![]() |
#1 |
![]() Bugünkü gazetelerde yer alan bazı köşe yazılarının kritikleri... BAŞBAKAN’A HAKARET ETME HAKKI Hürriyet’ten Oktay EKŞİ, 10.01.2008 tarihli yazısında, Başbakan’ın Mahkeme kararları üzerine yaptığı bir konuşmayı ele alarak ilginç bir karara varıyor: “Kaç defa yazdık... Asıl o konumu (Başbakan konumu-FK) nedeniyle özgürlüğünün öteki vatandaşlardan daha sınırlı olduğunu ve öteki vatandaşların "hakaret" sayabileceği eleştirilere sırf o nedenle katlanmaya mecbur olduğunu bir türlü anlatamadık. Bu konulara demokratik düzenin bir figürü olarak değil devr-i saltanat kafasıyla bakıyor.” Yaa, işte böyle… Demek ki neymiş? Bir: Başbakan’ın özgürlüğü, “konumu nedeniyle” öteki vatandaşlardan daha kısıtlıymış. İki: “öteki vatandaşlar” için “hakaret” sayılabilecek eleştiriler, Başbakan için hakaret hükmü taşımazmış ve Başbakan, bu hakaretlere “katlanmaya mecbur”muş. Ve üç: Eğer Başbakan yapılan hakaretlere katlanmıyorsa, meseleye “demokratik düzenin bir figürü olarak” değil, “saltanat kafasıyla” bakıyor demekmiş. Yani neymiş neymiş? Bu beyzadelere göre, -sözüm meclisten dışarı,- Başbakan bunların “şamar oğlanı” imiş. Başbakan’a hakaret etme hakkını bir “demokratik eylem” olarak görme zihniyetine ve dayatma mantığına karşı adamın diyesi gelmez mi; “böyle bir demokrasi figürü olmaktansa….” “IN THE NAME OF ALLAH” Hürriyet’ten Yalçın DOĞAN, 10.01.2008 tarihli yazısında, Refahyol Hükümeti döneminde İran ile yapılan Doğalgaz Anlaşması’nın eksik taraflarından söz ediyor. Ediyor etmesine de, yazısına neden “In the name of Allah” başlığını koymuş olabilir acaba? “Allah’ın adıyla” anlamına gelen bu ifadenin altında yazdıklarına bakalım. “İran böyle yazıyor, ancak yazdığı gibi davranmıyor. Hatta inancına ters, anlaşma koşullarını yerine getirmiyor…. Anlaşma koşullarını yerine getirmediği, söz verdiği doğalgazı vermediğinde, bunun cezai yaptırımı askıda…. Bizim elimizde İran’ı zorlayacak ne var? Hiç. Kaderine razı, büyük paralar ödeyerek, serbest piyasadan doğalgaz alma telaşından başka ne var? Bu acı dersten sonra, bugün benzer anlaşmalar imzalandığında, Allah’ın adına emanetten başka ne var?” İran’ın tutumu eleştirilebilir. Hatta yapılan anlaşmanın eksik kalan, aksayan yönleri de… Bunun için hal çaresi aramak da en tabii haktır. Ancak… Bunu yaparken, okuyucuların psikolojik bakış açılarını kanaliz etmeye çalışma kurnazlığının gözden kaçmaması gerekir. İslami bir rejimle yönetilen İran… Türkiye’de Siyasal İslam’ın o dönemdeki temsilcisi Refah Partisi… ve “Allah’ın adıyla” diye başlayan bir anlaşma… Bir de bitiş cümlesine dikkat!... Şimdi bunları bir araya getirerek ve bunların çerçevesi içinde sunarak anlaşmanın ülkemiz için getirdiği olumsuzluklar sergilendiğinde, bunun oluşturacağı psikolojik etki ne olacak dersiniz? Sizce, yanlışlıkları İslam’a ve Allah’a yamama çabası yok mu bu yazıda? CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN’IN ARASINI AçMAK… Hürriyet’ten Ahmet HAKAN, 10.01.2008 tarihli yazısında, “kim kime yakın?” diye soruyor ve kendince, bazı gazeteci-yazarlara saf tayin ediyor. Kimi gazetecileri Cumhurbaşkanı’na, kimilerini de Başbakan’a daha yakın tutuyor ve tercih noktasında kimin kimi tercih edeceğine dair teoriler üretiyor. Her ne kadar görünüşte sözünü ettiği gazeteci-yazarların kime daha yakın ve kimi daha çok tercih ettiklerinden söz ediyormuş gibi bir yazı gibi dursa da, asıl amaç, daha çirkin bir plânın başka bir çehre ile pazarlanmasından ibaret. Evvela, bu gazetecilerin Cumhurbaşkanı ya da Başbakan ile olan ilişkilerini zayıflatmaya, araya fitne sokmaya çalışma çabası var yazıda. Köşk’ü ve Konut’u basın ile sorunlu hale getirme çabası… Güzel ilişkileri bağları bozmaya katkı… Bundan da önemlisi… Sanki Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında sorun varmış teması işleniyor yazıda. Ya da siyaset yollarında “beraber yürüyen” Abdullah Gül – Tayyip Erdoğan ikilisinin, şimdi bulundukları konumları birbirlerine karşı kıskanma vesilesi haline getirerek yollarını ayırma projesi… Eğer bu ahengi bir bozarlarsa, ülkenin krizler yumağında kıvranmasından nemalanan çevreler, eski çiftliklerine kavuşmuş olacaklar. Hesap bu. Ancak, hesap edemedikleri şeyler de var. Sanki Cumhurbaşkanı ve Başbakan, bu kadar basit ve ayak oyunlarına gelecek kadar siyasi tecrübe yoksunu imişler gibi plânlar kurmaları yok mu, hepten matrak bir şey. Ve çocukça… Bozdukları ahengin bu ülke için neye mal olacağını hesap edemeyecek kadar da basiret yoksunu bir bakış açısı… SORU… KARŞI SORU… BAŞKA SORU… Milliyet’ten Melih AŞIK, 10.01.2008 tarihli yazısında soruyor: “Soru: Cumhuriyet döneminde dindarlara baskı yapılmış mıdır?” Melih AŞIK, bu soruya cevap olarak bir “karşı soru” soruyor: “Karşı soru: Cumhuriyet döneminde aydınlar "dinsiz, kâfir" diye otellerde yakılmış, arabalarında kurşunlanıp bombalanmış mıdır?” Biz de şimdi bir “başka soru” soralım. Başka soru: Cumhuriyet döneminde, İstiklal Mahkemeleri’nde verilen “sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine…” diye başlayan kararlarla binlerce İslam alimi asılmış mıdır? Binlerce Medrese kapatılmış mıdır? Yüzlerce Cami CHP merkezi, at ahırı, marangoz atölyesi, zahire ambarı gibi ibadethane dışı işlerde kullanılmış mıdır? Onbinlerce dini kitap imha edilmiş, ya da vagonlar dolusu tarihi evrak başka ülkelere hurda kâğıt niyetine satılmış mıdır? Faruk KÖSE / HABERVAKTİM
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|