05-22-2008, 03:45 | #111 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Şeytana İbadet :
“Babacığım, şeytana ibadet etme, çünkü şeytan Rahman’a isyan etmişti.[1]” Meâl/Tefsir : “Babacığım! Kâfirlik ve putlara tapma hususunda Şeytan’ın emrine itaat etmek suretiyle ona tapma. Kuşkusuz Şeytan, Âdem’e secde etmeyerek Rahman olan Allah’a isyan etmiştir, ayaklanmıştır, emrine karşı gelmiştir. Rabbine ibadet etmeyi gururuna yedirememiştir. Kim Şeytan’a uyarsa, Şeytan onu saptırır.” Hz. İbrahim’in (a.s.) babasına: “Babacığım, şeytana tapma. Çünkü şeytan Rahman’a çok asi olmuştur.” şeklindeki sözü; “Ona itaat etme, çünkü o, Allah’a isyan etmiştir.” demektir. Böylece Hz. İbrahim (a.s.) şeytanın bu sıfatını zikrederek, babasını onun sözünü dinlemekten nefret ettirmeye çalışmıştır. Çünkü bu sıfat, nefret ettirici özelliklerin en büyüğüdür. Bil ki İbrahim (a.s.) ihlasta öylesine ileri gittiği için, şeytanın suçlarından sadece Allah’a isyan edişini dile getirmiş, Hz. Adem’e (a.s.) olan düşmanlığından bahsetmemiştir. Sanki şeytanın irtikap etmiş olduğu isyanlardan en büyüğünü nazar-ı itibara almak Hz. İbrahim’in (a.s.) zihni değerlerini görmekten alıkoymuştur. Hem sonra Allah’a karşı asi olma, ancak görüşü zayıf olanlardan südur eder. Böyle olanın görüşüne iltifat edilmemesi, değer verilmemesi gerekir. Bu durumda şöyle bir soru yöneltilebilir: Bu söz ancak şu gibi bazı şeylerin kabul edilmesine dayanır: a) Bir yaratıcının varlığının kabulü, b) Şeytanın mevcudiyetinin kabulü, c) Şeytanın Allah’a asi olduğunun kabulü, d) Şeytan asi olduğuna göre, hiçbir hususta ona itaatın caiz olmadığının kabulü, e) O insanın inandığı itikadın, şeytana taattan elde edilmiş olması. Malumdur ki, muarıza karşı getirilen delilin, malum ve müsellem (onun tarafından da kabul edilen) bir takım mukaddimelerden meydana gelmiş olması gerekir. Belki de Hz. İbrahim’inbabası bütün bu hususlarda şüphe içinde idi. Nasıl olmazdı ki o, Nemrud dışında hiçbir ilah tanımıyordu. Öyle ise o daha nasıl Rahman olan bir ilahın varlığını kabul edebilirdi? O, böyle ilahın varlığını kabul etmediğine göre, o şeytanın Rahman’a asi olduğunu nasıl kabul edebilir? Sonra onun bunu kabul ettiği varsayılsa bile, hasım sırf bu söz ile inancının şeytandan kaynaklandığını nasıl kabul edebilir? Aksine o belki de bu delilleri karşı delil olarak kullanabilir? Buna cevap olarak deriz ki: Âzer’in inancının batıl olduğunu ortaya koymada dayanılan hüccet, Hz. İbrahim’in (a.s.) ta ilk baştan söylediği, “İşitmez, görmez, sana hiçbir faydası olmaz şeylere niçin tapıyorsun?” şeklindeki sözüdür. Sonraki sözleri ise, bir korkutma (ikaz) ve onu o delillere sevkedecek (anlamasını sağlayacak) bir işaret gibidir. Bu açıklama karşısında o soru düşer.[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/44. [2] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 15/358. |
|
05-22-2008, 03:45 | #112 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Şeytana Dost Olma :
“Babacığım, gerçekten ben sana Rahman’dan bir azabın dokunmasından korkuyorum. O zaman, şeytanın dostu olursun.[1]” Meâl/ Tefsiri: “Ey babacığım! Ben, senin anlattıklarıma kulak vermeyerek inkârda ısrar etmek suretiyle kâfir olarak ölmenden, dolayısıyla Allah’ın elem verici azabına uğramandan ve ebediyyen cehennemde şeytanın arkadaşı, yardımcısı olmandan korkuyorum.”[2] Hz. İbrahim’in (a.s.) “Babacığım, hakikaten korkuyorum ki Rahman’dan sana bir azap gelip çatar da şeytana dost olmuş olursun” şeklindeki sözüdür. Ferra ayetteki “Korkuyorum ki” kelimesinin “Biliyorum ki” demek olduğunu söylemiştir. Ekseri alimler bunun zahiri manasına göre alınması gerektiği kanaatindedirler. Ferra’nın görüşü, İbrahim’in (a.s.) babasının küfür üzere öleceğini bilmesi durumunda doğru olur. Bu ise bilinemez. Binaenaleyh bu kelimeyi zahiri manasına göre almak gerekir.Çünkü onun babasının iman etmesi ve böylece cennetlik olması mümkün olduğu gibi, küfrünü sürdürmesi küfrü üzere ölmesi ve böylece de cehennemliklerden olması da mümkün idi. Bunun böyle olduğunu bilen endişe duyar, yoksa kesin hüküm vermez. Bil ki başkasına bir zararın geleceğini sanan, ancak o zararın ona gelmesinden dolayı kalbi üzülüp acı duyacak birisi olduğu zaman, “Korkan” adını alır. Nitekim: “Ben, çocuğum için üzülüyorum.” denilir. Hz. İbrahim’in “Şeytana dost olmuş olursun” ifadesi hakkında alimler şu izahları yapmışlardır: 1) Babası Allah’ın azabına düçar olduğunda , cehennemde şeytanla beraber olmuş olur. Dostluk, beraberliğe sebebtir. Sebebin, müsebbeb (netice) manasında kullanılışı ise, hernekadar hakiki manada dostluk demek değilse bile, mecazidir. Çünkü Cenab-ı hak, “Dostlar o gün birbirine düşmandır. Takva sahipleri müstesna.[3]” ve “Kıyamet günü kiminiz kiminizi inkâr (red) kiminiz kiminize lanet edecektir.[4]” buyurmuştur. Yine Cenab-ı Hak şeytanın onlara “Esasen beni evvelce (Allah’a) ortak tutmanızı da tanımamıştım ya[5]” diyeceğini bildirmiştir. Bil ki eğer bahsedilen azab, ahiret azabı manasında olursa, bu müşkil söz konusudur. Ama ondan murad, dünyevi azab olursa, problem ortadan kalkar. 2) Bu azab, hızlan (Allah’ın yardımsız bırakması) manasına da hamledilebilir. Yani, “Ben, sana hızlan azabının gelip çatmasından ve böylece şeytana bir dost olmandan ve Allah’ın senden, şu ayette buyurduğu gibi uzak kalmasından korkuyorum: “Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, apaçık bir zarar-ziyana düşmüş olur[6].” 3) Ayetteki (veli) dost, “şeytanın izinde giden” demektir. Nitekim baharda peşpeşe yağan yağmurlara da vely denilir. Eğer Hz. İbrahim’in (a.s.) “Hakikaten korkuyorum ki Rahman’dan sana bir azab gelip çatsın” sözü, şeytana dost olmanın, bu azabtan daha kötü ve büyük olmasını gerektirir. Öyle ise bunun sebebi nedir?” denilirse, buna şöyle cevap verilir: Cenab-ı hakk’ın: “(Allah’ın) rızası daha büyüktür. İşte bu en büyük mutluluktur[7].” Ayetinde buyurduğu gibi, Allah’ın rızası da vereceği mükafattan daha büyüktür. Binaenaleyh Allah’ın rızasının tam karşıtı olan şeytana dost olmanın, azabın kendisinden daha büyük ve daha kötü olması gerekir.”[8] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/45. [2] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. [3] Zuhruf: 43/67. [4] Ankebut: 29/25. [5] İbrahim: 14/22. [6] Nisa: 4/119. [7] Tevbe: 9/72. [8] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 15/359. |
|
05-22-2008, 03:45 | #113 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Babası Azer’in, Oğlu İbrahim’i Recm İle Tehdit Etmesi :
Fahreddin Razi diyor ki: “Hz. İbrahim’in (a.s.) babasının “Andolsun ki bundan vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım. Uzun bir müddet ayrıl, git! [1]” şeklindeki sözü ile ilgili bir kaç mesele vardır: Burada geçen “Recm: Taşlama” ile ilgili iki izah yapılmıştır. 1) Bu, dil ile yapılan taşlamadır. Yani sövüp saymak ve kınamaktır. Cenab-ı Hakk’ın “Muhsan (namuslu ve evli) kadınlara (iftira) atanlar” (Nur: 24/4) Yani sövüp sayanlar ayeti bu manadadır. Kendisine lanet edilen kimseye “Racim” denilmesi de bundandır. Mücahid şöyle der: “Kur’an’da geçen bütün “Recm” kelimeleri, şetm (sövme-kınama) manasındadır. 2) Bu el ile taşlamadır. Buna göre alimler ayet hakkında şu izahları yapmışlardır: a) Ben seni taşlamaları yahut öldürmeleri için, insanlara (herkese) senin durumunu açıklayacağım. b) Benden uzaklaşsın diye, seni taşlayacağım, sana taşlar atarım. c) Müerric bu kelimenin Kureyş lügatinde “seni öldüreceğim” manasına geldiğini söylemiştir. d) Ebu Müslim (r.a.) şöyle der: “Bundan kastedilen, taşlayıp öldürmektir. Fakat bu bazen mecazi olarak, tardetmek, uzaklaştırmak, kovmak manasında da kullanılır. Babasının bu sözle, kovma manısını kastettiğine, onun “uzun bir müddet benden ayırıl, git” şeklindeki sözü de delâlet etmektedir.” der. Bil ki “recm”in asıl manası, “ricam” ile (ip ucuna bağlı taş) taşlamaktır (atmaktır).Binaenaleyh bunu bu manaya hamletmek daha evladır. İmdi, şayet ayetteki “uzun bir müddet benden ayırıl, git” ifadesi, recm ile sövüp-sayma manasında bir taşlama olduğuna da delalet etmez mi? denirse, biz deriz ki: “Hayır. Çünkü Hz. İbrahim’in (a.s.) babası, onu yakınında kalması halinde “recm” ile tehdit etmiş ve bundan kurtulmak için uzağa gitmesini söylemiştir. O halde o da bu ifadenin manasına dahildir.”[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/46. [2] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 15/362. |
|
05-22-2008, 03:46 | #114 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Babası Azer’in, Oğlu İbrahim’i Yanından Kovması :
Fahreddin Razi diyor ki: “Ayetteki “Uzun bir müddet benden ayrıl, git” ifadesi ile ilgili şu iki izah yapılmıştır: 1) Bununla, “Artık bana söz söylemeyi bırak” manası kastedilmiştir. 2) “Bu evden ve şehirden ayrılıp, uzaklaş” manası kastedilmiştir. Bu şekil hicret, peygamber ve mü’minlerin hicretidir.Yani, “Seni gözümün görmemesi için, benden uzaklaş” demektir. Bu ikincisi, ayetin zahirine uygundur.”[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 15/362. |
|
05-22-2008, 03:46 | #115 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hz. İbrahim’in Babasına Verdiği Cevap :
Dedi ki: “Selam sana! Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Çünkü O, bana çok lütufkârdır.” [1] Meâl/Tefsiri: İbrahim babasına şöyle cevap verdi: “Selam sana, benim tarafımdan güven içinde ol. Benden sana bir eziyet ve bir kötülük gelmez. Babalık hakkına göstermem gereken saygıdan dolayı, bundan böyle sana rahatsız edecek herhangi bir şey söylemeyeceğim. Allah’tan, seni doğru yola iletmesini ve günahlarını bağışlamasını isteyeceğim. Şüphesiz O, bana çok lutfedici ve durumumla çok ilgilenicidir. Benim yaptığım duaları kabul etmektedir.”[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/47. [2] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet. |
|
05-22-2008, 03:46 | #116 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrahim as.’ın Babasına “Selâm” dilemesi :
Selam: Barış, rahatlık, esenlik; müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları zaman, karşılıklı olarak sağlık ve esenlik dileklerini sunmaları, yani birinin diğerine "Selâmün aleyküm" (Selâm sizin üzerinize olsun, Allah her türlü kazâdan ve beladan korusun!) demesi; diğerinin ise: "Ve aleykümü's-selâm ve rahmetullahi ve berekatüh" (Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi sizin de Üzerinize olsun!) şeklinde cevap vermesi anlamına gelen bir İslam ahlakı terimi. Müslümanlar arasında, bir dostluk ve iyi niyet işareti olan selâmı vermek sünnet; almak ise farzdır. Hz. Peygamber (s.a.s)'in selâm ile ilgili hüküm ve talimatı şöyledir: “Küçükler büyüklere, binekli atlı veya arabalı olanlar yayalara, yürüyenler, oturanlara; arkadan gelenler yetişince öndekilere; iki grup karşılaştığı zaman, az olanlar çok olanlara önce selam verirler."[1] Gruplar arası selâmlaşmada ise, grubun birinden bir kişinin selâm vermesi, diğer gruptan da bir kişinin alması yeterlidir.[2] Şayet gruptan hiç kimse selâmı almazsa, o grupta bulunan herkes günahkâr olur. İslâmî âdâba göre bir gruptan ayrılırken ayrılan kişi tarafından da selâm verilmesi gerekmektedir.[3] Bir kimseden selam getiren birisine: "Aleyhi ve aleyke's-selam!" şeklinde cevap verilir. Bir mektuba yazılmış bir selâm için ise: "Ve aleyke's-selam" denilir yahut; cevabı mektupta bu ifade yazılır. Selâm verirken veya alırken, eğilmek doğru değildir. Selâm verildiği takdirde alamayacak durumda olanlara ise, selam vermek doğru değildir. Meselâ, namaz kılanlara, Kur'an-ı Kerîm okuyanlara, hutbe dinleyenlere, ilimle meşgul olanlara, yemek yiyenlere selam verilmez. Dolayısıyla bu durumda iken verilen selâmı almamanın bir sorumluluğu yoktur. Aynı şekilde müslüman olmayanlara selâm verilmez. Ehl-i Kitaptan birisi selâm verdiği takdirde ise, yalnızca "Ve aleyküm!" denilir.[4] Kurtubi diyor ki; “Selamun aleyke.” Cumhura göre İbrahim as.’ın selamından maksat, esenlik ve bereket selamı değil, ayrılmalardan gelen selamlaşma, sağlıklamadır. Taberi diyor ki: “Selamın manası, benden sana eminlik demektir.” Tenkit ehli dirâyetli alimler de; “yumuşak huylu İbrahim as. Sefih’e (Sefih, akıl edemeyen babası) hitab etti” demektir. Bazıları da: “İbrahim’in selamının, ayrılma selamlaşması olduğunu söylemişlerdir.[5] Naif Zeynelabidin diyor ki; Şu ayette geçen selam bu çeşittendir: “Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz sizedir. Selam sizin üzerinize olsun. (Bizden emin olabilirsiniz, size sövmeyiz.) Biz cahillerle münakaşayı istemeyiz.”[6] Ve Cenab-ı Hakk’ın, Rahman’ın kullarını vasıflandıran şu ayeti de yine bu çeşit bir selamlamadandır. “...Kendilerine cahiller laf attıklarında, “selam” (sizinle muhatab olmayız) derler.” [7] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhârî, İsti'zân: 4-7; Müslim, Selâm: 1. [2] Ebu Dâvud, Edeb: 141. [3] Ebu Dâvud, Edeb: 139. [4] Riyazü's-Sâlihîn Tercümesi: 2/242-243. [5] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.11/11. [6] Kur’an-ı Kerim; Kasas, 55. [7] Furkan, 63; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 155-156. |
|
05-22-2008, 03:47 | #117 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Toplumunda Selamı yaygınlaştırmak :
İslam toplumu içinde selâmı yaymak, hem Allah'ın emri ve hem de Hz. Peygamberin sünnetidir. Bir âyette yüce Rabbimiz şöyle buyurur: "Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu, sizin için daha iyidir.[1]" Bir başka âyette de yüce Rabbimiz şöyle buyurur: "Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya aynıyla karşılık verin...[2]". Bu âyetlerden selâmı yaymanın bir Allah emri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s) de, birçok hadislerinde selamın önemi ve yaygınlaştırılmasının gereği üzerinde durmuştur. Bir sahabi Hz. Peygamber (s.a.s)'e: "İslamın hangi işi daha hayırlıdır" diye sorduğunda, Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermendir."[3] Yine Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır: "İman etmedikçe Cennete giremezsiniz: birbirinizi sevmedikçe, olgun bir îmana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız!..."[4] "Şüphesiz ki, Allah katında insanların en iyisi, önce selâm verendir."[5] hadîsinden ise, selâm vermede acele etmenin daha sevap olduğu anlaşılmaktadır. Gerek âyetlerden ve gerekse hadîslerden anlaşıldığına göre selâmı yaymak, insanlar arasında dostluk, sevgi ve barışın yaygınlaştırılması, müslümanların kalplerinin birbirlerine ısındırılması bakımından son derece önemlidir. O halde, İslâm toplumunda dost ve ahbaplarla, arkadaş, tanıdık kısaca bütün müslümanlarla sevgi, saygı ve samimiyet duygularının geliştirilebilmesi için, karşılıklı olarak selâm verip-almak gereklidir. Selâm, yalnızca dışarıda, sokakta, iş yerlerinde verilip-alınmaz; evde de selâm verilip-alınmalıdır. Peygamber Efendimiz bu konuda da, yanında büyüttüğü Enes (r.a)'e şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun."[6] O halde, kendi evimize geldiğimizde, kendimize ve evdekilere selâm vermemiz gerekiyor[7]. Akşam yatıp, sabahleyin kalkıldığında da, evde bulunan herkese karşılıklı selâm verip-almak gerekmektedir. Böyle davranmakla, karşılıklı olarak müslümanların birbirlerine sağlık, huzur, barış ve esenlik dilemesi gerçekleşmiş olur. Bir aile ve toplum fertlerinin, birbirlerine bundan daha iyi dilekte bulunmaları düşünülemez.[8] -------------------------------------------------------------------------------- [1] en-Nûr: 24/27. [2] en-Nisa: 4/86. [3] Buhari, İman: 6-20. [4] Müslim, Îman: 93. [5] Ebû Davûd, Edeb: 133. [6] Tirmizî, İstizân: 20. [7] en-Nûr: 24/61. [8] Mustafa Öcal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/373-374. |
|
05-22-2008, 03:47 | #118 |
Hazreti İbrahim (a.s)
. Kâfir Babaya İstiğfar Edilemiyeceğinin İki Sebebi :
Dedi ki: “Selam sana! Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Çünkü O, bana çok lütufkârdır.” [1] “Peygamberlerin masum (günahsız) olduğunu kabul etmeyenler, bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: Hz. İbrahim (a.s.) caiz olmayan bir şey yapmıştır, çünkü babası kâfir olduğu halde, onun için istiğfar etmiştir. Halbuki kâfir olan baba için evladın mağfiret talebinde bulunması caiz değildir. Binaenaleyh bunların toplamından, Hz. İbrahim’in caiz olmayan bir iş yapmış olduğu anlaşılır. Biz, Hz. İbrahim’in babası için mağfiret talebinde bulunduğunu söyledik. Çünkü Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim’in (a.s.) “Üstüne selamet... Senin için Rabbime istiğfar edeceğim” ve “Babama mağfiret et. Çünkü o sapmış olanlardan idi.[2]” dediğini nakletmiştir. Onun babasının kâfir oluşu ise, hem Kur’an’ın açık ifadesi ile, hem de icma ile sabittir. Kâfir babaya istiğfar edilemeyeceği şu iki şeyden ötürüdür: 1) Cenab-ı Allah, “Müşrikler için ne peygamberlerin ne de mü’minlerin istiğfar etmeleri doğru değildir[3]” buyurmuştur. 2) Yine Cenab-ı Allah, Mümtehine Suresi’nde, “İbrahim’de ve onun beraberinde bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan katiyyen uzağız. Sizi inkar ettik.” demişlerdir. Ancak İbrahim’in babasına: “Senin için istiğfar edeceğim” demesi müstesna[4].” buyurmuş ve insanlara Hz. İbrahim’in (a.s.) bu işi müstesna, diğer işlerini emir ve tavsiye etmiştir. Binaenaleyh bu işin, Hz. İbrahim’den sadır olmuş bir günah (hata) olmuş olması gerekir. Buna şöyle cevap verilir: Münakaşa ancak “Kâfir için istiğfar etmek caiz değildir.” şeklindeki sözünüz hususundadır. Binaenaleyh bu hususta bir kaç açıdan söz etmek gerekir: a) Allah’ın kâfirlere kesinlikle azab edeceğini söylemek, ancak nakle (vahye-rivayete) dayanır. Dolayısıyla belki de Hz. İbrahim’in (a.s.) şeriatında o, kâfire kesinlikle azab edileceğine dair birşiy bulamamış ve bundan dolayı babası için mağfiret talebinde bulunmuştur. b) İstiğfar bazen, Hak Teala’nın “İman edenlere söyle, Allah’ın günlerinin (kıyametin) geleceğini ümid etmeyenleri bağışlasın, onlara aldırış etmesinler.[5]” ayetinde de olduğu gibi, müsamaha etmek manasına kullanılır. Buna göre ayetin manası, “Rabbimden, seni hayatta olduğun müddetçe, küfründen ötürü sana peşin dünya azabını vermemesini (sana müsamahalı davranmasını) isteyeceğim.” Şeklinde olur. c) İbrahim (a.s.) iman edeceğini ümid ettiği için babası hakkında istiğfar talebinde bulunmuştur. Dolayasıyla bundan ümidini kesince artık onun için istiğfar etmeyi bırakmıştır. Belki de onun şeriatına göre, iman etmesi umulan kâfir için istiğfar edilebiliyordu. Bu ihtimalin söz konusu olduğunun delili: “Müşriklerin o çılgın ateşe girecekleri muhakkak meydana çıktıktan sonra, artık onların lehlerine akrabaları olsalar bile ne peygamberin, ne de mü’minlerin istiğfar etmeleri doğru değildir[6].” ayeti kerimesidir. Böylece Cenab-ı Allah, mağfiret talebinde bulunmaktan menedişinin, ancak o müşriklerin cehennemlik olduklarını bilmeden sonra olduğunu beyan etmiş ve bunun peşine de “İbrahim’in babasına olan istiğfarı, ancak ona ettiği bir vaadden dolayı idi. Yoksa onun bir Allah’ın düşmanı olduğunu kendisince belli olunca o, ondan uzaklaştı[7].” buyurmuştur. Binaenaleyh bu ayet, Hz. İbrahim’in (a.s.) babasına, iman ederse onun için istiğfar edeceği vaadinde bulunduğuna, ama o, iman etmeyince onun için mağfiret talebinde bulunmayıp, aksine babasından uzaklaştığına delâlet etmektedir. İmdi, eğer durum böyle olduğuna göre daha Cenab-ı Hak bizi “... ancak İbrahim’in babasına: “Senin için istiğfar edeceğim” demesi müstesna...[8]” ayetinde, onu bu hususta örnek edinmekten niçin menetmiştir?” denilirse, biz deriz ki: “Ayet, onu bu hususta örnek almanın caiz olmadığına delâlet etmektedir. Fakat onu bu hususta örnek almamızı menetmek, bu fiilin günah olduğuna delâlet etmez. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sadece kendisine mahsus pekçok şey vardı. Ama bu şeyler ona mübah ve helal olmasına rağmen, onun bu işlerini örnek almamız caiz değildir. d) Belki de istiğfar, evlâ (daha uygun) olanın terkedilmesi ve “hasenâtu’l-ebrâr seyyiâtu’l-mukarrebin” (İyi kimselerin hasenâtı, mukarrebler, Hakkadaha yakın olanlar tarafından işlenirse seyyiat sayılır) kabilindendir.”[9] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/47. [2] Şuara: 26/86. [3] Tevbe: 9/113. [4] Mümtehine: 60/4. [5] Casiye: 45/14. [6] Tevbe: 9/113. [7] Tevbe: 9/114. [8] Mümtehine: 60/4. [9] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 15/363-365. |
|
05-22-2008, 03:47 | #119 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Kâfirin İmana Gelmesi İçin Dua Etmek Caizdir :
“Ya Rabbi babamı affet. Çünkü o sapıtanlardandır.” sözü delâlet eder ki Hz. İbrahim, Allah’tan onu imana muvaffak etmesini, hidayetini istemiştir.O, onun halinden haberdar bulunmuyordu. Onun af talebinde bulunması “Ya Rab, onu imana hidayet et, sapıklıktan çıkar.” manasını ifade ediyor. Bu mana ile kâfir bir kişiye küfür üzere öleceği bilinmezden önce bağışlama taleb etmek caizdir. Fakat kâfir olacağını bildikten sonra istiğfar caiz değildir. Çünkü bu, muhali istemektir. Muhali istemek ise haramdır. Bunun için Hz. İbrahim’e vahiy yoluyla Tevbe Suresinde[1] geldiği gibi Azer’in durumu açıklanınca ve onun da iman etmeyeceği bildirilince kendisini şiddetli bir şekilde terketti. Demek ki Hz. İbrahim’in malum sözü ve bunu yerine getirmesi bu açıklamadan önceydi. Böylece Hz. İbrahim’in babası için af talep etmesiyle mü’minlerin müşrik yakınları hakkında af talep etmeleri arasında farkvardır. Çünkü mü’minlerin af talebi açıklamadan sonradır. Bunun için de Hz. İbrahim’e af talebinde bulunması için izin verilmemiştir.”[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Tevbe: 9/114. [2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/112. |
|
05-22-2008, 03:48 | #120 |
Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hz. İbrahim’in Babasına Mağfiret Dileme Sözü :
“Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim.[1]” Alimlerin Ayet Hakkındaki Görüşleri: Kurtubi diyor ki: “Bu ayetin anlamı şudur: Ey mü’minler, İbrahim el-Halil’in babası için mağfiret dilemesinde lehinize delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü onun bu isteği ancak vermiş olduğu bir sözden dolayı idi.” İbn Abbas der ki: “Hz. İbrahim’in babası, kendisine Allah’a iman edeceğine ve putları terk edeceğine dair söz vermişti. Ancak babası küfür üzere ölünce, artık onun Allah’ın bir düşmanı olduğunu kesinlikle bildi ve ona dua etmeyi terketti. Buna göre Yüce Allah’ın: “Ona” buyruğundaki zamir, Hz. İbrahim’e; söz veren kişi ise onun babasıdır. Söz verenin Hz. İbrahim olduğu da söylenmiştir. Yani Hz. İbrahim babasına, kendisine mağfiret dileyeceğine dair söz vermişti. Ancak müşrik olarak ölünce ondan uzaklaştı. Bu söz verişine ise, Yüce Allah’ın “Rabbimden senin için mağfiret isteyeceğim.[2]” buyruğu da deil teşkil etmektedir.” Kadı Ebubekir b. el-Arabî der ki: “Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib’e mağfiret dilemek hususunda yüce Allah’ın: “Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim.” Buyruğuna dayanmıştı. Yüce Allah ise ona, Hz. İbrahim’in babasına mağfiret dilemesinin, onun kâfir olduğu açıkça ortaya çıkmadan önce babasına verdiği bir söz dolayısıyla olduğunu haber verdi. Hz. İbrahim, babasının açıkça küfrünü anlayınca, ondan uzaklaştı. O halde sen ey Muhammed! Amcanın kâfir olarak öldüğünü gördükten sonra nasıl olur da ona mağfiret dileyebilirsin!”[3] İbn Abbas der ki: “İbrahim, babası ölünceye kadar onun için mağfiret dilemekte devam etti. Onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan uzaklaştı. Bir rivayette ise o, şöyle demiştir: Öldüğünde onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli oldu. Mücahid, dahhak, Katade ve başkaları da –Allah onlara rahmet eylesin- böyle söylemişlerdir.”[4] Ebu Hayyan şöyle der: “İbrahim’in babası için af dilemiş olması, bu hususta başkalarının da onun gibi yapmasının uygun olduğu vehmini vermemesi için Yüce Allah, İbrahim’in babası için af dilemesinin sebebini açıkladı. Bu sebeple de, onun daha önce babasına verdiği sözdür. Zira babasının iman edeceğini düşünüyordu. Vahiy yoluyla babasının Allah’ın düşmanı olduğunu ve onun kâfir olarak öleceğini anlayıp da ümidi kesilince ondan uzaklaştı ve af dilemeye son verdi.”[5] Mahmut Toptaş diyor ki: “Lut’a (a.s.) inanmayan o ahlaksız toplumu, melekler cezalandırmak için görevlendirildiğinde de İbrahim: “Ya Rabbi bunlara bir fırsat tanı, onları helak etme.[6]” diye dua etmişti. Bu ayette İbrahim’in duası, yanık yürekliliği, yumuşak huyluluğu övülüyor. Günahkâr veya müşrik bir insanı gördüğümüzde ondan yüz çevirmemeli, ona beddua etmemeli, bilakis haline üzülmeli, ıslah olması için dua etmeliyiz.”[7] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Meryem: 19/47. [2] Meryem: 19/47. [3] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/424-425. [4] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3684. [5] Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit: 5/105; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Ensar Neşriyat: 2/541. [6] Hud: 11/74. [7] Mahmut Topta, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/410. |
|