04-05-2011, 07:00 | #131 |
İlk îman eden köle: ZEYD BİN HÂRİSE
Zeytin gözlü çocuk, korkuyordu... Çünkü Arabistan'ın meşhur Ukaz Panayırı, karmakarışıktı. Burası, esir pazarıydı. Genç, yaşlı her cins köle satılıyordu. Kendisi kadar küçükler bile vardı. Adın ne? Heyecanlı pazarlık sesleri arasında, sıcak, toz ve gürültü çokbunaltıcıydı. Bu kargaşada, güler yüzlü bir adam, ona yaklaşarak sordu:- Senin adın ne oğlum?- Zeyd.- Babanın adı?- Hârise, efendim!- Nerelesin?- Yemenli.- Hangi kabîledensin?- Kudâa kabîlesinden.- Öyle mi? O, eski ve kıymetli bir kabîledir...Küçük Zeyd, beyaz dişlerini göstererek gülümsedi ve mırıldandı:- Doğrudur, efendim... Bu güzel yüzlü amcayı sevmeye başlamıştı... Adam tekrar sordu:- Karnın açtır, değil mi?Çocukcağız önüne baktı. Cevap vermedi. Fakat günlerdir aç, susuz, perişan bekleşiyorlardı. Adam tekrar sordu:- Benimle gelmek ister misin? Güzel yemekler, temiz elbiseler ister misin?- Sizinle yemek olmasa da gelirim efendim! Esir tüccarı ile pazarlık ettiler. Küçük Zeyd, boynu bükük bekliyordu. Nihâyet dörtyüz dirheme anlaştılar. O kimse, parasını ödedi. Gülerek başını okşadı ve dedi ki:- Haydi bakalım küçük Yemenli! Şimdi gidip, ikimiz de bir güzel karnımızı doyuralım! O amca kendisini, çok daha iyi kalbli bir hanıma götürdü. Teslim ederken dedi ki:- Ey amcamın kızı! İşte, senin için aldığım köle! Bu hanım, Hz. Hatice idi. Hediye eden de, yeğeni Hâkim bin Hizâm idi. İlk Müslüman köle Hz. Hatice gerçekten, dünyadaki bütün kadınların en hayırlısı idi. Öyle olmasa, sevgili Peygamberimizle evlenmek nasip olur muydu?Düğünden hemen sonra, Hz. Hatice de Zeyd'i, Peygamber Efendimize hediye ettiler.Allahın Resûlü, onu görür görmez pek sevdiler. Esirlikten kurtulması için, azâd ettiler ve himâyelerine aldılar.Yemenli Zeyd, böylece, yeni yuvasına yerleşti. Her gün o kadar hârika şeyler görüyordu ki, hayranlığı gittikçe artıyordu.Çok kısa zaman sonra, o da, ilk Müslümanlar arasına katıldı. Böylece, ilk Müslüman olan kadın, Hz. Hatice; ilk Müslüman olan çocuk, Hz. Ali; ilk Müslüman olan erkek, Hz. Ebû Bekir ve ilk Müslüman olan köle de Hz. Zeyd oldu. Zeyd bin Hârise, Mekke'de Resûlullahın yanında rahata kavuştuğu sıralarda, Yemen illerinde dertli bir baba dolaşıyordu. Kaybolan oğlunu arıyor ve hasret dolu şiirler okuyordu:Zeyd için ağlıyorum,Karalar bağlıyorum.Geri döner mi diye,Kalbimi dağlıyorum...Dağlara çıkayım mı?Zeyd'imi arayım mı?Bir haber versin diye,Rüzgâra sorayım mı? Yemenliler hemen tanıdılar Yemen'den ayrılan her kervana, oğlunu tenbih ediyordu. Gelen her yolcuya da, onu soruyordu. Bir şeyler öğrenebilmek için çırpınıyordu. Yemenliler o sene de Mekke'ye gittiler...Kâbe'yi tavâf e-denler arasında, Zeyd de bulunuyordu. Yemenliler, onu hemen tanıdılar. Memlekete dönünce, babasına müjdeyi verdiler. İhtiyar Hârise, sevinçten sanki deli olacaktı!..Oğlunu kaybettiğine ne kadar üzüldüyse; yaşadığına da, o kadar sevindi... Üstelik iyi kalbli efendisinin, oğlunu azâd ettiği söyleniyordu. O hâlde, hür idi. Peki öyleyse, niçin yurduna dönmüyordu?Bu karışık düşünceler arasında, yine de; bir an evvel, oğluna kavuşmak istiyordu...Ertesi sabah Zeyd'in amcasıyla birlikte, yola çıktılar. Yanlarına bir de, köle almışlardı. Bu genç ve kuvvetli esirin adı, Serahbil idi. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra, Mübârek Beldeye vardılar...Sevgili Peygamberimizi bulmaları zor olmadı. Konuşabilmek için, izin istediler. Yerlerde ve göklerde bulunanların en merhametlisi olan Resûlullah efendimiz, onlari kabûl ettiler. Oğlumdan ayrı düştüm Yemenli Hâris, şöyle dedi:- Ey Abdülmuttalib'in torunu! Ey Abdullah'in oğlu! Ey büyük Mekkeli! Ey bu kavmin reisi! Ben, tâlihsiz bir babayım.Çünkü, en sevgili oğlumdan ayrı düştüm. Ancak sizin yardımınızı diliyor ve bekliyorum.Oğlumun yerine, size başka bir köle getirdim! Şu Serahbil adındaki genci, lütfen kabûl buyurun. Kendisi kuvvetli ve güvenilir bir insandır. Onu alınız ve oğlumu bana geri veriniz! Bu teklif karşısında, Peygamberimiz buyurdular ki:- Zeyd'i çağırıp kendisine durumu bildirelim. Onu serbest bırakalım. Şâyet size gelmeyi tercih ederse, bir şey vermenize gerek kalmadan, onu alıp götürebilirsiniz. Şayet beni tercih eder, yanımda kalmayı isterse, Allaha yemin ederim ki, beni tercih edeni kimseye terk etmem, yanımda kalır. Hârise ve kardeşi, Peygamber efendimizin, Zeyd ile ilgili olarak verdikleri bu cevaba çok memnun olarak dediler ki:- Sen bize çok adâletli ve insaflı davrandın.Bunun üzerine Peygamberimiz, Zeyd'i huzuruna çağırarak, kendisine buyurdu ki:- Bunları tanıyor musun? - Evet efendim, tanıyorum. Biri babam, diğeri amcamdır.- Ey Zeyd! Sen, benim kim olduğumu öğrendin, sana olan şefkat ve merhametimi, davranışımı da gördün. Şimdi bunlar seni almaya gelmişler. O hâlde, ya beni tercih et ve yanımda kal veya onları tercih et, git! Eşsiz insan Resûlullah efendimizin, kendisini serbest bırakması üzerine, Zeyd, hayatının en önemli anlarını yaşıyordu. Herkes ne cevap vereceğini, ne yapacağını merakla bekliyordu! Müthiş bir imtihan içindeydi. Kendi kendine şunları düşündü:Bir tarafta, öz babam duruyor. Dünyaya gelmeme sebep olan kimse. Diğer tarafta ise, esirleri ve efendileri eşit kılan; yetimlerin, öksüzlerin, kölelerin, güçsüz ihtiyarların, dul kadınların, misâfirlerin, garip yolcuların ve fukaranın yardımcısı eşsiz insan.Karar vermek, gerçekten zordu... Fakat Hârise oğlu Zeyd, Peygamberimize dönerek şunları söyledi:- Ben hiç kimseyi size tercih etmem. Siz benim hem amcam, hem babam makâmındasınız. Sizin yanınızda kalmak istiyorum.Bu sözleri duyanlar, şaşırıp kaldılar! Sadece Resûlullah Efendimiz gülümsüyordu. Hz. Zeyd de, huzur içindeydi. Babası kızarak, Zeyd'e dedi ki:- Yazıklar olsun sana! Demek ki, sen köleliği hürriyete, annene, babana ve amcana tercih ediyorsun! Bunları mahsustan söylüyordu. Belki fikrinden cayar da, geri döner ümidindeydi. Fakat oğlu, gâyet sâkin bir şekilde, kara gözlerini babasına çevirip cevap verdi:- Babacığım, ben bu zattan öyle şefkatli muamele gördüm ki, Ona kimseyi tercih edemem.Daha sonra Peygamber Efendimiz, ayağa kalktılar. Zeyd'i, kocaman bir taş üzerine çıkarttılar. Orada bulunanlara dediler ki:- Şâhit olunuz ey insanlar! Zeyd bundan sonra, benim oğlumdur. Onu evlât ediniyorum. O bana vâris, ben ona vârisim. Sevinçle memleketlerine döndüler Babası ve amcası bu durumu görünce, kızgınlıkları geçti. Sevinç içinde memleketlerine döndüler. Bundan sonra Zeyd'e, Zeyd bin Muhammed, yâni Muhammed'in oğlu Zeyd denilmeye başlandı.Bu hâdiseler olduğunda, henüz İslâmiyet gelmemişti. Daha sonra Allahü teâlânın, Ahzâb sûresinin 5. ve 40. âyetlerindeki, (Evlâtlarınızı babalarının ismiyle çağırın, böylesi Allah katında daha doğrudur), (Muhammed aleyhisselâm sizden hiçbir erkeğin (Zeyd gibi) babası değildir) meâlindeki emirleri ile evlât edinmek de kaldırılınca, Hz. Zeyd babasının ismiyle, yâni Hârise'nin oğlu Zeyd mânasında (Zeyd bin Hârise) diye çağrılmaya başlandı.Allahın Resûlü, Zeyd'i çok severlerdi. O kadar ki, onu, öz amcaları Hz. Hamza ile kardeş ilân ettiler. Peygamber efendimizin ailesinde ve akrabâlarında da, aynı sevgi mevcuttu. Şehitlerin en büyüğü Hz. Hamza, her savaşa çıkışta, bütün varlığını ona vasiyet ederdi.Bir gün Peygamber Efendimiz buyurdular ki:- Cennetlik hanım isteyen, Ümmü Eymen'le evlensin!.. Üsâme adlı bir oğulları oldu Ümmü Eymen iyi kalbli ve Habeşli bir câriye idi. Peygamber Efendimize, anacığından emânet kalmıştı...Artık delikanlı olan Hz. Zeyd, hemen, o siyahî hanımla evlendi. Üsâme adlı bir de oğulları oldu.Zeyd bin Hârise, Bedir harbinden Mûte harbine kadar, Peygamber efendimizin bulunduğu bütün savaşlara katılmıştır. Yalnız Müreysi gazâsında, Peygamber efendimiz onu Medîne'de yerine vekil bıraktığından bulunamadı. Bunun dışında pek çok seferde bulunmuş, bir çoğunda kumandanlık ederek, secâati, kahramanlığı ile örnek olmuştur.Hicretin 8. yılında, Mûte seferine çıkılacaktı. Mücâhidlerin başında, Hz. Zeyd bulunuyordu. Çünkü sevgili Peygamberimiz sancağı ona teslim etmişlerdi. Hz. Ali'nin kardeşi Hz. Câfer ve Hâlid bin Velîd gibi kumandanlar, onun emrinde idiler. Medîne'de vedâlaşırken, Allahın Resûlü buyurdular ki:- Muharebede Zeyd şehit olursa, sancağı Câfer alsın! O da şehit düşerse, Abdullah bin Revâhâ başa geçsin! Söyledikleri aynen çıktı. Üç büyük Sahâbî de, arka arkaya Cennete uçtular.Sahih-i Buhâri'de, bu olay şöyle anlatılıyor:Resûlullah efendimiz Mûte'ye orduyu gönderdikten epey sonra, bir gün minberde konuşma yapıyorlardı. Birdenbire Efendimizin gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı ve konuşmalarını keserek buyurdular ki:- İşte Zeyd şehit oldu, bayrağı Câfer aldı. O da şehit oldu. Bayrağı Abdullah aldı. O da şehit oldu. Şimdi bayrağı Hâlid bin Velîd aldı. Cenâb-ı Hak zaferi Hâlid'e nasîb etti. Hz. Zeyd'in kumandan olduğu bu savaşta, ondan sonra kumandan olarak şehit edilen Câfer-i Tayyâr'ın, savaş sırasında iki kolu birden kesilmişti. Onun hakkında Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Cenâb-ı Hak Câfer'e kesilen kollarının yerine iki kanat ihsân buyurdu. Cennette meleklerle birlikte uçtuğunu Rabbim bana gösterdi. Bu sebeple, vefâtından sonra kendisi, “Uçan Câfer” mânasına gelmek üzere, "Câfer-i Tayyâr" lâkabıyla anılmıştır.Hz. Zeyd'in Mûte savaşında şehit edilmesinden bir sûre sonra, bu defa mübârek şehidin oğlu Üsâme kumandasında bir ordu daha hazırlandı. Fakat, Resûlullah efendimizin hayatının son günlerine rastlaması yüzünden onları uğurlayamadı. Daha sonra bu ordu Hz. Ebû Bekir tarafindan Şam üzerine gönderilmiş ve zaferle dönülmüştür.Hz. Zeyd ilk îman edenlerdendi. Îman edince, Mekke'de iken pek çok ezâ ve cefâlara mâruz kaldı. Buna rağmen o, hepsine katlandı ve îmanından zerre kadar tâviz vermedi.Peygamberimiz, Tâif halkını İslâmiyete dâvet için, Zeyd ile beraber Tâif'e gitmişti. Tâif halkına bir ay nasîhat ettiler. Hiç kimse îman etmedi. Alay ettiler. İşkence yaptılar. Yuhaladılar. Peygamber efendimiz, Zeyd bin Hârise ile dönerlerken, yolda Tâifliler tarafından taşa tutuldular. Her tarafları kan revân içinde kaldı. Birçok yerinden yaralandı Hz. Zeyd, Peygamberimizi atılan taşlardan korumak için, Onun önüne, arkasına, sağına, soluna geçerek siper oluyordu. Bu sırada başından ve birçok yerinden yaralanmıştı. O buna rağmen, buna aldırmıyordu. Onun için önemli olan, Resûlullah efendimize bir zarar gelmesin, Ona gelecek zarar kendisine gelsindi. Bu seferden Mekke'ye dönerken, Addâs adlı tek bir köle îman etmişti.Hz. Zeyd, hicret izni çıkınca, Medîne'ye hicret etti. Medîne'de, Ensardan Gülsüm bin Hedm'in evinde misâfir kaldı.Hz. Zeyd Peygamberimizi o kadar çok seviyordu ki, canını Onun yolunda fedâ etmekten çekinmiyordu. Hattâ Peygamberimizi öz babasına tercih etmişti. Peygamber efendimiz de, Zeyd'i ve oğlu Üsâme'yi çok severdi. Hadis-i şerifte buyuruldu kiBana insanlar arasında en sevimli gelen kişi, benim ve Allahın ihsânına mazhar olan kişidir. Bu zat Zeyd'dir.) Allahü teâlânın ihsânı; Müslüman olmasını nasib etmesi, Peygamberimizin ihsânı ise, onu hürriyetine kavuşturmasıdır.Zeyd bin Hârise, uzak bir yere gidiyordu. Kirâ ile tuttuğu katırcısı, tenha bir yerde bunu öldürmek istedi. İzin isteyip iki rekat namaz kıldı. Sonra üç defa, "Yâ Erhamerrâhimîn" dedi. Her birini söylerken, "Onu öldürme" sesi geldi. Üçüncüsünde geldim Dışarıda adam var sanarak, katırcı dışarı çıkıp içeri girdi. Üçüncüsünde, elinde kılıç bulunan bir süvâri içeri girip katırcıyı öldürdü. Sonra Zeyd'e dönerek dedi ki:- Sen, "Yâ Erhamerrâhimîn" duâsına başlarken, ben yedinci gökte idim. İkincisini söylerken birinci göke, üçüncüsünde yanınıza geldim. Hz. Zeyd, bu gelen süvârinin, melek olduğunu anladı.Kur'an-ı kerimde, Eshâb-ı kirâm içinde Hz. Zeyd'den başka hiçbir kimsenin ismi açıkça zikredilmedi. Sadece Zeyd'in ismi geçmektedir. Bu, onun için büyük şeref olmuştur.Zeyd, beyaz, güzel idi. Oğlu Üsâme ise esmer idi.Hz. Zeyd, tahminen milâdi 575 yılında doğmuş olup, annesi Su'de binti Sa'lebe'dir. Künyesi oğluna nisbetle Ebû Üsâme'dir. Yemenlidir. Yemen'in o zamanki en muhterem kabîlesi olan Kudâa kabîlesine mensuptur. Annesi ise Tay kabîlesinin bir kolu olan Maan oğullarındandır.Hicretin altıncı senesinde Zeyd bin Hârise, Eshâbdan bâzılarının ticaret mallarını Şam'a götürüp satmak üzere yola çıktı. Zeyd bin Hârise ve arkadaşları atlı idiler.Zeyd bin Hârise ve arkadaşları, ticaret malları ile Vâdilkurâ'ya yaklaştıkları sırada, Fezâre bin Bedir kabîlesinden birtakım adamlar, onların önlerini kestiler. Zeyd'i ve arkadaşlarını kılıçtan geçirdiler. Onların öldürüldüklerine kanaat getirerek, yanlarındaki bütün ticaret mallarını gasp ettiler. Gündüzleri gizleniniz! Zeyd bin Hârise'nin arkadaşları şehit oldu. Zeyd bin Hârise de ağır surette yaralanıp şehitler arasına baygın düşmüştü. Ölme derecesine geldi.Zeyd bin Hârise, bir müddet sonra ayıldı. Yavaş yavaş Medîne'ye geldi. Başlarına gelenleri, Peygamberimize haber verdi.Zeyd bin Hârise, Benî Fezârelerle çarpışmak için yemin etti ve kendisini, Benî Fezârelere göndermesini, Peygamberimizden diledi.Zeyd bin Hârise'nin yaraları iyileşince, Peygamberimiz, onu, askerî bir birliğin başına geçirerek Benî Fezârelere gönderdi. Gönderilen birlik, büyükçe bir süvâri bölüğü idi. Gönderirken, onlara buyurdu ki:- Gündüzleri gizleniniz, geceleri yürüyünüz! Zeyd bin Hârise ve arkadaşları kılavuzlarının yanılması sonucu, bir gün boyunca yanlış yolda ilerlediler. Benî Fezâreler de, İslâm mücâhidlerinin geldiklerini haber aldılar. Zîrâ, âdet olarak kendilerine bir gözcü tayin etmişlerdi. Her gün, gözcü kendilerine ait bir dağın tepesine çıkıp, yoldan kendilerine doğru gelenlere bakar, gelenleri, bir günlük uzaklıktan haber verir ve, Rahatça uyuyunuz! Bu gece size gelebilecek bir tehlike, bir zarar yok" derdi.Zeyd bin Hârise ve arkadaşları, Benî Fezâreleri geceleyin gâfil iken basmayı bekleyerek sabahladılar. Sabaha çıktıkları zaman, Benî Fezârelerin, yurtlarından gitmiş olduklarını gördüler.Zeyd bin Hârise, Benî Fezâreleri araştırmak için, ileri gitmekten arkadaşlarını men etti. O sırada, Benî Fezârelerden, küçük bir cemaata rastladılar. Onları kuşattılar.Zeyd bin Hârise ve arkadaşları tekbir alarak, onlarla şiddetle çarpıştılar. Benî Fezâreler, bozguna uğradı. Benî Fezârelerin belli başlı adamlarından Abdullah bin Mesade ile Kays bin Numan bin Mesade öldürüldü.Seleme bin Ekva, araştırmaya devam etti. İçlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu bir grubun dağa doğru seğirttiklerini görüp, ok atarak, onların dağa kaçmalarına engel oldu. Zeyd'i kucakladı İslâm mücâhidlerinden Kays bin Muhassir, Ümmü Kirfe'nin ardına düşüp onu yakaladı. Ümmü Kirfe, yaşlı bir kocakarı idi. Yakalanınca, Peygamberimize sövüp saymaya başladı. Zeyd bin Hârise de, onu öldürmesini, Kays bin Muhassir'e emretti ve derhal öldürüldü.Benî Fezârelerin, ele geçirilebilen malları ganîmet olarak alındı. Zeyd bin Hârise, Ümmü Kirfe'nin zırh gömleğini Peygamberimize gönderdi.Mücâhidler, Medîne'ye döndükleri sırada, Peygamberimiz evinde idi. Zeyd bin Hârise, gidip Peygamberimizin kapısını çaldı. Peygamberimiz, Zeyd'i karşılayıp kucakladı ve alnından öptükten sonra, ne yaptıklarını ona sordu. Zeyd de, Allahın lutfettiği yardım ve zaferi Peygamberimize haber verdi.Peygamber efendimizin mektubunu Rum Kayseri Heraklius'a götüren Eshâb-ı kirâmdan Hz. Dihye, dönüşte, Kayserden aldığı bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiselerle Hisma'ya geldi.Cüzâmlardan Hüneyd ve oğlu ile daha birtakım adamlar, orada Dihye'nin yolunu keserek, üzerindeki eskimiş elbisesinden başka yanındaki her şeyi yağmaladılar. Eski elbisemle geldim Dihye, Medîne'ye gelince, evine girmeden, doğruca Peygamberimizin yanına gidip, Kayser Heraklius ile aralarında olup bitenleri başından sonuna kadar haber verdikten sonra dedi ki:- Yâ Resûlallah! Kayserin yanından dönüp gelirken, Hisma'da bulunduğum sırada, Cüzâmlardan bir cemaat beni baskına uğrattılar. Hiçbir sey bırakmaksızın yanımdaki şeyleri yağmaladılar. Nihayet, Medîne'ye şu eski püskü elbisemle gelebildim! Sonra da Hüneyd ile oğlunun cezâlandırılmalarını diledi.Bunun üzerine Peygamberimiz, Zeyd bin Hârise'yi, beşyüz kişilik bir kuvvetle Cüzâmlara yolladı. Hz. Dihye'yi de, Zeyd bin Hârise'nin yanına kattı. Benî Uzrelerden bir adam da, kılavuz olarak yanlarına katıldı.Zeyd bin Hârise, kılavuzlar ile birlikte geceleri yürüyorlar, gündüzleri gizleniyorlardı.İslâm mücâhidlerinin, Cüzâmların yurtlarına geldikleri sırada, Cüzâmların ileri gelenlerinden Rifaa bin Zeyd, Müslüman olup, Peygamberimizin mektubu ile kavminin yanına dönmüştü. Cüzâmlardan ve civâr bâzı kabîlelerden birçok kimse Harretürrecla'ya gelip konmuşlardı.Kılavuz, İslâm mücâhidlerini, Harre'nin Evlac tarafından getirmişti. İslâm mücâhidleri, sabahleyin Hüneyd ve oğlunun konak yerine ve onların yanında bulunanlara ansızın baskın yaptılar. Hüneyd'le oğlu öldürüldü. Benî Ahnef veya Ecneflerden de, iki kişi öldü. Birçok kadınlar ve çocuklar esir edildi. İslâm mücâhidleri; bin deve ve beş bin davar ele geçirdiler.Dubeyboğulları, İslâm mücâhidlerinin Medan çölünde bulunduklarını öğrenince, onlardan Hassân bin Melle, Üneyf bin Melle, Ebû Zeyd bin Amr atlarına binip gittiler. Bugün sakın yapma! Bunlar, İslâm mücâhidlerine yaklaşınca, Ebû Zeyd'le Hassân, Uneyf bin Melle'ye dediler ki:- Sen, bizimle gel! Fakat, şimdiye kadar yapageldiğin şeyleri bugün sakın yapma! Biz, konuşurken, sen, dilini tut! Bugün, bize bir uğursuzluk getirme!İçlerinden, yalnız Hassân bin Melle'nin konuşmasını kararlaştırdılar. Hassân, Zeyd bin Hârise'nin yanına kadar varıp durdu ve dedi ki:- Biz, Müslüman bir cemaatiz!- Öyle ise, Fâtiha sûresini okuyunuz bakayım! Hassân, Fâtiha sûresini okuyunca, Zeyd bin Hârise dedi ki:- Askere sesleniniz ki, yüce Allah, şu kavmin içinden çıkıp geldikleri yeri bize haram ve dokunulmaz kılmıştır. Ahdini bozan, bundan müstesnâdır! Bu konuşmalardan sonra, onlarla savaşmaktan vazgeçildi. |
|
04-05-2011, 07:01 | #132 |
En meshur vahiy kâtibi Sahâbî: ZEYD BİN SÂBİT
Sevgili Peygamberimiz, Medîne'ye hicret ettikleri zaman, Müslümanlar, akın akın gelip bîat ediyorlardı. Bunlar arasında bir de, küçük çocuk vardı. Gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. Peygamber efendimiz onun başını okşadılar. Bu sırada oradakilerden biri, Resûlullaha dedi ki:- Yâ Resûlallah! Bu çocuk, Neccaroğullarına mensuptur. Size indirilen, Kur'an-ı kerim âyetlerini ezberlemiştir.Bunun üzerine, Peygamber efendimiz tebessüm ederek, çocuğa sordular:- Senin adın ne, yavrum? - Zeyd, efendim... Sâbit'in oğlu Zeyd.- Ne kadar âyet ezberledin bakalım! - 17 sûre, efendim.- Bizlere, biraz okur musun? - Peki efendim. Kâf sûresini okudu Bundan sonra, Zeyd, Eûzü-Besmele çekerek, şu meâldeki âyet-i kerimeleri okumaya basladı: (Gökten bereketli bir su indirdik de; onunla bahçeler, biçilecek taneler [buğdaylar] meydana getirdik. Ve tomurcukları, birbiri üzerine sıralanmış, uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik ki, kullarımız için, yiyecek rızık olarak yaratılmışlardır. Biz onunla, ölü bir memlekete can verdik. İşte kabirden çıkış da, böyledir.) [Kâf 9-11] Okuması bitince; sevgili Peygamberimiz pek memnun kaldılar.Küçük Zeyd'in zekâ ve kabiliyeti karşısında buyurdular ki:- Sen artık, Yahûdilerin dilini de öğrenmeye çalışmalısın! Çünkü biz mektuplarımızı, Yahûdilere emniyet edemeyiz. Gerçekten, o zamana kadar, yabancılarla olan yazışmalarda tercümanlığı, ekseriya Yahûdiler yapıyordu. Onların arasında, yabancı dil bilenler fazlaydı. Bu sebeple Peygamber efendimiz, Müslümanların yabancı dil öğrenmesini teşvik ediyorlardı. Vahiy kâtibi oldu Sâbit'in küçük oğlu, çok kısa zamanda İbranîceyi, yâni Yahûdi dilini öğrendi. Hem okuyor, hem de mükemmel yazabiliyordu. Daha sonra, Süryanîceyi de öğrendi.Onun bu çalışkanlığı ve zekâsı, kendisine çok şerefli bir görev kazandırdı. Allahü teâlânın Resûlünün kâtipleri arasına katıldı. Artık Peygamber efendimize gelen giden mektupları, o tercüme ediyordu.Bir müddet sonra, Vahiy kâtipliği şerefine de erişti. Peygamber efendimize vahiy olunan Allahü teâlânın kelâmını da yazmaya başladı ve vahiy kâtiplerinin en meşhuru oldu.Hz. Zeyd'in yaşı büyüdükçe; ilmi de, vazifeleri de büyüyordu. Artık Kur'an-ı kerimi tamamen ezberlemişti. Ayrıca, fıkıh üzerinde çok ilerledi. Savaşlara da katılıyordu. İlmiyle olduğu kadar, kılıcıyla da; din düşmanlarına karşı savaşıyordu.Bir gün sevgili Peygamberimiz, Eshâbıyla oturuyorlardı. O sırada vahiy geldi. Derin bir vecd içinde kaldılar. Ayaklarının biri, Hz. Zeyd'in ayağı üzerine geldi. Mübârek ayağı o kadar ağırlaşmıştı ki, vahiy kâtibi kendi ayağını eziliyor zannetti. Az sonra bu hâlleri geçince, "Yaz, Zeyd" buyurdular ve mücâhidler hakkında indirilen şu âyet-i kerimeyi söyledilerMüminlerin; evlerinde oturanları ile, cihâda çıkanları, eşit değildirler.) Mücâhidlerin şânı büyüktür Hz. Zeyd yazıyordu. Cenâb-ı Hakkin bu mübârek kelâmını işiten, Ümmü Mektum'un oğlu Abdullah çok üzüldü. Çünkü, kendisinin gözleri görmüyordu. Ayağa kalkarak sordu:- Yâ Resûlallah! Evet, mücâhidlerin şânı, böyle büyüktür. Lâkin bizim gibi, cihâda çıkmaya gücü yetmeyenler ne yapacak?Tekrar vahiy inmeye başladı. Çünkü Peygamber efendimizin mübârek vücudu ağırlaşmıştı. O hâlleri geçince, tekrar Hz. Zeyd'e, "Yaz" buyurarak, biraz önce yazdığı âyet-i kerimenin devamını yazdırdılarMâzereti, özrü, engeli, sakatlığı olanlar hâriç... Bunlar dışında; savaşa çıkan ve çıkmayanlar, şüphesiz eşit değillerdir.) Ümmü Mektum'un oğlu ve onun gibiler, bu habere derecesiz memnun oldular.Uhud savaşında sevgili Peygamberimiz Zeyd bin Sâbit'i, Sa'd bin Rebî hazretlerini aramaya göndererek buyurdular ki:- Şâyet bulursan, selâmımı söyle ve kendisini, nasıl hissettiğini sor! Savaş meydanını dolaşan Hz. Zeyd, henüz 14-15 yaşlarındaydı. Aradığı zatı, kâfir ölüleri ve İslâm şehitleri arasında buldu. O da son nefesini vermek üzereydi. Yanına yaklaşıp dedi ki:- Ey Sa'd! Resûl-i Ekremin sana selâmları var. Kendini nasıl hissettiğini soruyor.Hz. Sa'd, o anda bile tebessüm ederek şöyle cevap verdi:- Sen de, Peygamber efendimize, benim selâmımı arz et! Ben şu anda, Cennet kokularını duyuyorum. Medîneli Müslümanlara da şöyle ki, tek kişi kalsalar bile; Peygamber efendimize hizmette, kusur etmesinler. Yoksa özürleri, kabûl olunmaz.Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti. Birkaç yıl sonra Hz. Zeyd, bu büyük şehidin kızkardeşiyle evlendi. Beraber yiyelim! Hz. Zeyd, çoğu zaman sevgili Peygamberimizle beraber oluyorlardı. Bir seher vakti, erkenden Resûlullahın huzûruna geldi. Peygamber efendimiz birkaç hurma yiyorlardı... Selâmdan sonra, buyurdular ki:- Gel, beraber yiyelim! - Yâ Resûlallah! Ben, oruca niyetlenmek istiyorum.- Ben de niyetleneceğim. Beraberce, hurmayla sahur yaptılar. Sonra da, sabah namazına çıktılar.Günler, ne de çabuk geçiyordu. İki cihân güneşi, bu dünyaya saadet ışıklarını saçtıktan sonra; âhirete teşrif ettiler. Artık Müslümanlar için tek teselli kaynağı, Peygamberimizin emirlerini yerine getirmekti. Çünkü O, Allahın emirlerini bildiren; en son ve en büyük Peygamber idi.Fakat bu vefât üzerine, bütün kâfirler, dinsizler, müşrikler ümide düştüler! Hepsi birden, İslâma saldırmaya başladılar. Müslümanlar da, olanca güçleriyle karşı koyuyorlardı. İlk halîfe Hz. Ebû Bekir etrafında, bir hilâl gibi çepeçevre kenetlendiler. Hâfızlar şehit oldu Onlarla yapılan Yemâme cenginde, çok sayıda seçkin Sahâbe şehit oldu. Savaştan sonra halîfe, bir haberci yolladı. Hz. Zeyd'i çağırttı. Halîfenin yanında, Hz. Ömer de bulunuyordu. Hz. Ebû Bekir, Hz. Zeyd'e buyurdu ki:- Hz. Ömer, Yemâme'de, 70'ten fazla Kur'an-ı kerim hâfızı şehit düştü. Korkarım öteki savaşlarda, kalan hâfızlar da şehit olurlar. İşte o zaman, Allah korusun Kur'an-ı kerim de, Yahûdi ve Hıristiyanların din kitapları gibi, noksan, eksik hâle gelir. Bu sebeple, şimdiden tedbir almalıyız. Allahü teâlânın kelâmını, sözlerini toplayalım ve yazdıralım diyor.Bunun üzerine Hz. Zeyd, Hz. Ömer'e sordu:- Yâ Ömer! Sevgili Peygamberimizin yapmadıkları bir işi, bizler nasıl yapabiliriz?Bu suâle, halîfe cevap verdi:- Aynı şeyleri, Ömer'e ben de sordum. Fakat bana, Efendimiz yaşarlarken, böyle birşey olamazdı. Olacağını düşünsek bile, o zaman Cenâb-ı Hak; bütün Kur'an-ı kerimi yeniden Resûlüne vahiy ile bildirebilirdi diye cevap verdi.Bunun üzerine Hz. Zeyd dedi ki:- Haklısınız.Hz. Ebû Bekir, Hz. Zeyd'e buyurdu ki:- Ey Resûlullahın kâtibi! Sen zekî, bilgili ve genç bir Müslümansın. Hakkında hiçbir şüphemiz de yoktur. Bu zor işi, ancak sen başarabilirsin. Şânı yüce kitabımızı, toplayabilir ve bir mushaf hâlinde yazabilirsin. Zaten Peygamber efendimize vahiy olunan âyetleri de, yazmıyor muydun?Hz. Zeyd çok şaşırdı! Doğrusu, bunu beklemiyordu. Dedi ki:- Yâ Emîr-el Müminîn! Vallahi bana, bir dağı yerinden söküp kaldırmayı teklif etseydin; verdiğin bu emir kadar ağır gelmezdi! Fakat Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:- Bu, yapılması îcabeden bir iştir.Hz. Ömer de ilâve etti:- Çok şerefli bu vazifeyi, mutlaka yapmaya çalışmalısın! Mushaf hâlinde yazdı Hz. Zeyd, gerçekten şerefli ve gerekli olan bu işi; uzun çalışmalar sonunda başardı. O zamana kadar dağınık olan mübârek âyetleri, îtinayla topladı. Hepsini, bir Mushaf hâlinde yazdı. Halîfeye teslim etti. Böylece, ilk yazılı Kur'an-ı kerim mushafını hazırlama şerefi, ona nasip oldu.Hz. Osman zamanında halîfenin emri ile yine Zeyd bin Sâbit başkanlığında bir heyet tarafindan çoğaltılıp, altı tane daha mushaf-ı şerif yazılarak, belli merkezlere gönderilmiştir. Böylece bu şerefli vazifeyi de yapmak ona nasip olmuştur.Günler, her zamanki süratiyle geçip gitti. Hz. Ebû Bekir de, ömrünü tamamladı. Yerine, Hz. Ömer halîfe seçildi. Fıkıh ilmini en iyi bilen O da Hz. Zeyd'i, Medîne kâdılığına, hâkimliğine tâyin etti. Çünkü Peygamber efendimiz buyurmuşlardı kiFıkıh ilmini en iyi bilen, Sâbit'in oğlu Zeyd'dir.) Abdullah bin Abbas hazretleri, geniş bilgisine rağmen Zeyd bin Sâbit'in evine kadar gidip, ondan istifade ederdi. Bir defasında Zeyd bin Sâbit hazretleri hayvanına bineceği zaman, üzengisini tutmuştu. Zeyd bin Sâbit hazretleri, buna mâni olmak istediğinde, İbni Abbas hazretleri demiştir ki:- Biz âlimlerimize böyle hürmet ederiz. Bunun üzerine Hz. Zeyd de İbni Abbas'ın elini tutarak öpmüş ve demiştir ki:- Biz de Peygamber efendimizin Ehl-i beytine böyle hürmet etmekle emrolunduk.Onun adâlet ve bilgisine; devrin halîfeleri bile, seve seve müracaat ettiler. Hükümlerine, rızâ gösterdiler...Bir sene Arabistan'da, kıtlık başgösterdi. Hz. Ömer, Mısır'dan buğday getirtti. Fakat buğdayın hak geçmeden ve herkese yetecek şekilde dağıtılması, zor bir işti. Halîfe, bu zor iş için de, Hz. Zeyd'i vazifelendirdi.Medîne kâdısı, herkes için vesika hazırlattı. Buğdaylar, tam bir adâletle dağıtıldı. Böylece o kıtlık yılı, hiçbir üzüntü ve şikâyete meydan verilmeden atlatıldı. Yermük zaferinde alınan ganimetler de, yine Hz. Zeyd tarafından, tam bir adâletle dağıtıldı.Sonraki halîfe Hz. Osman, onun vazifelerini artırdı. Kâdılığa ek olarak, bir de, Beytülmal Muhâfızlığını verdi. O sıralarda, bir arkadaşına gönderdiği mektupta:- Kardeşim Übey! Cenâb-ı Hak dilimizi, kalblerimize tercüman olarak yaratmıştır. Diline hâkim olamayan kimsede, akıl aranmaz. Kişi eğer, dilini serbest bırakır ve ağzına gelen herşeyi söylerse; kendi sözleriyle kendi başını kesebilir. Kur'an-ı kerim öncedir Hz. Zeyd 665 yılında vefât eyledi. Cenâze namazında, bir arkadaşı, "En büyük fakîh vefât etti" diyerek ağladı. Resûlullahın şâiri Hz. Hassân bin Sâbit, şiirler yazdı ve dedi ki:- Hassân ve oğlunun vefâtından sonra, onlar gibi şâir nasıl yetişecek? Zeyd bin Sâbit'ten sonra, şiirlerimin mânasını kim anlayabilecek?Tebük gazvesinde, Mâlik bin Neccâr'in sancağını, Ümâre bin Hazm taşırken, Resûl-i Ekrem, sancağı alıp, Zeyd bin Sâbit'e vermişti. Ümâre'nin, Yâ Resûlallah, yoksa aleyhimde birşey mi duydunuz? demesi üzerine de buyurmuştur ki:- Hayır! Kur'an-ı kerim öncedir. Zeyd ise Kur'an-ı kerimi senden daha çok bilir. İslâm ilimleri içinde en yüksek olanı, kıraat ilmiydi. Bu ilim sayesinde, Kur'an-ı kerim, bozulmaktan ve değişmekten korunmuştur. Bu ilmin mütehassis âlimleri, Kur'an-ı kerimin okunuş şekillerini kaydetmişlerdir. Böylece Kur'an-ı kerimin okunması hususundaki tereddütleri bertaraf etmişlerdir. Kıraat âlimleri Zeyd bin Sâbit hazretlerinin bu ilimdeki üstünlüğü, Eshâb-ı kirâmın ve Tabiînin ileri gelenlerinin îtirafları ve takdirleri ile sabittir. Eshâb-ı kirâm arasında kıraat ilminde imamlık derecesine yükselenler, Hz. Ebû Bekr-i Siddîk, Hz. Ömer bin Hattâb, Hz. Osman bin Affân, Hz. Ali bin Ebî Tâlib, Übeyy bin Ka'b, Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Mes'ûd, Ebûdderdâ ve Ebû Mûsel-Es'arî'dir. Bunlar, Resûlullah efendimizden bizzat okuyuşlarını tasdik ettirenlerdir.Hz. Ömer, Hz. Zeyd'in kıraatı ile Ubeyy bin Ka'b'in okuyuşunu karşılaştırır ve Hz. Zeyd'in okuyuşunu tercih ederdi. Çünkü o, Kureyş kıraatına tam uygun okuyordu. Bu itibarla onun okuyuşunu diğer okuyuşlara tercih etmek îcab ederdi. Bütün Müslümanlar, Medîne-i münevverede Hz. Zeyd'in etrafında toplanmışlar ve kendisi, bütün ilim ehlinin müracaat yeri olmuştur.Zeyd bin Sâbit hazretleri, tefsir ilminde de çok ilerde idi. Vahiy kâtibi olmak şerefine sahip, fevkalâde zekî, Hulefâ-i Râsidîne yakın olmasından dolayı, birçok âyet-i kerimenin nüzûl sebebini bilir, hakîkat ve hikmetlerine vâkıf bulunurdu. Buyurdu ki:- Eshâb-ı kirâm arasında bulunan birtakım kimseler, Uhud harbine giderken, yoldan geri dönmüşlerdi. Bunlar Abdullah bin Ubey bin Selûl'e tâbi üçyüz kadar münâfıktı. İnsanlar, bunların hakkında iki fırkaya ayrılmış, bir kısmı bunların öldürülmesini, bir kısmı da öldürülmemesini Resûlullahtan istiyorlardı. Bunun üzerine şu âyet-i kerime nâzıl oldu.(Size ne oluyor ki, o münâfıklar hakkında iki fırkaya ayrılmış bulunuyorsunuz.) [Nisâ 88]Hz. Zeyd, hadis, fıkıh, ferâiz, ve fetvâ ilimlerinde de son derece bilgili idi. Resûl-i Ekrem efendimizden 92 hadis rivâyet etmiştir. Hz. Zeyd, rivâyet ettiği hadis-i şerifleri doğrudan doğruya Peygamberimizden işitmiş, Onun vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan da hadis-i şerif öğrenmişti. İnsanlar bir tarafta... Hz. Zeyd bin Sâbit, kendi bulunduğu bir mecliste, bir sahih hadis söylendiği zaman, onu derhal tasdik ve teyit ederdi. Nitekim bir gün Ebû Saîd-i Hudrî şu hadis-i şerifi rivâyet etmişti: Resûl-i Ekrem efendimiz Nasr sûresi nâzıl olduğu zaman, onu okumuş ve şöyle buyurmuştu:- İnsanlar bir tarafta, ben ve Eshâbım bir taraftayız. Sonra Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Fetihten sonra hicret olmaz, ancak cihâd ve niyet vardır. Orada hazır bulunan Mervan bin Hakem, Ebû Saîd-i Hudrî'ye, Yalan söylüyorsun deyince, Zeyd bin Sâbit ve Râfi bin Hadic, Ebû Saîd doğru söyledi diyerek onun hakkında hüsn-i şehâdette bulunmuşlardı.Hz. Zeyd, daha Hz. Ömer devrinde iken, ferâiz ile ilgili meseleleri bir araya toplamış, bu ilmin esaslarını, bizzat yazarak bir tertip ve düzene sokmuştur. Zaten bu ilimdeki üstünlüğünü, Resûlullah Efendimiz, "Ümmetimin içinde ferâizi en iyi bilen Zeyd bin Sâbit'tir" buyurarak tasdik ve taltif buyurmuştur. İlmin yayılmasına hizmet etti Fıkıh ilminin her meselesinde, Eshâb-ı kirâmın en yüksek müctehidlerindendi. Daha Resûl-i Ekrem zamanında fetvâ vermek şerefine kavuşmuştu. Fetvâları son zamanlarda büyük ciltler hâlinde toplanmıştır. Bütün Müslüman memleketlerinde yayılmış ve herkes bunlarla amel etmiştir.Zeyd bin Sâbit hazretleri, Mescid-i Nebevi'ye geldiği zaman, müskülü olan ona gelir, meselesini sorar, cevabını alırdı. Onun namaz, hayvan kesimi, av hayvanları, hibe (bağış) ve ziraat ortaklığı meselesine ait fetvâları, fıkıh meselelerinin yazıldığı kitaplarda yer almaktadır.Hz. Zeyd bin Sâbit, büyük işler başaran ve büyük hizmetler bırakan bir Sahâbîdir. Ümmetin ıslâhı hususundaki gayretleri, yerinde ve zamanında müdâhalelerle işleri yoluna koyma çabaları ve ilmin yayılması hususundaki çalışmaları gibi nice hizmetleri vardır.Onun hizmetleri anlatılamayacak kadar çok ve büyüktür. Kur'an-ı kerimi tamamen ezberlemesi, emin bir kimse olması, güzel yazı yazması gibi birçok meziyetlere sahiptir. Zâten Resûlullah efendimizin zamanında vahiy kâtibi olmak şerefine kavuşmuştu.Bütün Ehl-i Beyt ve Eshâb-ı Kirâm arasında, o derece üstün bir îtibara erişmişti ki, cuma günleri sokağa çıktıkları vakit, ilim ve irfânına hayran kalan Medîne ahâlisi, kendisini, tam bir istiyakla karşılarlardı. Halkın bu teveccühünden utanan Zeyd bin Sâbit hazretleri, hemen evine giderdi.Bu hâlini soranlara buyururdu ki:- İnsanlardan hayâ etmeyen, Allahtan utanmaz.Zeyd bin Sâbit vefât edince, Ebû Hüreyre demiştir ki:- Bu ümmetin âlimi vefât etti. Umulur ki, Allahü teâlâ, Abdullah ibni Abbâs'i ona halef buyurur. Fıkıhta meşhur Sahâbîler Enes bin Mâlik hazretleri, Peygamber efendimizin şöyle buyurduklarını rivâyet etmektedirÜmmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, Allahın dîni hususunda en şiddetlisi Ömer, en ziyâde hayâya mâlik olanı Osman ve ferâizi en iyi bileni Zeyd bin Sâbittir.) Eshâb-ı kirâm arasında fıkıh ilminde dört Sahâbe meşhurdur. Bunlar, Zeyd bin Sâbit, Abdullah bin Mes'ûd, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Abbâs'dır. Bütün dünyaya yayılan fıkıh ilminin kaynağı bu dört büyük Sahâbîdir. |
|
04-05-2011, 07:01 | #133 |
Peygamberimizin hanımlarından :ZEYNEB BİNTİ CAHŞ
Hz. Zeyneb validemiz, Peygamberimizin halasının kızı olup, ilk iman edenlerdendi. Mekke'den Medine'ye hicret etti. Önceleri, Resulullahın azatlı kölesi olan Zeyd bin Hârise ile evli idi. Zeyd bin Hârise, Hz. Zeyneb'in hakkını gözetemediğinden ayrıldılar. Beni ona sen ver! Resul aleyhisselam, halasının kızının durumuna üzülüp, onun şerefini iâde etmek ve onu üzüntüden kurtarmak için, Hz. Zeyneb'i nikâh etmek istedi.Hz. Zeyneb bunu işitince, sevincinden iki rekat namaz kılıp, şöyle duâ etti:- Ya Rabbî! Senin Resulün beni istiyor. Eğer onun zevceliği ile şereflenmemi takdîr buyurdun ise, beni ona sen ver! Duâsı kabul olup, Ahzâb suresinin otuzyedinci ayet-i kerimesi gelerek, buyuruldu ki:- Zeyd, onun hakkında istediğini yaptıktan sonra [yani Zeyneb'i boşadıktan sonra], biz, onu sana zevce eyledik. Hz. Zeyneb'in nikâhını Allahü teâlâ yaptığı için, Resulullah ayrıca nikâh yapmadı. Hz. Zeyneb bununla her an övünür ve derdi ki:- Her kadını babası evlendirir. Beni ise, Allahü teâlâ nikâhladı.O zaman otuzsekiz yaşında idi.Hz. Zeyneb'in, Zeyd bin Hârise ile nikâhlanıp evlenmesi ile, eshab-ı kiram arasında eskiden kalma birçok örf ve âdetlerin ortadan kalkması sağlanmıştır. Mesela önceleri halk, evlat edinilmiş bulunan kimseyi, kendi öz evladı hükmünde zannederdi.Cenab-ı Hak, son Peygamberi vasıtasıyla, bu hususu ortadan kaldırmıştır. Hür kimse ile köleyi aynı seviyede tutmuştur. Aradaki imtiyazı ortadan silip atmıştır. Hz. Zeyd gibi bir köleyi, Beni Hâşim ile aynı seviyeye getirmiştir. Abdülhamid hânın hizmeti Fransızların edepsiz şâiri Volter, Resulullahın Hz. Zeyneb'i zevceliğe kabul buyurmasını, tarihlere, vak'a ve haberlere taban tabana zıt ve uydurma, âdî ve alçak iftiralarla, şiir düzerek bir tiyatro kitabı yazmıştır.Edebiyat ve fikir adamına yakışmayan bu çirkin, iğrenç yazısı, kendisini aforoz etmiş olan, büyük düşmanı papanın hoşuna gitmiş, kendisini okşayıcı mektup yazmıştır. Müslümanların halifesi Sultan İkinci Abdülhamid Hân, bu piyesin sahnede oynatılacağını işitince, Fransız ve İngiltere hükûmetlerine ültimatom vererek, hemen önlemiş, bütün insanlığı, yüz kızartıcı aşağılıklardan kurtarmıştır.Hz. Zeyneb'in düğün gecesi, Peygamber efendimizin bir mucizesi daha görüldü. Duâsının bereketiyle az yemek çoğaldı. Bütün davetliler yediği hâlde, Enes bin Malik hazretlerinin annesi Ümm-i Süleym'in gönderdiği yemek, hiç azalmadı. Enes bin Malik, Üçyüz kişi kadar yediği hâlde, Peygamber efendimiz, (Yemeği kaldır) buyurmasıyla, kaptaki yemeğin, ortaya koyduğum zamanda mı, yoksa kaldırdığım zamanda mı çok olduğunu anlayamadım buyurdular.Hz. Zeyneb, ihsanı, sadakayı pek çok severdi. El işlerinde de mahir idi. İşlediği şeyleri ve eline geçen herşeyi, akrabasına ve fakirlere verirdi. Resulullah efendimiz, Hz. Zeyneb için buyurmuştur ki:- Zevcelerim arasında, bana en önce kavuşacak olanı, eli uzun, yani eli açık, cömert olanıdır. Hepsini dağıtırdı Hz. Zeyneb, Peygamber efendimizin pek çok iltifatına kavuşarak, yüksek makamlara sahip oldu. Sadaka ve ihsanı o kadar çoktur ki; Resulullah efendimizin vefatından sonra, halife Hz. Ömer, Peygamberimizin hanımlarının her birine onikibin dirhem verirdi. Bunu alır almaz, hepsini sadaka eder, dağıtırdı.Nesilden nesile intikal eden menkıbede, Hz. Zeyneb, Hz. Ömer'den hediye gelince derdi ki:- Buna benden daha fazla ihtiyacı olanlar vardır. Onu şuraya koyun, üzerini örtün.Sonra bir başörtüsünü parçalayarak, onu kese yapar ve bu keselerle parayı akrabalarından muhtaç olanlara ve yetimlere dağıtır, sonra da elini kaldırarak buyururdu ki:- Allahım, bundan sonra bana, Ömer'in hediyesini nasip etme! Hakikaten o sene vefat etti. Resulullahtan sonra, Peygamberimizin zevceleri arasında, en önce vefat eden budur. Yüreğimdeki ateş Hz. Zeyneb, hicretin yirminci yılında, elliüç yaşında Medine'de vefat etti. Naaşının, Peygamberimizin Seriri üzerine konularak taşınmasını vasiyet ettiğinden, öyle yapıldı. Cenaze namazını halife Hz. Ömer kıldırdı. Tabutu Bakî kabristanlığına getirilirken, kardeşi Ahmed bin Cahş âmâ hâliyle ağlıyordu. Hz. Ömer, onun ağlamasını işitince buyurdu ki:- Ey Ahmed, tabuttan uzaklaş! Cemaat seni sıkıştırmasın. Zeyneb'in tabutunu taşımak için kalabalık fazlalaşıyor.Ahmed ise şöyle cevap verdi:- Ya Ömer! Bu, her türlü hayır ve bereketi sayesinde kazandığımız kız kardeşimizdir. Bu ağlamam, yüreğimdeki ateşi soğutuyor.Defnedileceği esnada, Hz. Ömer, Peygamberimizin hanımlarına, Hz. Zeyneb'i kimin kabre koyabileceğini sordu. Onlar da, Sağlığında onu görmek, kimlere helal ise, kabrine de onlar girer, indirirler cevabını verdiler. Bunun üzerine yakın akrabaları kabre indirdiler.Hz. Aişe, Hz. Zeyneb'i çok medh ve sena ederdi. Onun hakkında buyurmuştur ki: İster dinî meseleler olsun, ister takva ve sadakat olsun, ister sıla-i rahm, yani akrabayı ziyaret olsun, isterse cömertlik ve fedakârlık olsun, Zeyneb'den daha iyi hiçbir hatun yoktur. "Resulullahın zevceleri içinde Zeyneb'den başka kimse, zat-ı saadetlerine yakınlık bakımından benimle boy ölçüşemez. O saadetli ve iyi hatun aramızdan gitti. Yetimler ve dullar hamisiz kaldılar. Allahü teâlâ, Zeyneb binti Cahş'a rahmet eyleye. Hakikaten dünyada onun mertebesinde hiçbir hatun yoktu. Hak teâlâ, Nebîsini onunla evlenmeye sevk eyleyip, Kur'anın bazı ahkâmını indirmiştir. Hz. Ümm-i Seleme de, Hz. Zeyneb hakkında, Zeyneb, salih, oruç tutan ve ibadetle vakit geçiren bir hatundu buyurdu. |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
eshabi kiram, hz. ebubekir, hz. hatice, hz.ali, hz.bilal, hz.hamza, hz.hasan, hz.huseyin, hz.omer, hz.osman |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|