![]() |
#1 |
![]() Yakın bir arkadaşım, uzunca bir süreden beri eğer Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçilir ve eşi Hayrinüsa Gül de türbanıyla Köşk'e çıkarsa Türkiye'de darbe olacağına inanıyor. Yanlış anlamayın, arkadaşım darbe olmasını istiyor değil. Bir noktaya kadar Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına ve eşinin başı açık bir AKP'linin Cumhurbaşkanlığına da karşı değil. Yani kategorik olarak AKP'ye karşı çıkan 'ulusalcı'lardan veya Kemalistlerden değil. Demokrasiye inanıyor, AKP'nin seçim başarısını kendisi bu partiye oy vermemiş olsa bile takdir ve kabul ediyor, seçimle iktidara gelen AKP'nin bir başka seçimle iktidardan uzaklaştırılması gerektiğini düşünüyor. Bütün bunlar tamam. Yani arkadaşımın demokrasiden yana bir eksiği yok. Ama o, pek çok kişi gibi fazlasıyla 'realist' ve 'pragmatik.' İşte bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin türban Köşk'e çıktığı anda darbe yapacağını düşünüyor ve darbeyi önleme sorumluluğunun AKP'de, hatta Abdullah Gül'ün kendisinde olduğunu düşünüyor. Geçen hafta Gül'ün adaylığı kesinleşince birden arkadaşımın morali bozuldu. Dedim ya, bu durumda darbenin kaçınılmaz olduğunu düşünüyor, buna inanıyor. Ben de, darbe olmaz diyemeyeceğimi ama eğer olursa bunun çok kötü sonuçları olacağını anlattım ona. İşte Türkiye'nin Amerika dahil Batı ile ilişkilerinin sıfırlanabileceğini, bu durumun Türkiye'yi çok kısa zamanda yıkıma sürükleyebileceğini, ekonominin bıçak sırtında durduğunu, dolar ve TL bazında borçlu vatandaş ve şirket sayısının çok olduğunu, bütün bunların borçlarını ödeyemez hale geleceğini, onarılmaz zararlar doğabileceğini vs. anlatarak eğer darbe yapmayı ciddi ciddi düşünüyorlarsa askerlerin bütün bunları göz önüne alacağını ve ülkelerine kötülük yapmamak için bu yoldan vazgeçeceklerini söyledim. Sanırım söylediklerim ikna edici oldu. Arkadaşım şöyle bir düşündü, 'Ne yani' dedi, 'Sen bana bizim ordu Fransız ordusu gibi bir şey mi olacak diyorsun şimdi?' diye sordu. Cevap veremedim. En sonunda bizim ordumuzun da siyasete hiçbir biçimde karışmayan Batı orduları gibi olmasını istemekle birlikte, bunun bugünden yarına gerçekleşmeyeceğini de bilenlerdenim. Yani o kadar gerçekçiyim en azından. * * * Bizde genel bir aydın hastalığı var: Meseleleri siyah veya beyaz diye görmeye çalışmak. 'Oyunlar teorisi'nin bize henüz hâlâ tam olarak gelmemiş olmasından, toplamı sıfırdan büyük (yani iki tarafın da kazandığı) oyunlar da olabileceğini bir hayat gerçeği olarak tam olarak kabullenmemiş, hâlâ toplamı sıfır olan (yani bir tarafın kaybettiği, bir tarafın kazandığı) oyunlara alışık bir ülkeyiz. Böyle olduğumuz için de, her konuyu 'kriz' haline getirdikten sonra çözüyoruz ancak. Çünkü, pek çok konuda pazarlığı 'Ya ben ya o' noktasına getiriyoruz ve kazanabildiklerimizi kazanıp gerisini kaybediyoruz. Her fırsatta 'kırmızı çizgi'ler çiziyoruz, çoğu zaman o çizgileri unutmak zorunda kalıyoruz ama bu 'yenilgi'ler bizde iz bırakıyor, bir birikime yol açıyor. Oysa bizim ha bire silinen kırmızı çizgiler çizmektense daha stratejik düşünmeyi öğrenmemiz, daha doğrusu 'soft power' kullanımını öğrenmemiz lazım. Ben önümüzdeki dönemde silahlı kuvvetlerin 'soft power' kullanımına ağırlık vermesini bekliyorum. Zaman zaman kuvvet kullanımı kamuoyu önünde de gerçekleşecektir ama çoğunlukla ordunun özellikle laiklik konusunda hassasiyetlerini kapalı kapılar ardında dile getirip bundan netice de alacağını tahmin ediyorum. Burada önemli olan iletişim kanallarının açık tutulması. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olarak başarısının bu iletişim kanallarını kurması ve işletmesiyle ölçülmesi gerektiğini, rejimin dengesini ve demokrasinin geleceğini onun sağlayacağını düşünüyorum. Eğer Gül bunu başaramazsa, yani silahlı kuvvetler ile hükümet arasında ve toplumun tamamıyla hükümet arasında güvenilir bir iletişim kanalı olmayı başaramazsa Türkiye'nin iyi yönetilebilmesi mümkün olmayacaktır. O yüzden belki de Gül'ün önce hükümetten ve AKP'den bağımsız olduğunu kanıtlaması, bunu herkese göstermesi beklenecektir. Hayır yanlış anlamayın, türban önemsiz bir semboldür demiyorum. Türban bir yanıyla kişisel tercih konusudur elbette ama bir yanıyla da onun özellikle silahlı kuvvetler nezdinde yarattığı olumsuz sembol olma özelliğini unutmamak gerekir. Ama en nihayetinde türban bir semboldür, o kadar. Meselenin özü, Hayrinüsa Gül'ün başındaki örtüde değil, yapılabilecek uygulamalarda. Ve onların ele alınış tarzında gizli.
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|