![]() |
#21 |
![]() Fethullah Gülen İle Bazı Özel Eğitim Kurumları Arasındaki İlişkinin Niteliği Nedir?
Okullarla İlgili İddialar Ülkemizin eğitim alanında yaşadığı ciddi sorunlar ayrıca açıklanmaya ihtiyaç duymayacak ölçüde açıktır. Yukarıda bilim, eğitim ve kültür konularında görüşlerine kısaca değinilen Fethullah Gülen'in, uzunca bir süreden beri, gerek diyanet görevlisi olarak verdiği vaazlarında, gerekse yayınlanmış eserlerinde eğitim-öğretim meselesinin halledilmesi ile ilgili düşünceler açıkladığı ve önerilerde bulunduğuna tanık olmaktayız. Bir yandan, ülke sorunlarına ilgi duyan, sorumluluk ve görev bilincine sahip her vatandaşın bu konularda tavsiyelerde bulunması, Anayasamızda öngörülen hakların kullanılması olarak değerlendirilmesine karşılık, diğer yandan bu hususta da yine yukarıda değinilen iddiaların ileri sürüldüğü görülmektedir. Bu iddialara göre Fethullah Gülen yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda okulun sahibi olup, buralarda öğrencilere 'laik, demokratik ve cumhuriyet karşıtı' bir ideoloji benimsetilmektedir. Biz bu iddiaları yine somut vakalara, hukuka ve mahkeme kararlarına dayanarak irdeleyip, gerçek durumu ortaya koymaya çalışacağız. Basın organlarında Fethullah Gülen'in çok sayıda eğitim-öğretim kuruluşunun sahibi olduğu ileri sürülmektedir. Ancak öncelikle kendisi, kamu oyuna yaptığı açıklamalarda okul ya da herhangi bir kuruluşun sahibi olmadığını, okullarla organik ve maddî bir bağlantısının bulunmadığını söylemekte; buna karşılık ülkemizin eğitim meseleleri konusuna ilgi duyan bir kişi olarak, imkân sahibi vatandaşların eğitim-öğretim alanında faaliyet göstermeleri hususunda onları teşvik ederek, devlete bu konuda yardımcı olunmasını önermektedir. [1] Özel Okullarla İlgili Görüşler Süleyman Demirel (Cumhurbaşkanı) 'Kazakistan'da 30 tane lise, bunun da üstüne bir üniversite ile Türk-Kazak münasebetlerini güçlendirmeye yönelmiş, iki ülkenin gençlerine hem burada, hem Türkiye'de ilim ve irfan vermeye devam eden bu kuruluşu tebrik ediyorum. Ülkemiz ve halkımız arasındaki işbirliğinin eğitim alanında da gelişmesi, işbirliğimizin bir bütün olarak her alanda dengeli ve kapsamlı şekilde ileriye götürülmesinde ve genç nesiller arasındaki karşılıklı anlayışın arttırılmasında olumlu yönde katkıda bulunacaktır.' (Almatı, (17.12.1996) Süleyman Demirel Üniversitesi açılış töreninde yaptığı konuşma) Turgut Özal: (8. Cumhurbaşkanı) 'Özbekistan'da bugün Taşkent Lisesi'ni gezdim, çok beğendim. Emeği geçen, bu fikri gerçekleştiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum. Bu müesseseler, iki ülkeyi, Özbekistan ve Türkiye'yi birbirine sımsıkı bağlayacak insanları yetiştirecekler. Allah, hepsinden razı olsun.' (5.4.1993) Hüsamettin Cindoruk: (TBMM Eski Başkanı) 'Tiran'da, Mehmet Akif Ersoy'un adını taşıyan benzersiz okulu gururla ziyaret ediyoruz. Bu okulun Türk-Arnavutluk dostluk ve kardeşlik tarihini günümüze taşıdığını görüyoruz. Genç Arnavutlara ve okulun değerli öğretmenlerine sonsuz başarılar diliyor, hepsini kutluyorum. Teşekkürler.' (7.8.1994) Sali Berişa: (Arnavutluk Eski Cumhurbaşkanı) 'Arnavutluk'ta açılan ilk Türk kolejini tebrik eder, yeni nesillerin yetiştirilmesinde ve iki ülke arasındaki samimi ve kardeşlik ilişkilerinin geliştirilmesinde büyük başarılar dilerim.' (19.2.1993) İslam Kerimov: (Özbekistan Cumhurbaşkanı) 'Büyük siyasi ve manevî önemi haiz hayırlı, yüce hizmetlerinizde ve Özbekistan ile Türkiye geleceğine sağlam temeller kuran işlerinizde sizlere başarılar diliyorum. İki devletin istikbali olan gençlerin yetişmesi ve dostluğun pekişmesi için Özbekistan faaliyetlerinize her türlü yardımı vermeye hazırdır'. Bülent Ecevit: (DSP Gen.Bşk. ve Başbakan Yrd.) 'Ayrıca Gülen ve çevresindekilerin eğitime verdikleri önem ve bunu Atatürk ve Laikliğe aykırı olmayan bir biçimde uygulamaları da önemli. Sibirya'da, Moğolistan'da kolejler açıyorlar. Ortaasya'da, ülkelerinde de okullar açıyorlar ve buralarda laikliğe aykırı bir eğitim olmadığı belli. Yoksa o okulların açılmasına izin verilmez, kaldı ki bütün faaliyetler ve okullar denetime açık, bunların finansmanının yasalara aykırı olduğunu da kimse söyleyemiyor.' [2] Müfit Utku: (Yargıtay Eski Başkanı) 'Bakü Özel Türk Lisesi'ni ziyaretimde gurur duydum. Ulu Önder Atatürk 'En Hakiki Mürşit İlimdir' diye buyurmuşlardır. Ulu Önderin bu düşüncelerinde ne kadar haklı olduğu yirminci asırda daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu nedenle Azerbaycanlı kardeşlerimin çocuklarına bu eğitim müesseselerini sunan ve burada çalışan bütün arkadaşları kutluyorum.' Halis Burhan: (Hava Kuvvetleri Eski Komutanı) 'Tamamen çağdaş yöntemlerle eğitim yapan ve 21. Yüzyıl bilgi toplumlarına insan yetiştiren bu müstesna müesseselerin tüm eğitim kadrosunun Türk dünyasına yapmakta oldukları katkıları her türlü takdirin üstündedir. Sizleri en içtenlikle kutluyor ve kucaklıyorum.' Ali Şen: (İşadamı) 'Dost ve kardeş Arnavut çocuklarına Türkçe eğitim vermek, Türk kültürünü, Büyük Ata'nın gençliğe demecini öğretmek, Türk halkının soydaşlarını hiçbir zaman unutmadığını göstermek, hizmetlerin en ulvisi ve en büyüğüdür. Eğitimsiz halk, temelsiz bina gibidir. Bir kez daha Mehmet Akif Kolejini Tiran'da açanları kutluyor ve tebrik ediyorum.' N.Kemal Zeybek: (Devlet Eski Bakanı) 'Bakü Özel Türk Lisesi'ni bir altın zincirin seçkin halkası gördüm, kıvandım, sevindim. Allah yardımcınız olsun. Emekleriniz sonuca ulaşsın.' Yılmaz Öztuna: (Tarihçi,Yazar) 'Fethullah Gülen'in teşvikleriyle üç okyanus arasındaki ülkelerde birkaç yıl için de yüzlerce Türk okulu açıldı, bazıları üniversitedir. Türkiye'den giden binlerce öğretmen burada Türkiye Türkçesi, İstiklal Marşı, Atatürk, Türk kültürü ve tarihi öğretiyor. O ülkelerin çocukları, kendi dillerinin ve çok ağırlıklı bir İngilizce'nin yanında bunları öğreniyorlar. Daha önce tek kelime Türkçe bilmeyen Rus, Moğol çocuklarının klasik şairlerimizden okudukları şiirleri dinledik. Okulları -bazılarını Sayın Cumhurbaşkanımızla beraber- gezdik. Önce şaşırdık, sonra iftihar ettik. Demek bunları gerçekleştirecek milli kapasite, şuur ve irade varmış. Bu okullar, Türk kültürünü Turan'a ve bütün dünyaya yayıyor. Bu Atatürk'ün nihai hedefi idi eski dille aksa-yı emeli.Bu okullar, çağdaş yüksek teknolojiye dayalı bir eğitim veriyor. İrtica vehmi nereden çıktı.İrtica ile mücadeleye itirazımız yoktur. Türk dili, tarihi, sanatı, kültürü ve bunları milletlerarası arenaya taşımak irtica olamaz. Türk gibi düşünen adam mürteci değildir. Türkiye'de Arap, İranlı gibi düşünenler mürteci olabilir. Rus, Çinli, hatta Arnavut gibi düşünenleri, Bulgarlara ağızlarının suyunu akıtanları da gördük. Teşhisi iyi yapalım. Aksi takdirde komplikasyonlar olur. Bulanık suda balık avlamak isteyenler böyle bir ortamı oluşturmak isteyebilirler.Bana göre Fethullah Hoca, babalarımızın Osmanlı, yani Türk Müslümanlığı'nın bir temsilcisi... Yoksa siz, Arap ve Iran Müslümanlığı akımını mı güçlendirmek istiyorsunuz? Fethullah Hoca'nın açılmasında etkili olduğu okullarda Atatürk düşmanlığı bahis konusu değildir. Aksi varittir. Ama her kurumda olduğu gibi bu okulların birinde münasebetsiz bir durum görülürse, derhal el konulup düzeltilmesi kabildir. Her Türk milliyetçisi, Türk'ü ve Türkiye'yi seven herkes Fethullah Hoca'yı desteklemeli, teşvik etmelidir. Hata yaparsa, uyarırız.' [3] Altemur Kılıç: (Gazeteci) 'Doğrusu ben de başlangıçta Fethullah Hocaefendi ve okulları hususunda şüpheli idim. Çünkü inanılamayacak kadar iyi ve güzel şeyler yapıyordu ta ki Ortaasya'da okullarını görene ve sonra da Hocaefendi'nin vaazlarını okuyana ve nihayet kendisi ile tanışana kadar Özbekistan'da ve Türkmenistan'da iki okuluna aniden gittim. İrtica ve Atatürk düşmanlığı ne gezer.. Aksine kendilerini öğretmeye ve eğitmeye vakfetmiş müdür ve öğretmenlerin yönettikleri bu okullarda bağnazlığın ve gericiliğin zerresine rastlamak değil Atatürk'e ve ilkelerine bağlılık aydınlık ilim ve irfan gördüm. Giriş kısımlarında Atatürk büstlerinden ve Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi levhalarından başlayarak bunlar göstermelik de değildi. [4] Rıza Zelyut: (Gazeteci,Yazar) Fethullah Hoca ve onların bağlılarına baktığınızda insan eğitimine ne kadar önem verdiklerini görüyorsunuz. Yurtiçinde açılan okullarından çok yurtdışında dünyanın dört bir yanında açtıkları okullar benim için Türkiye adına yapılmış en büyük hizmetlerden birisidir. Yazın gezdiğim bu okulları görünce, devletimizin başaramadığını bu insanların başardığını görüp sevindim. Şimdi, bu okulların devlete devredilmesinden de söz ediliyor. Yurt içindekilere karışmam. Ama yurtdışındaki okulların kesinlikle bu insanların elinde kalması gerekiyor. Çünkü, devlet bu derece kaliteli ve millî heyecanla çalışan öğretmen ve personel bulamaz. O okullar, yurtdışındaki Türkiye'dir. Kontrol ettikten sonra eğitimden korkmayalım. [5] Mehmet Altan: (Öğretim Üyesi,Yazar) 'Türk kolejlerinde çocuklar İngilizce, Rusça ve Türkçe eğitim görüyorlardı. Yatılı okuyorlardı. Türkiye'nin en iyi okullarından mezun olmuş gencecik hocalardan ders alıyorlardı. Bu genç öğretmenler gelenek ve göreneklere göre yaşıyor, örneğin yatakhanelerin olduğu bölümlere ayakkabı çıkarılıp, terlik giyilerek giriliyordu. Türkçe konuşan, Türk pop şarkıları söyleyen, 'Anadolu Anadolu benim yurdum' gibi marşları ezbere bilen Rus çocuklarıyla karşılaşıyordunuz. Ruslar buna benzer okulları bizim ülkede açsalar nasıl tepkilerle karşılaşırlardı diye de düşünüyordunuz. Petersburg'daki iki veli hanım bu okulları 'Ingilizce eğitim verdiği ve sigara içilmediği için seçtiklerini' söylüyordu.Sosyalizm idealini geride bırakan Rusya çağa uygun yeni bir yol arayışında. Bunun belirsizlikleri var. Toplum da bu arayıştan etkileniyor. Bazen de bu arayıştan bunalıyor.Geçiş döneminin sıkıntıları, cemaat kültürünün egemenliğindeki Türk okullarına sızamıyor. Burada 'sevgi, saygı' ritüeli hakim. Dinin hoş görmediğini aileler de hoş görmüyor. Çocuklarının 'nerede, nasıl yaşadıklarını' biliyorlar ve bundan memnunlar.' [6] Güler Kömürcü: (Gazeteci) 'Bizim gezdiğimiz Aşkabad'daki Türk-Türkmen üniversitesi, gerek altyapı, gerek müfredat, gerek teknoloji olarak 'övgüye değer.'Bu seferberliğin pilot bölgesinde, Aşkabad'da ve Türkmenistan genelinde 14 orta eğitim kurumu, 1 dil merkezi, 1 üniversite var. Okullarda, aralarında Rus, Türkmen, Ermeni öğrencilerin de yer aldığı yaklaşık 3.500 öğrenci eğitim görüyor. Üniversitede bir öğrencinin 'cemaate' maliyeti 5 bin dolar ve genelde parasız eğitime dayalı sistemin ekonomik cephesinin, yani fonu ise cemaat, daha doğrusu cemaatin sempatizanı işadamları karşılıyor.Her okul, Türkiye'deki bir il ya da ilçe tarafından ya da zengin bir işadamı tarafından finanse ediliyor. Öğretmenler ise, Türkiye'nin iyi üniversitelerinden, Boğaziçi, ODTÜ, Marmara Üniversitesi mezunlarından seçili-yor. Öğrencilere dört dilde, İngilizce-Rusça-Türkmence ve Türkçe eğitim veriliyor.Öğrenciler arasında, 'Dünya Bilgi Olimpiyatları'nda' birincilik kazananların olması, okullardaki eğitim seviyesinin göstergesi.' [7] İshak Alaton: (Işadamı) Fethullah Gülen'in Türkiye bakımından manevî katkıları olduğunu düşünüyorum. Onun teşvikiyle açılan eğitim kurumlarının çağdaş ve Atatürkçü çizgide yürüdüğünü görü-yorum. Biz de Alarko olarak Rusya'da ve Özbekistan'da bu eğitim kurumlarının açılmasına fiziki destek verdik. Benzeri bir eğitim kurumu belki bir gün Tel-Aviv'de de açılacaktır. Gülen'in Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılmasına ya da ele geçirilmesine dönük bir gizli faaliyet içinde olduğuna ihtimal vermiyorum. Bu yöndeki bazı değerlendirmeler kişisel paranoyalardan ibarettir. Çağdaş ve demokratik bir devlette, düşünce ve ifade özgürlüğü başlıca temel ilkeler arasındadır. Şiddeti davet etmediği sürece bu özgürlük kısıtlanamaz. Gülen'in demokrasi çerçevesi içinde bir yanlış görüşü olduğunu düşünmüyorum. Bu noktada Cumhurbaşkanımız, Başbakan gibi Ecevit ve Hikmet Çetin gibi devlet adamlarımızın Gülen ile ilgili düşüncelerine ben de katılıyorum.' [8] [1] Oral Çalışlar: 'Fethullah Gülen'in Serüveni' 21 Ağustos 1995 Cumhuriyet; Fethullah Gülen'in bu konudaki görüşlerini kamuoyunda sıkça dile getirdiği gözlemlenmektedir. Bkz.: Yasemin Çongar 2.9.1997 Milliyet; Özcan Ercan. 21.1.1998 Milliyet, Kanal D 16.4.1997 Yalçın Doğan'la Güncel Programı [2] Fikret Bila; 30/3/98 Milliyet; İsmet Solak, 30/3/98 ; Hürriyet; Muharrem Sarıkaya, 30/3/98, Hürriyet yine aynı tarihli Takvim, Ortadoğu, Akit, Yeni Asya, Yeni Şafak Gazeteleri [3] Türkiye, 8 Mart 1998 [4] Türkiye Gazetesi 26 Aralık 1997 [5] Akşam Gazetesi 26 Aralık 1997 [6] Sabah, Mehmet Altan 23 Ocak 1998 [7] Akşam, 24.2.1998 [8] Zaman Gazetesi 4.6.1998 Sayfa 8 |
|
![]() |
![]() |
#22 |
![]() Fethullah Gülen İle Bazı Özel Eğitim Kurumları Arasındaki İlişkinin Niteliği Nedir?
Okullarla İlgili İddialar Ülkemizin eğitim alanında yaşadığı ciddi sorunlar ayrıca açıklanmaya ihtiyaç duymayacak ölçüde açıktır. Yukarıda bilim, eğitim ve kültür konularında görüşlerine kısaca değinilen Fethullah Gülen'in, uzunca bir süreden beri, gerek diyanet görevlisi olarak verdiği vaazlarında, gerekse yayınlanmış eserlerinde eğitim-öğretim meselesinin halledilmesi ile ilgili düşünceler açıkladığı ve önerilerde bulunduğuna tanık olmaktayız. Bir yandan, ülke sorunlarına ilgi duyan, sorumluluk ve görev bilincine sahip her vatandaşın bu konularda tavsiyelerde bulunması, Anayasamızda öngörülen hakların kullanılması olarak değerlendirilmesine karşılık, diğer yandan bu hususta da yine yukarıda değinilen iddiaların ileri sürüldüğü görülmektedir. Bu iddialara göre Fethullah Gülen yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda okulun sahibi olup, buralarda öğrencilere 'laik, demokratik ve cumhuriyet karşıtı' bir ideoloji benimsetilmektedir. Biz bu iddiaları yine somut vakalara, hukuka ve mahkeme kararlarına dayanarak irdeleyip, gerçek durumu ortaya koymaya çalışacağız. Basın organlarında Fethullah Gülen'in çok sayıda eğitim-öğretim kuruluşunun sahibi olduğu ileri sürülmektedir. Ancak öncelikle kendisi, kamu oyuna yaptığı açıklamalarda okul ya da herhangi bir kuruluşun sahibi olmadığını, okullarla organik ve maddî bir bağlantısının bulunmadığını söylemekte; buna karşılık ülkemizin eğitim meseleleri konusuna ilgi duyan bir kişi olarak, imkân sahibi vatandaşların eğitim-öğretim alanında faaliyet göstermeleri hususunda onları teşvik ederek, devlete bu konuda yardımcı olunmasını önermektedir. [1] Özel Okullarla İlgili Görüşler Süleyman Demirel (Cumhurbaşkanı) 'Kazakistan'da 30 tane lise, bunun da üstüne bir üniversite ile Türk-Kazak münasebetlerini güçlendirmeye yönelmiş, iki ülkenin gençlerine hem burada, hem Türkiye'de ilim ve irfan vermeye devam eden bu kuruluşu tebrik ediyorum. Ülkemiz ve halkımız arasındaki işbirliğinin eğitim alanında da gelişmesi, işbirliğimizin bir bütün olarak her alanda dengeli ve kapsamlı şekilde ileriye götürülmesinde ve genç nesiller arasındaki karşılıklı anlayışın arttırılmasında olumlu yönde katkıda bulunacaktır.' (Almatı, (17.12.1996) Süleyman Demirel Üniversitesi açılış töreninde yaptığı konuşma) Turgut Özal: (8. Cumhurbaşkanı) 'Özbekistan'da bugün Taşkent Lisesi'ni gezdim, çok beğendim. Emeği geçen, bu fikri gerçekleştiren herkese sonsuz teşekkür ediyorum. Bu müesseseler, iki ülkeyi, Özbekistan ve Türkiye'yi birbirine sımsıkı bağlayacak insanları yetiştirecekler. Allah, hepsinden razı olsun.' (5.4.1993) Hüsamettin Cindoruk: (TBMM Eski Başkanı) 'Tiran'da, Mehmet Akif Ersoy'un adını taşıyan benzersiz okulu gururla ziyaret ediyoruz. Bu okulun Türk-Arnavutluk dostluk ve kardeşlik tarihini günümüze taşıdığını görüyoruz. Genç Arnavutlara ve okulun değerli öğretmenlerine sonsuz başarılar diliyor, hepsini kutluyorum. Teşekkürler.' (7.8.1994) Sali Berişa: (Arnavutluk Eski Cumhurbaşkanı) 'Arnavutluk'ta açılan ilk Türk kolejini tebrik eder, yeni nesillerin yetiştirilmesinde ve iki ülke arasındaki samimi ve kardeşlik ilişkilerinin geliştirilmesinde büyük başarılar dilerim.' (19.2.1993) İslam Kerimov: (Özbekistan Cumhurbaşkanı) 'Büyük siyasi ve manevî önemi haiz hayırlı, yüce hizmetlerinizde ve Özbekistan ile Türkiye geleceğine sağlam temeller kuran işlerinizde sizlere başarılar diliyorum. İki devletin istikbali olan gençlerin yetişmesi ve dostluğun pekişmesi için Özbekistan faaliyetlerinize her türlü yardımı vermeye hazırdır'. Bülent Ecevit: (DSP Gen.Bşk. ve Başbakan Yrd.) 'Ayrıca Gülen ve çevresindekilerin eğitime verdikleri önem ve bunu Atatürk ve Laikliğe aykırı olmayan bir biçimde uygulamaları da önemli. Sibirya'da, Moğolistan'da kolejler açıyorlar. Ortaasya'da, ülkelerinde de okullar açıyorlar ve buralarda laikliğe aykırı bir eğitim olmadığı belli. Yoksa o okulların açılmasına izin verilmez, kaldı ki bütün faaliyetler ve okullar denetime açık, bunların finansmanının yasalara aykırı olduğunu da kimse söyleyemiyor.' [2] Müfit Utku: (Yargıtay Eski Başkanı) 'Bakü Özel Türk Lisesi'ni ziyaretimde gurur duydum. Ulu Önder Atatürk 'En Hakiki Mürşit İlimdir' diye buyurmuşlardır. Ulu Önderin bu düşüncelerinde ne kadar haklı olduğu yirminci asırda daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu nedenle Azerbaycanlı kardeşlerimin çocuklarına bu eğitim müesseselerini sunan ve burada çalışan bütün arkadaşları kutluyorum.' Halis Burhan: (Hava Kuvvetleri Eski Komutanı) 'Tamamen çağdaş yöntemlerle eğitim yapan ve 21. Yüzyıl bilgi toplumlarına insan yetiştiren bu müstesna müesseselerin tüm eğitim kadrosunun Türk dünyasına yapmakta oldukları katkıları her türlü takdirin üstündedir. Sizleri en içtenlikle kutluyor ve kucaklıyorum.' Ali Şen: (İşadamı) 'Dost ve kardeş Arnavut çocuklarına Türkçe eğitim vermek, Türk kültürünü, Büyük Ata'nın gençliğe demecini öğretmek, Türk halkının soydaşlarını hiçbir zaman unutmadığını göstermek, hizmetlerin en ulvisi ve en büyüğüdür. Eğitimsiz halk, temelsiz bina gibidir. Bir kez daha Mehmet Akif Kolejini Tiran'da açanları kutluyor ve tebrik ediyorum.' N.Kemal Zeybek: (Devlet Eski Bakanı) 'Bakü Özel Türk Lisesi'ni bir altın zincirin seçkin halkası gördüm, kıvandım, sevindim. Allah yardımcınız olsun. Emekleriniz sonuca ulaşsın.' Yılmaz Öztuna: (Tarihçi,Yazar) 'Fethullah Gülen'in teşvikleriyle üç okyanus arasındaki ülkelerde birkaç yıl için de yüzlerce Türk okulu açıldı, bazıları üniversitedir. Türkiye'den giden binlerce öğretmen burada Türkiye Türkçesi, İstiklal Marşı, Atatürk, Türk kültürü ve tarihi öğretiyor. O ülkelerin çocukları, kendi dillerinin ve çok ağırlıklı bir İngilizce'nin yanında bunları öğreniyorlar. Daha önce tek kelime Türkçe bilmeyen Rus, Moğol çocuklarının klasik şairlerimizden okudukları şiirleri dinledik. Okulları -bazılarını Sayın Cumhurbaşkanımızla beraber- gezdik. Önce şaşırdık, sonra iftihar ettik. Demek bunları gerçekleştirecek milli kapasite, şuur ve irade varmış. Bu okullar, Türk kültürünü Turan'a ve bütün dünyaya yayıyor. Bu Atatürk'ün nihai hedefi idi eski dille aksa-yı emeli.Bu okullar, çağdaş yüksek teknolojiye dayalı bir eğitim veriyor. İrtica vehmi nereden çıktı.İrtica ile mücadeleye itirazımız yoktur. Türk dili, tarihi, sanatı, kültürü ve bunları milletlerarası arenaya taşımak irtica olamaz. Türk gibi düşünen adam mürteci değildir. Türkiye'de Arap, İranlı gibi düşünenler mürteci olabilir. Rus, Çinli, hatta Arnavut gibi düşünenleri, Bulgarlara ağızlarının suyunu akıtanları da gördük. Teşhisi iyi yapalım. Aksi takdirde komplikasyonlar olur. Bulanık suda balık avlamak isteyenler böyle bir ortamı oluşturmak isteyebilirler.Bana göre Fethullah Hoca, babalarımızın Osmanlı, yani Türk Müslümanlığı'nın bir temsilcisi... Yoksa siz, Arap ve Iran Müslümanlığı akımını mı güçlendirmek istiyorsunuz? Fethullah Hoca'nın açılmasında etkili olduğu okullarda Atatürk düşmanlığı bahis konusu değildir. Aksi varittir. Ama her kurumda olduğu gibi bu okulların birinde münasebetsiz bir durum görülürse, derhal el konulup düzeltilmesi kabildir. Her Türk milliyetçisi, Türk'ü ve Türkiye'yi seven herkes Fethullah Hoca'yı desteklemeli, teşvik etmelidir. Hata yaparsa, uyarırız.' [3] Altemur Kılıç: (Gazeteci) 'Doğrusu ben de başlangıçta Fethullah Hocaefendi ve okulları hususunda şüpheli idim. Çünkü inanılamayacak kadar iyi ve güzel şeyler yapıyordu ta ki Ortaasya'da okullarını görene ve sonra da Hocaefendi'nin vaazlarını okuyana ve nihayet kendisi ile tanışana kadar Özbekistan'da ve Türkmenistan'da iki okuluna aniden gittim. İrtica ve Atatürk düşmanlığı ne gezer.. Aksine kendilerini öğretmeye ve eğitmeye vakfetmiş müdür ve öğretmenlerin yönettikleri bu okullarda bağnazlığın ve gericiliğin zerresine rastlamak değil Atatürk'e ve ilkelerine bağlılık aydınlık ilim ve irfan gördüm. Giriş kısımlarında Atatürk büstlerinden ve Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi levhalarından başlayarak bunlar göstermelik de değildi. [4] Rıza Zelyut: (Gazeteci,Yazar) Fethullah Hoca ve onların bağlılarına baktığınızda insan eğitimine ne kadar önem verdiklerini görüyorsunuz. Yurtiçinde açılan okullarından çok yurtdışında dünyanın dört bir yanında açtıkları okullar benim için Türkiye adına yapılmış en büyük hizmetlerden birisidir. Yazın gezdiğim bu okulları görünce, devletimizin başaramadığını bu insanların başardığını görüp sevindim. Şimdi, bu okulların devlete devredilmesinden de söz ediliyor. Yurt içindekilere karışmam. Ama yurtdışındaki okulların kesinlikle bu insanların elinde kalması gerekiyor. Çünkü, devlet bu derece kaliteli ve millî heyecanla çalışan öğretmen ve personel bulamaz. O okullar, yurtdışındaki Türkiye'dir. Kontrol ettikten sonra eğitimden korkmayalım. [5] Mehmet Altan: (Öğretim Üyesi,Yazar) 'Türk kolejlerinde çocuklar İngilizce, Rusça ve Türkçe eğitim görüyorlardı. Yatılı okuyorlardı. Türkiye'nin en iyi okullarından mezun olmuş gencecik hocalardan ders alıyorlardı. Bu genç öğretmenler gelenek ve göreneklere göre yaşıyor, örneğin yatakhanelerin olduğu bölümlere ayakkabı çıkarılıp, terlik giyilerek giriliyordu. Türkçe konuşan, Türk pop şarkıları söyleyen, 'Anadolu Anadolu benim yurdum' gibi marşları ezbere bilen Rus çocuklarıyla karşılaşıyordunuz. Ruslar buna benzer okulları bizim ülkede açsalar nasıl tepkilerle karşılaşırlardı diye de düşünüyordunuz. Petersburg'daki iki veli hanım bu okulları 'Ingilizce eğitim verdiği ve sigara içilmediği için seçtiklerini' söylüyordu.Sosyalizm idealini geride bırakan Rusya çağa uygun yeni bir yol arayışında. Bunun belirsizlikleri var. Toplum da bu arayıştan etkileniyor. Bazen de bu arayıştan bunalıyor.Geçiş döneminin sıkıntıları, cemaat kültürünün egemenliğindeki Türk okullarına sızamıyor. Burada 'sevgi, saygı' ritüeli hakim. Dinin hoş görmediğini aileler de hoş görmüyor. Çocuklarının 'nerede, nasıl yaşadıklarını' biliyorlar ve bundan memnunlar.' [6] Güler Kömürcü: (Gazeteci) 'Bizim gezdiğimiz Aşkabad'daki Türk-Türkmen üniversitesi, gerek altyapı, gerek müfredat, gerek teknoloji olarak 'övgüye değer.'Bu seferberliğin pilot bölgesinde, Aşkabad'da ve Türkmenistan genelinde 14 orta eğitim kurumu, 1 dil merkezi, 1 üniversite var. Okullarda, aralarında Rus, Türkmen, Ermeni öğrencilerin de yer aldığı yaklaşık 3.500 öğrenci eğitim görüyor. Üniversitede bir öğrencinin 'cemaate' maliyeti 5 bin dolar ve genelde parasız eğitime dayalı sistemin ekonomik cephesinin, yani fonu ise cemaat, daha doğrusu cemaatin sempatizanı işadamları karşılıyor.Her okul, Türkiye'deki bir il ya da ilçe tarafından ya da zengin bir işadamı tarafından finanse ediliyor. Öğretmenler ise, Türkiye'nin iyi üniversitelerinden, Boğaziçi, ODTÜ, Marmara Üniversitesi mezunlarından seçili-yor. Öğrencilere dört dilde, İngilizce-Rusça-Türkmence ve Türkçe eğitim veriliyor.Öğrenciler arasında, 'Dünya Bilgi Olimpiyatları'nda' birincilik kazananların olması, okullardaki eğitim seviyesinin göstergesi.' [7] İshak Alaton: (Işadamı) Fethullah Gülen'in Türkiye bakımından manevî katkıları olduğunu düşünüyorum. Onun teşvikiyle açılan eğitim kurumlarının çağdaş ve Atatürkçü çizgide yürüdüğünü görü-yorum. Biz de Alarko olarak Rusya'da ve Özbekistan'da bu eğitim kurumlarının açılmasına fiziki destek verdik. Benzeri bir eğitim kurumu belki bir gün Tel-Aviv'de de açılacaktır. Gülen'in Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılmasına ya da ele geçirilmesine dönük bir gizli faaliyet içinde olduğuna ihtimal vermiyorum. Bu yöndeki bazı değerlendirmeler kişisel paranoyalardan ibarettir. Çağdaş ve demokratik bir devlette, düşünce ve ifade özgürlüğü başlıca temel ilkeler arasındadır. Şiddeti davet etmediği sürece bu özgürlük kısıtlanamaz. Gülen'in demokrasi çerçevesi içinde bir yanlış görüşü olduğunu düşünmüyorum. Bu noktada Cumhurbaşkanımız, Başbakan gibi Ecevit ve Hikmet Çetin gibi devlet adamlarımızın Gülen ile ilgili düşüncelerine ben de katılıyorum.' [8] [1] Oral Çalışlar: 'Fethullah Gülen'in Serüveni' 21 Ağustos 1995 Cumhuriyet; Fethullah Gülen'in bu konudaki görüşlerini kamuoyunda sıkça dile getirdiği gözlemlenmektedir. Bkz.: Yasemin Çongar 2.9.1997 Milliyet; Özcan Ercan. 21.1.1998 Milliyet, Kanal D 16.4.1997 Yalçın Doğan'la Güncel Programı [2] Fikret Bila; 30/3/98 Milliyet; İsmet Solak, 30/3/98 ; Hürriyet; Muharrem Sarıkaya, 30/3/98, Hürriyet yine aynı tarihli Takvim, Ortadoğu, Akit, Yeni Asya, Yeni Şafak Gazeteleri [3] Türkiye, 8 Mart 1998 [4] Türkiye Gazetesi 26 Aralık 1997 [5] Akşam Gazetesi 26 Aralık 1997 [6] Sabah, Mehmet Altan 23 Ocak 1998 [7] Akşam, 24.2.1998 [8] Zaman Gazetesi 4.6.1998 Sayfa 8 |
|
![]() |
![]() |
#23 |
![]() Devamı gecelek arkadaşlar Sayın Hocamıza yapılan pervahsızca hakaretler,ithamlar tak etti artık öyle bir taraflarından sallayanın gözüne sokacağız bu belgeleri...!
|
|
![]() |
![]() |
#24 |
![]() Okurken gözlerim doldu, hocamın günahını alıyorlar. Ama Allah büyüktür.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#25 |
![]() Yargı Kararlarına Uymak Anayasal Bir Zorunluluktur
Yargı Kararlarının Bağlayıcılığı Belirtmek gerekir ki, hukuk devleti ve demokrasinin geçerli olduğu bir toplumda basın mensuplarının, gerçek dışılıkları ve hakaretamiz nitelikleri mahkemeler tarafından açıkça tespit edildikten sonra, yargısal kararlara saygı duyarak aynı iddiaları tekrar etmemeleri gerekir. Ancak bir yandan demokrasi ve hukuk devleti ve cumhuriyetçilik adına hareket edildiği söylenip, diğer yandan laik demokratik cumhuriyetin temeli olan hukukun üstünlüğü ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerine uyulmaması ve yargı kararlarına göre, anayasal hak ve özgürlüklerini kullanarak ilmi ve fikri bir faaliyet gösteren bir düşünce adamına yönelik tahkir edici yayınlarına devam edilmesi, çelişik bir durum göstermektedir. Nitekim Anayasamız'ın 138. Maddesinde 'Yasama, Yürütme ve İdare organlarının' dahi mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları öngörüldüğüne göre, kamusal nitelikte bir görev icra eden basının ve bütün kişilerin öncelikle yargısal kararlara saygı göstermeleri gereği açıktır. Mahkeme kararlarının icaplarının yerine getirilmediği bir ülkede ise, hukuk devletinin ve demokrasinin işlemez hale gelmesi ve böylece toplumun bir karmaşa ortamına sürüklenmesi tehlikesi ortaya çıkar. Ancak bu hukuksal duruma rağmen ve mahkeme kararlarına göre, söz konusu ithamlarla güdülen amaç, Fethullah Gülen hakkında toplum nazarında düşmanlık teşkil etmek olduğu için, gerçek dışı iddiaların sürekli tekrarlanarak, onunla ilgili kamuoyu nezdinde sürekli bir kuşku meydana getirilmek istendiği anlaşılmaktadır. Basın Hürriyetini Kötüye Kullanılmasını Kolaylaştıran Bazı Etkenler Yukarıdaki durumu ortaya çıkaran diğer bir etken ise, ülkemizdeki yargı sürecinin yavaş işlemesi ve hukuki yaptırımların etkisiz oluşudur. Yaptığımız araştırmalarda, Fethullah Gülen'e yönelik isnatlarla ilgili bir çok davanın 4-5 yıl gibi bir sürede tamamlanabildiği, bu davaların devamı esnasında ise aynı iddiaların tekrarlandığı tespit edilmektedir. Aynı şekilde yaptığı hakaretamiz ithamlar nedeniyle sanık olarak yargılanan bir basın mensubunun ifadesine tam bir yıldan beri başvurulamadığı için davalar bir türlü sonuçlanamamaktadır. Halbuki sözkonusu kişi her gün çalışmakta olduğu gazetede yazılarını yazmakta, ne zaman ve nerede olduğu belli olmasına rağmen bulunup mahkemeye getirilememektedir. Mahkeme kararı ile yayınlanması gereken tekzip metinleri ise, yayınlanmamakta ve suç teşkil eden bu davranışa son derece düşük miktardaki bir para cezası ile karşılanmaktadır. Yine, hükmedilen tazminatlar mevcut uygulama gereğince, cüzi miktarlarda kalmaktadır. Bütün bu engellere rağmen kesinleşen yargı kararlarına ise uyulmamaktadır. Yaptırımların Etkili Olmayışı ve Yargının Yavaş İşlediğine Dair Mahkeme Kararı Fethullah Gülen ile ilgili davalarda yukarıda değindiğimiz sorunlar mahkeme kararlarına da yansımıştı: 'Senelerden beri süren tatbikatta ceza mahkemelerinin sadece mahkûmiyet kararlarının hukuk hakimini bağlayacağı beraat kararlarının bağlamayacağı hem dairenin ve hem de mahkemelerin tereddütsüz tatbikatıdır. Eğer tazminat talebi kabul edilecek ise ceza davasının sonucunu beklemeye gerek yoktur. Mademki ceza davasının beraat kararı hukuk hakimini bağlamayacaktır ve hukuk hakimi sanki mahkûmiyet hükmü varmış gibi sonuca gidebilir o halde bu davada ne değişmiştir. Davanın taraflarının kimler olduğu ister yerel mahkeme ister Yargıtay ilgili dairesi olsun biz hukukçuları ilgilendirmez bizleri ilgilendiren tutarlılıktır, sonuçtur. Dairenin bu kararına uyduğumuz takdirde bundan sonraki tutum bu tür davalarda ceza davası sonucunu beklememizi gerektirecektir. Böyle bir sonuca katlanmak niyetinde değiliz, ayrıca delillerin takdiri ceza mahkemesi hakimine bırakıp onun sonucuna göre hesap makinası gibi hesaplama yapmak niyetinde de değiliz. Bize göre bu bozma kararı yerinde değildir. Mahkemelerin tatbikatını bozucu niteliktedir. Aksi halde ceza davalarının sonucunu almak bunların kesinleşmesini beklemek, enflasyonların % 100'lara vardığı bir memlekette mağduru daha da fazla cezalandırmak olacaktır. Bu vesile ile şu hususun da bir defa daha gözden geçirilmesi düşüncesindeyim. Gerek sonuç gerek miktar bakımından tazminat davalarının özendirici olmaması ve zenginleştirici bulunmaması ilkesine dayalı olarak verilen düşük miktarlı tazminat kararları medyayı ve yorumcu, sunucu yazar, başyazar adı altında bazı kişilerin kişisel haklara saldırıda teşvik eder mahiyet almıştır. İşin diğer yönü de gitgide artan mağdurlar miktarını ve itham dozajını göz önünde tutmak gerektiği düşüncesindeyiz. Nitekim dava konusu yazıda Fethullah Gülen bir ayağı Suudi Arabistan'da öteki ayağı Amerika'da aynı zamanda Azerbaycan'dan Kırgızistan'a kadar örgütlenmiş hem din ticareti hem deri ticareti yapan bir kişi olarak nitelendirilmektedir. Bu nedenlerle evvelki kararımızda ısrar olunması gerektiği ve ceza davasının sonucunun beklenmesine gerek olmadığı takdir neticesine varmış olmakla' davalı Cumhuriyet gazetesi sorumlularının manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.[1] Bu görüşleri ifade etmemizin amacı, basına yönelik aşırı bir cezalandırma talebi kesinlikle değildir. Aksine, basın özgürlüğünün en geniş anlamda geçerli olmasının demokratik rejim açısından önemini biz de kabul etmekteyiz. Ancak, bu özgürlüğün kötüye kullanılarak, kişilere hakaret edilmesinin ve suç işlenmesinin hukuken tasvip edilmeyeceği ve böyle hukuka aykırı tutumların basınımızın itibarını da zedelemesi nedeniyle, hukuku ihlal edenlerin yine hukuki zeminlerde kalınarak etkili yaptırımlara maruz bırakılması gerektiği kanaatindeyiz. Basının en kapsamlı özgür bir ortam içinde faaliyet gösterdiği bütün demokratik ülkelerde de durum budur. [1] Mahkemenin 1996/68 Esas, 1996/53 Karar no'lu ve 27.2.1996 tarihli kararı |
|
![]() |
![]() |
#26 |
![]() Yargı Kararlarına Uymak Anayasal Bir Zorunluluktur
Yargı Kararlarının Bağlayıcılığı Belirtmek gerekir ki, hukuk devleti ve demokrasinin geçerli olduğu bir toplumda basın mensuplarının, gerçek dışılıkları ve hakaretamiz nitelikleri mahkemeler tarafından açıkça tespit edildikten sonra, yargısal kararlara saygı duyarak aynı iddiaları tekrar etmemeleri gerekir. Ancak bir yandan demokrasi ve hukuk devleti ve cumhuriyetçilik adına hareket edildiği söylenip, diğer yandan laik demokratik cumhuriyetin temeli olan hukukun üstünlüğü ve yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkelerine uyulmaması ve yargı kararlarına göre, anayasal hak ve özgürlüklerini kullanarak ilmi ve fikri bir faaliyet gösteren bir düşünce adamına yönelik tahkir edici yayınlarına devam edilmesi, çelişik bir durum göstermektedir. Nitekim Anayasamız'ın 138. Maddesinde 'Yasama, Yürütme ve İdare organlarının' dahi mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları öngörüldüğüne göre, kamusal nitelikte bir görev icra eden basının ve bütün kişilerin öncelikle yargısal kararlara saygı göstermeleri gereği açıktır. Mahkeme kararlarının icaplarının yerine getirilmediği bir ülkede ise, hukuk devletinin ve demokrasinin işlemez hale gelmesi ve böylece toplumun bir karmaşa ortamına sürüklenmesi tehlikesi ortaya çıkar. Ancak bu hukuksal duruma rağmen ve mahkeme kararlarına göre, söz konusu ithamlarla güdülen amaç, Fethullah Gülen hakkında toplum nazarında düşmanlık teşkil etmek olduğu için, gerçek dışı iddiaların sürekli tekrarlanarak, onunla ilgili kamuoyu nezdinde sürekli bir kuşku meydana getirilmek istendiği anlaşılmaktadır. Basın Hürriyetini Kötüye Kullanılmasını Kolaylaştıran Bazı Etkenler Yukarıdaki durumu ortaya çıkaran diğer bir etken ise, ülkemizdeki yargı sürecinin yavaş işlemesi ve hukuki yaptırımların etkisiz oluşudur. Yaptığımız araştırmalarda, Fethullah Gülen'e yönelik isnatlarla ilgili bir çok davanın 4-5 yıl gibi bir sürede tamamlanabildiği, bu davaların devamı esnasında ise aynı iddiaların tekrarlandığı tespit edilmektedir. Aynı şekilde yaptığı hakaretamiz ithamlar nedeniyle sanık olarak yargılanan bir basın mensubunun ifadesine tam bir yıldan beri başvurulamadığı için davalar bir türlü sonuçlanamamaktadır. Halbuki sözkonusu kişi her gün çalışmakta olduğu gazetede yazılarını yazmakta, ne zaman ve nerede olduğu belli olmasına rağmen bulunup mahkemeye getirilememektedir. Mahkeme kararı ile yayınlanması gereken tekzip metinleri ise, yayınlanmamakta ve suç teşkil eden bu davranışa son derece düşük miktardaki bir para cezası ile karşılanmaktadır. Yine, hükmedilen tazminatlar mevcut uygulama gereğince, cüzi miktarlarda kalmaktadır. Bütün bu engellere rağmen kesinleşen yargı kararlarına ise uyulmamaktadır. Yaptırımların Etkili Olmayışı ve Yargının Yavaş İşlediğine Dair Mahkeme Kararı Fethullah Gülen ile ilgili davalarda yukarıda değindiğimiz sorunlar mahkeme kararlarına da yansımıştı: 'Senelerden beri süren tatbikatta ceza mahkemelerinin sadece mahkûmiyet kararlarının hukuk hakimini bağlayacağı beraat kararlarının bağlamayacağı hem dairenin ve hem de mahkemelerin tereddütsüz tatbikatıdır. Eğer tazminat talebi kabul edilecek ise ceza davasının sonucunu beklemeye gerek yoktur. Mademki ceza davasının beraat kararı hukuk hakimini bağlamayacaktır ve hukuk hakimi sanki mahkûmiyet hükmü varmış gibi sonuca gidebilir o halde bu davada ne değişmiştir. Davanın taraflarının kimler olduğu ister yerel mahkeme ister Yargıtay ilgili dairesi olsun biz hukukçuları ilgilendirmez bizleri ilgilendiren tutarlılıktır, sonuçtur. Dairenin bu kararına uyduğumuz takdirde bundan sonraki tutum bu tür davalarda ceza davası sonucunu beklememizi gerektirecektir. Böyle bir sonuca katlanmak niyetinde değiliz, ayrıca delillerin takdiri ceza mahkemesi hakimine bırakıp onun sonucuna göre hesap makinası gibi hesaplama yapmak niyetinde de değiliz. Bize göre bu bozma kararı yerinde değildir. Mahkemelerin tatbikatını bozucu niteliktedir. Aksi halde ceza davalarının sonucunu almak bunların kesinleşmesini beklemek, enflasyonların % 100'lara vardığı bir memlekette mağduru daha da fazla cezalandırmak olacaktır. Bu vesile ile şu hususun da bir defa daha gözden geçirilmesi düşüncesindeyim. Gerek sonuç gerek miktar bakımından tazminat davalarının özendirici olmaması ve zenginleştirici bulunmaması ilkesine dayalı olarak verilen düşük miktarlı tazminat kararları medyayı ve yorumcu, sunucu yazar, başyazar adı altında bazı kişilerin kişisel haklara saldırıda teşvik eder mahiyet almıştır. İşin diğer yönü de gitgide artan mağdurlar miktarını ve itham dozajını göz önünde tutmak gerektiği düşüncesindeyiz. Nitekim dava konusu yazıda Fethullah Gülen bir ayağı Suudi Arabistan'da öteki ayağı Amerika'da aynı zamanda Azerbaycan'dan Kırgızistan'a kadar örgütlenmiş hem din ticareti hem deri ticareti yapan bir kişi olarak nitelendirilmektedir. Bu nedenlerle evvelki kararımızda ısrar olunması gerektiği ve ceza davasının sonucunun beklenmesine gerek olmadığı takdir neticesine varmış olmakla' davalı Cumhuriyet gazetesi sorumlularının manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.[1] Bu görüşleri ifade etmemizin amacı, basına yönelik aşırı bir cezalandırma talebi kesinlikle değildir. Aksine, basın özgürlüğünün en geniş anlamda geçerli olmasının demokratik rejim açısından önemini biz de kabul etmekteyiz. Ancak, bu özgürlüğün kötüye kullanılarak, kişilere hakaret edilmesinin ve suç işlenmesinin hukuken tasvip edilmeyeceği ve böyle hukuka aykırı tutumların basınımızın itibarını da zedelemesi nedeniyle, hukuku ihlal edenlerin yine hukuki zeminlerde kalınarak etkili yaptırımlara maruz bırakılması gerektiği kanaatindeyiz. Basının en kapsamlı özgür bir ortam içinde faaliyet gösterdiği bütün demokratik ülkelerde de durum budur. [1] Mahkemenin 1996/68 Esas, 1996/53 Karar no'lu ve 27.2.1996 tarihli kararı |
|
![]() |
![]() |
#27 |
![]() Fethullah Gülen'in Eğitim ve Kültür Hakkındaki Görüşleri
Gülen'in Görüşleri Devletin Görüşlerine Zıt Değil Bilim, eğitim ve kültür konularında ifade edilen bu görüşlerin, 'Çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre' bir eğitimin öngörüldüğü, gençlerin 'müsbet ilim ışığında' gelişmesini sağlayıcı 'kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli' tedbirleri almakta devletin de yükümlü kılındığı Anayasal düzenlemeler (A.Y. Md. 44, 58) ile bir çelişki içinde olmadığı görülmektedir. Bilim ve Eğitimin Önemi 'Geleceğini teminat altına almak isteyen bir milletin çocuklarını gençlerini ilmi bilgi ile donatarak ahlâk ve faziletli insanlar olarak yetiştirilmesini' öneren Fethullah Gülen kız çocuklarının eğitimine özel bir önem verilmesini vurgularken; 'iradeleri güçlü, sağlam karakterli nesillerin ancak millî kültür, tarih bilinci verilen bir terbiye sistemi ile ortaya çıkacağını' söylemektedir. 'Gerçek medeniyet daima, ilim ve ahlâkın at başı götürüldüğü iklimlerde' ortaya çıkar diyen düşünür kültür konusunda ise şu görüşleri serdetmektedir: 'Kültür, bir milletin kendine has çizgide gelişip yükselmesinde sık sık başvuracağı önemli bir kaynaktır. Millet hayatının ahenk ve istikametiyle, kültür kaynağının duruluğu arasında her zaman sıkı bir münasebet mevcut olmuştur. Kültür milletlerin az-çok birbirleriyle teması neticesinde, tıpkı medeniyet gibi bir toplumdan diğer topluma da geçebilir. Ancak bu geçişte, millî ruh inbikleri iyi çalışmaz gerekli tasfiye ve ayıklama yapılamazsa, neticede kültür ve medeniyet bunalımı kaçınılmaz olur.' Bilim, eğitim ve kültür konularında ifade edilen bu görüşlerin, 'Çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre' bir eğitimin öngörüldüğü, gençlerin 'müsbet ilim ışığında' gelişmesini sağlayıcı 'kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli' tedbirleri almakta devletin de yükümlü kılındığı Anayasal düzenlemeler (A.Y. Md. 44, 58) ile bir çelişki içinde olmadığı görülmektedir. |
|
![]() |
![]() |
#28 |
![]() Türkiye'yi Ortaçağ Karanlığına Götürmek ve İrtica İddiası Ancak, yukarıda özetlenen ve hür düşünceyi, bilim zihniyetini ve bilimsel esaslara dayalı bir eğitim sistemini savunan fikirlerine rağmen Fethullah Gülen, 'Türkiye'yi orta çağ karanlığına' götürmekle itham edilmiştir. Bu çelişik durumun giderilmesi için yine yargı yoluna başvurulmuş ve iddia sahipleri ispata davet edilmiştir. Yapılan yargılamalar sonucunda ise Fethullah Gülen'le ilgili ithamlarda bulunanların, basın hürriyetini kötüye kullandıklarına hükmedilmiştir. Mahkeme Kararı: Ortaya Atılan İddialar Kanıtlanamamıştır. İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kararında [1], 26/6/1994 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Hikmet Çetinkaya tarafından yazılan yazıda, Fethullah Gülen hakkında ileri sürdüğü iddialarla ilgili şu görüşlere yer verilmiştir: 'Diğer Anayasal baskı grupları gibi, devletin tüm organlarını gerektiğinde eleştirmek, ulusumuzun, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilmek için Anayasal organların çözüm üretmelerine katkıda bulunmak, yönetimde meydana gelecek yahut gelebilecek yolsuzlukları hukuka aykırı iş ve işlemleri; politik yozlaşmaları ve ahlâki çürümüşlükleri kamuoyuna duyurmak, bu yolda tartışmaları başlatmak ve yapmak esasen basının görevi gereğidir. Böylesine kapsamlı ve etkin işlevini yerine getirirken basın, yasal sınırları aşmamalı ve hukuk dışı uygulamalara olanak vermemelidir. Aksi halde basın özgürlüğü ve bu özgürlükten kaynaklanan hakkın sınırları aşılır, hukuksal normlar ihlal edilir. Ve bunun sonucu olarak da hukukun üstünlüğü ilkesi ve yasaların etkinliği zedelenir, birbirlerine karşıt anlayışların temsilcileri kışkırtılmış olur, aşırı duyarlılık kazanan karşıt anlayış temsilcileri kolayca tahrik edilmiş olur. Ve bunun sonucunda toplumda anarşi yaratılır. O halde Atatürk ve Atatürkçü düşünce sistemini, ulusun ve devletin birliğini ve devletin bölünmezliğini, Cumhuriyetin bilinen ilkelerini savunacak olan, özellikle bilim adamlarımız, yazarlarımız ve basın mensuplarımızın akla uygun ve bilimsel yöntemler kullanarak, hakkın yasal sınırlarını gözeterek, hukuka uygunluk sınırları içinde bu ödevlerini yerine getirmek durumundadır. Dava konusu yazıda ise bu ölçülere uyulmadığı ve ortaya atılan iddiaların kanıtlanmadığı için davacının kişilik hakları ihlal edilmiştir.' Söz konusu karar Yargıtay'ca [2] yapılan temyiz incelemesinde oybirliği ile onanarak kesinleşmiştir. Ancak kesinleşmiş bu yargı kararına rağmen 'bugüne kadar öğrenip bildiklerimizin yeni baştan kritiğe tabi tutulmasını, eski bilgilerimizin' yeni bilimsel gelişmeler ışığında devamlı ele alınarak yanlışların düzeltilmesini ifade eden ve bunun aksi olan tutumları 'irticai faaliyet' olarak niteleyen; taassuba, bağnazlığa ve fanatizme karşı tavır koyup, bu sorunların bilimsel bir zihniyetle aşılabileceğini savunan Fethullah Gülen'in [3] ısrarlı bir biçimde 'Türkiye'yi orta çağ karanlığına götürmekle' itham edildiği görülmektedir. Mahkeme Kararı: İddialar Hakaret Boyutuna Ulaşmıştır. Nitekim Cumhuriyet Gazetesi'nin 13/5/1994 tarihli nüshasında 'Fethullahçılar Krallığı' başlıklı ve Hikmet Çetinkaya imzası ile yayınlanan yazıda Fethullah Gülen'e yönelik olarak 'Yedikleri naneleri açıklayacağım, Türkiye'yi ortaçağ karanlığına götürmek isteyen şeriatçı güçlerin oyununu onların sahtekarlıklarını gözler önüne sereceğim' şeklinde isnatlarda bulunulmuş ve bununla ilgili olarak İstanbul 6. Asliye Hukuk Hakimliği [4] şu hükmü vermiştir: 'Basının genel yararlar açısından toplumu ilgilendiren konularda haber verme çeşitli sorunlarla ilgili, eleştiri, yorum ve uyarılarla kişileri aydınlatma, düşünceye sevk etme, bilinçlendirme ve kamu görevlilerini harekete geçirmek biçiminde özetlenebilen görevlerini yerine getirirken temeli Anayasanın 28. Maddesine dayanan özgürlük hakkından yararlanılacağı kuşkusuzdur. Ancak söz konusu özgürlük ve bu özgürlükten yararlanma hakkı sınırsız değildir. Başta Anayasanın 26. ve 27. Maddeleri olmak üzere ilgili başkaca yasalar basın özgürlüğünü, Anayasa'nın özüne uygun olarak ve diğer özgürlüklerin vazgeçilmezliğini koruyucu biçimde sınırlandırmıştır. Hukuk öğretisindeki görüşler ve yargısal uygulamalar bu özgürlükten yararlanma hakkını a) haberde gerçeklik, b) kamu yararı ve toplumsal ilgi, c) güncellik, d) konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık kuralları ile bağlı görmektedir. Haber verme, eleştiri, yorum ve uyarma ancak bu sınırlar içinde kaldığı sürece hukuka uygundur. Bu kurallardan herhangi birine ters düşülmesi halinde kamu yararı kişilik hakları dengesi bozulur ve hukuka aykırılık gerçekleşmiş olur. Davaya konu olan 13 Mayıs 1994 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan yazıda ortaya atılan iddialarla bu kurallara uyulmamış; 'davacı taraf küçük düşürülmüş ve aşağılanmış, haberde davacıya hakaret boyutuna ulaşıldığı sabit olmuştur.' [1] Mahkemenin 1994/490 Esas, 1995/91 karar no'lu ve 1.3.1995 tarihli kararı [2] Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 1995/4264 esas 1995/4911 karar sayılı ve 8.6.1995 tarihli ilamı [3] Fethullah Gülen, Buhranlar Anaforunda İnsan, Sf: 126-127 [4] Mahkemenin 1994/515 Esas, 1998/44 karar no'lu ve 24/02/1998 tarihli kararı |
|
![]() |
![]() |
#29 |
![]() Fethullah Gülen'in Bilgi Toplumu ve Bilim Zihniyeti İle İlgili Görüşleri Eğitime Yaptığı Teşvikler Etrafında Tartışmalar Her bilim ve düşünce adamı gibi Fethullah Gülen de ülkemizin içinde bulunduğu sorunlar hakkında, çeşitli düşünceler açıklamakta ve çözüm önerilerinde bulunmaktadır. Bu husus hem Anayasamızda güvence altına alınmış olan düşünce, söz ve bilim hürriyetinden yararlanmanın tabii bir neticesi, hem de kişinin, ülkesine ve topluma karşı sahip olması gereken sorumluluğun bir gereği olarak görülmektedir. Bu nedenle Fethullah Gülen'in Türk Ulusunun ve insanlığın sorunlarıyla ilgili barış, hoşgörü ve uzlaşmaya dayalı çareler önererek, bu konularda düşünsel bir mesai göstermesi, her vatandaşın olduğu gibi onun da en doğal Anayasal hakkı ve görevi olarak değerlendirilmelidir. Ancak, yargı kararlarında açıklandığı üzere onun bu Anayasal haklarını kullanarak, hukuka uygun biçimde ortaya attığı önerilerin ve yaptığı manevî teşviklerin de katkısıyla kurulan, eğitim-öğretim ve ekonomik kalkınma alanındaki bazı kuruluşlar çeşitli iddialara konu edilmiştir. Biz yine önce bu konularda, Fethullah Gülen'in düşüncelerini ortaya koyduktan sonra, özellikle Türkiye'de ve yurtdışında özel girişimciler tarafından kurulan okullar ile ilgili tartışma ve iddialara yargı kararları ışığında açıklık getirmek istiyoruz. Bilgi Toplumu Olmak 'Geleceği kucaklama bilgi toplumu olmaktan geçer' diyen Fethullah Gülen, 'pozitif bilimlerin insanları ateizme, dinsizliğe götüreceğinden korkarak ilimlerden uzak kalmanın yanlış olduğunu' vurgulamakta ve 'ilimleri dine imana zıt göstererek onları inkara vesile saymayı' ise 'bir peşin hükümlülük ve cehalet' olarak nitelendirerek bu konuda aynen şu görüşleri ileri sürmektedir. 'Müspet ilimlerin hiçbir şey sayılmadığını iddia etmek bir cehalet ve taassup, onun dışında her şeyi reddetmek toyca bir yobazlık, öğrendiği her yeni şeyle yığın yığın bilmediklerini idrak ve kabullenme ise bir ilim zihniyeti ve düşünce istikametidir. İlim ve teknik insanın hizmetindedir ve ondan korkmak için ciddi hiçbir sebep de mevcut değildir. Tehlike ilmilikte ve ilme göre dünya kurmada değildir. Tehlike cehalette, şuursuzlukta ve mesuliyet yüklenmekten kaçınmaktadır.'[1] Mevcut bilgilerimizin, sürekli gelişen bilimsel veriler açısından 'yeni baştan kritiğe tabi tutulmasını, eski bilgilerimizin, yeni kesitlerin ışığı altında tekrar ele alınmasını; hem yanlışlarımızın düzeltilmesi; hem de mevcut tıkanıkların açılması bakımından' zorunlu gören Fethullah Gülen bir şeyin 'doğru ve sabit' olduğunun objektif nitelikteki modern ilmi bir araştırma metodolojisi takip edilerek belirlenmesi gerektiğini söylerken ilim ve tekniğin, insanın maddî-manevî mutluluğunu hedef alması gereğine özellikle işaret etmektedir.[2] Bilim Hakkın ve İnsanlığın Hizmetinde Olmalı Bunun aksine olarak ilmi buluşların, haksız bir kuvvetin emrine girmesi halinde ilmin 'vahşetler, aldatma ve istismarlara' yol açacağına dikkat çeken düşünür , böylece tarihte bilimin kötüye kullanılarak yaşanan büyük insanlık dramlarının tekrarlanmaması için, bilimin 'hakkın ve insanlığın hizmetinde olmasının' önemini ortaya koymaktadır. Bu konudaki görüşleri şöyle ifade edilmiştir. 'Öyle ise önümüzde bir tek yol kalıyor; o da nâehlin (ehliyetsizlerin) elinde öldürücü bir silah haline gelen ilim ve onun ürünlerine sahip çıkıp, insanlığın dünya ve ukba mutluluğunu hedef alan bir dünya kurmaktır. İlim ve onun getirdiğinden korkmamalıyız. Bu korku her çeşit faaliyeti felce uğratır. Asıl korkulacak şey onun hangi ellerde olduğu keyfiyetidir. Sorumsuz bir azınlığın elinde ilim bir felakettir ve dünyayı cehenneme çevirmeye yeter ve artar. Einstein, atomu bir canavara kaptırdığını ancak, Hiroşima ve Nagazaki'nin savrulan külleri arasında anlayabilmiş ve ağlaya ağlaya Japonyalı alim dostundan özür dilemişti. Ne kadar geç kalınmıştı.'[3] Bilim ve düşüncenin dayanağını düşünce hürriyetinde gören bu anlayış, ideolojik saplantıların, bağnazlığın ve fanatizmin sebep olabileceği toplumsal çatışmaların önlenmesi bakımından, insanların 'ilim aşkı ve ilim ahlâkıyla' yetiştirilmelerini önermektedir.[4] Bilimsel bilgiye ve bilim zihniyetine böylesine önem veren ve toplumsal sorunların çözümünde, bilimsel araştırmayı temel ilkelerden biri olarak kabul eden bu görüşlerin sahibi, ülkemizin halen devam eden ve ciddi bir sorunu olan Eğitim ve Öğretim konusunda da çarenin yine 'ilme ve modern müfredat esaslarına' dayanan bir sistemde olduğunu önermektedir. Nitekim Fethullah Gülen 1970'li yıllardan beri eğitim meselesinin önemine işaret ederken 'öğrenme ve öğretmeyi', 'iki yüce vazife' olarak nitelendirmekte, gençlere ilmi bilgilinin yanında 'iyilik ve güzellik bilgisi'nin verilmesinin onları yozlaşma ve kötü alışkanlıklardan koruyacağını vurgulamaktadır.[5] [1] Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar (2), 10 Baskı, Sf. 89-90, İzmir 1997; Prizma, Sf. 248, İstanbul 1997 [2] Fethullah Gülen, Buhranlar Anaforunda İnsan 11.Baskı, Sf. 127, İzmir 1997 [3] Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil, 13. Baskı İzmir 1997, Sf, 115-118; Fethullah Gülen, Yitirilmiş Cennete Doğru 10.Baskı Sf. 104-107; Buhranlar Anaforunda İnsan, Sf. 125-128 İzmir, 1997 [4] Fethullah Gülen: Yeşeren Düşünceler, Sf. 172-183, İzmir 1996 [5] Çağ ve Nesil (1), 13. Baskı, İzmir 1997. Sf. 101.118 |
|
![]() |
![]() |
#30 |
![]() Demokrasi Hakkındaki Görüşleri
Devletin Anayasal Görevi Anayasamızın 5. maddesinde de, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması, devletin temel amaç ve görevi olarak öngörülmektedir. Demokrasiden Geri Dönüş Olmaz Demokrasinin 'beşeri bir realite' olduğunu ve 'demokrasiden geriye dönüş olamayacağını ancak mevcut demokrasinin daha da geliştirilebileceğini' söyleyen Fethullah Gülen; bu rejimin 'insanın fizikî ve metafizikî' bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir mükemmelliği eriştirilmesini önermektedir. [1] Nitekim Anayasamızın 5. maddesinde de, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması, devletin temel amaç ve görevi olarak öngörülmektedir. Cumhuriyet ve Demokrasi İslâm'a Aykırı Değildir 'Demokrasi ile din arasındaki bağlantıyı siz nasıl buluyorsunuz?', sorusuna şu cevap verilmiştir: 'Demokrasi bir halk idaresidir. Hayatın insani boyutunu, bir derinliğini teşkil eder. Cumhuriyet ve demokrasi İslam'a, İslâmi düşünceye, İslam'ın yaşanmasına müsait birer zemin teşkil ederler. Ancak keşke daha olgun daha gerçekçi bir demokrasi olsa! Batılılar da onu istiyorlar. Biz de çok defa onu istiyoruz. Yani öyle bir demokrasi olsa ki, ferdî, ailevî, içtimaî bütün problemlerimizi çözse.' [2] Yine bir röportajda 'İslâm da demokrasi, demokraside İslâm nasıl yaşayacak?' [3] sorusuna şu şekilde cevap verilmiştir: 'İslâm'ı demokrasiye demokrasiyi İslâm'a zıt görmek yanlıştır. İslâm'ın da tam yaşanamadığı dönemlerde belki hali hazırdaki demokrasiden geri olmuştur, mesela insan hakları çiğnenmiştir, devletlerin başında müstebit insanlar olmuştur. Bütün bunları bazı aydınlar da ifade ediyorlar. Hiç önemli değil. İslâm demokrasi, demokrasi İslâm değildir. Demokrasi dünyanın yöneldiği bir sistemdir ama hala rötuşlanıyor, kendini bulmak için kabuk atıyor. Türkiye'de tam bir demokrasi olduğu söylenmiyor. 'Hala demokratlaşamadık. Onun için Gümrük Birliği'ne giremedik' deniyor. Demek ki demokrasi bir kemale erme süreci yaşıyor. Demokrasi bir süreçtir, geriye dönülmesi mümkün değil.' 'Son dönemlerde, İslâmi hayat tarzı ve dinsel özgürlükler üzerindeki baskı arttı mı?' [4] şeklinde sorulan soruya şu cevabı vermiştir: 'Türkiye'de bana göre İslâm hak ve özgürlükleri, hür düşünce, hür teşebbüs dünyada çok ender yerlerde varolan düzeydedir. Türkiye İran'dan bu konuda çok müsaittir. Çok yumuşaktır, Suudi Arabistan'dan daha hürdür, dinsel duyguları açığa vurma, yaşama açısından. Irak'tan, Libya'dan, Fas'tan, Tunus'tan, Cezayir'den daha hürdür. Bu hürriyetin kadri bilinmeli'. Daha Gelişmiş Bir Demokrasi Daha fazla demokrasi istiyorsak, onu da demokratik yollarla istemeli. Türkiye'de hangi çizgide, hangi renkte, hangi dinde, hangi mezhepte olursa olsun herkesin bila kayd u şart üzerinde ittifak edecekleri bir mesele varsa, o da biraz daha demokrasi olmalıdır. Türkiye'de dini hayatı yaşama, düşünme adına bir kısıtlama yoktur aslında. Herkes şahsi ibadetini yapar, bir yönüyle ailevi çerçeve içinde Müslümanlığı yaşamasına kimse müdahale etmez. Bazıları Müslümanlığın o yanını yaşarken ifrat etmişlerdir. Temel meseleler diyeceğimiz şeylerin yerine koyar gibi, yapmışlardır, tali meseleleri. Buna karşılık bazıları da biraz rejim adına, siyasi ideoloji adına fazlaca hassas hale gelmişlerdir. Türkiye'deki kavga, ifratla tefritin kavgasıdır. Aklıselimin kavgası değildir. Birileri olmayacak şeyler istemiş, öbürleri de olmayacak şekilde karşı koymak istemişlerdir. Bir dengenin bulunması lazım.' [1] Fethullah Gülen ile canlı yayında Gündem Sf.: 27-28; Yeşeren Düşünceler, 3. Baskı, Sf.: 96-97, 151-154, İzmir 1997 [2] Yalçın Doğan'la Güncel Programında sorulmuştur. [3] Nuriye Akman: Fethullah Hoca'yı Anlatıyor, 27.1.1995 Sabah Yay. [4] Yasemin Çongar: Milliyet 1.9.1997 |
|
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|