![]() |
#1 |
![]() H. Hümeyra Şahin
![]() Cumhurbaşkanlığı makamını hak etmek Siyaset genel olarak duygudan arınmış, rasyonel ve katı bir süreç olarak algılanır. Seçmen davranışını belirleyen temel unsurun da rasyonalite olduğu kabul edilir. Oysa yapılan sosyolojik araştırmalar duyguların seçmenlerin gerçekçi niteliklerinden daha büyük rol oynadığını ortaya koyuyor. Siyaset literatüründe ‘hak etmek’ gibi duygusal bir kavramın yeri olmayabilir; fakat Türkiye’de toplumsal psikolojide karşılığı olduğu bir vakıa. Özellikle de Başbakan Erdoğan söz konusu olduğunda. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, toplumun geniş bir kesiminde yaygın bir motivasyon olduğu görülüyor; Başbakan Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığı makamına taşımak. Henüz adaylığını açıklamasa da, ülkede uzun zamandır böyle bir beklenti var. Bu motivasyonun kaynağı hem reel hem duygusal nedenlere dayanıyor. Gerek on iki yıldır ekonomiden sosyal hizmetlere, vesayetlerle mücadeleden kalkınma projelerine ülkede yaptığı büyük dönüşüm nedeniyle, gerekse Erdoğan’ın kişisel siyasi yaşamı ve aynı zamanda Türkiye’nin 50 yıllık demokrasi mücadelesi dolayısıyla. Toplum biliyor ki, Erdoğan kendi siyasal yaşamında basamakları bileğinin hakkıyla çıkmış, bu süreçte bedeller ödemiş, gerektiğinde kendi ikbalini değil, partisinin ve ülkesinin geleceğini öncelemiş bir lider. Aslolanın makam değil, ‘dava’ olduğunu sözle değil, bizzat yaşayarak, gerektiğinde feragat ederek göstermiş bir halk adamı. Toplum bu samimiyete inanıyor ve özellikle cumhurbaşkanlığını Erdoğan için ertelenmiş bir hakkın iadesi olarak görüyor. Öte yandan Menderes döneminden beri Türkiye’nin atılım yaptığı her on yılda bir önünün kesildiği, ilerlemesinin durdurulduğu fikri halkın âdeta üzerinde ittifak ettiği bir inanç. Toplum, hükümet aleyhindeki kampanyalara, Erdoğan’la birlikte gelmesi muhtemel ‘fiili’ başkanlık sisteminin getireceği olası risklere gözünü, kulağını kapatmış ve kendini tek bir hedefe kilitlemiş görünüyor. Öyle ki, Erdoğan’ı Çankaya’ya çıkarmak artık yalnızca Başbakan’ın ve AK Parti’nin değil, geniş toplumsal kesimlerin hedefi. Özellikle vefakâr Anadolu insanının arasına karıştığınızda bu hak edilmişlik motivasyonunu derinden hissediyorsunuz. Toplum, ilerlemesine engel olan yerli ve yabancı çıkar gruplarına karşı kendi hakkını koruduğunu düşündüğü Erdoğan ile bir zafer kazanmayı, tabiri caizse sancağı tepeye dikmeyi hedefliyor. 50 yıllık bir demokratikleşme rüyasını tüm boyutlarıyla kendi seçtiği bir cumhurbaşkanı ile gerçekleştirmek, ülkenin her on yılda tekrarlanan mâkus talihini kalıcı biçimde değiştirmek istiyor. Reel politikte karşılığı olmayan bu duygu hâli, Türkiye’yi dışarıdan okumaya çalışan Batılılar için anlaşılır bir durum değil. Türkiye hakkında ne kadar derinlemesine akademik bilgiye sahip olursa olsun, bu psikolojik motivasyon Batılı bir analistin çok da hesaba katamayacağı bir husus. Yerli muhalifler içinse bir çıkmaz. Bir yanda gördükleri, karşısında yenilgiye uğradıkları fakat siyasal mühendislik alışkanlığının, fildişi kulelerden ülkeyi yönetme konforunun izin vermediği bir kabullenememe durumu. Umudunu küresel bir zekânın gayet sofistike görünen önermesine bağlamış, parlak bir CV’den iki aylık PR çalışması ile bir siyasetçi var etmeye odaklanmış kestirme bir yol, muhalefetin üzerinde yürüdüğü. Fakat toplumda bir karşılığı yok. Çünkü Türkiye eski Türkiye değil. Toplum son on iki yıldır cesur siyasetin ne büyük taşların altına elini koyduğunu gördü ve bunun sonuçlarını kendi gündelik hayatında tecrübe etti. Mevcut ortamda Erdoğan karşısında cumhurbaşkanlığını ‘hak etmek’ için Erdoğan kadar bedel ödemiş, Erdoğan kadar iş yapmış ve samimiyetine Erdoğan kadar toplumu inandırmış olmak gerekiyor. Kaynak Akşam 24.06.2014
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|