11-09-2010, 00:59 | #11 |
Hasan Mezarcı bu memleketin yetiştirdiği en değerli insanlardan birisidir...
Konferanslarını izlemeye doyamam... MaşAllah çok zeki,çk bilgili hem dünyevi hemde dini bilgi olarak muhteşem kapasitesi olan bir insandı... Harcadılar adamı... Eğer öldürselerdi millet diyecekti ki mezarcı haklıydı adamı öldürdüler bi kulak verelim bu adam ne diyor... Ama ne yaptılar hasta ettiler adamı...Şimdi ne diyor millet...sözleri deli saçması... İsteyen istediğini söylesin... HEr zaman söylerim yine söyleyeceğim... Fırsat buldukça arkadaşlarıma izletirim... Hasan mezarcının söke konferansı kesinlikle izlenmeli... |
|
11-09-2010, 12:38 | #12 |
şu sözleriyle anımsadığım birisi:
60 yıl tavuk gibi yaşayacağıma 20 yıl horoz gibi yaşarım..( erken öten horozun akıbetiyle aynı akıbete uğramış biridir...) |
|
11-09-2010, 13:47 | #13 |
|
|
11-09-2010, 14:59 | #14 |
Evet Hasan Mezarcıyı diğer manyaklarla karıştırmamak lazım onun o hale hapiste işkencelerle geldiğini biliyorum..
Devamlı elektrik işkencesine maruz kalmış bu kadar düzgün konuşan birinin kalkıpta 10 yaşında ki kıza bu benim babanem olur demesi normal olarak zaten na mümkün |
|
11-09-2010, 16:18 | #15 |
Bazı kendi fikrimdeki hususları dile getirmek istiyorum.
Ben şöyle düşünüyorum İslam kuralları çerçevesinde hayatını yaşayan bir insan olarak ve de doğal olarak anti kemalist bir insan oluğunu düşünürsek bu adamı bu hale getirenler niçin mustafa kemal sevdalısı yapmadıda İsa'yım ben dedirtti?...! Bunu başaran mekanizma mustafa kemal sevdalısı yapsa idi bu adamcağızı hiç kimse inanmazdı ve kimseyide inandıramazlardı çünkü radikal anti kemalist bir kişinin birden bire mustafa kemal sevdalısı olması bu adamı deli yerine koyduramazdı. deli olduğu düşünülse bile mutlaka başına bişey geldi de böyle oldu derdi. Hz İsa bildiğimiz ölçüde kıyamet alameti olarak dünyaya gelecek ve biz buna inanıyoruz Hasan Mezarcı da inanıyordur muhtemelen. Bu adamın birden bire bu şekilde çıkması ve kıyamet alametlerinin tamamının gerçekleşmemiş olması Hasan Mezarcı nın İsa olamadığının apaçık delili olsa gerek. EE bu şartlarda herkes deli diyecektir. Bu adamı harcayan mekanizma çok ince düşünmüş olmalı. Birde şöyle bir tespitim var tüm konuşmaları cunta zihniyeti tarafından izlenmekte idi ne diyor bu adam ne pisliğimizi ortaya çıkartıyor diye dinliyorlardı. Dinleyip hakkında fikir sahibi oluyorlardı. Hasan Mezarcı karşı çıktığı zihniyetin düşmanı idi. Düşmanını alt etmek için tanımak gerekiyor. Ve bunlarda bunu yaptılar. Öyle ince düşündüler ki ne yapsak da bu adamı sindirsek ve bunun gibi bizi zora sokacak insanlara göz dağı versek hesabı yaptılar. bunu tasarlayanda insan aklı idi bizde insanız ve ihtimaller çerçevesinde başına gelen şeyin her ne şekilde olursa olsun bi şekilde rejim alehtarları tarafından harcandığı bana göre aşikardır. Dönemindeki arkadaşlarını başına ne geldi diye niye bir araştırma yapmadılar niye sorgulamadılar ben bunu merak ediyorum aceba korktular mı? |
|
11-09-2010, 18:23 | #16 |
Biraz araştırmalarım sonucu biraz bişeyler buldum paylaşmak istedim arkadaşlar. Haloperidol! Haloperidol! Biyolojik silahlar, her zaman toplumlara yönelik kullanılmıyor.. Kişilere yönelik de belli dozlarda kullanılabilir. Kişilik değişikliğine ya da saldırganlık, pasifleştirici etkilerinden yararlanılabiliyor.. Mesela belli dozda bir kişiye verildiğinde kendini peygamber sanabilir ya da çok mazbut hayatı olan birini çocuk tacizcisi yapabilir, ensest ilişkilere girmeye zorlayabilirsiniz.. Hani şu Kurtlar Vadisi’ndeki Polat Alemdar’ın adamının İskender Büyük’ün adamı olması gibi.. Bu ilacı NATO ülkeleri de biliyor, Rusya da, Çin de, İran da.. Ve bölgede son zamanlarda büyük ölçüde kullanıldığı söyleniyor.. Son zamanlardaki bazı hafıza kaybı olayları ya da bazı sanıkların uzun süre tecrit edilmesi de bana kalırsa bu kuşkuyu artırıyor.. Bazılarının kanlarını tahlil etmek gerek.. Bu risk, tanıklar açısından da, sanıklar açısından da önemli. Tanık ya da sanık durumunda olmayan, ama sıranın kendisine gelmesinden kuşku duyulanlar için de kullanılıyor olabilir.. Bu ilacın temininde çalışan bazı gazeteciler, televizyoncular, bilim adamlarından olabilir.. Bazı işadamlarından da.. İlaç sektöründen bazı isimlerden de söz edenler oluyor.. Bunlara ne kadar inanılır bilmiyorum ama, son zamanlarda bir Haloperidol tartışmasıdır gidiyor.. Gerçekle gerçek dışını anlamak için iddiaların üzerini örtmek değil, gerçeklerin üzerine gitmek gerek. Bazı kişilerin bu anlamda kan örneklerini almak gerek.. Kişilik değişikliği, kişilik bozukluğu ve hafıza kaybı, bu ilacın dozu ve kullanım şekli ile ilgili.. Eğer deneğinizin işini bitirmek ve onu defterden silmek istiyorsanız, yüksek dozla işini bitiriyorsunuz.. Ama kullanmak istiyorsanız, daha uzun soluklu, sabırlı, düşük dozla paralel olarak ipnozu kullanmanız gerekiyor.. Mesela düşük doz uygulaması ile onu normal şartlarda aklından geçirmeyeceği şeylere zorlayabilir. Sonra bunları kayda alıp belgeleyebilir, daha sonra serbest bırakıp, o utanç içinde köşeye sıkıştırıp, şantaj altında tutabilirsiniz.. İstihbarat örgütleri bunları yapmıyor değil. İstihbarat ve yargının artık, özellikle siyasi davalarda buna dikkat etmeleri gerekiyor.. Aslında adrenalin dedikleri şey de işte böyle bir şey.. Hormon dengesini bozan her şey, bu anlamda uzmanının elinde bir silaha dönüşebilir.. Normal ilaçlarda kullanılan malzemelerden, yüksek dozda kullanarak tehlikeli sonuçlara gitmek mümkün.. Bu ilaçları bulduğunuzda doğrudan bir suç da isnat edemiyorsunuz bu arada.. Önemli olan bu ilaçları, yüksek dozda, kim kime veriyor. Daha geçtiğimiz dönemde Haberal’in hastanesinde Ecevit’e yönelik böyle bir komplo ortaya çıkarılmadı mı? Bugün Ergenekon savcılarının yeniden açmaya çalıştıkları dosya işte böyle bir dosya.. Bana kalırsa dün Haberal’ın uygulayıcı olmasından kuşkulanılan olay bugün onun hafızasını silmek adına ona karşı kullanılmak isteniyor olabilir.. Bu dünya etme bulma dünyasıdır.. Kim bilir belki de Eruygur da eski dostlarının kurbanıdır!.. Olay sadece sorgu için ipnoz kullanmakla ilgili değil.. Mesela JİTEM’i takip eden bir yargı mensubunu alıp, bir süre sonra onu JİTEM’ci bir zombiye dönüştürebilirsiniz.. Bakın, size sıradan bir komplodan söz etmiyorum.. Özal’ın ölümü ile ilgili olarak, kalp krizine yol açacak biyolojik tetikleyici etkisi olan bir preperattan söz ediliyordu.. Hasan Mezarcı, Özal’ın saç dibi örneklerini aldı morgtan, ama daha sonra bu örnekler kayboldu.. Özal da böyle bir komplonun kurbanı olmuş olabilir. Yani daha önceki tetikçinin yarım bıraktığı işi beyaz eldivenli biri tamamlamış olabilir.. Tetikçilerin çoğunun çocuksu bir kahramanlık duygusu uyandıran “cesaret hapı” kullandıkları söylenir hep.. Tetikçileri yakalamak hiçbir şeyi çözmüyor.. Tetikçiyi, bir başka tetikçiye vurduruyorlar.. Onu da bir başkasına. Sonuncusunu bulsanız bile bir yere varamıyorsunuz. Çünki o kişi, neyi, niçin yaptığını bilmiyor.. Bana kalırsa bütün sanıkların sağlık muayenesi sırasında mutlaka kanlarının alınıp, Haloperidol kontrolü yapılması gerekir.. Bu konuda savcılar, yüksek yargı, barolar ve Adalet Bakanlığı’nın da üzerine düşeni yapması şart.. TSK’da da bu denetim mutlaka yapılmalı.. Üzeyir Garih cinayeti sanığı Yener Yermez, mesela bu açıdan tahlil edildi mi? Ergenekoncuların Rusya aşkını da araştırmak gerek aslında bu açıdan. “Bizim Sovyet” işini biliyor.. Azerbaycan’daki siyasi muhalifler.. İranlı mollalar üzerinde de sakın birileri bu tür şeyler deniyor olmasın.. Bunların elinde Apo bile bakarsınız bir gün İmralı’dan Türk Milliyetçisi olarak çıkar.. Olmaz olmaz deme olmaz olmaz! “Soğuk savaşın biyolojik silahları”nı bir kenara not edin, bana kalırsa. Tek dozda bağımlılık yapan uyuşturuculara kaç politikacının kaç bürokratın, kaç işadamının çocuğunun tuzağa düşürüldüğünü biliyor muyuz? Kaç işadamının sürüklendikleri sex bataklıklarında nelerini kaybettiklerini, nasıl tehdit ve şantajla köşeye sıkıştırıldığını araştırmak gerek.. Birileri birilerini bu yolla, biyonik robotlara dönüştürüyor, biyonik köleliğe zorluyor.. Bana kalırsa Erzincan Cumhuriyet başsavcısının da kanında Haloperidol kontrolü yapılması gerekir.. Çünki bu adam eskiden böyle değildi.. İş bu durum yeni çıktı.. Ve tabii bazı Ergenekon sanıklarının da. Hem de Eruygur ve Haberal’dan başlayarak.. Kuklaya değil, kuklacıya bakın.. Sakın bazıları hâlâ aramızda dolaşıyor olmasın.. Anlattıklarım size biraz abartılı gelebilir. Ama size bu konu ile ilgili bilimsel çalışmalardan kısa bir özet sunmak istiyorum: Haloperidol bir tipik ‘antipsikotiktir’ ve ‘butyrophenone’ sınıfından kabul edilir. ‘Vefarmakolojik’ etkileri ‘fenotiyazinlere’ benzer. Haloperidol 1960’dan sonra şizofreni tedavisinde kullanılmaktadır. Ancak daha çok siyasi amaçla kullanılan sabıkalı bir üründür.. Haloperidol markaları: Aloperidin, Bioperidolo, Brotopon, Dozic, Duraperidol (Almanya) Einalon S, Eukystol, Haldol, Halosten, Keselan, Linton, Peluces.. Serenace, Serenase ve Sigaperidol “Tıbbi argo” olarak kullanılır. Haloperidol bazen “H vitamini” olarak da adlandırılır. Haloperidol, ilk olarak Paul Janssen tarafından keşfedilmiştir. 1958 yılında Belçikalı bir şirket Janssen Pharmaceutica tarafından geliştirilmiştir. İlk klinik deneyler de bu ülkede yapılmıştır. Daha sonra Amerikan şirketi Searle, yan etkileri ve başka amaçlı kullanımı nedeniyle üretimini durdurdu. Ardından ABD Gıda ve İlaç İdaresi tarafından 12 Nisan 1967 tarihinde kabul edildi ABD'de McNeil Laboratuvarları tarafından üretilmeye devam etti. Sovyetler Birliği'nde Haloperidol kullanımı ilk defa yaygın bir şekilde siyasi amaçla ve istihbarat faaliyetlerinde kullanılmaya başlandı.. Sergey Kovalev ve Leonid Plyushch ilk kurbanlardı. Dünya Psikiyatri Derneği bu durumu kınayan bir açıklama yaptı. Ancak SSCB’de bu ilaç üretilmeye devam etti. Haloperidol’un ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) tarafından yabancıların sınırdışı sırasında onun sedatif etkilerini dengelemek için düşük dozlarda kullanmaya devam edildiği de ortaya çıktı bu arada... 2002-2008 arasında, federal göçmenlik bürosunun 356 göçmen için Haloperidol kullandığı ileri sürüldü.. Bu ilacın istem dışı bazı tutuklulara da verildiği biliniyor.. Şimdi bu tehlikeli ilacın Türkiye’de uzun zamandan beri kötü maksatlı olarak kullanıldığı iddiaları gündemde.. Birilerinin bu iddiaları araştırması gerek, ama o kim.. Selâm ve dua ile. abdurahman dilipak-vakit http://webcache.googleusercontent.co...&ct=clnk&gl=tr Hasan Mezarcı olayı basit bir olay değildir. Çok ciddi bir olaydır. Hatta ben bu konuda bir konferans verdim ve dedim ki: “Siz Türkiye Devleti’nin idarecilerini sadece fizikî olarak koruyorsunuz. ‘Kimse domates atmasın, yumurta atmasın”diye... Ama metafizik açıdan da korunması lazım. Bir bakmışsınız ki Başbakan bir sabah kalkıp “ben peygamberim” diyor!.. Bunu Genelkurmay Başkanı’na da yapabilirler. Şimdi Salih Bey’in başına gelen hâdise… Bunu kim yapıyor? Ciddi olarak bunu ben de merak ediyorum ama şunu biliyorum ki; Salih Bey’in üzerinde uygulanan “deney”den birinci maksat O’nu “Atatürkçü” yapmak!.. “Dinsizleştirmek”… Şimdi Salih Bey çıkıp “Atatürk çok büyük bir komutandı” dese, olay biter. Malûmunuz, bir hücrede yapılan şey diğer hücrelerde de etki gösteriyor. Hedefi o olsa bile, diğerleri de mutlaka etkileniyorlar. Böyle de bir şey var. Kartal’da ilk defa bu hâdise Salih Mirzabeyoğlu’nun başına geldiğinde, zaten “intihar hâdisesi” de olmuştu. Tabi tabi… Zaten cihad için yola çıkmış bir insanın intihar girişimi ateşle su gibi bir şeydir. Kumandan’ın o olaydan sonra açıkladığı şey şudur: “Düşünün ki bir insan saatlerce kolundaki damarı parçalamaya çalışıyor!..” Hedef kendisini bizzat yok etmektir. Buradaki gaye şudur: “Ya duruşmaya çıkacaksın ve her şeyden pişman olduğunu, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olduğunu ve laikliğin en iyi sistem olduğunu ilân edeceksin, yada kendini yok edeceksin!” O da, ideolojik bir tavır takınıyor ve kendini “yok etmeyi” tercih ediyor. Zaten bu sistem rasgele insansa uygulanmaz. Mesela Hasan Mezarcı siyasî açıdan sevelim sevmeyelim bir idoldü. Ama bu adam aklı başında bir milletvekiliydi. Açıkoturumlara çıkıyordu, açıklamalar yapıyordu, gazetelere manşet oluyordu… Bir takım araştırmalar yapıyordu…Ve dikkat edin, bu tür şeyler genelde cezaevindeki insanlara yapılır. Çünkü cezaevindeki insanlar korumasızdır. Birilerinin kontrolündedirler. Orada onlara “istedikleri şeyleri” yapabilirler. Hasan Mezarcı’nın başına gelen hâdise de cezaevinde başlamıştır. Yani nedir? O’nun anlattığı şu: Hasan Mezarcı cezaevindeyken bir rüya görüyor ve ona rüyada diyorlar ki “sen insanların beklediği Mesihsin. Senin peygamberliğin alameti bu asâ. Bu asâ Mekke’nin filanca yerinde gömülü… ” Hasan Bey cezaevinden çıktıktan sonra, şu anda elinde taşıdığı bastonu Mekke’de o rüyasında gördüğü yerde buluyor. Burada bir organizasyon var. Bir: Bu rüyayı ona gösteren kim? O bastonu oraya gömen kim? Hasan Mezarcı –sevelim sevmeyelim- Türkiye’de belirli bir kesimin önde gelen isimlerinden biriydi. Ve demiş oldular ki “bak biz senin idolünü ne yapıyoruz!” Maskara yapıyoruz!.. Salih Bey üzerinde yapılan deneylerde de bu maksat vardı. Ama doğrusu ,cidden –röportaj olduğu için söylemiyorum- bu sistemin kim tarafından yapıldığını merak ediyorum ve Türkiye acaba teknolojik olarak bu seviyede mi onu da bilmiyorum. Önce Kartal’da başlayan bu uygulama şimdi de 15 aydır Bolu’da devam ediyor. Bir kere özellikle yalnız olmasına dikkat ediyorlar. Sesler geliyor. Sizin kitabınızda da ayrıntılı olarak açıklanmış. Aynı odada 10 kişi de olsanız bizzat O’nun kulağına gelen sesler var. Dolayısıyla bunu denemesi lâzım. Hücrede yaşadıklarını ve gelişen hadiseleri anlatacak ve gösterecek ancak, cezaevi idaresi, ya işin ciddiyetinde değildi, yada, telegram ekibi içindeydiler. Zaten Kartal’da ilk çektiği sıkıntı budur. Bunu onaylatamadığı için böyle bir problem yaşamıştır. Mevzu hâllolduktan sonra yani, işi anladıktan sonra zaten olay çözülmüştür. Şimdi bunu üzerine uygulamak istedikleri insanın bir şifresi var. Bu şifreyi çözmeye çalışıyorlar. Evet. Doğru… Ama bizim gördüğümüz, Mirzabeyoğlu’nun da onların şifresini çözdüğü… Bu bir ilktir. Hatta ben Kartal’dayken “200 milyon dolarlık projenin içine ettin.” Dediler. Çünkü insan kendisine yapılan şeyi anladıktan sonra artık, şifreyi çözüyor. Tabi bu basit değil. Kolay değil… Evet kolay değil bu. Şimdi karşı tarafın da bu mânâda bir şifresi var mıdır? Doğrusu şu. Şimdi sizin üzerinize yapılan bu yayına altı ay, yedi ay, sekiz ay gibi bir süreyle dayanmış olmanız demek, sizin bu mücadeleyi kazandığınız anlamına gelir. Ama o zihinsel disiplini devam ettirmek lâzım. Tabii… Az önce dediğim gibi “inanç meselesi. Mesela abdestli dolaşmak sizin bu yayınlara girmenizi engelliyor. Bir de şöyle bir şey var tabi. Şimdi “Gizli Servis”ler teknolojinin dışında cinleri de kullanıyorlar. Yalnız bu cin meselesinin Türkiye’de iyi anlaşılabilmesi için bir şeyin değişmesi lâzım… Bizim insanımızın zihnine cin meselesi; böyle uzun kulaklı, ters ayaklı bir yaratık diye kodlanmış. Cin bu değil. Cin elektromanyetik bir varlık. İstediği şekle girebilir. Türkiye’de televizyon ilk yayına başladığında -veyahut ta dünyada bilmiyorum- yani televizyon yeni çıktığında Said-i Nursi’ye diyorlar ki “Efendim, davul gibi bir alet var. Ankara’daki adam konuşuyor ve biz izliyoruz.” O da diyor ki “oğlum o dediğin şey cin” O zaman O’na gülüyorlar insanlar hocaya... Şimdi televizyonda yayın olmadığında, ekranda minik minik noktacıklar görürüz. Onlar elektronlardır. Biz sesi ve görüntüyü onların üzerine bindirerek gönderiyoruz. Örneğin İspanya’da canlı futbol maçı oynanıyor. Biz ekranda bunu izliyoruz. Futbolcu diğerine çelme takıyor o “ah” diye bağırıyor, biz üç saniye sonra buradan dinliyoruz. Bu nasıl oluyor? Kur’ân’ da geçen “Belkıs’ın Tahtı” gibi bir şey… Görüntü ve sesin, başka bir yere aktarılması olayı. Yani “Gizli Servis”ler teknolojinin dışında bu yöntemi de kullanıyor. Zaten tarihteki ilk “zihin kontrolcü” şeytandır. Hani biz ona vesvese diyoruz. “Cinlerin ve şeytanın vesvesesinden sana sığınırız.” Diye dua ediyoruz. Şeytan insanın zihin frekansına girer ve vesvese verir. Bu vesvese birisini öldürme, hırsızlık yapma, zina… Her şey olabilir. Ama şunu iyi bilmek lâzım. İnanmayanların insanların şeytan gibi güçlü bir “dost”ları var. Evet… Bu çok önemli. Çünkü şeytan bazen gelir. Onun kulağına bir şey fısıldar. Şeytan ona fısıldar o da yapar. Normal insanlar da şaşırır. “Şeytanın bile aklına gelmez” dediğimiz ifade buradan gelir. Onların şeytan gibi bir dostları var. Gizli Servisler bu tür meselelerde cinleri de kullanıyorlar. Sadece cinler değil tabii... Cinlerle beraber parapsikoloji, teknoloji içiçe. Kumandan’ın “modern büyü” dediği şey. Şu andaki şey, eski büyülerden biraz daha geliştirilmişi… Ahir zaman şartlarını yaşadığımızdan dolayı… Az önce de bahsettiğimiz gibi, ilahlık taslıyorlar, “insan yaratma” iddiasındalar. “Kainata tahakküm edeceğim, ömürleri uzatacağım” vesaire… Dolayısıyla “kontrol de ederim, bilmem ne de yaparım, ilah da olurum”… hikayesine doğru gidiyor bu iş!.. Şimdi Türkiye’de bu tür meselelerin iyi anlaşılabilmesi için, sadece bunun değil, bir çok meselenin iyi anlaşılabilmesi için, şu üç kitabın iyi bilinmesi gerekiyor: İncil, Tevrat ve Kur’ân-ı Kerim… Çünkü dünyadaki bütün fikir hareketleri Cami, Kilise ve Havra’dan çıkar. Komünizm, kapitalizm, liberalizm… Yani ne kadar “izm”ler varsa bu kitabların türevleri ve yorumlarıdır. Dünyadaki meselelerin anlaşılabilmesi için bu üç kitabın iyi bilinmesi lâzım. Fakat biz Müslümanların bir hatası var; diyoruz ki “İncil papaz uydurmasıdır.” Evet bu doğru ama Avrupa Birliği İncil’e göre idare ediliyor. Bizim Avrupa Birliği’ni anlayabilmemiz için İncil’i bilmemiz gerekiyor. Tevrat “Haham uydurmasıdır” Bu da doğru. Ama dünya Tevrat’a göre dönüyor bugün. Bilmemiz gerekiyor. Kendi kitabımızı da bilmiyoruz. Meselâ Kehf süresinde diyor ki: “Şimdi senin gözünden perdeyi kaldırdık. Artık daha iyi göreceksin.” Şimdi bunu bir dua diye okuyabilirsin. Ama ben bunu bir gece görüş dürbünü olarak görüyorum. İki tane adamı yan yana koyun. Birine gece görüş dürbünü verin. Biri karanlıktan ormanı göremez. Diğeri ise ormanın içinde oynaşan tilkileri görür. Bunu, bu mânâda sınırlandırmak da mümkün değil!.. Bu sadece insanın sahib olduğu bilgiyle alakalı…Belki otuz sene sonra bunun mânâsı daha başka bir şey olacak. Şimdi mevzuunda uzmanlar o ayeti gördüğünde çok farklı yorumluyorlar. Mesela derste kendi aramızda meal okuyup bilgilerimizi paylaşırken, “Allah, buğday başağına bire on verir”i gördüğümüzde onu sevap olarak algıladık. Ama içimizde bir ziraat mühendisi arkadaş vardı. Hayranlıkla dönüp şöyle konuştu: “Daha önceden hiç dikkat etmemiştim. Bu müthiş bir ayet. Şu ânda buğdayın verimi bire dört filan... Demek ki, Allah bire on veririm değine göre biz, buğdayı “bire on” verebilecek kapasiteye göre yetiştirmemiz gerekir”! Bunun gibi, bu bakış açısı sizin söylediğinizle de uyuşuyor. Yani insanlar uzmanlık alanlarına göre bir anlayışa sahib olmalı… Evet. Ben bütün bunları şunun için anlatıyorum. Bu “Zihin Kontrol” meselesi Kur’ân’da da çok sık geçen bir mesele. Şeytanın vesvesesi meselesi. “Gizli Servis”ler o teknolojinin dışında metafizik güçleri de kullanıyorlar. Yine inançlı olmaktan bahsedeceğim. Abdestli olmak sizin zihin kontrole yakalanma riskinizi azaltıyor. http://webcache.googleusercontent.co...&ct=clnk&gl=tr |
|
11-09-2010, 20:51 | #17 |
sinan kardeş konu için gerçekten teşekkürler..
|
|
11-09-2010, 21:07 | #18 |
Bu konu önemli bir konudur. Özellikle telegram olayını öğrenmemiz bundan sonra karşılaşacağımız vakalarda daha sağlıklı yorumlar yapmamızı sağlayacaktır.
|
|
11-09-2010, 23:16 | #19 |
sinan teşekkürler...
Evet... telegram olayı çok önemli... Özellikle salih mirzabeyoğluna çokça uygulandığını biliyorum bu dönemde... ergenekon kayıtlarında hasan mezarcıyı nasıl susturduklarını itiraf ediyorlardı bas ilacı diye... |
|
11-10-2010, 00:05 | #20 |
Hasan Mezarcı'nın videolarını izleyen bu hale kim getirdiğini anlar.
|
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|