiz, seciyeli bir insandı. Onun kalbi, Allah korkusu ile Resûl-i ekreme muhabbetle, doğruluk ve iffetle, rahmet ve şefkatle dolu idi. Cömertti. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı. Kalbinde Allah korkusu o kadar yer etmişti ki, kendisi hiç bir vakit dünyasını dînine tercih etmemiş, hayatta servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, tam Müslüman olarak yaşamayı herşeyin üstünde tutmuştu.Abdurrahman bin Avf'ı Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın büyükleri methetmişlerdir. Resûlullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki:- Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin.Abdurrahman bin Avf 651 senesinde 75 yaşında vefât etti.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:10   #6
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Cennetle müjdelenen ümmetin emîni:EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH

Araplar arasındaki nâdir okuma-yazma bilenlerden olan Ebû Ubeyde bin Cerrâh ve arkadaşları Osman bin Maz'ûn, Ubeyde bin Hâris, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Hz. Ebû Bekir'in vâsıtasıyla, Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldular.Hz. Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekir'in vâsıtasıyla îmâna gelenlerin onuncusudur. Îmâna geldiğinde 31 yaşındaydı. O günden, vefâtına kadar malıyla, mevkisiyle ve canıyla İslâmiyeti yaymak için çalıştı.

İki defa hicret etti

Mekke'de kâfirlerin eziyet ve işkencelerinin artması üzerine, Peygamber efendimizin izniyle Habeşistan'a hicret etti. Sonra Medîne'ye hicret edince, Peygamberimiz onu Hz. Sa'd bin Mu'âz ile kardeş yaptı.Bedir gazâsında, düşman saflarında babası da bulunuyordu. Bu gazâya melekler de katılmış, insan şekline girerek ellerindeki kılıçlar ile kâfirlerle çarpışmıştı. Bu savaşta Ebû Ubeyde büyük kahramanlık göstermişti.Hz. Ubeyde, Uhud cenginde de büyük kahramanlık gösterdi. Peygamber efendimiz, Ebû Ubeyde ile Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretlerini ön safta çarpışanlara kumandan olarak seçti. Kâfirleri, merkezde bulunan sevgili Peygamberimize yaklaştırmamak için bütün güçleri ile savaştılar.Peygamber efendimiz dahî düşmanı geriletecek şekilde yayıyla, okuyla, kılıcıyla çarpışıyordu. Eshâb-ı kirâm canlarını dişlerine takmışlar, Peygamberimizin etrafında pervane olmuşlardı. Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Ebû Dücâne, Hz. Sa'd bin Ebî Vakkâs, Hz. Mus'ab bin Umeyr, Hz. Ubeyde bin Cerrâh, Hz. Talha, Hz. Zübeyr gibi Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizi korumaya çalışıyorlardı.Pek çok Eshâbı çarpışa çarpışa şehîd oldu. Düşman gerilemişti. Zafere yaklaşılmıştı. Zafer sevinciyle yerlerini terkeden Eshâb-ı kirâmın bulundukları yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular.İbni Kâmia denilen müşrik, Resûlullahın mübârek başına kılıcını vurdu, miğferin demiri mübârek yanaşına saplandı.

Dişleriyle çıkardı

Eshâb-ı kirâm, tekrar toparlanıp müşriklere saldırdı. Düşmanı Peygamberimizin yanından uzaklaştırdılar. Hz. Ebû Ubeyde'nin, sevgili Peygamberimizin mübârek yanaklarına batan demir halkaları dişleriyle çekip çıkarırken iki ön dişi kırıldı.Bu savaş, Eshâb-ı kirâmın düşmanı kovalamasıyla neticelendi. 97 kadar şehîd verildi. Bunların içinde şehîdlerin serdârı Hz. Hamza, yeğeni Abdullah bin Cahş ile aynı kabre defnedildiler. Mus'ab bin Umeyr de bu savaşta şehîd olmuştu.Hz. Ebû Ubeyde, Uhud, Hendek, Hayber gazâlarında görülmemiş şekilde cenk etti. Mekke'nin fethinde de Peygamber efendimizin yanlarında bulundu.Resûlullah efendimiz, hicretin onuncu yılının Rebî'ul-evvel ayının 12'sinde, Pazartesi günü öğleden önce vefât etti. Eshâb-ı kirâm, pek çok üzülüp gözyaşı döktü. Çoğunun dili tutulup, bir müddet konuşamadı.

Bir karışıklık çıkabilir

Hz. Ebû Ubeyde de gözyaşlarını tutamıyordu. Bütün Eshâb-ı kirâm kan ağlıyor ve devâsız derdi çekiyordu. İçerde cenâze hazırlıklarını yaparlarken, kapı vuruldu. Gelen kimse dedi ki:- Ebû Bekir ve Ömer burada mı?Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer cevap verdiler:- Evet buradayız.- Medîneliler, Benî Sa'îde Konağında toplandılar, kimin halîfe olacağını konuşuyorlar. Belli bir kimseyi daha seçemediler. Herkes, kendi kabîlesi reisinin seçilmesini istiyor. Bir karışıklık çıkabilir. Acele gelip bu işi hâllediniz.Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık baş göstermek üzere idi. İşte böyle bir anda, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetiştiler. O anda, Ensârdan biri kalkıp diyordu ki:- Bizler, Resûlullaha yardım ettik. Muhâcirler bize sığındı. Halîfe bizden olmalıdır.Hâlbuki Resûlullah her yerde, sağ yanına Hz. Ebû Bekir'i, sol yanına Hz. Ömer'i alır, Ebû Ubeyde için de, “Bu ümmetin emînidir” buyururdu.Üçü birdenbire meydana çıkınca, sanki Resûlullah kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu. Herkes, bunların ne söyleyeceğini bekliyordu. Hz. Ebû Bekir, uzun bir konuşma yaptı. Sonra Hz. Ömer konuştu. Sonra da Hz. Ebû Ubeyde dedi ki:- Ey Ensâr! Başlangıçta, bu dîne hizmet eden sizlerdiniz. Sakın işi önce bozan da sizler olmayasınız!

Sonra Hz. Ebû Bekir, “Size şu iki zâtı aday yaptım, birini seçiniz” diyerek, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde'yi gösterdi. Her ikisi de çekindiler, “Hz. Peygamberin ileri geçirdiği bir kimsenin önüne kim geçebilir!” dediler. Hz. Ömer buyurdu ki:- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah, seni hepimizin önüne geçirdi, elini uzat! Ben seni halîfe seçtim.İlk bî'at, Hz. Beşir, sonra Hz. Ömer tarafından oldu. Sonra da Hz. Ebû Ubeyde ve diğer Eshâb-ı kirâm Hz. Ebû Bekir'i halîfe seçtiler.

Yüzleri en güzel yüz

Eğer, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde hazretleri yetişmeseydi, Müslümanlar parçalanacaktı. Bu üç Eshâbın hizmeti Kıyâmete kadar unutulmayacaktır.Hz. Ömer'in oğlu Abdullah der ki:- Kureyş halkının içinde üç kişi vardır ki, yüzleri en güzel yüz; akılları, en selim akıl; kalbleri, en metîn kalbdir. Bunlar Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman ve Hz. Ebû Ubeyde'dir.

Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, hayatını hep İslâma hizmetle geçirmiş, insanların ebedî saâdete kavuşmaları için çırpınmıştır. Kabr-i şerîfi Şam'dadır.Hz. Ebû Bekir halîfe olunca, Ebû Ubeyde'yi kumandan tayin etti. Humus, Şam, Ürdün ve Filistin'i fethetmek ve oradaki insanların da İslamiyetle şereflenmeleri için gönderdi. Hz. Ebû Ubeyde, Bizanslıların, Suriye'yi kurtarmak için topladıkları büyük bir haçlı ordusunu Yermük'te karşıladı. Halîfe Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde'ye yardım için Hz. Hâlid bin Velid'i gönderdi.İslâm kumandanları bu savaş için Hâlid bin Velîd'i başkumandan seçtiler. Düşman ordusu 240 bin, İslâm ordusu 40 bin civârında idi. Hâlid bin Velid, orduyu biner kişilik alaylara bölüp, her birine alay kumandanı tayin etti. Ebû Ubeyde'yi merkeze, diğer kumandanları sağ ve sol kanatlara yerleştirdi.

Yüzbin Rum öldürüldü

Bizans ordusu üzerine saldırıya geçildi. Savaş bütün hızıyla devam ederken, Bizans generallerinden Yorgi, Hz. Hâlid bin Velid'in “Allahın kılıcı” lâkabını duyarak, hidâyete gelip Müslüman oldu.O da Müslümanların safında Bizanslılarla savaştı. Uzun ve çetin savaşların neticesinde, koca Rum ordusu yenilerek dağıldı. Yüzbin Rum öldürüldü. İslâm ordusundan ise 3 bin yiğit şehâdete kavuştu.Bu savaşta İslâm kadınları da savaştı. Bu zafer bütün Şam beldesinin fethine sebep oldu. Zafer müjdesi halîfeye bildirildi. Sonra Hz. Hâlid bin Velid ve Hz. Ebû Ubeyde, “Fıhl” mevkiinde 80 bin Rum ile çarpıştılar. Onları da akşama kadar süren bir savaşta mağlup ettiler.Hz. Ebû Bekir vefât edince, yerine geçen halîfe Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde'nin başkumandan olarak yine fetihlere devam etmesini emretti. Ebû Ubeyde, ordusuyla Humus'a hareket etti. Sulh ile Humus'u da aldı.Hz. Ebû Ubeyde, ordusunu toplayarak Antakya'ya hareket etti. Maarra, lazikiye, Antaritus, Banyas, Selimiye zaptedilerek gidiliyordu. Kinnesrin'e Hz. Hâlid bin Velid'i gönderdi. Kendisi Haleb'e geldi. Haleb'i fethederek, Antakya'yı kuşattı. Antakya da zaptedildi.Hz. Ebû Ubeyde halîfeye durumu bildiren bir rapor gönderdi. Halîfe, fethedilen yerlere, İslâm kuvvetlerinin yerleştirilmesini emretti. Bu emri yerine getiren Hz. Ebû Ubeyde, birçok kale ve şehri fethederek Fırat nehrine kadar ilerledi.Fethettiği yerlere memurlar tayin ederek Kudüs'e geldi. Kudüs kuşatıldı. Kudüslüler sulh yapmak istediklerini, yalnız bu sulhta Hz. Ömer'in de bulunmasını, yoksa sulh yapmayacaklarını Ebû Ubeyde'ye bildirdiler. Durum Hz. Ömer'e arzedildi.

Hz. Ömer Kudüs'e geldi

Hz. Ömer, yerine Hz. Ali'yi vekil tayin ederek Kudüs'e geldi. Kudüslülerle sulh yapıldı. Hz. Ömer sulhtan sonra Medîne'ye döndü.Rum Kayseri Heraklius, kaybettiği toprakları geri almak için harekete geçti. Büyük bir haçlı ordusu hazırladı. Hz. Ebû Ubeyde, bu karardan vaktinde haberdar olup, durumu halîfeye bildirerek, nasıl hareket edeceğini sordu.Hz. Ömer, İran'la harbetmekte olan Hz. Sa'd'a emir göndererek, Ebû Ubeyde'ye yardım etmesini bildirdi. Hz. Sa'd, Ka'ka bin Amr'ı dörtbin mücâhidle yardıma gönderdi. Başkumandan Hz. Ebû Ubeyde, Şam'ın Cezire ile irtibatını keserek, haçlı ordusunun üzerine yüklendi. Kısa zamanda haçlı ordusunu perişan ederek büyük bir zafer daha kazandı.Şam'da 639 senesinde, veba hastalığı salgın hâlde olup, çok Müslümanın ölümüne sebep olmuştu. Hz. Ebû Ubeyde de bu salgına yakalandı. Öleceğini anlayınca, orada hazır bulunanlara bir vasiyetinin olduğunu bildirdi. Vasiyetinde buyurdu ki:- Namazınızı kılınız! Orucunuzu tutunuz! Sadakanızı veriniz! Haccınızı yapınız! Birbirinize iyilikte bulununuz! Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz! Dünyaya aldanmayınız!

İnsanların en akıllısı Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenlerdir. Hepinize Allahü teâlânın selâm ve rahmetini, lutuf ve bereketini niyâz ederim. Haydi yâ Mu'âz, cemâ'ate namazı kıldır!

Yemin ederim ki...

Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini yummuş, yerine Mu'âz bin Cebel'i vekil etmişti. Vefât ettiğinde 58 yaşında idi.Mu'âz bin Cebel hazretleri cemâ'ate bir hutbe okudu. Burada buyurdu ki:- Yemin ederim ki, Ebû Ubeyde gibi, dinine bağlı, temiz ve merhametli insanlar çok azdır. Dünyaya hiç meyletmeyen, emrindekilere hep iyiliği ve birbirlerini sevmeyi emreden bu mübârek Ebû Ubeyde hazretlerine hakkınızı helâl edin ve duâ ediniz!

Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, fazîlet timsâli bir zâttı. Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmazdı. Peygamber efendimize muhabbeti pek ziyâde idi. Resûlullah efendimizden aldığı bir emri yerine getirmek için, canını fedâdan çekinmezdi. Zühd ve takvâ sâhibi, pek merhametli idi.Askerlerine ve tebaasına çok şefkatli idi. Hz. Ömer, Şam'a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara, “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Geliyor efendim” diyerek gelmekte olan Hz. Ebû Ubeyde'yi gösterdiler.Sağlığında, Cennet ile müjdelenen iki büyük Sahâbî selâmlaştılar. Hz. Ebû Ubeyde, Hz. Ömer'e,- Buyurunuz yâ Emîr-el-Mü'minîn, diyerek, onu evine götürdü.Hz. Ömer, Ebû Ubeyde'nin evinin içini görünce buyurdu ki:- Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi şeylerden başka bir şey yok. Sen emîrsin, senin burada yiyecek bir şeyin yok mu?

Seni değiştirmedi

Hz. Ebû Ubeyde, ona bir zenbil getirerek, içinden birkaç lokma çıkardığında, Hz. Ömer ağlamaya başladı. Bunun üzerine Ebû Ubeyde dedi ki:- Sen bizlere, “Kuşluk vakti dinlenmemize yetecek kadar şey bize kâfi” demiştin.Bu kadarı da bizim için kuşluk dinlenmesine kâfidir. Bunun üzerine iyice duygulanan Hz. Ömer, buyurdu ki:- Ey kardeşim Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi.

Bir defa Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde'nin şahsına dört bin dirhem göndermiş ve bu parayı ona götürecek elçiye tenbih etmişti:- Dikkat et, bakalım bu parayı ne yapacak?Hz. Ebû Ubeyde, bu parayı aldıktan sonra, onu hemen askerleri arasında taksim etti. Elçi, geri dönünce hâdiseyi anlattığında, Hz. Ömer de buyurdu ki:- Hamdolsun ki, Müslümanlar arasında böyle insanlar var.

Peygamberimizin huzuruna 630 senesinde, Necrân'dan bir Hyristiyan heyeti geldi. Uzun konuşmalardan sonra, Resûlullah efendimizin Peygamber olduğunu kabûl ettiler. Ve dediler ki:- Yâ Resûlallah! Eshâbından bir emîn kimseyi bizimle beraber gönder, zekâtlarımızı, vergilerimizi ona verelim!

Peygamberimiz de yemin edip, buyurdu ki:- Gâyet emîn bir kimseyi sizinle gönderirim.

Kalk yâ Ebâ Ubeyde!

Eshâb-ı kirâm, emîn olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Kalk yâ Ebâ Ubeyde! Ümmetimin emîni işte budur!

Hz. Ebû Ubeyde bu müjdeye kavuşunca, sevincinden ağladı. Hz. Ebû Ubeyde vazifesini çok güzel yapmış, dönüşünde hazineyi altınla doldurmuştu. Dönüşünde Eshâb-ı kirâm onu karşılamaya çıktılar. Resûlullah efendimiz, Eshâbını bu hâlde görünce, gülümseyerek onlara buyurdu ki:- Öyle sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde'nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz, onu sevinçle karşılıyorsunuz!

Onlar da, “Evet yâ Resûlallah” diye tasdik ettiler.Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Sevininiz ve sizi sevindirecek ni'metleri bundan böyle her zaman umunuz! Vallahi bundan sonra, sizin fakir olacağınızdan korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa, o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya ni'metlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılarak, onların birbirlerine haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi, sizin de birbirlerinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir.

Resûlullah efendimiz sahil tarafına bir sefer düzenleyip, Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ı, emîr tayin etti. Bu sefere 300 Eshâb-ı kirâm katılmıştı. Hz. Câbir der ki:Biz bu yola çıktık. Hz. Ebû Ubeyde mücâhidlere, yanlarında ne kadar erzak varsa getirmelerini emretti. Getirilen erzakı bir araya topladı ki, bu toplanan erzak, iki dağarcık hurmadan ibâretti.Ebû Ubeyde, bu hurmadan hergün azar azar vererek bizi geçindiriyordu. Nihayet hurmalar tükenince, yokluğunun acısını tattık.

Bize de yediriniz!

Sonra deniz sahiline vardık. Bir de ne görelim? Deniz sahilinde kocaman bir balık bulunuyordu. Bunu, deniz sahile atmıştı. Ebû Ubeyde bize dedi ki:- Bu deniz mahlûkunun etinden yiyiniz! Biz de yedik. Medîne'ye dönüp, Resûlullah efendimizin yanına geldiğimizde, bu vak'ayı arzettik. Peygamber efendimiz de buyurdu ki:- Azîz mücâhidler, yiyiniz! Allahü teâlâ onu denizden rızıklanmanız için çıkarmıştır. Yanınızda varsa bize de yediriniz!

Ve getirilen etten yediler.Rum Kayseri Heraklius'un büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara halîfe Hz. Ömer'in emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca da buyurdu ki:Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer'in emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz!

Sizi koruyacağız!

Malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmayacaktır! İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir!

Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız! Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.

Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim'e teslim ettiler. Bu arada Heraklius'un, bütün memleketinden asker toplayarak, Antakya'ya hücûma hazırlandığı haberi alınınca, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük'teki kuvvetlere katılmasına karar verildi.

Cizyeleri geri alın!

Bunun üzerine Ebû Ubeyde hazretleri, şehirde memurların şöyle başırmalarını emretti:Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, halîfenin emri üzerine, Heraklius ile gazâ edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum.

Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beytülmâle gelip, cizyelerinizi geri alın! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır.

Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hıristiyanlar Müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar.Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu da seve seve Müslüman oldu. Kendi arzûları ile, Rum ordularına karşı İslâm askerine câsusluk yaptılar.Hz. Ömer, Ebû Ubeyde hazretlerini çok severdi. Hattâ bir gün Hz. Ömer arkadaşlarına sordu:- Allahü teâlânın dînine hizmet için ne isterdiniz?Birisi hizmet için ev dolusu altın, bir başkası da mücevher istedi. Onlar da Hz.Ömer'e sordular:- Sen ne isterdin?Hz. Ömer de şöyle buyurdu:- Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi emin arkadaşlarımın olmasını isterdim. Bunlar ile dînin yayılmasına hizmet ederdim.

Şam'ın fethinde, Müslümanların, tarihin şeref levhasına geçmesine sebep bir olay olmuştur. İslâmiyeti kendilerine ezeli düşman gören Batı için, ibretlik vesîkalardan biri olan bu olay, şöyle meydana geldi:Şam'ın fethinde, Hâlid bin Velid hazretleri, şehrin bir tarafından girdi. Kendisine karşı koyulduğu için, kılıç kullanarak şehirde ilerliyordu.Hedefi, o zaman için şehrin en büyük kilisesi olan şimdiki Câmi-i Emevî idi.

Aynı anda kiliseye girdiler

Şehrin diğer tarafından da, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerinin komutasındaki askerler ilerliyordu. Fakat, buradaki halk kendisine karşı koymuyordu. Bunun için rahat bir şekilde kılıç kullanmadan ilerliyorlardı. Tabiî ki, bunun ilk hedefi de, şehrin en büyük kilisesi idi.Müslümanlar, İslâm şehri olduğunun simgesi olarak, kılıç zoru ile aldıkları şehrin en büyük kilisesini câmiye çevirir, diğer kiliselere dokunmazlardı. İstanbul'un fethinde olduğu gibi.Bu iki büyük kumandan, aynı anda iki ayrı kapıdan bu kiliseye girdiler. Ve kilisenin ortasında birbirleri ile karşılaştılar.Bu büyük zaferden dolayı, birbirlerini tebrik için kucaklaştılar. Hâlid bin Velid hazretleri, kilisenin câmiye çevrilmesini istedi. Bu teklife, Hz. Ebû Ubeyde karşı çıktı:- Yâ Hâlid! Bilmez misin, sulh, barış yolu ile alınan şehrin kiliselerine dokunulmaz!

- Fakat ben kılıç kullanarak buraya geldim.- Ben ise kılıç kullanmadım, barış yolu ile buraya kadar geldim.

- Peki o zaman ne yapacağız yâ Ebâ Ubeyde?- Kilisenin yarısı yine kilise olarak kalacak, diğer yarısı câmiye çevrilecek! Çünkü, kilisenin yarısı kılıç zoruyla, diğer yarısı sulh yoluyla alındı.

O meşhur Bizans generallerini karşısında heybetinden titreten Hâlid bin Velid'in, karara en ufak bir şekilde bile tepkisi olmadı. Hattâ, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerine teşekkür etti.

Yarısı câmiye çevrildi

Bu hâdiseden sonra, kilisenin yarısı câmiye çevrildi. Melik bin Mervan zamanına kadar bu böyle devam etti. Mervan kilisenin tamamını câmiye çevirdi. Hıristiyanlar mecburen buna râzı oldular.Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, sağ iken, Cennet ile müjdelenen on Sahâbîden biridir. “Ümmetin Emîni” lâkabıyla övülen yüce Sahâbînin asıl ismi, Âmir bin Abdullah bin Cerrâh'tır. Bütün gazâlarda bulundu. Çok kahraman idi.Sevgili Peygamberimizin yanında bütün gazâlarda bulundu. Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfleriyle şereflendi:- Ebû Bekir Cennettedir. Ömer Cennettedir. Osman Cennettedir. Ali Cennettedir. Talha Cennettedir. Zübeyr Cennettedir. Abdurrahman İbni Avf Cennettedir. Sa'd ibni Ebî Vakkâs Cennettedir. Sa'îd İbni Zeyd Cennettedir. Ebû Ubeyde ibnil Cerrâh Cennettedir.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:10   #7
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Resûlullahın okçusu: Sa'd bin Ebî Vakkâs

Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hz. Ebû Bekir vâsıtasıyla Müslüman olmuş, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bir zâttır. İlk Müslümanların yedincisidir. Müslüman olması şöyle oldu:Onyedi yaşında idi. Bir gece değişik bir rü'yâ gördü. Rü'yâsında kendisini zifirî bir karanlıkta gördü. Çâresiz bir hâldeyken, birden ortalık aydınlanmaya başladı. Sonra nûr saçan bir ay doğdu.

Seni de aramıza alalım

Ayın doğduğu tarafa doğru ilerlemeye başladı. Bir müddet ilerledikten sonra, birkaç kişi gördü. Dikkatlice baktığında, önlerinde Hz. Ebû Bekir, onun arkasında Zeyd bin Hârise ve Hz. Ali vardı. Onlara dedi ki:- Siz buraya ne zaman geldiniz?- Yeni geldik. İstersen seni de aramıza alalım. Aydınlığa beraber gidelim.

Sabahleyin bu rü'yâyı hatırlayınca, çok şaşırdı. Üç gün bunu ta'bîr etmeye çalıştı. Sonunda bir netîce çıkartamayıp, Hz. Ebû Bekir'in yanına gitti. Ona sordu:- Yâ Ebâ Bekir, ben üç gün önce şöyle bir rü'yâ gördüm. Bunun ta'bîri nasıldır?- Gel benimle, seni cihânı aydınlatan nûra götüreyim! Rü'yânın ta'bîri budur.

Sonra beraberce, Peygamber efendimizin huzûruna gittiler. Peygamber efendimiz, kendisine kelime-i şehâdet getirmesini emir buyurdu. O da Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldu.Annesi, Müslüman olduğunu duyunca, çok kızdı. Fakat yine de annesine karşı, gereken saygıyı gösteriyordu. Onu üzmemek için elinden geleni yapıyordu. Kendisine olan bağlılığını bilen annesi, oğluna sordu:- Senin dînin, hısım akrabâya iyi muâmele edilmesini, onları üzmemek lâzım geldiğini ve onların emirlerine uymak gerektiğini emretmiyor mu?- Dînimiz, ana-babayı ve akrabâyı üzmemeyi emretmektedir.

Bunun üzerine annesi esas maksadını söyledi:- Yâ Sa'd! Vallahi, sen bu yeni dinden vazgeçip, atalarımızın dînine dönünceye kadar, yiyip içmiyeceğim. Ölmüş olsam bile bu ahdimden dönmiyeceğim. Anne katili olarak da herkes seni ayıplayacak!

İster ye, ister yeme!

O güne kadar, annesini üzmeyen, bir dediğini iki etmeyen Hz. Sa'd, Allahü teâlâya ve O'nun Resûlüne olan muhabbet ve îmânının kuvvetli olması sebebiyle, bu teklîf karşısında tüyleri ürpererek annesine şu cevâbı verdi:- Ey anne, senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine dînimden vazgeçmem! Artık ister ye, ister yeme! Bu senin bileceğin bir iştir. Benim kararım kat'îdir. Geri dönüşüm mümkün değildir. Bunu böyle bil!

Annesi, oğlunun İslâmiyete olan bu bağlılığını görünce, çâresiz kalıp yemeye içmeye başladı.Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretlerinin başından geçen, annesiyle ilgili bu hâdiseden sonra, Allahü teâlâ, evlâdın ana-babaya hangi hâllerde tâbi olacağı, onların hangi emirlerini yerine getireceği husûsunda, Ankebût sûresinin sekizinci âyet-i kerîmesini gönderdi.Bu âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu kiBiz insana, ana-babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın, ilâh tanımadığın bir şeyi bana ortak koşmak için sana emrederlerse, artık onlara bu husûsta itâ'at etme! Dönüşünüz ancak banadır. Ben de yaptığınız amellerin karşılığını size vereceğim.)

İlk kan akıtan oldu

Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Eshâb-ı kirâmın en cesûr ve kahramanlarındandır.İslâmiyetin ilk yıllarında, Müslümanlar, müşrîklerden çok ezâ ve cefâ görüyorlardı.İbâdetlerini rahat bir şekilde yapamıyorlardı.Bir gün Hz. Sa'd ile birkaç sahâbî, bir vâdide namaz kılmakta idiler. Bu sırada, müşriklerin azılılarından ba'zıları, kendileri ile alay etmeye ve hakâret etmeye başladılar.Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, bunların üzerine yürüdü.Eline geçirdiği bir deve kemiği ile, müşrîklerin elebaşısının kafasını yardı. Böylece, "Allah yolunda, ilk müşrik kanı döken sahâbî" ünvânını kazandı.Uhud savaşında çok kahramanlıklar gösterdi. Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmadı.Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, ayrıca "Allah yolunda ilk ok atan sahâbî"dir. Okçuların ya'nî kemankeşlerin reisidir. Uhud harbinde, 1000'den fazla ok attı. Peygamber efendimizin büyük iltifatlarına mazhar oldu. O ok atarken, Peygamber efendimiz buyururdu ki:- At yâ Sa'd! Ayrıca onun için şöyle duâ buyurmuştur:- İlâhî, bu senin okundur. Onun atışını doğrult! Allahım, sana duâ ettiğinde de, Sa'd'ın duâsını kabûl eyle!

Bizden geri kalmazsın!

Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Vedâ haccından sonra, Mekke'de hastalandı. Kendisini ziyârete gelen Peygamber efendimize dedi ki:- Yâ Resûlallah, siz Medîne'ye döneceksiniz. Ben burada ölürsem, dostlarımdan ayrı kalacağım.Peygamber efendimiz, Medîne'ye beraber döneceklerini işâret ederek buyurdu ki:- Hayır, sen bizden geri kalmazsın! Umarım, sen uzun zaman yaşayacaksın. Öyle ki, senden birtakım kavimler faydalanacak, birtakımı da mahrûm kalacaktır.

Peygamber efendimiz sonra da şöyle duâ ettiler:- Yâ Rabbî, Eshâbımın Mekke'den Medîne'ye dönüşünü tamamla!

Bunun üzerine, Hz. Sa'd şifâ bulup, Medîne'ye döndü.Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hz. Ömer zamanında, Hevâzin bölgesinde zekât toplamak için gönderilmişti. Bu sırada İran taraflarındaki olaylar büyüyünce, hem bu olayları önlemek, hem de düşmana bir ders vermek için bir İslâm ordusu hazırlandı. Bu ordunun başına kimin geçirilmesi gerektiği, yapılan şûrâda görüşüldü.Ba'zıları bizzat bu ordunun başına, kumandan olarak, Halîfe Hz. Ömer'in getirilmesini istiyorlardı. Bir kısmı da, bunun, çeşitli sebeplerle uygun olmayacağını, başka birisinin kumandanlığa getirilmesini istiyordu. Bu sırada Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretlerinin Hevâzin'den mektûbu geldi.

İşte aradığın kimseyi buldun!

Sa'd bin Ebî Vakkâs'ın ismini duyan Eshâb-ı kirâmın hepsi, ittifakla, Hz. Ömer'e dediler ki:- İşte aradığın kimseyi buldun!

Bunun üzerine Hz. Ömer, Sa'd bin Ebî Vakkâs'ı Medîne'ye çağırdı. Onu, İslâm ordusuna başkumandan tâyin ederek, şunları söyledi:- Yâ Sa'd, Resûlullahın dayısıyım diye sakın gururlanma! Allahü teâlâ, kötülüğü, ancak iyilik ile yok eder. Allahü teâlâya kulluktan başka bağ yoktur. İnsanların üstünlükleri, son nefeslerinde belli olur. Düşmanın çokluğundan değil, Allahtan kork!

Namazlarınızı muntazam kılın! Ordunda, günâh işleyen asker bulunmasın! Günâh işleyenleri hemen uzaklaştır! Allahın Resûlü ne yaptıysa, nasıl hareket ettiyse, sen de öyle yap! Sabrı elden bırakma!

Hz. Ömer bu şekilde nasîhat ettikten sonra, Sa'd bin Ebî Vakkâs, emrindeki askerle Medîne'den çıktı. İran topraklarında bulunan İslâm askerleri ile birleşerek, meşhûr Kadsiye zaferini kazandı.Kadsiye savaşı; İslâm ordusu ile İran ordusu arasında oldu. İslâm ordusu, Fırat nehrinin bir kolu olan Atik nehrinin, Kadsiye denilen yerinde karargâh kurdu. Harpden önce İran'ın başşehri Medâyin'e elçiler gönderildi. İran Kisrâsı Yezd-i Cürd ile görüştüler. İranlıları İslâma da'vet ederek dediler ki:- Ya Müslüman olursunuz, ya da cizye verirsiniz veya harp edersiniz!

Yâ Sa'd, müjde!

İran Kisrâsı buna sinirlenerek dedi ki:- Eğer benden önce elçi öldüren bir melik olsaydı, ben ikincisi olup, sizi öldürürdüm!

Bundan sonra bir miktar toprak getirterek, sözlerine şöyle devam etti:- Bende sizin için başka şey yok. En büyüğünüz kimse, bunu yüklensin de reisinize götürsün ve biliniz ki, cümlenizi Kadsiye hendeğine gömmek için, kumandanım Rüstem'i göndermek üzereyim.Bunun üzerine, elçiler arasında bulunan Âsım bin Amr kalkıp toprağı yüklendi, dışarı çıktılar. Arkadaşlarıyla beraber Hz. Sa'd'ın yanına döndüler ve dediler ki:- Yâ Sa'd, müjde! Allahü teâlâ onların toprağını bize verdi.

Eshâb-ı kirâm, verilen bu bir parça toprağın, daha sonra İran toprağının tamamının verileceğine dâir Allahü teâlânın bir müjdesi olduğuna inandılar.Hz. Sa'd'ın elçilerinin teklîfini reddeden Kisrâ'nın ordusu da, Atik nehri kıyısına gelip karargâh kurdu. 120 bin kişi olan İran ordusunun 30 bini zırhlı ve birbirlerinden ayrılmaması için de zincirle bağlı idiler. Ayrıca İran ordusunun ön saflarına filler yerleştirilmişti. İslâm ordusu ise 34 bin kişi idi.Hz. Sa'd, yine elçi göndererek, "Size üç gün müsaade. Bu üç gün içinde ya Müslüman olursunuz, ya cizye verirsiniz veya cenge hazır olursunuz" diye bildirdi.

Sebât ediniz!

Onlar üç gün içinde, bu şartları kabûl etmediler. Dördüncü gün harp başladı. Harp başlamadan önce, Hz. Sa'd askerlerine şöyle hitap etti:- Mevkilerinizde sebât ediniz! Öğle namazından sonra, beş-dört tekbîr alacağım. İlkinde, siz de tekbîr alırsınız, harbe hazır olursunuz! İkinci tekbîrde siz de tekbîr alır, silahlanırsınız! Üçüncü tekbîrde, siz de tekbîr alıp, askeri harp için coşturursunuz! Dördüncü tekbîrde, düşman üzerine hücûm ediniz ve "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" deyiniz!İslâm askerleri, bildirilen emirle düşmana hücûm ettiler. İran ordusu, beraberinde getirdikleri fillerle karşılık verdiler. İlk gün şiddetli çarpışmalar oldu. Sonraki günlerde İslâm ordusu uyguladıkları dâhiyâne taktiklerle İran ordusunu bozguna uğrattılar.Önce İran ordusu komutanları öldürüldü. İran ordusunun başkomutanı Rüstem de öldürülünce, ordu dağıldı. Kaçışmaya başladılar. Kaçmaya çalışanların çoğu da nehre düşerek boğuldu, kalanlar da esîr edildi. Bu harbde Müslümanlar 2000 şehîd verdi. İranlıların tamamına yakını öldürüldü. Böylece, Müslümanlar büyük bir zafer kazandılar.Daha sonra Hz. Ömer'in emriyle Sâsânî Devletinin başşehri ve İran Kisrâsının bulunduğu Medâyin şehrine hareket edildi. İslâm askerinin Medâyin'e hareket ettiğini, İran Kisrâsı Yezd-i Cürd duyunca, korkudan şehri terketti. İslâm ordusu Medâyin şehrine kolayca girerek, burayı fethetti.Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, bu fethi, şu mektupla Hz. Ömer'e bildirdi:

Îmân edenlerin yardımcısıdır

"Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânın adıyla. Irak vâlisi Sa'd bin Ebî Vakkâs'tan, mü'minlerin emîri Ömer-ül Fâruk'a. Allahın selâmı üzerine olsun! Kendisinden başka hak ma'bûd olmayan, eşi, benzeri bulunmayan Allahü teâlâya hamd eder, O'nun habîbi olan Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederim.Allahü teâlâ, bize ihsânı ile, gözün görmediği meydanlarda at koşturmayı nasîb etti. Kisrânın yurdunun büyük bir kısmını ele geçirdik. Ordu kumandanlarının çoğunu öldürdük. Bu savaşta melekler onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı. Çünkü Allahü teâlâ îmân edenlerin yardımcısıdır. Îmân etmeyenlerin yardımcısı yoktur.

Yezd-i Cürd kaçtı. Kızı, esîr olarak ele geçirildi. Bundan sonra ne yapacağımız husûsunda, Medâyin şehrinde emirlerinizi bekliyorum. Allahü teâlânın selâmı bütün Müslümanların üzerine olsun!"Hz. Sa'd hayatının sonlarına doğru Medîne'ye yakın Akik denilen yerde hastalandı ve orada 675 yılında vefât etti. Mübârek cesedi Medîne-i münevvereye götürüldü. Namazını Medîne vâlisi Mervân kıldırdı. Vasıyetine uyularak Bedir harbinde giymiş olduğu elbisesi ile defnedildi. Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Cennetle müjdelenen on sahâbîden, en son vefât edendir.

Sa'd bin Ebî Vakkâs Cennettedir

Hz. Sa'd, heybetli, orta boyda, esmer tenli, cesûr, sözü, özü doğru büyük bir zâttı. Çok cömert olup, sâdeliği severdi. Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Peygamberimize annesi tarafından dayı olurdu. Bunun için Peygamberimiz ona, "Bu benim dayımdır. Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin" diyerek iltifâtlarda bulunurdu.Hz. Sa'd, Cennetle müjdelenen on sahâbeden biridir. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki:- Ebû Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Osman Cennettedir, Ali Cennettedir, Talhâ Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman bin Avf Cennettedir, Sa'd bin Ebî Vakkâs Cennettedir, Sa'îd bin Zeyd Cennettedir, Ebû Ubeyde bin Cerrâh Cennettedir.

Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki:Resûlullah efendimiz, her namazın ardından, muhakkak şöyle duâ ederdi: "Yâ Rabbi! Cimrilikten, korkaklıktan, erzel-i ömür denilen ihtiyârlıktan, bunaklıktan, dünya fitnesinden ya'nî Deccâlın fitnesinden ve kabir azâbından sana sığınırım."

Hz. Sa'd buyurdu ki:Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâm arasında kardeşlik te'sîs ettikleri zaman, Hz. Ali'yi kendine seçerek buyurdu ki:- Yâ Ali! Sen benim dünyada da âhırette de kardeşimsin. Yâ Ali, Mûsâ'nın yanında Hârûn nasıl idi ise, sen de benim yanımda öylesin. Yalnız şu fark var ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir.

Üç gün ağladım

Resûlullaha bir köylü gelerek dedi ki:- Bana, söyleyebileceğim bir kelime öğret.Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- "Allah birdir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur ve O'nun ortağı da yoktur. Allah her şeyden yücedir. Bütün hamdlerin hepsi Allaha mahsûstur. Âlemlerin Rabbi olan Allahın şanı ne yücedir. Günâhtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret, ancak azîz ve hakîm olan Allahın yardımı iledir" de! Köylü tekrar dedi ki:- Bunlar Rabbim içindir. Kendim için ne söyleyeyim?Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki:- "Allahım beni bağışla ve koru! Bana hidâyet ver ve rızıklandır" de!

Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki:- Mü'min, bir iyilikle karşılaşsa, Allaha şükreder. Bir musîbetle karşılaştığında da hamd ve sabreder. Böylece her işinde sevâb kazanır. Hattâ hanımının ağzına koyduğu lokmadan dahî sevâb alır.Bir kimse gündüz hatim okursa, melekler ona akşama kadar duâ eder. Gece okursa, sabaha kadar duâ eder.Kadsiye zaferinden sonra bir müddet Medâyin'de kalan Hz. Sa'd, şehrin havasının ve suyunun askerlere iyi gelmediğini görünce, durumu Hz. Ömer'e bildirmişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, yeni bir şehir tesis edilmesini emretti. Hz. Sa'd da Kûfe şehrini kurdu ve şehre ilk vâli tayin edildi.

Bana duâ et!

Hz. Ömer, şehîd olmadan önce, kendisinden sonra yerine geçecek halîfeyi seçmek için altı kişilik bir şûrâ teşkil edilmesini vasıyet etmişti. Bildirmiş olduğu altı kişiden biri de, Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleriydi. Eğer Sa'd halîfe seçilmezse, ona bir vezirlik verilmesini de vasıyet etmişti. Hz. Osman halîfe seçilince, Hz. Ömer'in tavsiyesine uyarak, Hz. Sa'd'ı tekrar Kûfe vâliliğine tayin etti.Ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu. Bu hâlde iken Mekke'ye gelmişti. Mekke halkı etrafına toplanıp, "Bana duâ et, bana duâ et" deyince, hepsine duâ etti.Abdullah bin es-Sâib anlatır:"Ben genç idim. Bir ara ona yaklaştım ve kendimi tanıtmaya çalıştım. Beni tanıdı ve sordu.- Sen, Mekke'nin, Kur'ân-ı kerîmi en iyi okuyanlarından birisi değil misin?

Ben de, "Evet" dedikten sonra bir ara sordum:- Efendim, sizin duânız makbûl olup, herkese duâ ediyorsunuz. Kendiniz için duâ etseniz de gözleriniz açılsa, olmaz mı?Hz. Sa'd gülümseyerek buyurdu ki:- Oğlum, Allahü teâlânın benim hakkımdaki takdîri, ya'nî gözümün görmemesi, gözümün görmesinden daha güzeldir."

Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, bir gün Peygamberimize dedi ki:- Yâ Resûlallah, duâ buyur da, Allahü teâlâ, benim her duâmı kabûl etsin!

Resûlullah efendimiz cevâbında buyurdu ki:- Duânızın kabûl olması için helâl lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler. Böyle duâ nasıl kabûl olunur?

Sâlih kimse

Hz. Âişe şöyle anlatır:Resûlullah efendimiz gazvelerin birinde, geceleyin Medîne'ye dönüp geldiğinde buyurdu ki:- Ne olurdu, sâlih bir kimse çevremizde bekçilik yapsa...

Birden bir ses duyduk. "Kim o?" buyurdu.Bu arada Sa'd bin Ebî Vakkâs'ın sesi duyuldu:- Benim, Sa'd bin Ebî Vakkâs.Peygamberimiz sordular:- Buraya niçin geldin?

- İçimden bir ses, "Resûlullah yalnızdır, korkarım ki, din düşmanları ona bir sıkıntı ve eziyet verirler" dedi. Bunun için hizmetinize geldim.Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, ona hayır duâ etti ve istirâhate çekildiler.Uhud savaşında bir ara müşrikler Uhud dağına tırmanmaya başlayınca, Resûlullah efendimiz, yanında bulunan Hz. Sa'd'a buyurdu ki:- Onları geri çevir!

Hz. Sa'd dedi ki:- Yâ Resûlallah, yanımda bir tek okum kaldı. Onları nasıl geri çevireyim?Peygamber efendimiz emrini üç kere tekrarladı.Bundan sonrasını Hz. Sa'd şöyle anlatır:"

Bir ok daha buldum

Ok çantamda kalan bir oku aldım. Müşriklerden birine atıp öldürdüm. Sonra ok çantama el attığımda bir ok buldum. Baktığımda az önce attığım oktu. Onu tekrar atıp başka birini öldürdüm.Sonra bir daha baktığımda yine aynı oku buldum. Onu da atıp yine birini öldürdüm. Birkaç defa aynı şekilde oku attım. Bu durumu gören müşrikler, tırmanmaktan vazgeçerek geri döndüler.Ben de kendi kendime, "Bu mübârek bir oktur" dedim ve bu oku hep yanımda taşıdım."

Rivâyete göre Hz. Sa'd bu oku attıkça, bembeyaz yüzlü mübârek bir zât, bu oku geri getiriyordu. Hz. Sa'd der ki:"Uhud'da Resûlullahın sağında ve solunda beyaz elbiseli iki kişi gördüm ki, onlar en şiddetli şekilde çarpışıyorlardı. Onları ne daha önce, ne de daha sonra gördüm."Hz. Sa'd'ın îmân etmeyen kardeşi Utbe, Uhud'da müşriklerin arasında idi. Hz. Sa'd bu kardeşi ile savaşmak için, onu çok aramıştı. Buyurdu ki:"Vallahi, kardeşim Utbe'yi öldürmek için duyduğum hırsı, hiçbir adamı öldürmeye karşı duymamışımdır. Kardeşimi bulup öldürmek için, iki kere müşriklerin saflarını yardım fakat gözümden kaçtı. Üçüncüsünde, Resûlullah bana buyurdu ki:- Ey Allahın kulu! Sen ne yapmak istiyorsun? Yoksa sen kendini öldürtmek mi istiyorsun?

Bunun üzerine, onu aramaktan vazgeçtim. Utbe'yi Hâtıb bin Ebî Beltea öldürdü."

Harp hiledir

Uhud savaşının sonunda müşrikler, Uhud'u terkedip Mekke'ye dönme kararı aldıklarında, Resûlullah efendimiz, Hz. Sa'd'ı keşif vazîfesi ile gönderdi. Hz. Sa'd, müşriklerin gitme kararı alıp, dönüş hazırlıklarını keşfedince, geri dönüp, yüksek sesle dedi ki:- Yâ Resûlallah! Müşrikler develerine bindiler, atları yedeğe aldılar, Mekke'ye yöneldiler!

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Yavaş konuş, şüphesiz harp hiledir. Zîrâ müşrikler geri dönerse, şu sevincinin bir benzerini göremezsin.

Sonra, Peygamber efendimizin tekrar sormaları üzerine, Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, gördüklerini ve işittiklerini tekrarladı. Müşriklerin gittikleri kesinleştiği hâlde, Sa'd'ın yüzü üzüntülü idi. Resûlullah efendimiz, üzüntüsünün sebebini sordular. Hz. Sa'd dedi ki:- Müslümanlar zafer kazanmadan, müşriklerin gitmesine sevinmeyi hoş görmedim.Resûlullah efendimiz de buyurdu ki:- Zaten Sa'd harb hastasıdır.

Hz. Sa'd 675 yılında, vefât etti. "Aşere-i mübeşşere"den en son vefât edendir. Medîne-i münevverede medfûndur.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:10   #8
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
İlk Müslüman olanlardan: TALHÂ BİN UBEYDULLAH

Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Resûlullah efendimizin; "Talhâ ve Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle medhedilen sahâbidir.Hz. Talhâ, ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı. Bu seyâhatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti. Burada bir râhip;- Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke'den gelen var mı? diye seslendi. Talhâ bin Ubeydullah:- Evet, ben Mekkeliyim, dedi.- Ahmed zuhûr etti mi?- Ahmed kimdir?- Abdullah bin Abdülmuttalib'in oğludur. Orası O'nun zuhûr edeceği şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi Harem-i şeriften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir.

Olan bir şey var mı?

Râhibin sözleri Hz. Talhâ'nın kalbine yer etti. Acele Mekke'ye geldi ve;- Olan biten bir şey var mı? diye sordu.- Evet var. Abdullah'ın oğlu Muhammed-ül-emin, peygamberliğini ilân etti. Ebû Bekir de ona uydu, dediler.Bunun üzerine doğruca Hz. Ebû Bekir'in yanına gitti. Ona:- Sen Muhammed aleyhisselâma tâbi' mi oldun? diye sordu. Hz. Ebû Bekir:- Evet, tâbi oldum. Sen de hemen O'na git, huzûruna gir, kendisine tâbi ol! Çünkü O, Hak ve gerçeğe da'vet ediyor, dedi.Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah, râhibin söylediklerini anlattı. Sonra birlikte Resûlullaha gidip, Müslüman oldu. Râhibin sözlerini Peygamber efendimize de anlattı. Resûlullah efendimiz tebessüm ettiler.Talhâ bin Ubeydullah, Müslüman olduğu zaman, en yakın akrabâları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden çok işkence gördü. Evine hapsedildiği gibi, aç ve susuz bırakıldı. Kardeşi Osman da, onun vâsıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tâbi tutulmuştu. Hele namazlarını edâ edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendileri revâ görülen işkence, tahammülü mümkün olmayan cinstendi.Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye, adamları ile birlikte Hz. Ebû Bekir ve Hz. Talhâ'yı yakalayarak iple bağladılar ve işkence yaptılar. Teymoğulları da onlara sâhip çıkmadı. Bu hâdiseden dolayı Ebû Bekir ve Talhâ'ya bitişikler mânâsına gelen karînân dendi.

Dînimden dönmem

Hz. Me'sûd bin Hırâş, gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder:Safâ ile Merve arasında dolaşırken, elleri boynuna bağlı ve kalabalık bir grup tarafından tâkib edilen bir delikanlı gördüm. Etrâfındakilere dedim ki:- Bu kimdir, hangi suçu işledi de böyle bağladınız?- Bu Talhâ bin Ubeydullah'dır. Atalarının yolundan saptı.- Ya şu kadın kim ?- Onun annesi Sa'ba binti Hadramî'dir.Talhâ bin Ubeydullah, bütün bu akıl almaz sıkıntılara göğüs geriyor:- Beni öldürseniz de dinimden asla dönmem, diye karşılık veriyordu.Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir'le, Medine-i münevvereye hicret buyurduğu zaman, Hz. Talhâ ticâret için Şam'a gitmiş ve dönerken Medîne'ye uğramıştı. Peygamber efendimizin orada olduğunu öğrenince, kervandaki mallardan vazgeçip Medîne'de kaldı. Âilesini de getirterek muhâcirînden oldu.

Uhud savaşı

Uhud'da; Eshâbı kirâm, Peygamberimizin etrâfında toplanmışlar, canlarını siper edip O'nu muhâfazaya çalışıyorlardı. Hz. Talhâ bin Ubeydullah da bunlar arasında olup, Resûlulahın yanından ayrılmamıştı.Uhudda Müslümanlar birara şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman, sevgili Peygamberimiz;- Ey Allahın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah'ın kulları bana doğru geliniz! buyurarak seslenince ancak otuz sahâbî gelebilmişti ve Peygamber efendimiz müşrikler tarafından tamâmen kuşatılmıştı.Müşriklerin iyice yaklaştıkları bir sırada, Peygamberimiz;- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdu.

Herkesten önce...

Talhâ bin Ubeydullah hazretleri;- Ben Yâ Resûlallah! deyip ileri atılmak istedi.Peygamber efendimiz;- Senin gibi daha kim var? buyurdular. Medîneli sahâbîlerden biri;- Yâ Resûlallah! Ben! diyerek izin istedi. Sevgili Peygamberimiz;- Haydi, sen karşıla! buyurunca Medîneli Sahâbî ileri fırladı ve müşriklerin üzerine atıldı. Eşine rastlanmadık kahramanlıklar gösterdi. Bir kaç îmânsız öldürdükten sonra şehâdet şerbetini içti.Resûl-i ekrem efendimiz, yine;- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdular.Herkesten önce yine Talhâ hazretleri:- Ben Yâ Resûlallah! diyerek ileri çıktı.Peygamber efendimiz;- Senin gibi daha kim var? diye sorunca, Ensardan bir mübârek;- Ben karşılarım yâ Resûlallah! dedi.- Haydi onları sen karşıla!

O da müşriklerle çarpışa çarpışa şehid oldu.Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında bulunan bütün sahâbîler vuruşa vuruşa şehâdete erdiler. Kâinâtın sultânı efendimizin o anda yanında Talhâ bin Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı.Hz. Talhâ, Resûlullaha bir zarar erişir diye endişe ediyor, dört bir tarafa koşuyor, kâfirlerle kıyasıya çarpışıyordu. Onun bu kadar seri kılıç sallaması, bir anda Resûlulahın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok, kılıç darbelerine vücûdunu kalkan yapması, eşine rastlanmayacak bir hâdiseydi.Hz. Talhâ, pervâne gibi dönüyor, kendisine değen kılıç darbelerine hiç aldırmıyordu. Dileği, Kâinâtın sultânını korumak, bu uğurda diğer kardeşleri gibi şehîd olmaktı. Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde kandan başka bir şey görünmez olmuştu. Fakat o, buna rağmen dört bir tarafa yetişiyordu.

Sevginin işâreti

Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran Mâlik bin Zübeyr adlı bir okçu vardı. Bu müşrik Peygamber efendimize nişan alıp bir ok attı. Resûlullaha doğru gelen bu oka, başka başka hiç bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Hz. Talhâ, elini açarak oka karşı tuttu. Ok elini parçaladı.Hz. Talhâ'nın atılan oka karşı elini tutması, candan çok ötelere yükselmiş aşkın, kemâle gelmiş bir îmânın, muhabbet ile dolu bir kalbin, anlatılamıyan bir sevginin fiili olarak ortaya çıkmasıdır.Uhud savaşında müşriklerin saldırdığı ve Resûlullah efendimiz ve Talha bin Ubeydullah'ın yanında kimse kalmadığı anda, Hz. Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler.Yiğitlerin efendisi Hz. Talhâ da bu arada kan kaybından sıcak toprağa düşüp bayıldı. Her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti. Altmış altı büyük yarası sayılamayacak kadar da küçük yarası vardı.

Yüzüne su serptiler

Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir'e, hemen Hz. Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz. Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti. Talhâ bin Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz;- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah nasıl?- Resululah iyidir. Beni O gönderdi- Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sona her musîbet hiçtir. O sırada bir kaç sahâbi daha yetişti. Âlemlerin efendisi, Hz. Talhâ'nın yanına teşrîf ettiler. Yaralı mücâhid, sevincinden ağladı. Peygamber efendimiz, onun vücûdunu mesh ettikten sonra, ellerin açıp;- Allahım! Ona şifâ ver, kuvvet ihsân eyle! diye duâ buyurdular.Resûl-i ekrem efendimizin bir mu'cizesi olarak, Hz. Talhâ sapa sağlam ayağa kalktı ve tekrar düşmanla harbetmeye başladı. Sevgili Peygamberimiz onun için buyurdu ki;- Uhud günü, yer yüzünde sağımda Cebrâil'den, solumda Talhâ bin Ubeydullah'dan başka bana yakın bir kimsenin bulunmadığını gördüm. Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!

Yine Uhud'da İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi öldürmeye yemin etmiş idi. Heryerde Resûlullahı arıyordu. Peygamberimizin üzerinde iki zırh vardı. Başında da miğfer bulunuyordu. İbni Kâmia Resulullaha kılıcı ile saldırdı.Kılıç darbesi ile Resûlullahın mübârek omuzları yaralandı. Diğer bir saldırı neticesinde Resûlullah efendimiz, Ebû Âmir tarafından kazılan çukura düştü. Miğferinin iki halkası mübârek yüzüne battı. İlk yetişen Ali bin Ebî Tâlib oldu. Talha bin Ubeydullah ile birlikte çukurdan çıkardılar.Peygamber efendimiz bundan sonra Uhud dağındaki kayalığa çıkıp dinlenmek istediler. Fakat çok yorgun idiler. Hz. Talha:- Yâ Resûlallah! Ben sizi çıkartayım, diyerek, hemen yere çöktü. Peygamber efendimizi sırtına alıp kayalığa kadar çıkardı. O zaman Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki:- Talha Resûlullaha yardım ettiği zaman Cennet ona vâcib oldu.Talhâ bin Ubeydullah, Uhud Harbi'nden Mekkenin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün savaşlara katıldı. Ayrıca Hudeybiye'de Bî'ât-ı Rıdvân'da ve Huneyn savaşlarında bulundu.

Feyyâz lakabını aldı

Tebük gazvesinden herkes elinden gelen gayretle orduyu techiz etmek, (donatmak) için uğraşırkan, o da, herkesle yarışırcasına, varını yoğunu nesi varsa sarfetmiş, bundan dolayı, Feyyâz lakabını almışıtır.Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti zamânında da bütün savaşlara katıldı. Hz. Ebû Bekir hastalandığında, yerine kimin halîfe olacağını Hz. Talhâ ile istişâre etmiş ve o da ;- Hz. Ömer bu makâma en çok lâyık olan zâttır. Cenâb-ı Hak sana; "Müslümanların işini kime terk ettin?" derse, açık bir alınla ve müsterih olarak; "Hz. Ömer'e bıraktım" dersin, diye tavsiyede bulunmuştu.Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Ömer zamânında şûra meclisi üyesi idi. Halife Ömer her hususta onun re'yine mürâcaat ederdi. Hz. Ömer'in vefât etmeden önce halîfe seçilmek üzere aday gösterdiği altı zâttan birisi de Talhâ bin Ubeydullah'dır.Talhâ bin Ubeydullah, Cemel vak'asında şehid oldu. Hz. Ali harp meydanı gezerken, Hz. Talhâ'yı ölenler arasında görünce, üzüldü ve çok ağladı. Kucağına aldı. Yüzündeki toprakları sildi ve;- Ey Talhâ! Semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serili görmek bana pek ağır geldi ve beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce ölseydim, buyurdu. Namazını kendi kıldırdı.

Bana eziyet veriyor

Vefâtından yirmi yıl sonra kızı Âişe, bir gece rü'yâsında babasını gördüğünde;- Yâ Âişe! Kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defnet, diye tenbih buyurdu.Bunun üzerine kızı Âişe! çok üzüldü ve akrabâlarından bâzılarını alarak kabr-i şerifini açtılar. Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş, diğer yerleri yeni defnedilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş buldular ve bir başka kabre naklettiler.Hz. Talhâ, Eshâb-ı kirâmın en üstünlerinden olup kavuşamadığı fazilet sâdece Hulefâ-î râşidin derecesi olmuştur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:;- Yeryüzünde Cennet'lik bir kimse görmek isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın! Hz. Âişe anlatır:Bir gün Ebû Bekir-i Sıddîk Resûlulahın yanına girmişti. Resûlulah ona;- Yâ Ebâ Bekir! Sen, Atîk ya'nî Allahü teâlânın Cehennem'den âzâd ettiği kişisin, buyurdu. Ondan önce önce kimseye böyle Atîk ismi verilmemişti.Sonra Talhâ bin Ubeydullah içiri girdi. Resûlullah efendimiz ona da buyurdu ki;- Ey Talhâ! Sen de şehîd olmayı bekliyenlerdensin.Hz. Talha, Zi'l-Karâde gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için kuyu satın alıp onu mü'minlere vakfetmiş idi. O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek çok büyük çömertlikti. Zü'l-Usra gazvesinde ise savaşa katılanları tek başına doyurmuştur.Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçârelere yardım eder. Muhtâç olanlara para verirdi. Teymoğulları'nın bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talhâ, bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.Bir gün bir Bedevî, Hz. Talhâ'ya gelip, akrabâlık iddiasında bulunarak yardım istedi. Hz. Talhâ akrabâlık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir arâzisi bulunduğunu istediği takdirde onu almasını, veya satıp parasını vermeyi teklif etti. Bedevî, parasını almak isteyince, arâziyi Hz. Osman'a satıp parasını Bedevîye verdi.

Ahlâkını bilirim

Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât, Ümmi Ebân hâtunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı. Fakat o hiç birisini kabûl etmedi. Talhâ bin Ubeydullah, teklifte bulununca kabûl etti. Sebebi sorulduğu zaman;- Onun ahlâkını bilirim. Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder. Bir kusûr görünce affeder, diye cevap vermiş ve onunla evlenmişti.Hz. Talhâ ticâretle ve zirâatle meşgûl olup, büyük çiftlik sâhibi idi. Kendisinin Hayber'de ve Irak'ta çok arâzileri vardı. Böyle büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen, gâyet az yer, israf etmez ve isrâf edenleri sevmezdi.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:10   #9
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Cennetle müjdelenenlerden: ZÜBEYR BİN AVVÂM

Hz. Zübeyr, Peygamber efendimizin halası olan Hz. Safiyye'nin oğludur. İlk Müslümanlardandır. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir.Îmân ettiği vakit, amcası çok kızmıştı. Dinden dönmesi için, kendisini ateşe sokup çıkartıyordu. Amcasının, "Daha fazla inat etme, atalarının dînine dön" teklifine karşı diyordu ki:- Aslâ küfre dönmem! Allah birdir. Fayda veya zararı olmayan putlara tapmam. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah.Böylece, yapılan bütün işkencelere büyük bir sabır ve metânet gösteriyordu.

Allah sizi yine toplar

Îmân edenler çoğaldıkça, müşrikler, korkularından Müslümanlara akla hayâle gelmedik işkenceler yapıyorlardı. Peygamber efendimiz, bu dayanılmayacak işkenceleri görünce buyurdu ki:- Siz bâri yeryüzüne dağılın! Yüce Allah, sizi yine toplar.

Eshâb-ı kirâm sordular:- Yâ Resûlallah nereye gidelim?

- Habeş ülkesine gitseniz iyi olur. Habeş ülkesinde kimse zulme uğramaz. Orası doğruluk yurdudur. Allahü teâlâ sizi belki orada ferahlığa kavuşturur.

Bunun üzerine, içlerinde Zübeyr bin Avvâm hazretlerinin de bulunduğu 15 kişilik bir kâfile Habeşistan'a hicret etti. Habeş meliki Necaşî kendilerini çok iyi karşıladı. Orada rahat bir şekilde yaşadılar. Necâşî de daha sonra Müslüman oldu.Hz. Ümmü Seleme anlatır:"Biz Habeşistan'da huzur içinde yaşarken, bir grup Habeşli Necâşi'ye isyân ederek saltanatını elinden almak istedi. Bunların Necâşî'ye üstün gelmesinden korkuyorduk. Çünkü bunlar, bize hayat hakkı tanımazdı.Necâşî de bunların üzerine yürüdü. Savaş, Nil nehrinin öbür tarafında oluyordu. Durum çok kritikti. Necâşî'nin gâlip gelmesini istiyorduk. Eshâbdan ba'zıları dediler ki:- Kim savaş cephesine gidip, bize haber getirir?Hz. Zübeyr bin Avvâm cevap verdi:- Ben giderim!- Peki, sen git!

Hz. Zübeyr bu sırada, Müslümanların yaşı en genç olanı idi. Hz. Zübeyr bin Avvâm'a bir su tulumu şişirdiler ve göğsüne astılar. Sonra Nil'in üzerinde yüzdü ve orduların karşılaştığı Nil'in öteki tarafına geçti. Onların yanında hazır bulundu.Müjde, Necâşî zafere erişti!

Biz ise, Necâşî'nin düşmana gâlip gelmesi ve memleketinin başında kalması için, Allahü teâlâya duâ ettik. Biz durumun ne olacağı merakla beklerken, Hz. Zübeyr uzaktan göründü. Koşuyordu. O elbisesiyle işâret ediyor ve şöyle sesleniyordu:- Müjde, Necâşî zafere erişti ve Allahü teâlâ, onun düşmanını helâk etti ve ona memleketinde kalmaya kudret verdi.

O zamana kadar böyle sevindiğimizi hatırlamıyorum.Necâşî, Allahü teâlânın izniyle o kâfiri mağlup ederek sağ sâlim sarayına döndü. Resûlullahın yanına gelene kadar, biz onun yanında güzel bir hayat sürdük. Sonra Eshâb-ı kirâm, Mekke'den Medîne'ye hicret edince, biz de Habeşistan'dan Medîne'ye hicret ettik."Peygamber efendimiz Medîne'ye hicret ettiği zaman, Hz. Zübeyr bin Avvâm'ı, Ensâr'dan Ka'b bin Mâlik ile kardeş yaptı.Peygamber efendimiz, Bedir muharebesinde Hz. Zübeyr bin Avvâm'ı, sağ kanada kumandan tayin etti ve buyurdular ki:- Meleklerin alâmetleri ve nişanları vardır. Siz de kendinize birer alâmet ve nişan yapınız!

Savaş şiddetli geçiyordu

Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm hazretleri, başına sarı bir sarık sardı. Her iki taraf, bütün güçleriyle saldırıya geçti. Zübeyr bin Avvâm anlatır:"Bedir günü, ben, müşriklerden Ubeyde bin Sa'îd'le karşılaştım. O baştan ayağa kadar zırha bürünmüş, gözlerinden başka bir yeri görünmüyor ve at üzerinde bulunuyordu. Çocukluktan beri büyük karınlı olduğu için, kendisine, Ebû Zâtil Kirş = Karın Babası denirdi. O, "Ben Ebû Zâtil Kirş'im! Ben Ebû Zâtil Kirş'im!" diye meydan okuyordu.Elimdeki mızrağımı hemen onun gözüne sapladım. Ubeyde yıkılıp öldü. Ayağımı yanağına bastım, olanca kuvvetimle mızrağımı çekip çıkardım. Fakat mızrağımın iki tarafı eğilmişti."Meleklerin de katıldığı Bedir savaşı çok şiddetli geçiyordu. Peygamber efendimiz, durmadan Allahü teâlâdan yardım diliyor ve O'na yalvarıyordu.Hz. Zübeyr'in Bedir harbi esnasında gösterdiği kahramanlık çok büyüktü. Vücudunda yaralanmadık bir yer kalmamıştı. Üç büyük kılıç darbesi almıştı. Bunlardan biri boynunda idi. Bedir muharebesi Müslümanların gâlibiyetiyle netîcelendi. Bu savaşta, 14 Eshâb-ı kirâm şehîd oldu. 70 müşrik öldürüldü.Mekkeli müşrikler bu yenilgiyi unutamamış, bir yıl sonra tekrar Medîne'ye hareket etmişlerdi. Uhud'da iki ordu yine karşılaştı. Hz. Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, İkrime kumandasındaki süvârileri karşılayıp, bozguna uğrattılar.Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, biner süvâriye denk tutulurdu. Zübeyr bin Avvâm hazretleri, müşriklerin sancaktarı olan Kilâb'ı öldürdü ve yedi arkadaşı ile Peygamber efendimizin yanında şehîd oluncaya kadar ayrılmamak üzere yemin ettiler.Onu yere düşür!

Bu savaşın başında, Mekkeli müşriklerden biri, çarpışmak için er diledi. Herkesin çekindiğini, geri durduğunu zannederek, dileğini üç kere tekrarladı.Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm, başına sarı bir sarık sararak meydana yürüdü. Birden devenin üzerine sıçrayıp, kâfirin boğazına sarıldı. Deve üzerindeki bu mücâdele devam ederken, Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Onu yere düşür!

Zübeyr bin Avvâm o müşriki yere düşürdü. Üstüne çöküp, onu öldürdü. Peygamber efendimiz, bu husûsta buyurdu ki:- Eğer Zübeyr, onun karşısına çıkmasaydı, ben çıkacaktım.

Uhud savaşında müşriklerin okçuları, Peygamber efendimizi ok yağmuruna tutunca, Eshâb-ı kirâm, Peygamber efendimizi ortalarına aldılar. Atılan oklar Peygamber efendimizin sağından solundan geçiyor, ya önüne düşüyor veya üstünden aşıp geçiyordu.Zübeyr bin Avvâm ve arkadaşları, Peygamber efendimizin etrafında pervane gibi dönerek, gelen oklara ve kılıçlara vücutlarını siper ettiler.Hamdolsun iyidir

Pek çok Eshâb-ı kirâm çarpışa çarpışa şehîd oldu. Düşman gerilemiş, zafere yaklaşılmıştı. Zafer sevinciyle bir kısım Sahâbenin terkettikleri yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular. Peygamberimiz yaralandı. Eshâb-ı kirâm hemen toparlandı ve netîcede savaş tekrar Müslümanların lehine döndü.Uhud savaşı bitmişti. Peygamber efendimizin vefâtı şayiası Medîne'ye ulaşınca, Peygamber efendimizin halası Safiyye hâtun hemen Uhud'a hareket etti. Uhud meydanına gelince, oğlu Zübeyr'i ve Hz. Ali'yi görüp, önce Resûlullahın hâlini sordu. Hz. Ali, "Hamdolsun iyidir" deyince, ferahladı. Fakat Hz. Safiyye, "Onu bana göster" deyince, Hz. Ali, Peygamber efendimizi gösterdi. Peygamberimiz yaralı idi. Peygamberimizin sağ olduğuna şükretti.Hz. Safiyye, baba-anne bir kardeşi olan Hz. Hamza'nın durumunu da görmek istiyordu. Peygamber efendimiz Hz. Safiyye'nin gelmekte olduğunu görünce, Zübeyr bin Avvâm'a buyurdu ki:- Anneni geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin.

Zübeyr bin Avvâm hazretleri, "Anneciğim! Resûlullah geri dönmenizi emrediyor" deyince, Hz. Safiyye dedi ki:- Eğer ona yapılanı benim görmemem için geri döneceksem, zaten ben kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğrenmiş bulunuyorum. Her sıkıntıya râzıyız. Allah yolunda bundan daha beter olanlarına da râzıyız. Sevâbını Allahü teâlâdan bekliyeceğiz. İnşâallah sabredip, katlanacağız.Hz. Zübeyr bin Avvâm, durumu Peygamber efendimize bildirince, buyurdu ki:- Öyle ise bırak görsün!

Hamza için getirdim

Hz. Safiyye, kardeşi Hz. Hamza'nın cesedinin yanına oturup, sessizce ağlamaya başladı. Bu sırada, Peygamber efendimiz de sessizce ağladılar.Hz. Zübeyr bin Avvâm anlatır:"Annem Safiyye binti Abdülmuttalib Uhud'da yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp dedi ki:- Bunları, kardeşim Hamza için getirmiştim.Hz. Hamza'yı kefenlediler ve Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Zübeyr bin Avvâm Kabre indirdiler. Aynı kabre, onun gibi şehîd olan, Hz. Abdullah bin Cahş'ı da koydular."Uhud'dan dönüşte, Peygamber efendimiz yolda, münâfıklardan Ebû Azzel Cümehi'yi yakaladı. Resûlullah efendimiz onu Bedir'de esîr etmişti. Sonra onu lutfederek öldürmemişti. O, "Yâ Resûlallah, beni bırak" dedi. Resûlullah efendimiz de şöyle buyurdu:- Vallahi bundan sonra artık, sen ellerini okşayıp, Muhammed'e iki kere hîle ettim diyemiyeceksin.

Zübeyr bin Avvâm hazretleri, Allah yolunda kılıç sıyıranların ilkidir. Bir gün, Peygamber efendimizin yaralandığını zannedip kılıcını sıyırdı. Doğruca, Mekke'nin yukarı kısmında bulunan Resûlullahın yanına koştu. Peygamber efendimiz, kendisini böyle yalın kılıç görünce, sordu:- Ey Zübeyr! Ne var, nedir bu hâlin?

- Efendim, size bir zarar verdiler diye korktum, onun için kılıcımı sıyırdım.Bir kişi yok mu?Hz. Câbir bin Abdullah der ki:"Hendek günü iş ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz bize, "Benî Kureyza'nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu? diye sordular. Zübeyr bin Avvâm, "Ben gider, öğrenip gelirim" dedi. Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi.İşler yine ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz tekrar sordular:- Bize, Benî Kureyza'nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu?

Yine Zübeyr bin Avvâm dedi ki:- Ben, gider, öğrenir, gelirim.Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi ve durumu arzetti:- Yâ Resûlallah! Onları, kalelerini tâmir ederken ve harp tâlimleri yaparken gördüm. Ayrıca, hayvanlarını derleyip toparlıyorlardı.Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Her Peygamberin bir havârisi vardır. Benim de havârim Zübeyr'dir."

Benî Kureyza Yahûdîlerinin tutum ve davranışlarını gözetlemek ve öğrenmek üzere, Peygamber efendimizin gönderdiği kişilerin ilki Hz. Zübeyr bin Avvâm idi.Hendek savaşında da müşrikler bozguna uğradılar. Medîne'de oturan Yahûdîler, Eshâb-ı kirâma arkadan saldırarak anlaşmayı bozdular. Peygamberimiz de savaştan sonra, onları Medîne'den çıkardılar. Yahûdîler Hayber kalesine toplandılar.Peygamberimiz Hendek savaşından sonra da Hayber üzerine yürüdüler. Hayber'de, meşhûr Yahûdî Cengâveri Merhab, kaleden çıkarak er diledi. Hz. Ali çıkarak Merhab'ı öldürdü. Merhab'ın katlinden sonra onun oğlu Yâsir, babasının intikamını almak için meydana çıkarak, "Bana karşı gelecek var mı" diye bağırdı.Oğlum şehîd mi oluyor?Hz. Zübeyr, hemen atını sürerek onu karşıladı ve ikisi de şiddetli bir muhârebeye tutuştular. Oğlunun bu hareketini seyreden Hz. Safiyye, Resûl-i ekreme yaklaşıp sordu:- Yâ Resûlallah! Oğlum şehîd mi oluyor?Resûl-i ekrem de, "Hayır" buyurdu.Resûl-i ekremin bu beyânından birkaç dakika sonra, Hz. Zübeyr, hasmını öldürdü. Zübeyr bin Avvâm, Hayber savaşında da büyük kahramanlıklar gösterdi. Netîcede Hayber kalesi de alındı.Hayber kalesinin fethinden sonra Mekke'yi fethetmek için hazırlıklar yapıldı.Peygamber efendimizin Mekke'yi fethetmek için hazırlık yaptığını, müşriklere haber vermek için yazılan bir mektup, bir kadın vasıtası ile, gizlice Mekke'ye gönderildi.Sâre adındaki bu kadın, bu mektubu, başına yerleştirdikten sonra, üzerinden saçlarını belikler hâlinde örerek mektubu gizledi ve Kureyşlilere teslim etmek üzere yola çıktı.Acele gidiniz!

Bu durumu Cebrâil aleyhisselâm Peygamberimize bildirdi. Peygamber efendimiz de Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Mikdâd bin Esved'e buyurdu ki:- Acele gidiniz! Hah denilen yere vardığınızda, orada, yanında bir mektup bulunan, hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız. Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz!

[Hah; Medîne ile Mekke arasında bir yer olup, Medîne korularındandır.]Hz. Ali ve arkadaşları, durmadan at koşturarak Hah denilen yere vardılar. Kadın orada idi. Hz. Ali kadına sordu:- Yanında götürmekte olduğun mektup nerede?Kadın cevap verdi:- Benim yanımda mektup falan yok.Kadının eşyalarını aradılar, mektubu bulamayınca, Hz. Ali kılıcını çekip dedi ki:- Resûlullah efendimiz bize, senin yanında mektup olduğunu söyledi. Resûlullah aslâ yalan söylemez. Ya mektubu çıkarırsın veya tepene kılıcı indiririm.Kadın yeminler ederek, inkâra devam ettiyse de, Hz. Ali ve arkadaşlarının işi sıkı tuttuğunu anlayınca, çâresiz olarak saçının arasından mektubu çıkarıp verdi. Böylece haber verme teşebbüsü engellenmiş oldu. Hz. Ali ve arkadaşları da mektubu Resûlullaha getirdiler.Fetih hazırlıkları tamamlanınca Hicretin 8. senesinde Resûl-i ekremin kumandasında hareket eden binlerce mücâhid, Mekke'ye doğru ilerledi. Hz. Zübeyr, bu hareket esnasında Resûl-i ekremin sancağını taşıyordu. Peygamber efendimiz, askerlerini Zî Tuva denilen yerde bölüklere ayırdı. Bir kısmını Zübeyr bin Avvâm'ın emrine vererek Mekke'nin Kudâ tarafından girmelerini emir buyurdular.İşte o Zübeyr'dir

Mekkeli müşrikler Mekke'yi harpsiz teslim ettiler. Mekke'nin fethinden sonra Huneyn vâdisinde Hevâzin müşrikleriyle savaşıldı. Bu savaşta Hevâzin kabîlesi mağlup olarak geriye çekilmeye başladı. Kabîlenin ileri gelenlerinden Mâlik bin Avf gitti ve iki dağ arasında yüksek bir mevkide arkadaşlarına dedi ki:- Durunuz ki, zayıflarınız yürüsün ve geride kalanlar bize yetişsinler! Hezîmete uğrayanlar gelip onlara kavuşuncaya kadar orada durdular. Mâlik, gelenlere sordu:- Geriye bakın neler görüyorsunuz?

- Uylukları uzunca bir süvâri görüyoruz. Mızrağını omuzu üzerine koymuş ve başına bir kırmızı sarık bağlamış.- İşte o, Zübeyr bin Avvâm'dır. Yemin ederim ki, elbette o size ulaşır. Onun için yerinizde sıkı durunuz, ayrılmayınız!

Hz. Zübeyr bin Avvâm, o iki dağ arasındaki tepelik yerin dibine vardı. Hevâzinliler de onu gördüler. Yetişip, onlara saldırdı. Oradan çıkartıp uzaklaştırıncaya kadar onlarla cenk etti.Sahâbeden Hubeyb bin Adiy'i kâfirler yakalayıp Mekke'ye götürdüler. İdâm ettiler. Kâfirler görsün de sevinsinler diyerek sehpadan indirmediler. Kırk gün sehpada kaldı. Bedeni çürüyüp, kokmadı. Hep taze kan aktı.Yetmiş atlı yetişti

Resûlullah efendimiz, bunu haber alarak, onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved'i gönderdiler. Zübeyr ve Mikdâd cesedi gece ağaçtan aldılar. Medîne'ye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetişti.Bu iki Müslüman, kendilerini korumak için Hubeyb'i yere bıraktılar. Yer yarılıp Hubeyb kayboldu. Kâfirler de bu hâli görüp, döndüler, gittiler.Hz. Zübeyr bin Avvâm Tâif Muhâsarasına, Tebûk seferine ve Vedâ Haccına iştirak etmiştir.Amr İbn'il-Âs, Mısır'ın kalbi olan Fustat şehrini zaptetmek için Hz. Ömer'den dörtbin kişilik kuvvet istediğinde, Hz. Ömer ona her biri bin kişiye bedel dört kişi göndermiştir ki, bunlar; Hz. Zübeyr bin Avvâm, Hz. Mikdâd bin Esved, Hz. Ubâde bin Sâmit ve Hz. Mesleme bin Muhalled idi. Zübeyr bin Avvâm, yedi aylık muhâsaradan sonra Fustat şehrini zaptetmeye muvaffak olmuştur. Sonra İskenderiyye üzerine yürüyerek, burasının da alınmasında büyük rol oynamıştır.Hz. Zübeyr, namaz kılarken İbni Cermuz tarafından şehîd edildi. Şehîd olduğunda 67 yaşında bulunuyordu. Hz. Ali, Hz. Zübeyr'in vefâtına çok üzülmüş olup, cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı.Hz. Zübeyr bin Avvâm, uzun boylu, beyaz tenli, zarif, kibar bir kimse idi. Emânete son derece riâyet eder, hassasiyet gösterirdi. Hz. Zübeyr bin Avvâm, kendisine emânet edilen şeyleri saklamak için ne yapacağını şaşırırdı.Ticaret ve ziraat ile meşgûl olurdu. Medîne'nin en zenginlerinden sayılırdı. Medîne etrafındaki arsalardan başka Basra, Kûfe ve Mısır'da da bir hayli emlâkı vardı. şehîd edildiğinde mîrâsçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı.Dilencilikten hayırlıdır

Etrafındaki fakirlerin hepsinin maişetini temin etmek husûsunda büyük gayretler sarfetmiştir. Borç para isteyene borç para verir, cihâda gitmek isteyenleri Allah rızâsı için donatırdı. Zekâtını zamanında ve muntazaman verirdi. Şu hadîs-i şerîfi naklederdiBirinizin ipi alıp, odun yüklenerek satması ve Allahın onun yüzünü ak etmesi, dilencilikten hayırlıdır. İstediği kimseden birşey alsın veya almasın böyledir.)

Bütün servetine ve zenginliğine rağmen, o, son derece sâde yaşardı. Sâde giyinir, sâde yemek yer ve zînet eşyasına iltifat etmezdi. Ancak, silâhına hassasiyet gösterirdi. Bu itibârla kılıcının kabzasını gümüşten yaptırmıştı.(Talha ile Zübeyr, Cennette komşularımdır) hadîs-i şerîfi ile medhedildi. Az hadîs bildirdi. Bir tanesi şöyledirBilmediğini hadîs olarak söyleyen, Cehennemde azâb görecektir.)

Hz. Ömer, vefât edeceği zaman, halîfe olmaya lâyık gördüğü altı kişiden biri Talha, biri de Zübeyr'dir.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:11   #10
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Peygamberimizin amcası: ABBÂS BİN ABDÜLMUTTALİB

Hz. Abbâs, gençlik zamanında, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu. Kardeşlerinin içinde en zengini oydu. Abisi Ebû Tâlib'in ise mâli durumu çok kötü idi. Resûlullah efendimizin teklîfi ile Ebû Tâlib'in oğlu Ukayl'in yetişmesine yardımcı oldu ve abisinin yükünü hafifletti.Resûlullah efendimiz, İslâmiyeti anlatmaya başlayınca, Hz. Abbâs muhâlefet etmeyip, akrabâlık şefkatinden dolayı, Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu.

Biz Onu koruduk

Müslüman olmadığı hâlde, Akabe bî'atında Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada te'sîrli konuşmalar yaptı. Bî'at etmek için gelen Medîneli Müslümanlara şöyle hitâb etti:- Ey Medîneliler! Bu, kardeşimin oğludur. İnsanların içinde en çok sevdiğim Odur. Eğer, Onu tasdîk edip, Allahtan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni tatmîn edecek sağlam bir söz vermeniz lâzımdır.Bildiğiniz gibi, Muhammed aleyhisselâm bizdendir. Biz, Onu, Ona inanmıyan kimselerden koruduk. O, bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır. Bütün bunlara rağmen, herkesten yüz çevirmiş ve sizinle beraber gitmeye karar vermiş bulunmaktadır.Eğer siz, bütün Arap kabîlelerinin birleşip, üzerinize hücûm ettiğinde, onlara karşı koyacak kadar savaş gücüne sahipseniz, bu işe karar veriniz! Bu husûsu aranızda iyice görüşüp konuşunuz. Sonradan ayrılığa düşmeyiniz! Verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz?Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekke'den çıktıktan sonra Onu yalnız bırakacaksanız, şimdiden bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş hâlde yaşasın!

Buna karşılık Medîneli Müslümanlar, “Biz, Resûlullahı malımız ve canımız pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız” dediler ve Resûlullah efendimize bî'at ettiler. Sonra Hz. Abbâs şöyle duâ etti:- Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında verdikleri sözü, Onu korumak için ettikleri yemîni işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu sana emânet ediyorum yâ Rabbî!Peygamber efendimizin amcası olan Hz. Abbâs çok zengin olup, çok cömert idi. İkrâm ve ihsânları çok meşhûr idi. Fakîr, fukarâyı sevindirmeyi çok severdi. Özellikle köle satın alıp, azâd etmekten çok memnun olurdu. Yetmiş kadar köle azâd etmiştir.Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarına riâyete çok dikkat ederdi. Peygamber efendimiz, kendisini çok severdi. Bir defasında buyurdu ki:- Allahım, Abbâs'ı ve oğullarını magfiret eyle ve bağışla! Öyle ki, hiç günâhları kalmasın! Yâ Rabbî, onu ve oğullarını meydana gelecek âfet ve belâlardan koru!

Akrabâlık hakkı

Peygamber efendimiz birgün, Hz. Abbâs'a sordu:- Sana bir ihsânda bulunayım mı? Sana, akrabâlık hakkını ödeyip faydalı olayım mı?- Evet yâ Resûlallah!- Sana bir şey öğreteyim ki, onu yaptığın zaman, eski- yeni, önceki-sonraki, gizli-açık, hatâen veya kasten işlediğin bütün günâhları Allahü teâlâ affeder.- Yâ Resûlallah öğreteceğin bu şey nedir?- Dört rek'atli namaz kıl! Her rek'atte, sübhânekeden sonra on defa, (Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin. Fâtiha'dan sonra bir zammı sûre okuyup ayakta iken onbeş defa tekrar, (Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin!

Rükü'a eğilince bunu on defa söylersin! Rükü'dan kalktığında ayakta olduğun hâlde, bunu on defa söylersin! Sonra secdeye varır, orada on defa söylersin! Secdeden kalkıp oturduğunda on defa söylersin! Tekrar secdeye vardığında on defa söylersin!

Sonra ikinci rek'ata kalkarsın! Birinci rek'attaki gibi dört rek'atı da kılarsın! Bu her rek'atta yetmişbeş, dört rek'atta üçyüz eder. Artık senin günâhların Alic'in (yürümekle dört gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının sayısı kadar da olsa, Allahü teâlâ seni bağışlar. Bunu hergün bir defa kılmaya gücün yeterse kıl!- Yâ Resûlallah, bunu hergün yapmaya kimin gücü yeter?- Hergün kılmaya gücün yetmezse, her Cum'a bir defa kıl! Her Cum'a kılamazsan, ayda bir defa kıl! Ayda bir defa kılamazsan senede bir defa kıl! Senede bir defa kılamazsan ömründe bir defa olsun kıl!

Kazâ borcu olanlar

Kazâ borcu olan, nâfile namaz yerine kazâ namazlarını kılarak, önce borcunu ödemelidir! Çünkü kazâ borcu olanların nâfilelerine sevâb verilmez.Hz. Abbâs, Kureyş'in ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i Harâmın tâmirâtı ve gelen hacılara su dağıtmak (sikâye) hizmetini yürütürdü. Müslüman olduktan sonra da bu vazîfeyi devam ettirdi. Hz. Abbâs ve kardeşleri, hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere, kuyudan su çekip verirlerdi.Hz. Abbâs, Peygamber efendimizin en çok sevdiği amcalarındandır. Abdülmuttalib'in en küçük oğludur. Peygamber efendimizden üç yaş büyüktür.

Kurtuluş akçesi

Bedir savaşında daha Müslüman olmamıştı. Müşriklerin zoruyla savaşa sokuldu. Savaş sonunda, esîr edilip Medîne'ye götürüldü. Peygamber efendimiz kendisine buyurdu ki:- Ey Abbâs, kendin, kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib ve Nevfel bin Hâris için kurtuluş akçesi öde! Çünkü sen zenginsin.- Yâ Resûlallah, ben Müslümanım. Kureyşliler beni zorla Bedir'e getirdiler.- Senin Müslümanlığını Allahü teâlâ bilir. Doğru söylüyorsan Allah sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin hâlin, görünüş i'tibâriyle, aleyhimizedir. Bunun için sen kurtuluş akçesi ödemelisin!- Yâ Resûlallah, yanımda 800 dirhemden başka param yoktur.- Yâ Abbâs, o altınları niçin söylemiyorsun?- Hangi altınları?- Hani sen Mekke'den çıkacağın gün, hanımın Hâris'in kızı Ümmül Fadl'a verdiğin altınlar. Onları verirken, yanınızda sizden başka kimse yoktu. Sen, Ümmül Fadl'a, “Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Eğer bir felâkete duçar olup da dönemezsem, şu kadarı senindir. Şu kadarı Fadl içindir. Şu kadarı Abdullah içindir. Şu kadarı Ubeydullah içindir. Şu kadarı da Kusem içindir” dediğin altınlar?Peygamber efendimiz altınlar hakkında bu kadar teferruatlı bir şekilde bilgi verince, Hz. Abbâs çok şaşırdı:- Allaha yemîn ederim ki, ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda kimse yoktu. Bunları sen nereden biliyorsun?- Allahü teâlâ haber verdi.- Senin, Allahü teâlânın Resûlü olduğuna şimdi gerçekten inandım. Doğru söylediğine şehâdet ederim.Hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.Hz. Abbâs Müslüman olunca, Resûlullah onu Mekke'de görevlendirdi. Müslüman olduğunu kimseye söylemedi. Mekke'de olup bitenleri, gizlice Peygamber efendimize bildirirdi. Bir zaman sonra Peygamber efendimizin hasretine dayanamayıp, Medîne'ye gelmek istediğini mektupla bildirdiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Senin bulunduğun yerdeki cihâdın daha güzel ve faydalıdır.

Muhâcirlerin sonuncusu

Hz. Abbâs, Mekke'nin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık Mekke'de kalmayı lüzûmlu bulmayıp, fetihten az bir zaman önce Medîne'ye hicret için yola çıktı. Zü'l-huleyfe'de Resûlullaha kavuştu.Âilesini Medîne'ye gönderip, kendisi Mekke'nin fethinde, Peygamber efendimizin yanında bulundu. Peygamber efendimiz ona buyurdular ki:- Ey Abbâs! Ben, Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de muhâcirlerin sonuncususun.Hz. Ebû Süfyân, Mekke'nin fethi sırasında Müslüman oldu. Kendisiyle Hz. Abbâs ilgilendi. Ebû Süfyân, Müslümanların bir sabah vakti namaz için coşkun hazırlıklarını görünce dedi ki:- Ey Abbâs! Müslümanlara yeni bir şey mi emredildi?- Hayır, onlar namaza hazırlanıyorlar.Daha sonra Ebû Süfyân'a abdest aldırıp, Resûlullaha götürdü. Resûl aleyhisselâm namaz için cemâ'atin önüne geçip tekbîr aldı. Cemâ'at da büyük bir vecd içinde Ona uydu. Onların rükü ve secdedeki hâllerini gören Ebû Süfyân dedi ki:- Ey Abbâs! Böyle itâati ne İran saraylarında, ne Rum diyârlarında gördüm. Doğrusu, yeğenin büyük bir hükümdâr olmuş.Bunun üzerine Hz. Abbâs dedi ki:- Ey Ebû Süfyân! Bu iş saltanat değil, nübüvvettir.Hz. Abbâs, Resûlullahın yakını olması sebebiyle, Eshâb-ı kirâm arasında ayrı bir yeri vardı. Sözü dinlenirdi.Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.Hele Hz. Ömer, tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp, “Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır” diyordu. Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Dışarı çıkıp dedi ki:- Kim, “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!

Duyan var mı?

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs'ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskîn edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Abbâs buyurdu ki:- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?- Hayır böyle bir söz duymadık.Sonra Hz. Ömer'e dönüp sordu:- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?- Hayır duymadım.Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:- Hiç kimse Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyleyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır. Resûlullah efendimiz, İslâmiyetin bütün hükümlerini tamamladıktan sonra aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.Sonra, Hz. Ebû Bekir de buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi.Hayber gazâsından sonra, Haccâc bin İlât hazretleri, Peygamber efendimizin huzûruna gelip dedi ki:- Yâ Resûlallah, benim Mekke'de çoluk çocuğum, mallarım var. Bunları buraya getirmek istiyorum. Fakat, benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse, bunları vermezler. Mekke'ye gittiğimde, sizin hakkınızda uygun olmayan sözler söylesem uygun olur mu?Bunun üzerine Peygamber efendimiz izin verdi.

Zafere ulaştı

Bu izin üzerine Mekke'ye gelip, Peygamber efendimizin esîr alındığını, öldürülmesi için Mekke'ye getirileceğini söyledi.Bu habere müşrikler çok sevindi. Hz. Abbâs ise, haberi alır almaz, üzüntüsünden bayıldı. Kendinden geçmiş bir hâlde evine götürdüler. Bir müddet sonra kendine geldiğinde, işin aslını öğrenmek için, kimsenin bulunmadığı bir zamanda, Haccâc'ı evine çağırdı. Hz. Abbâs'ın perişan hâlini gören Haccâc dedi ki:- Yâ Abbâs sana müjde! Resûlullah, Hayber'de zafere ulaştı. Ben mallarımı kurtarmak için Resûlullahtan izin alarak böyle söyledim. Buradan ayrıldıktan üç gün sonra, yaptığım hîleyi onlara söyleyebilirsin.Hz. Abbâs, Mekke'nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazâsında da, Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vâdiden aşağı iniyordu. Düşman ordusu, önceden oraya geldiği için, vâdinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuştu.

Resûlullahın yanından ayrılmadı

Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladı. Müslümanlar ne olduklarını anlayamadılar. Bir an karışıklık oldu. Hz. Abbâs, Hz. Ebû Bekir ve birkaç kahraman, ölümü göze alıp, Resûlullahla birlikte bir adım gerilemediler.Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Yâ Abbâs! Sen onlara; “Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında bî'at eden sahâbîler!” diye seslen!

Hz. Abbâs, iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulduğu için, bütün gücüyle bağırdı:- Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren Eshâb! Buraya toplanınız! Dağılmayınız!

Bunu işiten Eshâb-ı kirâm geri dönmek istediler. Fakat binek hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, ba'zıları hayvanlarını geri döndüremediler. Binek hayvanlarından kendilerini atmak mecbûriyetinde kaldılar. Müslümanlar toparlandılar ve şiddetli bir muhârebeden sonra düşman yenik düştü. Askerlerinin çoğu öldürüldü. Bir kısmı da esîr alındı.Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib, çok yiğit idi. Hz. Câbir anlatır:“Resûlullah efendimiz Tâif'e gittiğinde, oradaki halka, elçi olarak Hanzala bin Rebî'i göndermişti. Hanzala Tâiflilerle görüşürken, kendisini yakalayıp kaleye hapsetmek istediler. Bunu gören Resûl aleyhisselâm buyurdu ki:- Kim bunların elinden Hanzala'yı kurtarır? Bu işi başarana bütün gâzilerin sevâbı verilecektir.Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib yerinden fırlayıp, yıldırım gibi koştu. Hanzala'yı kaleye sokmak üzere olan Tâiflilere yetişerek, ellerinden aldı. Kaleden Hz. Abbâs'a taş atıyorlardı. Bu sırada Resûlullah efendimiz de, Hz. Abbâs'a duâ ediyordu. Hz. Abbâs yaralanmadan Hanzala'yı Resûlullaha getirdi.”

Fâizini kaldırdı

632 senesinde Resûlullah efendimiz Eshâbıyla vedâ haccına gittiler. Peygamber efendimiz, vedâ hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler... Fâizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı fâizin, amcası Hz. Abbâs'ın fâizi olduğunu bildirdiler.Peygamber efendimizin vefâtından sonra mübârek cenâzelerini yıkamak üzere; Hz. Ali, Hz. Abbâs ve oğulları Fadl ve Kusem, Üsâme bin Zeyd ve Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamaya başladılar.Hz. Abbâs ve oğulları su döküp, Peygamber efendimizi sağa, sola döndürdüler. Hz. Ali de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.Hz. Ömer, fetihlerden elde edilen ganîmetlerden, Hz. Abbâs'a hisse ayırırdı. Hz. Ömer, Mescid-i Nebevînin genişletilmesini istedi. Mescidin hemen yanında Hz. Abbâs'ın evi vardı. Halîfe bu evi satın almak istedi. Hz Abbâs ise evini hediye olarak verdi.

Ayağa kalkarlardı

Hz. Ömer, Medîne'de kuraklık olunca, Hz. Abbâs'ın duâ etmesini istedi. Hz. Abbâs duâ edip, duâsı bereketiyle yağmur yağdı ve toprak yeşerdi. Bundan sonra Hz. Ömer buyurdu ki:- Abbâs, Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir.Hz. Abbâs, Peygamber efendimize yakınlığı ve fazîletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır, hürmet edilir bir zât idi. Herkes kendisine imrenirdi. Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı.Çok zengin idi. Medîne'ye yerleştikten sonra yapılan bütün muhârebelerde ve özellikle, Bizans'a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti.Ziyâdesiyle cömert olup, ikrâm ve ihsânları çok idi. Köleleri satın alıp azâd eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle azâd ettiği meşhûrdur. Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarını yerine getirmeye çok dikkat eder, muhtaç olanlara yardım ederdi.Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib, ömrünün sonunda göremez oldu. Hz. Osman'ın şehîd edilmesinden iki sene evvel, 652 senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefât etti. Cenâze namazını Hz. Osman kıldırdı. Bakî' kabristanına defnedildi.Kızlarından başka on erkek evlâdı vardı. Bunların içinde, Abdullah bin Abbâs hazretleri ilimde çok yüksekti. Kızları içinde Ümmü Gülsüm ba'zı hadîs-i şerîfler rivâyet etti.Hz. Âişe şöyle anlatır:“Resûlullah efendimiz Eshâb-ı kirâmı ile oturuyordu. Yanında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer vardı. O esnâda Hz. Abbâs içeri girdi. Hz. Ebû Bekir ona yer verdi. Hz. Abbâs, Resûlullahla Ebû Bekir arasına oturdu. Resûl aleyhisselâm bu hareketinden dolayı Hz. Ebû Bekir'e buyurdu ki:- Büyüklerin kıymetini büyükler bilir.”

Ben Abbâs'danım

Peygamber efendimiz Hz. Abbâs hakkında yine buyurdular kiBu Abdülmuttalib oğlu Abbâs'dır. Kureyşte en cömert ve akrabâlık bağlarına en saygılı olandır.)(Abbâs, bendendir. Ben Abbâs'danım.)(Abbâs, amcamdır. Beni korumuştur. Ona ezâ eden, bana ezâ etmiş olur.)(Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler. Allahü teâlâ dîni onlarla azîz ve hâkim kılacak.) Hz. Abbâs bin Abdülmuttalib, ekseriyâ şöyle derdi:- Kendisine iyilik yaptığım hiç kimsenin kötülüğünü görmedim. Kendisine kötülük yaptığım hiç kimsenin de iyiliğini görmedim. Onun için, herkese iyilik ve ihsânda bulunun! Çünkü bunlar, sizi kötülüğün zararlarından korur.İbni Şihâb'dan bildirildiğine göre; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Hz. Abbâs'a rastlarlarsa, bineklerinden inerler, onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
eshabi kiram, hz.ali, hz.ebubekir, hz.hamza, hz.hasan, hz.huseyin, hz.omer, hz.osman


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi