![]() |
#1 |
![]() Fatih, 1481'de 300 bin kişilik büyük bir ordu toplamışken nedeni bugün de tam bilinmeyen bir rahatsızlıkla esrarengiz şekilde öldü. İstanbul Fethinde bile bu büyüklükte bir ordu kullanılmamışken bu seferin yönü neresi idi? Bazı kaynaklar muhtemel seferin İtalya üzerine olduğu ve bunun İtalyanlar tarafından sezildiği ve bunu önlemek için de Fatih Sultan Mehmed’in zehirletildiği iddia edilir. Nitekim İtalya sınırlarına dayanan Fatih Sultan Mehmed, buraya düzenlenecek seferde üs olarak kullanmak için Napoli Krallığı'na ait Otranto'yu Gedik Ahmet Paşa'nın komuta ettiği birliklerle ele geçirilmiş ve burada 6-7 yıl idare kurulmuştur.Fatih'in ölümünden sonra tekrar İtalyanlara geçmiştir. Fatih'in bütün ömrü, Venedikli ve Cenevizli tüccarların denizlerdeki ticaret üstünlüğü ve para kaynaklarını ele geçirmekle geçmiş ve Otrantoyu’da alarak Venediklileri adeta hapsetmiştir.Bu nedenle Fatih'in genç yaşta Papa’nın öncülük ettiği Haçlılar tarafından zehirlenmiş olması en kuvvetli ihtimaldir.Hatta Fatih’in ölümü üzerine Roma’da büyük kutlamalar yapılır ve sevinçten kilise çanları üç gün boyunca çalınır…. Prof. Dr. İlber Ortaylı’da daha önce bazı tarihçilerin dile getirdiği Fatih Sultan Mehmed’in zehirlenmesiyle ilgili iddialar üzerine: “Evet Fatih Sultan Mehmed, yönü belli olmayan bir sefere çıkarken zehirlenerek öldürülmüştür. Tarihî veriler bu seferin İtalya üzerine olduğunu gösteriyor ve İtalyanlar o dönemde zehir konusunda çok uzmanlaşmış bir milletti. Fatih Sultan Mehmed’in hastalığı vardı; ama o hastalıktan ölmedi, zehirlenerek öldü.” dedi. Fatih'in hizmetinde bulunan padişahın çok beğendiği bir kişi olarak tanınan tarihçi Aşıkpaşazade’nin yazmış olduğu şiir bu zehirlenme iddiasını destekler gibi görünmektedir: Tabipler şerbeti kim verdi o hana O han içti şarabı kana kana Ciğerin doğradı şerbet o hanın Hemin-dem zârı etti yana yana Dedi niçin bana kıydı tabipler Boyadılar ciğeri canı kana İsabet etmedi tabip şarabı Timarları verdi kamu ziyâna Tabipler hana çok taksirlik etti Budur doğru kavil düşme gümâna Tarihçi Ahmet Almaz da, ‘Fatih Sultan Mehmed Nasıl Öldürüldü?’ adlı kitabında padişahın, Venedik ajanı doktoru Yakup Paşa tarafından zehirlendiğini belgelerle ortaya koyarak ilginç tespitlerde bulunuyor: “İstanbul’un alınmasından sonra Fatih tarafından izlenen yayılmacı strateji karşısında başta papalık ve Macar Krallığı başta olmak üzere Venedik ve Ceneviz , sıralarının kendilerine geleceğini düşünerek hızla yaklaşan Osmanlı tehlikesine karşı arayışlara girmişlerdir…” “ Papa III. Calixtus, haçlılar batıdan harekete geçtiği zaman Osmanlıların oyalaması için Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ve Gürcistan Kralı ile temaslara başlamıştı. Bu temaslar diğer papalar tarafından da sürdürülmüştür. 1463’te Bosna’nın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi, Venedik ve Macaristan için büyük tehlikenin açıkça göstergesiydi. Bunun üzerine Papa II. Pius’un öncülüğünde Venedik ve Macaristan Osmanlılara karşı bir ortak antlaşma imzaladılar… Uzun Hasan’ın en büyük hayali Anadolu’nun tümüne hakim olmaktı. Bu planın gerçekleşmesi için Osmanlıların ne kadar rakibi varsa hepsiyle işbirliği yaptı. Osmanlılarla savaş halinde bulunan Venedik Cumhuriyetinin Osmanlılar aleyhinde kendisine ittifak teklifi üzerine, daha 1463’te onlarla anlaşmıştı… Bütün bu hareketlerin ötesinde Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a bağlı kuvvetler Osmanlı sınırlarını geçerek taarruz etmesi …” Nitekim Osmanlı ile Akkoyunlaların arasını açan sadece bu olay değildi. Karamanoğlu İbrahim'in 1464'te ölmesi üzerine oğulları birbirlerine düşmüşlerdi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yardımıyla İshak Bey Karamanoğlu beyliğine sahip oldu. Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmed Bey, Fatih Sultan Mehmed'den yardım istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmed Bey bir süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca, bu duruma sinirlenen Fatih Sultan Mehmed, Karaman Seferi'ne çıkmaya karar verdi. Konya ve Karaman alınarak Osmanlı'ya bağlandı. Karaman halkı İstanbul'a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmed Bey kaçarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a sığındı. Bu olay Osmanlılarla Akkoyunluların arasının daha da açılmasına neden oldu. Fatih Sultan Mehmed, Uzun Hasan üzerine harekete geçmeden önce ondan gelen mektuba ağır bir cevapla mukabelede bulunmuştu. Ehli İslam üzerine gidip onlara zulümde bulunmasının doğru olmadığı, eğer yapabiliyorsa dîn düşmanları ile savaşması gerektiğinden bahsederek, yapılan haksızlığı ortadan kaldırmak için bizzat kendisinin geleceğini bildirmişti.” Nitekim Tarih kitapları bu muharebeyi şu şekilde anlatır: “Otlukbeli’nde, 11 Ağustos 1473 tarihinde meydana gelen muharebe, Osmanlıların ateşli silahlarda, Akkoyunluların da süvari kuvvetlerinde üstünlüğü ile başladı. Sol koldaki Şehzade Mustafa’nın üstün gayreti sonucunda, Akkoyunlular'a karşı sağladığı üstünlükle, muharebe, Osmanlılar lehine döndü. Osmanlıların, Uzun Hasan’ın merkez kuvvetlerini şiddetli top ve tüfek atışlarıyla ateş altında tutması, Akkoyunlu kuvvetlerini iyice bozdu. Hasan Bey, muharebe meydanından kaçtı. Sağ koldaki Zeynel Mirza ve yardımcı Gürcü kuvvetleri kumandanları öldürüldü. Muharebede kesin olarak üstünlüğü sağlayan Osmanlı kuvvetleri, pek çok Akkoyunlu devlet adamı, bey, kumandan ve yardımcıları ile askerlerini esir aldı. Fakat muharebe meydanından kaçan Uzun Hasan, yakalanamadı. Fatih Sultan Mehmed Han, esir alınan Akkoyunlu âlimlerine hürmet gösterip, serbest bıraktı. Uzun Hasan safında olan Karakoyunlular’ı da affetti. Akkoyunluların elindeki Osmanlı esirleri kurtarıldı. Fatih, Otlukbeli Zaferinden sonra, üç gün muharebe meydanında bekledi. Zaferin şükrünü yaparak, dört bin köle ve cariye azad etti. Doğu Seferine çıkmadan önce borç olarak dağıtılan yüz yük akçeyi (altı milyon altın lira, on milyon gümüş para) askere hediye etti. Sefer dönüşü, Şebinkarahisar fethedildi.” Fatih’in Doğu Seferi neticesinde Otlukbeli Zaferi kazanılmasına rağmen, pek büyük arazi elde edilememesinin sebebi, Fatih’in, Sünnî ve Türk olan Akkoyunlulara karşı iyi niyet beslemesidir.” Hatta yine Ahmet Almaz’ın kitabında geçen bir hadise Osmanlı, Türklere karşı savaşmıştır diyen bazı aklı evvellere, Osmanlı’nın niçin savaşmak zorunda kaldığının ispatı açısından önemlidir: “Oğuzların Bayındır koluna mensup bulunan Akkoyunlu kuvvetlerini takip ettirmediği gibi, Türk ve Müslüman ülkesine dokunmadı. Kemal Paşazade bu takip etmeme olayını Şehzade Beyazıt’ın hizmetinde bulunan Halil Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa’nın ağzından anlatmakta ve onun, bunun sebebini Fatih’e sorduğunu, ondan: “ Gayenin saltanat yıkmak değil Uzun Hasan’a ders vermek olduğu, İslam memleketlerini tahrip ile İslam hükümeti yıkmanın doğru bulunmadığını öte taraftan gaza savaşlarını bırakıp, burada Müslümanlarla uğraşmanın iyi bir şey teşkil etmediği.” Aslında dua etmesi gerekirdi Uzun Hasan ve tayfasının Fatih gibi padişahla savaştıklarına. Eğer Yavuz gibi padişahla savaşmış olsalardı ne yapacağını Yavuz Sultan Selim'e atfedilen şu hikayeyle anlatalım: Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış, Kuşlar Çarşısı'nı geziyormuş. Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar. Bir ara gözü kekliklere ilişir padişah'ın. Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi satış fiyatı 1 altın" yazıyor. Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır. "Hayırdır" der satıcıya, "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?" Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor" diyor."Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar" diye ekliyor. "Satın alıyorum" diyor Padişah, "Al sana 500 altın..." Parayı veriyor; hemen oracıkta kekliğin kafasını kesiyor. Adam şaşırıp, "Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasını koparttınız, yazık değil mi" diye dövünürken; Padişah gürlüyor: "Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bunun akıbeti er veya geç budur." Şimdi yukarıdaki Fatih Sultan Mahmed'in son cümlesini burada bir daha tekrar etmek istiyorum. “…İslam memleketlerini tahrip ile İslam hükümeti yıkmanın doğru bulunmadığını öte taraftan gaza savaşlarını bırakıp, burada Müslümanlarla uğraşmanın iyi bir şey teşkil etmediği.” Şimdi anlaşıldı mı Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinde kullandığı ordudan sayıca daha fazla bir ordu ile nereye gittiği. Hedef Roma idi. Bu yüzdendir ki sıranın kendilerine geleceğini bilen Papa eksenindeki ülkeler daha doğrusu Haçlılar Saraya soktukları casus olan özel doktorlarından Yakup Paşa'yı iknâ ettiler. Venedikli bir Yahudi dönmesi olan Yakup Paşa'nın, asıl adı Jakop Maestro idi. Muvaffak olduğu taktirde Venedik, kendisine 25.000 Duka Altını vermeyi vaâd etmişti. Fâtih hazretleri, Üsküdar'a geçtiği gün 25 Nîsan'da zehirlenmeye başlamıştır. Sonra da, sanki tedâvî ediliyormuş gibi, zehir verilmeye devam olunmuştur. Hileli suikastı fark eden Müslüman tabipler, Sadrazam Karaman Mehmed Paşa'ya haber verdiler. Ne yazık ki, çok geç kalınmıştı. Dönme Jakop, oracıkta Yeniçeriler tarafından parçalandı. Yine yukarıda bahsettiğimiz kitapta Fatih Sultan Mehmed’in hangi zehirle zehirlendiği hakkında Naşit Baylav’ın Ortaya Çıkardığı Belge ile ilginç tespitler var: “ Fatih’in katilinin Hekim Yakup (Jakopo) olduğunu ortaya koyan belge hakkında kimyager Naşit Baylav şunları söylemektedir: “1954 ocak ayında Sahaflar Çarşısı’nda beş kitaptan müteşekkil yazma bir esere rastladım ve satın aldım. Birinci kitabın sonunda bir macun tertibinin yazılı olduğunu gördüm. Tertip aynen şu şekildeydi: Yakup Paşa’nın Padişah’a Hazırladığı İlacın Formülü (x) Güçlübüken dirhem 10 Karanfil dirhem 5 Darçın dirhem 8 Beşbase dirhem 8 Çeyzi buvva dirhem 10 Anisun dirhem 10 Mastika dirhem 5 Ud belesan dirhem 10 Asarun dirhem 10 Misk çekirdek dirhem 1 Bu formülde ki iki maddenin köpekleri öldürmek için kullanılan zehri ihtiva ettiği biliniyor”
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Şimdi gelelim asıl meselemize Fatih Sultan Mehmed’in seferinin yönü İtalya ve ölüm sebebi zehir olduğu anlaşıldıktan sonra Fatih bu seferi niçin İtalya üzerine yapıyordu? Gayesinin saltanat yıkmak olmadığını kendi ağzından itiraf ettiğine göre ve İstanbul’un fethini Hacı Bayram Veli Hazretlerinin verdiği işaret üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in emri ile yaptığı bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmed’e tasavvuf eğitimini veren ve fetihte bir tasavvuf devi olan Akşemseddin Hazretleri rol oynadığına göre Fatih’in İtalya üzerindeki hedefi ne olabilirdi? Hedefi: Dinleri birleştirmek idi. Hakim olduğu topraklarda Allahû Tealâ’nın Arapça adı İslam olan Hanif Dinini dünyaya hakim kılarak tavhidi gerçekleştirmekti. Bunu nerden mi çıkarıyoruz? O zaman Kur’ân-ı Kerim âyetleri ile konuya açıklık getirelim.
Tevhid nedir? Sözlük anlamı birleştirmek, bütünleştirmek bir araya getirmektir. Fırkalara ayrılmak ise bölük, takımlara yani parçalara ayrılmaktır. Dinde fırkalara ayrılmak ise İblisin etkisiyle farklı inanç guruplarını oluşturmaktır. Allahû Tealâ Rum Suresinin 30. âyet-i kerimesinde aslında dinler diye bir şey olmadığını, Arapça karşılığı İslam olan Hanif dîninin, tek dîn olduğu söylüyor. 30 / RUM - 30 Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne). Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez. Hanif dininin 3 temel vasfı vardır. Tek Allah’a inanmak Allah’a inanan ve Allah’a ulaşmayı dileyenlerin oluşturduğu tek toplum. Teslim Yine Allahû Tealâ Al-İ İmran Suresinin 19. âyet-i kerimesinde tek bir dîn olduğunu fakat insanların sırf nefslerindeki afetler sebebiyle dinde fırkalara ayrıldığını söylüyor. 3 / AL-İ İMRAN - 19 İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı). Allah katında dîn, hiç şüphesiz (sadece) İslâm’dır. O kitap verilen kimseler, kendilerine ilim geldikten sonra sırf kendi aralarındaki ihtiras yüzünden ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse (bilsin ki;) Allah, SERİ’UL HİSAB’tır. Peki, dîn tek olurda kuralları farklı mı olur? Elbette ki hayır.Çünkü bütün nebilerin aynı kuralları yani aynı şeriatı insanlara tebliğ ettikleri Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde ifade edilmektedir. 2 / ŞURA - 13 Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır). Yine Allahû Tealâ şeriatın tek olduğunu Hac Suresinin 67. âyet-i kerimesinde tekrar ediyor. 22 / HAC - 67 : Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin). Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah’a doğru istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin. Dinin tek olduğu şeriatın tek olduğunu yukarıdaki âyet-i kerimeler tartışmaya açık kapı bırakmayacak şekilde anlatıyor. O zaman bu nebilere indirilen kitapların da aynı şeriatı anlattığını Maide Suresinin 48. âyet-i kerimesinden öğreniyoruz. 5 / MAİDE - 48 : Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne). Sana (Ey Muhammed)! Ellerindeki kitapları tasdik edici (doğrulayıcı) ve onu koruyucu olarak bu Kitab’ı hak ile indirdik. Artık onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana Hakk’tan gelenden ayrılıp da, onların hevalarına uyma. Sizden hepiniz için bir şeriat ve açık bir yol belirlemiştik. Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Ancak bu sizi, verdikleri ile denemek içindir. O halde hayırlarda yarışın. Sizin hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, size haber verecek. Dikkat ederseniz yukarıdaki âyet-i kerime bir defa daha şeriatın aynı olduğunu ifade ediyor. Bu âyet-i kerimede Allahû Tealâ dileseydik sizi aynı şeriatı yaşayan ve ayni dînin mensupları olan tek bir ümmet yapardık ama sizi imtihan edeceğiz diyor. Peki bu imtihanı kazanmamamız için şeytanin bir gayreti var mı, bu gayretin sonucu nedir? Cevabı Kur’ân-ı Kerim veriyor. A'RAF - 16 Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme). (İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi. 7 / A'RAF - 17 Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne). Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın. SEBE - 20 Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne). Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular. Şimdi anladınız mı Kabil’in Habil’i öldürme sebebini? İnsanlık tarihinin bu olayla başlayan ilk cinayetinin günümüze kadar nasıl bir kitlesel boyutlara ulaştığını ve artarak devam ettiğini ibretle seyrediyoruz. Haçlı Soykırımı, Papa İkinci Urbanus, 1095 yılında yaptığı konuşmayla başlatmıştır. Asırlarca devam edip, milyonlarca insanın can kaybına, devletlerin yıkılıp, ülkelerin tahrip olunmasına sebep olmuştur. Günümüzde de haçlı seferleri her ne kadar niyetin bu olduğu gizlenilse de bütün şiddetiyle devam etmektedir. Ama günümüzde bir tek farkla devam etmektedir. Geçmişte İslâm tek bir millet idi. Bugün ise fırkalara ayrılmış durumda. Eğer tek millet olmaya kalkarsanız nasıl suçlanıyorsunuz biliyor musunuz? Bu haçlı seferlerini düzenleyenlerin işbirlikçisi ve ajanı olmakla. Güler misin ağlar mısın? Cengiz Özakıncı adlı yazarın iki kitabı bu iddia üzerine kurulu işin garip tarafı insanların bir kısmı da bu görüşü paylaşıyor. Bu yazarın “Yeni Osmanlılar Tuzağı” ve “İblisin Kıblesi” isimli kitaplarında kısaca özetlersek su mesaj verilmeye çalışılmaktadır: Geçmişte ABD, Türkiye ve diğer İslam Ülkesindeki İslamcı çizgide olan insanları Sovyet devriminin yayılmasını engellemek için desteklemiş ve kullanmıştı. Bugün ise Yine aynı güç ve o gücü destekleyenlerin peşinde koştukları dünya hâkimiyetleri yani küresel imparatorlukları için kamuoyunda sivrilmiş inançlı insanları veya böyle gözükenleri İslam coğrafyasındaki hedefleri için ajan olarak kullanmakta ve onlara her türlü desteği vermektedir. Bu kitaplarda ilginç detaylar ve tespitler var. Bunların ne derece doğru veya yanlış olduğuyla ilgilenmiyoruz. Doğru da olabilir veya yanlış da. Fakat şu nokta çok önemli bu küresel güç, İslam coğrafyasına bütün gücüyle saldırırken ve muhtemel hedeflerinden birisi de Türkiye iken, bu işgalci güç karşısında, karşıt bir güç oluşturmak için güç birliği arayışı içerisine girenlerin hepsini bu küresel güçlerin işbirlikçisi ve ajanı olmakla suçlamak bu bize çok garip geliyor. Diyelim ki gerçekten küresel güçlerin bu amaçlarına taşeronluk etmek isteyen bir yapılanma var. Bu var diye bu amaçta olan insanların hepsini bu amaca hizmet ediyor diye suçlamak, illimünuati denilen iblisin komutası altındaki bu güçlerin İslam coğrafyasındaki işgallerini kolaylaştırmaya hizmet etmez mi? Ne yani, sıra bize ne zaman gelecek diye bekleyelim mi? Nitekim Haçlılar Fatih Sultan Mehmed’i ortadan kaldırmak için nasıl tezgah çevirdiklerini yukarıda anlattık. Karşılarında direnmeyen, yenmeye hazır pişmiş tavuk. Oh ne ala... Bu soruyu bu görüşte olanların cevap vermesi gerekiyor. Biz bu tartışmalarla vakit kaybederken atı alan Üsküdar’ı geçecek. Vaktiyle Nostradamus’un Kehanetleri diye bir kitap okumuştum. Bu kitapta gelecekle ilgili bir takım gaybi bilgiler yer almakta. Bu gaybi bilgilerden birisi de 3. Dünya savaşı ile alakalı idi. Bu savaşta İslam Dünyasında bir liderin çıkacağı ve bu liderin önderliğinde İslam’ın muzaffer olacağı yazıyor idi. Bu kitabın içindeki şifreli bilgilerin ABD’de ciddi araştırma konusu olduğunu gazeteler yazmıştı. Şimdi her ne kadar kehanet olarak verilen bilgilerin şeytani olduğunu biliyorsak da bu kitapta yazan bilgilerin bır kısmının gerçekleşmiş olması da soru işareti. Nitekim bu istikamette Said-i Nursi Hazretleri’de Barla Lahikası ve Şam Hutbesinde Mehdi Hazretlerinin çıkış tarihi ve mücadelesi ile ilgili gaybi bilgilere yer veriyor. Şimdi diyorlar ki “gaybı sadece Allah bilir.” Ama Kur’ân-ı Kerim öyle demiyor. Allahû Tealâ Cin Suresinin 26. ve 27. ayetlerinde akın ne diyor: 72 / CİN - 26 Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden). O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye zahir etmez (bildirmez). 72 / CİN - 27 İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden). Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki. Allahû Tealâ demek ki rızaya ulaşan resullerine bu bilgiyi veriyormuş. İblis de kendi taifesine gaybi bilgi veriyor. Rabbani bilgiler ilm-i Ledun yoluyla, zülmani bilgiler ilim-i Lecunla. Biri keramet, diğeri kehanet. Bahsettiğimiz bu gaybi bilgilerin birincisi zülmani diğeri Rabbani. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de “ Ben her şeyi zıttı ile kaim kıldım” diyor. Zülmani olan gaybi bilgileri doğru olarak kabul etmesek de Rabbani olanı doğru olarak kabul etmek zorundayız. Peki rızaya ulaşan resûl kim derseniz onu da Allahû Tealâ’dan hacet namazı ile sormak gerekiyor. Çünkü Allahû Tealâ, İsra Suresinin 15. âyet-i kerimesinde “Ben resûl göndermedikçe azap etmem” diyor 17 / İSRA - 15 Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen). Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık. Türkiye’de susuzluk ve kuraklı tehlikesi had safhada. Küresel güçlerin hedefi Türkiye. Fatih Sultan Mehmed dönemindeki oyunlar günümüzde de aynen oynanıyor. Acaba Türkiye ve İslam Dünyası bir azabın içerisinde mi veya farklı bir şekilde soracak olursak, bu azaba niçin düştük? Bu âyette ifade edilen bir resûl geldi de biz farkında mı değiliz ne dersiniz? Yeni Osmanlılar derneği |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() ilginçç..teşekkürler +
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Allah bilir tabiki
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|