AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-22-2008, 03:30   #71
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrahim as.’ın Babasının Yurdu :
Nuh as'ın çocukları ve torunları, önce Irak'a yerleşmiş ve Fırat nehrinin yakın bir yerinde Babil şehrini kurmuşlardı. Daha sonra, burada yerleşmiş olanlardan bir grup ayrılıp Dicle kıyısında - bugün Musul şehrinin civarında - Ninova şehrini inşâ etmişlerdi. Babil'deki halkın yerlileri olan Nabt kavmi, Süryânî dilini konuşmakta olup Babil şehrini de başkent yapmışlardı. Ninova'da ortaya çıkan Asur devletinde ise başkent Ninova olup, Babil'i hâkimiyetleri altına almıştı. Bir süre sonra Babil'de, Keldânîler, Asurluların hâkimiyetleri altında bulunan Nabt'ların ilim ve kültürüne sahip çıkmıştı.[1]

İbrâhim as.'ın babası Târah (Âzer), Harran halkından idi. Harran'ı ilk önce kuran, İbrâhim as.'ın kardeşi Haran olduğu için şehre “Harran” adı verilmiştir. Rivayete göre tufandan sonra yeryüzünde ilk kurulan şehirdir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şamil, İslam Ansiklopedisi, İbrahim maddesi c.3.

[2] Yâkut-Mûcemülbüldan c.2, s.235; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.141.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:30   #72
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Peygamber’in Babası Bir Putperest :
Âzer’le ilgili olarak tartışılan ikinci bir mesele de, onun inanç dünayasıyla ilgilidir. Özellikle günahsızlığın nesilden nesile intikal ettiğine inanan bazı kimseler, putperest bir kimseyi peygamber babası olmaya yakıştıramazlar. Bu, “Dinde Seçilmiş Soy” statüsü oluşturan bir düşüncenin savunmasıdır. Onlara göre durum şöyledir; “Hz.Muhammed’in nûru, ilk insandan önce yaratılmıştır. Hatta varlık olarak ilk yaratılan da o nurdur. Bu nur, diğer peygamberlerin evladı yolu ile alından alına nakledilerek Hz. Muhammed’e kadar taşınmıştır. Bu nedenle putperest Âzer İbrâhim’in babası olamaz. Asıl baba ölmüştü. Sonra dul anne İbrâhim’in amcası ile evlenmişti. Bunun için de Âzer gerçek baba değil, babalıktır. Nitekim Arap dilinde “Amca”ya “Baba” denilmektedir. Bu esasa göre Kur’ân’da, İbrâhim’in babası olamaz. Asıl baba ölmüştü. Sonra dul anne İbrâhim’in amcası ile evlenmişti. Bunun için de Âzer gerçek baba değil, babalıktır. Nitekim Arap dilinde “amca”ya da “baba” denilmektedir. Bu esasa göre Kur’ân’da, İbrâhim’in babası denilen putatapıcı Âzer O’nun amcası olmalıdır. Hz.Muhammed’in dedesi olan Abdulmuttalib de mümin sayılmalıdır. Her ne kadar Peygamber’e inanmadan öldüğü biliniyorsa da, O alnında bu nuru taşımıştır. Allah Abdulmuttalib’i diriltilerek iman etmesini sağlamış ve tekrar öldürmüştür. Yani nur zincirinde bir kopukluk olmamıştır. Hz. Peygamber’in kızdan torunları olan Hasan ve Hüseyin yoluyla, Şerif ve Seyyidler’le bugün de devam etmektedir.”

Aslında, inançsız bir kimsenin bir peygamberin varlığına sebep kılınamayacağı iddiası anlamsız ve hikmetsizdir. Bu ancak bir kalb temennisi olabilir. Bu hususda nakli bir delil de yoktur. Aksine genetik masumiyeti olumsuzlayan ilahi belgeler vardır. [1]

“Rab; “Seni insanlara önder yapacağım.” Deyince İbrâhim, “soyumdan birilerini de” demişti. Allah: “Benim ahdime zalimler eremezler.” Buyurdu. [2]

“Onların zürriyetlerinden iyi düşünüp iyi davranan da var, öz benliğine açıkça zulmeden de var.”[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.30.

[2] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/124.

[3] Kur’an-ı Kerim: Saffat, 37/113.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:30   #73
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hz. İbrahim’in Babasının Ahiretteki Durumu :
Ubeyd b. Umeyr ve Said İbn Cübeyr der ki: “Kıyamet günü Hz. İbrahim babasıyla karşılaştığında ondan uzaklaşacaktır. Babasının yüzü boz renkli ve bulanık olacak, “Ey İbrahim, ben sana karşı gelirdim, bu gün ise karşı gelmeyeceğim”, diyecek de Hz. İbrahim: “Ey Rabbim, (yaratıkların) diriltileceği günde beni rüsvay etmeyeceğini bana vaadetmemiş miydin? Uzaklaştırılmış babamdan daha şiddetli bir rüsvaylık var mı?” diyecek. Ona: “Arkana bak” denilecek. Bir de görecek ki, o (babası) çamura bulanmış bir erkek sırtlan olmuş. Sonra ayaklarından tutulup ateşe atılır.”[1]

Ali Arslan diyor ki: “Anlaşıldığına göre Hz. İbrahim babasının Kıyamet gününde ateşte olmasını kendisi için utanç verici bir durum olarak görmüştür. Allah Teala ahiret gününde Hz. İbrahim’in babasını bir keler şekline sokar ki, Hz. İbrahim, onun kavmince bilinen şekliyle görüp utanmasın.”[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3684-3685.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Arlan Yayınları: 7/269.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:31   #74
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
Ölüm Esnasındaki Durumunun Zahirine Göre Kişi Hakkında Hüküm Verilebilir :
Ölüm esnasında kişinin durumunun zahirine göre hüküm verilir. Eğer iman üzere ölürse, onun lehine böylece hüküm verilir. Şayet küfür üzere ölürse, yine onun hakkında böylece hüküm verilir. Rabbin ise onun iç yüzünü en iyi bilendir. Şu kadar var ki, Rasulullah’a (s.a.v.) amcası Abbas: Ey Allah’ın Rasulü! Amcana herhangi bir faydan oldu mu diye sorunca, Rasulullah (s.a.v.): “Evet” demişti...[1] Burada sözü geçen şefaat (faydalı oluş) ise, “et-Tezkire” adlı eserimizde de açıkladığımız gibi, cehennemden çıkışa dair değil, azabın hafifletilmesine dairdir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, Edeb: 115; Rikaak: 51; Müslim, İman: 357, 358, 360; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/206, 207, 3/9, 50, 55.

[2] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 8/425.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:31   #75
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
BÖLÜM: PUTLAR...
1. Putlar, Tapınaklar ve Dini Törenler :


Ur şehrinin haraberelerinden çıkarılan kitabelerde 5 bin tanrının adına rastlanıyor. Her şehrin bir Koruyucusu Tanrısı olurdu ve buna “Rabb-ül Beled” veya “Baş İlah” denilirdi. Ur'un koruyucusu tanrısı ve Baş Tanrısı, Nannâr (Ay Tanrısı)'dı ve bu münasebetle şehrin adı sonradan “Kemerine” oldu. Bu büyük tanrılara tabi olan birçok küçük tanrı ve tanrıçalar vardı ki, bunların çoğu gökteki yıldız ve gezegenlere, azı Dünyaya mensuptu. Nannâr'ın putu Ur şehrinin en yüksek tepesinde yapılmış olan muhteşem bir tapınakta bulunuyordu. Ticaretin önemli bir bölümü tapınaktan idare edilirdi. Bu işleri, kendilerini tanrının naip ve temsilcisi ilân eden rahip ve din adamları yaparlardı ve dolayısıyla her türlü maddi menfaati de elde ederlerdi. Buna ilaveten, ülkenin en büyük mahkemesi de bu tapınaktı. Kral ve kraliyet ailesi de Nannâr tapınağına tabi idiler. Gerçek hükümdar Nannâr'dı, Kral da onun naibi olarak hüküm sürerdi. Bu itibarla kral da tanrılar arasında yer alırdı ve halk ona tanrı diye tapardı.[1]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mevdudi, Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı : 1/447.

[2] Zigurat: Kaidesinden tepesine doğru kat kat yükselen dörtköşe kule şeklindeki mâbed. D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Vadi yayınları.

[3] Harun Yahya, Kavimlerin Helakı "Hz.İbrahim'in Hayatı" Babı.

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:32   #76
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Halkın Sema İlimleri ile Uğraşmaları :
Hz. İbrahim'in zamanında Mezopotamya ovasında, Orta ve Doğu Anadolu'da yaşayan birçok kavim, göğe ve yıldızlara tapıyorlardı. En büyük tanrıları Ay tanrısı "Sin" idi. Ay tanrısı uzun sakallı ve elbisesinin üzerinde hilal şeklinde ay bulunan bir insan suretinde canlandırılıyordu. Ayrıca bu kavimler bu tanrılara ait birçok kabartma resim ve heykelcik yapıyor ve bunlara tapınıyordu. Oldukça yaygın olan bu inanç, özellikle Yakındoğu'da kendisine oldukça uygun bir yaşam sahası bulmuş ve bu sayede uzun zaman varlığını sürdürmüştü.

Nemrud'un zamanında insanlar, yıldızlara aid bilgilerle uğraşırlar; güneşin, ay' ın tutulacağı tarihi hesaplarlar, yıldızları ve mevkilerini belirlerler,[1] yıldızlar ve feleklere ait yaptıkları aletlerle onlardan bir takım hükümler çıkarırlardı.[2]

Babilliler, tek Allah'a inanmayıp putlara ve yıldızlara taparlardı. Putları ve yıldızları, ruhların sembolü olarak kabul ederlerdi. Onların bu inancına “Sâbiîlik” denir. Sâbiîlik; ruhlara ve meleklere ibadet esasından başlar ve giderek yıldızlara, aya, güneşe ve sonunda bunlar adına yapılmış putlara tapmağa varırdı. Babil'de putların hem yapılıp hem de tapıldığı puthaneler vardı. Bundan dolayı devlet yönetiminde bir puthane bakanı bile bulunurdu. İşte Allah, böyle inançtan yoksun ve medeniyetten uzak bir toplum olan Babil halkına İbrâhim as'ı göndermişti.[3]


Hz. İbrahim zamanında Mezapotamya bölgesinde çok tanrılı dinler egemendi. Ay tanrısı Sin en büyük ilahlardandı. Halk bu tanrıları temsil eden heykelcikler yapıyor ve bunlara tapıyordu.Üstte rahipler Sin'e adak sunarlarken görülüyorlar.
Bölgede yaşayan insanlar MS 600'lü yıllara kadar bu tanrılara tapmaya devam ettiler. Bu inancın bir sonucu olarak, Mezopotamya'dan Anadolu'nun içlerine kadar olan bölgelerde "Ziggurat" ismiyle bilinen ve hem gözlemevi hem de tapınak olarak kullanılan yapılar inşa edilmiş ve buralarda başlıca Ay tanrısı "Sin" olmak üzere çeşitli tanrılara tapınılmıştı...
Günümüzde ancak arkeolojik kazılarla belirlenebilen bu inanç şeklini, Kuran'da bulabilmek mümkündür. Kuran'da belirtildiğine göre, Hz. İbrahim bu ilahlara tapmayı reddetmiş ve sadece tek gerçek ilah olan Allah'ı tanımıştı. [4]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] Yâkubî-Tarih c.1,s.23; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.142.

[2] Mes’udî-Murûcuzzeheb c.1,s.44; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.142.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, İbrahim Maddesi c.3.

[4] Harun Yahya, Kavimlerin Helakı "Hz.İbrahim'in Hayatı" Babı.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:32   #77
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Beş Yüz Tanrılı Kent :
Tarihin Mezopotamya’daki ilk tanığı, Sümerlerdir. Bâbil, Ninova, Ur, Uruk, Lagaş, ve Mari kentleri, birer site devletti. Dünyâ Tarihi o kadar eskiye tanıklık edememektedir. Dînî geleneğe göre; Sümerler Nûh’un oğlu Sâm kavminden olmalıdır. Sâm Tûfandan sonra Mezopotamya coğrafyasına yerleşmişti. İbrâhim Peygamber de Sâm soyundandır. Tevrat’ta Hz. İbrâhim’le ilgili bölümün başında şöyle denmektedir:

“Ve şehri binâ etmeği bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Bâbil denildi.”[1]

Sümerlerin oradaki altın çağı, Hz. İsâ’nın doğumundan iki bin sekiz yüz yıl önce başlar. Bu dönem, Sâmî toplumundan bir asker olan Sargon’un kurduğu Akad[2] devletine kadar sürer. Akadlardan sonra, Gutiler güneyde Sümerlerin üçüncü Ur sülâlesini tekrar iktidara getirirler.[3] Bu sırada kuzeyde de Asur devleti kurulur.[4]

Daha sonra Sâmîler tekrar Mezopotamya’ya dönerek bir büyük reis başkanlığında Amurru sülâlesini iktidara taşırlar.[5] Bu büyük reis Sümerleri ve Akadları hâkimiyeti altına alan Hammurabi’dir. Ünlü yedi katlı tapınağı da o yaptırır. Yönetim için iki yüz seksen iki adet kanun kor.[6] Bölgenin kuzeyde iki büyük başkent olan Asur ve Ninova’yı yönetimine bağlar.[7]

Bâbil güneydeki bir yönetim merkezidir. Bir şehir ismi olduğu gibi aynı zamanda hânedan ismidir. Akadca olan Bâbil[8] adının Sümer dilindeki karşılığı; Ka Dingir Ra yani Tanrının kapısı demektir. Beş tepe üzerine, sekiz kapılı olarak kurulmuş bir şehirdi. Bu kapılara; Marduk, Uraş, Zababa, İştar, Enlil, Sin, Adad ve Şamaş tanrılarının adları verilmişti. Tanrı Asur’un eşi tanrıça Lili de burada bulunuyordu.

Ur, bölgenin bildiğimiz üçüncü önemli merkezidir. Kentin asıl kurucusu Uranmuw adında birisidir. Daha sonraları oraya Ur denmiştir. Irak coğrafyasında bulunan bu eski yerleşim merkezinin şimdiki adı Mugayr’dır.[9]

Arkeolojik çalışmalar, kentin önemli bir endüstri ve ticaret merkezi olduğunu göstermiştir. Ur’un sâkinleri Kildânîlerdi. Ur halkı, Amelu, Nuşkenu ve Ardu’lardan oluşmaktaydı. Bunlar sırasıyla, din ve devlet adamları, normal vatandaşlar ve köle sınıfıydı. Şehrin o devirlerde iki yüz elli binden fazla nüfusu olduğu tahmin edilmektedir. Yapılan kazılar, bu şehirde kral mezarlarının çok olduğunu göstermektedir.[10] Buradan hareketle, Ur’un bazı dönemlerde başkentlik yapmış olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Ur-Nammu hânedânına başkentlik yaptığı da bilinmektedir.

Ur kenti, ateş tanrıçası Ningal’ın kült merkezidir. Halkın çoğu; her nesnenin bir rûhî varlık tarafından yönetildiğine[11] inanırdı. Bu nedenle puta tapıcılık çok yaygındı. Eğer geç Uruk dönemi sanat eserlerinden okunanlar doğruysa, Hz. İsâ’dan önce iki bin beş yüzlü yıllardan itibaren Er hanedanlar döneminde tanrılar için insan biçiminde heykeller yapılmaya başlamıştı. Tarihî araştırmalar, Ur kentinde beş yüzden fazla tanrı temsili bulunduğundan söz etmektedir.

Mezopotamyalılara göre; suların hâkimi Ea,[12] yerin hâkimi Enlil[13] ve bu ikisinin başı Anu’ydu.[14] Bu tanrılar bir arada büyük üçlü oluştururlardı. Bir adı da Adad[15] olan, Bereketli yağmur ve yıkıcı yıldırımların tanrısı Baal da çok meşhurdu. Baal’in yeryüzündeki temsili bir boğaydı. Fakat halkın büyük çoğunluğu, Tanrılaşan rûhlar olarak gördükleri gök cisimlerine inanırlardı.

Güneşe ve Aya tapanlar; Afrika, Avustralya, Batı Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Malezya, Yeni Zelenda, Peru, Meksika, Mısır, Yunanistan ve İran gibi Eski Dünyâda da bulunurdu. Hz. Süleyman devrinde Sebe halkının da Güneş’e ibâdet ettiklerini Kur’ân-ı Kerim’den öğreniyoruz.[16]

Gök cisimleri Mezopotamyalılarca da birer Tanrı olarak kabul ediliyordu. Kendisine en çok tapınılanı şüphesiz Ay ve Güneş’ti.

Ay ve Güneş, yerdeki bir gözlemciye göre hep aynı yerde görülmezler. Devamlı hareket hâlindedirler. Bu nedenle onlara seyir halinde olan anlamında seyyâre yahut gezici anlamında gezegen denir.[17] Eskiden, çıplak gözle görülebilen, gezici yedi gök cismi bilinmekteydi. Bunlar; Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn Ay ve Güneş’ti.[18]

Mezopotamya’da Güneş, adâlet tanrısı Şamaş’ın[19] gökteki simgesiydi. Kanatlı bir çember biçiminde tasvîr edilirdi. Ay ve Venüs Tanrısıyla birlikte üçlü oluştururdu. Şamaş’ın temsili Larsa kentinde bulunmaktaydı. Ay’ı simgeleyen de Güneş ve Venüs’ün babası olduğuna inanılan Sin[20] idi. Ur’un kent Tanrısıydı.

Evreleri tamamen Ay’a benzeyen, fakat ondan daha parlak ve küçük görülen bir gezegen de Venüs’tü. Yalnız o Güneş’in batmasından az önce veya güneş battıktan biraz sonraki alacakaranlıkta ve devamlı Güneş çevresinde görülür. Gece karanlığında görülemez. Bu nedenle halk arasında; Sabah yıldızı, Akşam Yıldızı, Çoban Yıldızı, Zühre, Çulpan gibi çeşitli adları vardır.

Venüs dişilliği simgeler. Roma mitolojisinde Aşk tanrıçasıdır. Hicaz Arapları ve Eski Sûriyelilerce göğün kraliçesi olarak bilinirdi. Bâbil halkına göre Venüs, Savaş Tanrıçası İştar’ın[21] gökteki simgesiydi. Yerdeki simgesi ise arslandı. Bütün âyinler, ona bağlıydı. Yaratıcı ve tek olan Tanrıdan sonra en çok sevilen İştar olduğu gibi, Güneş ve Ay Tanrısıyla oluşturdukları üçlü de en büyük Tanrıya denk tutulurdu.

Güney Mezopotamya halkına göre; Tanrıların en büyüğü, Millî Tanrı Marduk’tu. O bir anlamda birlemenin sembolüydü. Çünkü yaratılış destanı, onun üzerine kurulmuştu. İnsanı balçıktan yaratanın da Marduk olduğuna inanılırdı. Önceleri sâdece tarım Tanrısı iken, onu ülkenin en büyük Tanrısı yapan Büyük Reis Hammurabi’ydi.[22] Bu nedenle onu, gök sisteminde en büyük gezegen olan Jüpiter simgelerdi. Yeryüzündeki simgesi ise, Yılan başlı bir Ejderhaydı. Bu temsil Bâbil’de bulunurdu. Kentin doğu kapısından giren kimse, doğruca Esagila tapınağına çıkardı. Bu tapınakta, Marduk’a ait elli beş hücre vardı. Yer ve göğün temel taşı sayılan meşhur Bâbil Kulesi de işte bu tapınağın hemen yanındaydı. Yılan başlı Ejderha da, doksan metre yüksekliğindeki kulenin yedinci ve son katında bulunuyordu.

Görüldüğü gibi, Mezopotamya halkı tek İlâh fikrine de sâhipti. Fakat onun yanında pek çok tanrı ve onların simgesi olan putlar edinmişlerdi. Dünyevî işlerinde bu putların İlâhlar katında şefaatçı olduklarına inanmaktaydılar. Ancak âhiret inançlarının olup olmadığı konusunda net bir fikre sahip değiliz. Eğer onların şefaat inançları, sadece dünya işleriyle sınırlandırılamazsa, o zaman bir cins sonraki hayat inançlarından söz edebiliriz.

İşte Hz. İbrâhim, araştırmacıların tesbitine göre, bundan yaklaşık dört bin yıl önce[23] yukarıda sosyal ve dînî yapısını arzetmeye çalıştığımız halkın oturduğu Ur kentinde doğmuştu.[24]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Eski Ahit, Tekvin , 11/8-9.

[2] Yahut Agade devleti, İ.Ö. 2325 de kuruldu.

[3] Tarih İ.Ö. 2100 de hânedanlığının kurucusu Ur-Nammu’dur.

[4] III. Ur kralı Bur-Sin ile, Asur kralı Rahip Zarikum çağdaştırlar.

[5] İ.Ö. 1730 yılında.

[6] Bu kanunların yazı dili Akadca’dır.

[7] Asur daha sonra hânedan ismi de olmuştur. Ayrıca millî bir Tanrı’nın da ismidir.

[8] Yahut Babel.

[9] Araştırmacılar, Kuzey Mezopotamya’da Urfa, Mardin ve Ebla arasına düşen başka bir Ur kentinden daha söz ederler. Ancak bu konudaki bilgiler henüz net değildir.

[10] Bu mezarlar, Arkeolog Woolley’in (1880-1960) yaptığı çalışmalarla gün ışığına çıkmıştır.

[11] Bir cins Animizm olmalı.

[12] Tatlı suların tanrısı olarak bilinir. Aynı zamanda bilgelik ve büyü tanrısıdır. Başka bir adı Enki’dir.

[13] Yer, hava ve fırtına tanrısı.

[14] Tanrıların babası ve kralı, Tanrı İştar’ın da kocasıdır.

[15] Yahut Hadad.

[16] Kur’an-ı Kerîm: Neml, 27/23-24.

[17] Bize öyle geliyor ki, Yıldız ve Gezegen farkı, Kur’ân dilinde de açığa çıkmaktadır. Kur’ân, aynı yerde sâbit olduğu görülen yıldızlara Necm, gezici olanlar için de Kevkeb der. Nitekim yerden izleyenlere göre sürekli hareket halinde görülen, Ay ve Güneşle birlikte anılan gök cisimlerine kevkeb demektedir :

“Bir vakit Yûsuf babasına şöyle demişti: ‘Babacığım ben rüyada onbir kevkeb ile güneşi ve ayı gördüm; onlar bana secde ediyorlardı.” K. Kerîm: Yusuf, 12/4,

Kelime bir de Hz. İbrâhim’le ilgili yerde geçer:

“Gece üstüne çökünce bir kevkeb gördü de ‘işte Rabbim bu’ dedi. Battığında ise ‘batıp gidenleri sevmem’ diye konuştu.” Enâm 6/75-76.

Kevkeb’in çoğulu kevâkib’dir. Kur’na göre onlar yeryüzünde yaşayanlara en yakın olan göğü (Saffât 37/6) süsleyen misbahlar’dır. (Fussilet 41/2,67/5) Onların dağılmaları hayatın sonu olur. (Cin 72/2).

[18] Diğer gezegenlerden Uranüs’ün varlığı 1781 de keşfedildi. Neptün ve Plüton ise teleskopla da görülemiyor.

[19] Yahut, Şemeş, Şammas veya Utu.

[20] Yahut Nanna veya aydınlatan ve ışık veren Fennar.

[21] Yahut İnanna.

[22] Bu duruma göre Hammurabi’ye kanunları yazdıranın da o olması gerekir. Ancak, Tarihî belgelerde kanunları vahyedenin, Güneş Tanrısı Şamaş olduğu belirtilir.

[23] İ.Ö. 19. ve 17. yüzyıllar arasındaki bir tarihte. (Arif Abdulfettah Tabbâra, Kur’ân Peygamberler ve Peygamberimiz, İstanbul, 1982.) Onun yaşadığı tahmin edilen tarihler, Hammurabi dönemine pek yakındır. Hammurabi’nin krallığı da, İ.Ö. 1728 ile 1686 yılları arasındadır.

[24] Tekvîn :11/27-28; “Araştırmacılar, Tevratı’ın İ.Ö. üçüncü yüz yılda Yunanca’ya çevrilen metninde, Ur adı yerine Chaldäer yazılı olduğunu, İbrânîce metinde ise bu ismin Ur-Kasdim şeklinde belirtildiğini söylerler. Muazzez H. Çığ, İbrâhim Peygamber, İstanbul, 1997.

Bazı Arap-İslâm tarihçileri, Hz. İbrâhim’in Bâbil kentinde doğduğunu belirtirler”. İbnu’l-Esîr, el-Kâmil Fi’t-Tarîh.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:33   #78
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Yeryüzünde Putataparlığın Ortaya Çıkışı :
Fahruuddin Razi’nin, bilimsel bir yorumu vardır ki özeti şudur: Tarihi bize kadar gelen en eski peygamber Nuh, puta tapmakla savaşmıştır: “Dediler ki: Tanrılarınızı bırakmayın, ne Veddi, ne Suvâ’ı, ne de Yeğus’u, Ye’uk’u ve Nesri bırakmayın!” Demek ki putataparlık, yeryüzünde en eski dindir. Peki insanın, kendi eliyle yaptığı şeylerin, kendisini yaratmadığı gayet açıktır. O halde insan, eliyle yaptığı şeye nasıl tapar? Bunun bir yorumu olmalıdır ki o da şudur: İnsanlar deneyimleriyle yıldızların, Dünya üzerindeki etkisini görmüşler, Güneşin hareketiyle mevsimlerin oluştuğunu anlamışlar ve yıldızlarda büyük bir güç olduğunu sanmışlardır. Kimi bunların varlığı zorunlu olduğuna, kimi sonradan meydana geldiğine inanmış, yaratılmış olsa da “bunlar alemi yönetmek için yaratılmıştır”, demişler ve bunların en büyük tanrısı ile yaratıklar arasında aracı olduğunu sanmışlar, böylece bunlara saygı göstermeğe, tapmağa başlamışlardır. Bunların kaybolduğunu görünce, bunların sürekli olarak karşılarında bulunması için sembollerinin yapmışlar; güneş putunu altundan yapıp, yakut, elmas gibi kıymetli taşlarla süslemişler; ay putunu gümüşten yapmışlar vb... Bunlara tapa tapa bunların birer sembol olduğunu da unutarak bu taşları tanrılaştırmışlardır. Puta tapmak, böylece ortaya çıkmıştır. İşte Hz.İbrâhim, önce yıldızların tanrı olamayacağını söylemekle putataparlığın temelinin çürüklüğünü anlatmış, bu dini kökünden yıkmağa çalışmıştır.

Putataparlığın ortaya çıkışı hakkındaki diğer bir yorum da Belh’li astrolog Ca’fer İbn Muhammed’e aittir. Ca’fer’in, belirttiğine göre Çinliler Tanrı’yı ve melekleri kabul ederler. Yalnız Allah’ın en güzel biçimde bir cisim olduğuna, meleklerin de güzel biçimleri bulunduğuna inanırlar. Gökler, bu yüce varlıkları bizden gizlediği için bunları temsil etmek üzere güzel heykeller yapmışlar, en güzel biçimde yaptıkları heykele tanrı demişler, bundan daha az güzel yaptıkları heykelin, melek şeklinde olduğunu düşünmüşler. Allah’a ve meleklere yaklaşmak için bu hekkellere tapmışlardır.

Eğer bu yorum doğru ise putataparlık; Allah’ı cisim ve mekanda düşünmekten kaynaklanmıştır.

Üçüncü bir yoruma göre de putataparlık, Allah’ın, alemin yönetimini çeşitli meleklere vermiş olduğu düşüncesinden kaynaklanmıştır. Mesela denizleri bir meleğe, dağları bir meleğe, bulutları oluşturup yağmuru yağdırmayı bir meleğe, rızık işini bir meleğe vb. vermiştir. Böyle inanınca bu yönetici melekleri temsil için yaptıkları heykellere tapmağa başlamışlardır.

İşte Hz. İbrâhim, önce yıldızların tanrı olamayacağının söylemekle putataparlığın temelinin çürüklüğünü anlatmış, bu dini kökünden yıkmağa çalışmıştır. [1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihul-Gayb, Akçağ Yayınları:13/36,37; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/98.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:33   #79
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Put ve Putlaştırma :
Tevhid ve şirk insanlık tarihi boyunca insanların bağlanageldiği iki dinin adıdır. İnsanlık tarihi şirkle tevhid arasındaki mücadeleden ibarettir. Bütün peygamberlerin tebliğlerinde vurguladıkları temel esas, tevhiddir. Kur’an-ı Kerim’in üzerinde en çok durduğu konu tevhidin önemi ve şirkten uzak durulmasıdır. Şirkin en belirgin özelliklerinden biri putlara tapmak, onları Allah’a ulaşmada aracı veya şefaatçi görmektir. Fakat, şirk, sadece putlara tapmaktan ibaret değildir. Nefsin istekleri peşinde koşmak, Allah’ın sevgisi yerine dünya sevgisini tercih etmek, bunların sonucunda Allah’ın hükümlerinden birini dahi reddetmek de şirktir.

Aslında insanların Allah’tan başka bir puta tapmasının asıl nedeni; kendi nefislerini ilâh edinmeleridir. Bugünkü müşriklerle, Hz. İbrâhim dönemindeki ve Peygamberimiz zamanındaki müşrikler arasında temelde bir fark yoktur. Müşriğin mantığı her devirde aynıdır. Bu mantık, Allah’ı yeryüzüne karıştırmama, yeryüzünde ilâh olarak kendini tanımadır. İşte şirkin aslı budur. Zamanımızda da insanlar her ne kadar kâinatı yaratanın, yağmuru yağdıranın, öldüren ve diriltenin Allah olduğunu kabul etseler de, O’nun tasarruflarında ortak tanıyorlar, dünya ile ilgili işlerde Allah’ın belirttiğinin aksine hükümler koyuyorlar. Günümüzde şirkin aldığı en net görünüm budur.

Put, kişinin Allah’ın dışında hayatının amacı kıldığı maddî mânevî her şeydir ve putları bu yönleriyle hayatın amacı kılmak da şirktir. Put sadece tapılan bir takım nesneler değildir. Eğer hayatın amacı haline gelir ve insanı Allah’a isyana sevkederse, yerine göre makam, para, kadın, müzik, futbol veya insanlar için değerli herhangi bir şey put olabilir. Şirk düzeni; insanları köleleştiren, ilâhlık taslayan çağdaş Firavunlar ile, onlarla işbirliği yapan sahte din adamları yani Bel’amlar ve sömürüye ortak olan, bizzat şirk düzeninden beslenen, haramzâde, zengin elit tabaka ve bu üç kesime bağlanan, onlara itaat eden, onların koyduğu kanunlarla -Allah’ın hükümlerine aykırı olmasına rağmen- yaşayan halk yığınlarından meydana gelir.

Kur’an-ı Kerim’in açıkladığı şirk çeşitlerinden birisi de putlara ibâdet şeklinde ortaya çıkan tapınmadır. Putlar çeşit olarak çok fazla olmakla beraber, genel olarak iki kısımda mütâlâa edilebilir:

1- İnsan, hayvan, kuş veya bunların karışımı bir şeklin; ağaç, taş ve madenden yapılarak tapınılması biçiminde ortaya çıkan ilkel putçuluk. Bu tür putlara sanem veya vesen adı verilir.

2- Herhangi bir şekil düşünmeksizin kafalara, gönüllere, kalplere dikilen veya tâbi olunan putçuluk. Bu tür putperestliğin görüntüsü daha moderndir. Sanem veya vesen dediğimiz ilk maddedeki putlar, tapanların nazarında tabiat üstü yüce bir gücü ve kuvveti temsil ettikleri için putperestler, bu güç ve kuvvetin tapındıkları putlarda gizli olduğuna inanırlar. Bu bağlamda her putun veya putçuluğun ilgili bulunduğu bir efsanesi, tahrif edilmiş tarihsel bir mitleştirmesi vardır. Bu putların bir kısmı iyiliği, bir kısmı şerri, bir kısmı ucuzluğu, düşmandan kurtuluşu, bereketi vs. yi temsil eder.

Putçuluğun her çeşidine karşı çıkan ve putlara tapınmanın kötülüğünü en beliğ biçimde ortaya koyan Kur’ân-ı Kerim âyetleri, insanoğluna, yaratıcının sadece Allah olduğu fikrini ve putların, heykellerin de yaratıcı değil; yaratık olduğu düşüncesini aşılama sadedinde deliller sunar. “Siz, elinizle yonttuklarınız (putlar)a mı tapıyorsunuz? Oysa sizin de, bütün taptıklarınızın da yaratıcısı Allah’tır[1].” Put, sadece Arapların cahiliyye döneminde taptıkları basit ve alelâde şekillerden veya özellikle Hz. İbrahim döneminde olduğu gibi muhtelif câhiliyye sistemlerinde tapınılan tahtadan, taştan, tunçtan heykellerden ve ağaç, kuş, hayvan, yıldız, gök cismi, ateş, ruh veya hayallerden ibaret değildir. Bu basit puta tapınma şekilleri Allah'a şirk koşmanın bütün boyutlarını kapsamaz. Yalnızca bu ilkel putçuluklar üzerinde duracak olursak ve Kur’an’daki şirkten maksadın sadece bunlar olduğunu kabul edecek olursak, oldukça boyutlu olan şirk kavramından bir şey anlamış olmayız. Oysa Kur’an’a göre put, o kadar geniş anlamlıdır ki, kişinin Allah’ın dışında hayatının amacı kıldığı maddî-manevî her şeydir. Bu putları, hayatın amacı kılmak da Allah'a şirk koşmak olarak nitelendirilmiştir.

Tarihteki putları ve puta tapanları incelediğimiz zaman, şirk temeline dayalı putçuluğun, günümüzde geçerli olan şirkten ve putçuluktan pek de farklı olmadığını görürüz. Mekke’li müşrikler de bir Allah inancına sahipti.[2] Fakat, Allah’ın hükmü yerine Mekke site devletinin parlamentosu Daru’n-Nedve’nin kanun yapmasını ve Ebû Cehil gibi tâğutların kendilerini yönetmelerini istiyorlardı. Yer yer dindar kesilmelerine rağmen, tevhid’in karşısında durarak şirke sarılıyorlardı.

Günümüzde de kelime-i şehâdet getirip namaz kılan, oruç tutan, hacca giden kimselerin tâğutun hükmüne rızâ gösterdikleri, tâğuta itaat ettikleri, sadece Allah'a mahsus olan sıfatları başkalarına verdikleri bilinen bir gerçektir. Yine bu kimselerin Allah’ı bırakıp birtakım armaları, şiarları/sloganları, işaretleri, bayrakları, heykelleri, gelenek ve görenekleri, bazı kavram ve ideolojileri, sanatı, sanatçıları, futbolu, sporcuları, gruplarını, parti veya kurumlarını, devlet adamlarını, liderlerini... yücelttikleri ve bu sayılan değerler uğruna mallarını, mülklerini, namuslarını, ahlaklarını pâyimal ettikleri, böylece bunlara kulluk ettikleri ortadadır. Sözü edilen bu şahısların, tâğutun ortaya koyduğu nefsanî, şeytanî ve indî değer yargılarıyla Allah’ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa, hep Allah’ın şeriatını onların istekleri doğrultusunda yontarak şekil verdikleri, kısacası putların veya putların arkasına sığınmış olanların emir ve yasaklarını harfiyyen yerine getirdikleri ve Allah’ın şeriatına tümüyle zıt olan sistemleri kabul ederek onların hükümlerini tatbik ettikleri de inkâr edilemez.

Bunlar, müşrik değil de nedir? Bundan daha açık putçuluk düşünülebilir mi? Putların emir ve direktifleri doğrultusunda hareket ederek onların yolundan hiç ayrılmayanlar, Allah’ın kitabına ve Rasülü’nün sünnetine kulaklarını tıkayarak putların ve onların işbirlikçilerinin çağrısına kulak verenlerden daha iyi putperest olur mu? Bunlar, apaçık müşrik olduklarını kendileri ilân ediyorlar. Bu tür insanlar, ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, ister hacca gitsin ve isterse sabahlara kadar Allah Allah diyerek tesbih çeksinler. Ne yaparlarsa yapsınlar, kendilerini putçu müşrik olmaktan kurtaramaz, kimse de onları zorla temize çıkararak müslüman yapamaz!..[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Sâffât, 37/95-96.

[2] Bkz. Ankebût: 29/61, 63; Zümer: 39/3..

[3] Mehmet Kubat, Kur'an'da Tevhid: 132-138; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları‎: 2448-2450.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:33   #80
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Toplumunda Tapınılmakta Olan Putlar “rab” Değildir. :
Nemrut toplumunda tapınılmakta olan putlar, “rab” değilse, nedir? Putlar, “dünya hayatında Allah’ı bırakmış” olan bu toplum için, doğrudan doğruya bir “dostluk vesilesi”[1] dir. İşte, bu nokta belirlendiğinde, artık, Hazreti İbrâhim ile ilgili kıssaların niye baştan başa “Rab” kavramıyla donanmış olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Demek ki, toplum üyeleri için aralarında bağ ve bağlantı kurucu bir “gözetici”, bir “yüklenici”, bir “gereksinme karşılayıcı”, bir “düzenleyici”, bir “eğitici”, bir “seçkin”, bir “sözü dinlenir”, bir “üstünlüğü onaylanır” varlığa gereksinme duyulmaktadır. Bu, her türlü ilişkiyi üzerine kurabilecekleri, her şekil bağlantıya dayanak yapabilecekleri, her çeşit dayanışmada aracı edinebilecekleri, her nevi işlerinde tutunabilecekleri bir şey olmalı ve üstelik kendileri nasıl yorumlarsa, o konumda sayılabilmelidir. İşte “putların dostluklar için vesile kılınması” olayındaki etki budur.

Nemrut toplumunu tekdüze bir eşitlik içinde düşünmek mümkün olmayacağına göre, putları dostluk vesilesi kılmış bu insanların “dostluklar”ı ile bir ehram oluşturduklarını da varsayabiliriz. Herkesin kendisinden bir üstününü rab sayıp, bir altta olanına da rablık ettiği bir ehram. En tepede de, kendisinde yaşatma ve öldürme yetkisi bulunduğunu açıkça belirterek rablığını Hazreti İbrâhim’e karşı ilân etmeye kalkışmış olan “Nemrut”... Evet; gökyüzündeki güneş, ay, yıldızlar sıralamasının tapınaklardaki putlara öylece yansıtılmasının ardından, bu putlar vesilesi ile kurulmuş bulunan dostluklardaki hiyerarşik ehram... Dostluk, bilindiği Üzere, “velâ” anlamında bir dostluk... Hazreti İbrâhim’in topluluğa karşı kullandığı “Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbıdır. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O’dur. Beni yediren de, içiren de Odur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek olan O’dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum, O’dur”[2] cümleleri, O’nun reddettiği putların dostluğunun ve dostluk vesilesi yapılmasının boyutlarını açıkça ortaya koymaktadır. Rızıktan, ölüme dek her alanda... Kulların rablığının, putların dostluklarına dayanılarak, yürürlüğe konulduğu bir toplum “Nemrut” da tepedeki “rab”tır. [3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bkz. el-Ankebut, 29/25.

[2] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 26/75-82.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Nemrud Maddesi, c.5
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 4 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 4 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi