01-18-2009, 01:46 | #1 |
Gazze’ye mektup...Sibel Eraslan - Vakit
Gazze’ye mektup...
I) Kundakta bir çocuk gibi kucağıma koydular sanki seni. Hazırlıksızdım senin sesine. Kulağına okunmuş ezandan bildim ki; masumdun Gazze! Bir yağmur tanesi kadar berrak. Göklerden düşen her hediye de böyledir ya, hazırlıksız yakalandım sana. “Ye, iç, gözün aydın olsun” diyorlardı melekler Meryem’e ve kurumuş kütükler hurma tomurcuğuna dönüşüyordu sevinçten ve uzun asırlardır yaşlanmış toprak, içinden coşan suyunu yeni doğmuş bebeğe ve annesine ikram ediyordu… Sen bize hoşgeldin Gazze! Sen bebek İsa kadar tatlıydın ve tüm hesapları daha kundaktayken bozuyordun işte. Gazze, kundakta konuşan çocuk… Ah, ne ki ben; Meryem değilim. Ve hazır değilim seni tutmaya, sen yine de hoşgeldin göklerden... • II) Hasta bir baba gibi yatağıma uzattılar sanki seni. Hazırlıksızdır her çocuk, babasının hasta yatağına. Yanına kıvrılıp kederli sırtına dayayınca kulağımı, atan kalbinden bildim ki; benim kaderim sana bağlıdır. Acı haberi saklayacak hiçbir örtüsü yoktur yeryüzünün derler. Doğrudur. Babası hastalanmış her çocuk gibi, ben de hazırlıksızdım sana. İçimden Yasinler, İnna Fetahnalekeler okuyarak, iki yorgun kürek kemiğinin arasından üfledim. Elimden başkası gelmiyordu. Elimden ya yazı, ya taş çıkardı, elim sana uzaktı; değemediysem, incitmek istemediğimdendir… Hani Peygamberlerin en sabırlısı olan Hz. Eyyup, “acı bana cidden değdi” diye yakarmıştı ya Rabbine… Senin bu bir başına ve senin bu kimsesiz olarak yatağa yatışına, Eyyubî bir mesel yazmak düştü bana da. Sen kederlerin ve dertlerin arasından çıkıp gelmiş bir babaydın Gazze… Alnından sızan kan, toz toprak kesmiş saçların ve çokça örselenmiş, hırpalanmış, kim bilir kaç defa dövülmüş sırtınla… Dünyada hiçbir babayı çocuğunun önünde dövmesinler, götürüp de gizli bir yerde ezsinler başını, görmesin evladı… İşte böylesi ahmak bir iyi niyetle ben… Hazırlıksızdım senin hasta yatağına. Babalar uluorta konuşup da dert yanmaz elbet. Bu yüzden mi susuyordun, hiçbir şey söylemeden uzanıp kıvrıldığın yatağında? Ve gözlerimin önünden geçen binlerce ihanetim, sana zamanında yetişemeyişlerimle, kendimden utanıyordum… Dibi görünen tertemiz bir deniz gibidir her baba, çocuğuna… Sana baktım Gazze. Diplerindeki mercanlara, anemonlara, dil balıklarına. Oradan okudum özgürlüğün ve haysiyetin adını, harflerimi, soyumu, geçmiş ve geleceğimi. Seni kaderinle kaderim kılana ant içerim ki; alnımda parmak izlerini taşıyacağım. Yaşadığım her günde. • III) Hiç evlenmemiş kız kardeşler gibi çaldın kapımı Gazze… Hazırlıksızdım buna. Hani öyle olur ya. Evin direği gibidir ev kızları, kapı çalmak ne hadlerine. Yaşları geçtikçe daha az konuşurlar, kapı olurlar hayatlarımıza. Su taşır, sofra kurar, misafir terliklerini çevirirler. Hiç giyinemedikleri gelinliklerin terzisi, hiç avuçlarına yakamadıkları kınaların karıcısı olurlar. Kırılan her bardağın suçlanmasına, bir türlü iyi gitmeyen talihin yazıklanmasına, rüzgar çıksa kalkan toza, güneş açsa örtülmeyen perdeye yazgılıdırlar… Tanrı misafirinin, kapıyı çalan yolcunun, hastanın, bebeğin ve ihtiyarın kolu kanadı olurlar. Fatma’dır hepsinin adı. Evdedirler. Sen şimdi, yedi kapısına yedi kilit asılmış Gazze… Evdeki kız kardeşimiz gibisin. Sokağa çıkamadın. Başında patlayan bombalardan kaçamadın. Sen ah, hep evde durdun… Bize sen bakacaksın ve biz sana hiç bakmayacağız iki gözüm. Hiç aldırmayacağız. Sen başına ne gelirse gelsin, hep güldüreceksin yüzünü. İhanet bize sadakat sana, ülfet bize tahammül sana, terk etmek bize kapılardan su dökmek sana. Senin için bir gelinlik beğendim. Yetiştiremedim. Telleri bize, gurbeti sana… • IV) Seni bir öğretmen olarak tayin ettiler köyümüze Gazze… Kan rengindeki harflerini kara tahtaya, parmak uçlarından sızan keder ve kahırla yazan bir öğretmen. Sen öldükçe öğreniyorduk okumayı yazmayı her sabah. “İşte bu dünyadır, bu da Filistin” derken, kürenin üzerinde gezinen güzel ellerinden öğreniyorduk tüm Doğuların haritasını, tüm Doğuların… Seni her sabah alnından vuruyordu caniler. Ama sen, yıkıldığın yerden dikilip derse gelmeye devam ediyordun. Bir Zümrüt-ü Anka Kuşu gibi, seni yaktıkça zalimler, küllerinden doğup yeniden derse başlıyordun: “İşte çocuklar bu Mecid-i Aksa, bu da Muhammed sallallahu aleyhi vessellem… Korkmayın” diyordun düşen her bombanın ardından, kollarını kanat gibi çırpıp, üzerimize yayıyordun. Zekeriyya, Yahya ve İsa aşkına, Filistin’i, Sina’yı, Tur Dağı’nı ve Zeytinleri terk etmiyordun. Ah, güzel öğretmenim Gazze! Tek tek yoklama yaptığın talebelerin bugün hep birlikte ayakta: BİDDEM, BİRRUH NEFDİK YA AKSA! Canımız, ruhumuz Aksa’ya feda olsun! BİDDEM, BİRRUH NEFDİK YA GAZZE! Canımız, ruhumuz Gazze’ye feda olsun!
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|