AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-23-2008, 02:10   #261
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Evvah :
Kurtubi diyor ki: “Bu kelimenin aslı, “teevvüh; ah edip inlemek”den gelmektedir ki, bu da ızdıraplıca uzun nefes alındığı vakit göğüsten geldiği işitilen ses demektir.” Ka’b dedi ki: “İbrahim (a.s.) ateşi hatırladı mı, ah aderdi.” El-Cevheri der ki: “Arapların bir şeyden şikayet ettikleri vakit, bu işten “ah” demeleri bir ızdırap çekme ifadesidir. Şair der ki:

“Onu hatırladığım her seferinde ah (ederim), onu hatırlamamdan ötürü

Ve (yine ah) aramızdaki yer ve gök kadar uzaklıktan dolayı” [1]

Fahreddin Razi diyor ki: “Evvâh kelimesi, bir kimsenin kederi iyice artınca söylediği “ah” sözünden türemiştir. Bunun sebebi şudur: İnsan hüzünlendiğinde, kalbi ruh, kalbin içinde sıkışıp tıkanmaya, boğulmaya başlar, böylece alabildiğince yanar. İnsan da, kendisinde bulunan bazı kederleri hafifletmek için, kalbinden bu yanan nefesini (ah diyerek) çıkarır. İşte bu lafzın iştikakı hususundaki temel izah budur.”[2]

Süleyman Ateş diyor ki: “Evvâh kelimesi evh kökünden gelir. İnsan çok üzülünce içinde biriken hüznü hafifletmek için “ooh!” der. İşte İbrahim, çok ooh diyen, halkın dertlerine üzüldüğünden çok ooh çeken biri olduğu için “evvâh” sıfatıyla nitelendirilmiştir. Bu şefkat ve merhametinden dolayı babasına, belki doğru yola gelir umuduyla Allah’tan mağfiret dilemiştir. Ama onun kararlı bir kâfir olduğunu anlayınca ondan el çekmiştir.”[3]

Muhammed Ali es-Sabuni diyor ki: “Evvâh: Çok yalvarıp yakaran manasınadır. Bir kimse, acı ve ağrıdan şikayet ettiğinde “Te’vehu’r-raculu” denilir. Mastarı Te’veha’dır. Şair şöyle der:

“Sevgilimi gece uğurladığım zaman, kederli adamın inlemesi gibi inler.”[4]

İzzet Derveze diyor ki: Evvâh: “Allah’a çokça bağlı, yalvaran ve içli, yanık ve Allah’tan korkan anlamındadır.” denilmiştir.[5]

Evvâh: Çok içli, yumuşak kalpli, yufka yürekli, merhametli.[6] Çok dua eden, azab ihtimali dolayısıyla ah vah edip sızlayan, Allah’ı çokça anan... diye açıklanmıştır[7].[8]

Evvâh kelimesi insanın kederinin iyice artmasından sonra “Ah, âh...” biçiminde çıkardığı seslerden türemiştir.[9]

İlim adamları “Evvâh” kelimesinin anlamı ile ilgili şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:

1) İbn Mesud ve Ubeyd b. Umeyr’e göre “Çokça dua eden kimse” demektir.

2) Hasan, Katade, Ebu Meysere, Amr b. Şurahbil ve İbn Mesud’a göre “Allah’ın kullarına karşı çokça merhametli olan kimse” demektir. Nehhas’a göre birinci görüşün İbn Mesud’a ait olduğu senet bakımından daha sahihtir. Amr b. Şurahbil bu kelimenin, Habeşçe’den alındığını söylemiştir.

3) Âta, İkrime, Mücahid, Süfyan, Dahhak ve Ebu Zabyan’dan rivayetle İbn Abbas’a göre “Kesin inanç ve yakîn sahibi” demektir.

4) İbn Abbas ve İbn Cüreyc’e göre “Habeşçe’de mü’min” demektir.

5) Kelbi ve Said b. el-Müseyyeb’e göre “Kimsesiz, ıssız, kurak yerlerde Allah’ı anıp tesbih eden kimse” demektir.

6) Said b. Cübeyr, Hasan-ı Basri ve Ukbe b. Âmir’e göre “Tesbih eden ve Allah’ı çokça zikreden” demektir. Ukbe b. Âmir diyor ki: “Rasulullah (s.a.v.) Zulbicadeyn ismindeki bir adam için buyurdu ki: “Bu adam evvâh’dır. Çünkü bu, Kur’an okuyarak, Allah’ı çokça zikrederdi ve dua ederken sesini yükseltirdi.”[10]

7) Âtâ ve Abdullah ibn Abbas’a göre “Çokça Kur’an-ı Kerim okuyan kimse” demektir.

Abdullah ibn Abbas diyor ki: “Rasulullah (s.a.v.) geceleyin kabristana vardı. Ona bir kandil yakıldı. Cenazeyi kıble tarafından kabre koydu ve buyurdu ki: “Allah sana rahmet eylesin. Şüphesiz ki sen, çok evvâh idin. Kur’an’ı çokço okuyan idin.”[11]

Kurtubi diyor ki: “Bütün bu görüşler, birbirleriyle iç içedir. Kur’an tilaveti ise bütün bunları kapsar.”

8) Ebu Zer’e göre “Çokça ah eden kimse” demektir. İbrahim (a.s.) da: “Ah demenin fayda vermeyeceği bir vakit gelmeden önce cehennem ateşinden ah” derdi.

Ebu Zer der ki: “Bir adam Beytullahı çokça tavaf eder ve dua ettiği sırada, âh âh dermiş. Ebu Zer bu adamı rasulullah’a (s.a.v.) şikayet edince, Rasulullah: “Bırak onu çünkü o, çok evvâh bir kimsedir.” diye buyurmuştur. Bir gece dışarı çıktığımda, Rasulullah’ın o adamı geceleyin –beraberinde bir kandil bulunduğu halde- defnettiğini gördüm.”[12]

9) Mücahid (İbn Abbas’tan rivayetle İbn Cüreyc[13]) ve Nehai’ye göre “Fakih (dinde inceliğine bilgi sahibi, ince kavrayışlı) kimse” demektir.

10) Abdullah b. Şeddad b. el-Hâd’a göre “Huşu duyan, yalvarıp yakaran kimse” demektir.[14]

Enes der ki: “Bir kadın Rasulullah’ın huzurunda hoşuna gitmeyecek bir söz söyledi. Hz. Ömer bu şekilde konuşmaktan onu alıkoyunca, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bırakın o kadını çünkü o evvâh bir kadındır.” “Ey Allah’ın Rasulü! Evvâh ne demektir?” diye sorunca, Rasulullah (s.a.v.): “O huşu duyan bir kadındır.” diye cevap verdi.”[15]

11) Ebu Eyyub’a (ve Şüfeyy İbn Mani’ye[16]) göre “Hatırladığında, günahlarından dolayı mağfiret dileyen kimse” demektir.

12) Ferra’ya göre “Günahlarından dolayı çokça ah eden kimse” demektir.

13) Said b. Cübeyir’e göre “Hayır yaptığını bilen kimse” demektir.

14) Abdulaziz b. Yahya’ya göre “Çok şefkatli kimse” demektir. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) da şefkat ve ince kalpliliği dolayısıyla “Evvâh” diye adlandırılırdı.

15) Âtâ’ya göre “Yüce Allah’ın hoşlanmadığı herşeyden dönen, vazgeçen kimse” demektir.[17]

16) Ebu Derda şöyle demiştir: “Kuşluk namazına ancak evvâh olan devam eder.” (İbn Ebu Hatim)

17) Mücahid diyor ki: “Evvâh; kendisini muhafaza eden, korkan, günahı gizlice işleyip yine gizli olarak ondan tevbe edendir.” (İbn Ebu Hatim)

18) Ka’b el-Ahbar diyor ki: “İbrahim, cehennem zikredildiği zaman: Ah ateşten dermiş.”[18]

Taberi diyor ki: “Bana göre bu görüşlerden doğru olan, Abdullah b. Mesud’dan nakledilen birinci görüştür. Yani evvâh kelimesinden maksat, “Dua eden” demektir. Çünkü Hz. İbrahim, babasını hakka davet ettikten sonra babası, onu tehdit etmiş, İbrahim de babasına Allah’tan af dileyeceğini ve ona dua edeceğini belirtmiştir.”

İbrahim’in neden böyle bir kimse olduğu hakkında alimlerin görüşleri:

1) Bazı alimlere göre “İbrahim, babasına ve diğer insanlara karşı çok merhametli ve çok yumuşaktı. Bu sebeple o, bu sıfatla sıfatlandı.”

2) Bazı alimlere göre “İbrahim’in böyle oluşu, Allah’a kesin iman etmesinden, O’nun azametini bilmesinden ve O’na boyun eğmesindendi.”

3) Bazı alimlere göre “İbrahim’in böyle oluşu, onun Rabbine olan imanının sağlamlığındandır.”

4) Bazı alimlere göre “İbrahim’in kendisine inen ilahi kitabı çokça okumasındandır.”

5) Bazı alimlere göre “İbrahim’in Rabbini çokça zikretmesindendir.”[19]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/427.

[2] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 12/207.

[3] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri: 4/146.

[4] Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit: 5/88; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Ensar Neşriyat: 2/538.

[5] İzzet Derveze, Tefsiru’l-Hadis, Ekin Yayınları: 7/416.

[6] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.87.

[7] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.8 s.275.

[8] Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali Beşir Eryarsoy- Ahmed Ağırakça: s.231.

[9] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.23.

[10] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/159; Suyuti, Durru’l-Mensur: 4/305; İbn Ebi Hatim, İbn Mubarek, İbn Kesir Tefsiri.

[11] Tirmizi, Cenaiz: 62.

[12] Suyuti, Durru’l-Mensur: 4/305.

[13] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3686.

[14] İbn Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınları: 4/371-372; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/425-426.

[15] Suyuti, Durru’l-Mensur: 4/305.

[16] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3685.

[17] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/426-427.

[18] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 7/3686.

[19] İbn Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınları: 4/372.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:10   #262
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Münîb :
Münib: Allahu Teala’ya tevbe edip, yönelen, itaatte devamlı, sadakat gösterendir.

Munîb: Dönen.

“İbrâhim cidden yumuşak huylu (Halim), bağrı yanık (Evvâh), kendisini Allah'a vermiş (Münib) biri idi.”[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/75.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:11   #263
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Rahman tarafından Övülen :
“Hz. İbrahim’i (a.s.) övmekle[1] Allah (c.c.) bize şu mesajı ulaştırmış oluyor. Günaha giren insanlar ne kadar büyük günah içerisinde olurlarsa olsunlarsizin onlara karşı davranışınız İbrahim’in davranışı gibi olmalıdır. Yumuşak ve de yanık yürekli olmamız gerekiyor.

Yanık yürekli insan nasıl olur? Bu, hadisi şerifde şöyle ifade edilmiş: Bir harb esnasında esirler alınmış, esirlerin arasında ihtiyarı var, genci var, kadını var, çoluğu çocuğu var, hepsi var. Çocuklar kadınlar hepsi birbirine karışmışlar. Peygamber efendimiz ashabıyla beraber o olaya bakıyor. Kadının biri çocuğunu arıyormuş. O çocuğa bakıyor, bu çocuğa bakıyor derken kendi çocuğunu buluyor, bağrına basıyor. Sonra ona göğsünü verip emzirmeye başlıyor. Peygamber efendimiz diyor ki: “Şu, çocuğu bulan ve bağrına basan kadını gördünüz. Bu kadın bu çocuğu ateşe atabilir mi?” Sahabeler: “Atamaz ya Rasulallah” dediler. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İşte Allah da mü’min kullarına karşı bu kadından daha merhametlidir.”[2]

Şimdi o kadının yavrusuna olan merhameti vardır. Onu arayıp buluyor, bizim de insanlara karşı merhametimiz böyle olmalıdır en azından. Yani bu insanlar ateşe düşüyormuş da kurtarıyormuşuz gibi olmalıyız.

İbrahim gibi yanık yürekli olmalıyız. Yüreği yanık olmayan insanın başkasına fayda vermesi mümkün değildir. Yani insanlara İslami mesajımızı götürürken İslam’ı ulaştırırken şu gözle bakabilirsek, “Bu adam cehenneme doğru kendini atıyor, bile bile atıyor. Ve ben bu insana mani olmak için geldim. Elinden ve gönlünden tutayım, bu adamın ateşe düşmesini engelleyeyim, diye geldim.” Diyerek gidecek olursanızinsana Allah ta nasip etmişse faydalı olunur.”[3]

Rabbe Teslimiyet ve Adanmışlık (Müslim), Halil/Halilur-Rahmandı (Allah’ın dostu idi.), İnananların Babası:

Halîl: Samimi sevgi manasına gelen hulle’den türemiş olup dost manasınadır. Sa’leb şöyle der: “Dost sevgisi, kalbe girip boş yer bırakmayacak şekilde onu doldurduğu için dosta “halil” denilmiştir. Şair Beşşar şöyle der: “Sen benim kalbimin her tarafını doldurdun. Böyle yaptığı için dosta halil denildi.”[4]

Sevgisi nefes yollarını açan, sevgiliden daha yakın dost. [5]

Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki:

Halil: Hüllet kelimesinden bir vasıftır. Hüllet ise pek samimi bir dostluk demektir, kalbi işgal eden bir muhabbet ve sevgiden ibarettir, sevgiliden başkasından kalbin tahliye edilmesidir. Samimi bir muhabbet ve ihlasa, bir zat ile sırdaş, karşılıklı bir muhabbete sahip olmak da bir hullettir, ilahi sırların bir kalbi kuşatması da bir hullettir. İşte İbrahim de Allah’ın muhabbetine nail, muhterem bir peygamber olduğundan kadrini yüceltmek için kendisine Halilullah denilmiştir. Yoksa onun Halilullah olması, Cenab-ı Hakk’ın ona bir ihtiyacından veya onun bütün ilahi sırlara vakıf olmasından dolayı değildir. Binaenaleyh onun bu ünvana, bu şerefe kavuşması onun kulluk mertebesinin üstünde olmasını gerektirmez. Keşşafı Istılahatu’l-funun’da anlatılmış olduğu üzere Peygamber Efendimiz de Halilullah ünvanı verilmiş olduğunu bir hadisi şerif bildirmektedir. ”[6]

Müslüman ismi “Rabbe teslim olan” anlamına gelir. Onun hayat yolu, varlığının yegane sebebi olan yüce Allah’a teslimiyet idi. Varlığını varlığından aldığı alemlerin Rabbine tüm varlığını feda ettiği için ona Rabbi “halilim” yani “dostum” demişti. O bu fedakarlığını iki imtihanla isbatlamıştı. Birincisi ateşe atıldığında, ikincisi kendisinden oğlunu kurban etmesi istendiğinde... O canını da cananını da bağışlamıştı o yola... Her şey kendisinin olan Allah’a, bir emanetçi oluşunu, kul oluşunu canını, malını ve evladını adayarak göstermişti. Allah da onu bize önder ve örnek kılmış, onun teslimiyetini bizim dinimize isim yapmıştı. İslâm, yani teslimiyet...[7]

Kur’ân’da bu sıfatla nitelenen O’ndan başka kimse yoktur. Hz.İbrâhim ilahi isimlerin mazhar yeri demektir. Bu sıfat, O’nu ilahi isimlerin esrarına yüceltmekten bir mecazdır. Yani “Allah O’nu dost edinmişti” beyanındaki asıl anlam, “O’nu sevgisiyle yüceltti” demektir.[8]

“ Allah İbrâhim’i halil edinmişti.”[9]

“Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Alemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.”[10]

“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrâhim'in (inanaların babası) dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’ân'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!”[11]

“İbrâhim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru (Hanîf) bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.”[12]

Halel kökünden sıfat olan Halil, iki şey arasındaki açıklıktır. Bu kökten sıfat olan “halil”, içli dışlı, sıkıfıkı, insanın bütün gizli şeylerini bilen, sevgisi gönüle işlemiş dost demektir. İsra 73’üncü ayette şayet Hz.Muhammed müşriklerin istedikleri ödünleri vermiş olsaydı, onu halil edinmiş olacakları belirtiliyor. Nisa 125’inci ayette de Allah’ın, İbrâhim’i halil edindiği bidiriliyor.[13]

“Allah İbrâhim'i dost (halil) edinmiştir.”[14]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Hud, 11/75.

[2] Buhari, Edeb: 18.

[3] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/74.

[4] Kurtubi, Camiu li Ahkami’l-Kur’an: 5/400; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir: 2/26.

[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/260.

[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meali ve Tefsiri, İpek Yayınları: 2/137.

[7] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.87.

[8] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.26.

[9] Kur’an-ı Kerim: Nisa, 4/125.

[10] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/131.

[11] Kur’an-ı Kerim: Hac, 22/78.

[12] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/67.

[13] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/145.

[14] Kur’an-ı Kerim: Nisa, 4/125.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:11   #264
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Cesaret Örneği :
Gerçi Hz.İbrâhim’in cesareti onun Allah’a olan teslimiyetinden kaynaklanıyordu. Fakat, yine de ayırıcı bir özellik olarak bu vasfını da anmakla yarar vardır. O, özgür düşünce ve açık görüşlülüğü ile hiç kimseden çekinmeden doğru yolda, Hanîf olarak yürüyen cesur bir kişiydi. O, kendi canını, evlandının canının ve tüm varını adadığı Allah yolunda ateşe atılmaktan korkmuyordu. O, ebedi ve çok daha acı verici olan Allah’ın ateşinden korkuyordu. Dünya ateşini bir gül bahçesi gibi görüyordu, diğerinin yanında...[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.89.


----------------------------------
1. Proaktif Bir Liderdi :
O, tek başına bir önderdi. Onun hareket ve aktiviteleri herhangi bir şeye tepki olarak doğmuyordu. Gerçek ne ise, ona uygun olanı yapıyordu. Onu harekete geçiren kendi iç dinamikleriydi. Beyniydi, kalbiydi... Onun yürüdüğü yol, Allah’ın insanın tabiatına çizmiş olduğu doğal yoldu. O, gittiği her topluma rehberlik etmiş, Alemlerin Rabbinin yolunu göstermiş, öğretmiştir, yaşamıştır ve yaşatmıştır.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.89-90.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:12   #265
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
. Göklerin ve yerin melekûtu gösterilendir :
“Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrâhim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.”[1]

İşte biz İbrahim’e ilme, delile ve gerekçeye itibar edip, yakîn sahiplerinden olsun, Allah’a şeksiz şüphesiz iman etsin diye babasının putlara tapmasının batıl olduğu hakkında gerçeği ona gösterdiğimiz gibi, göklerin ve yerin mülkünü, işleyiş disiplinini, asli düzenini, engin saltanatını da böylece gösteriyorduk. Ona yerler ve gökler açıldı. En üstte ve en altta bulunan hükümranlığı gözleriyle gördü.[2]

Melekût: Mülkler, Saltanat.[3] Büyük hükümranlık demektir. Sonundaki “vav” ve “te” hükümranlığın büyüklüğünü ifade eder. Nitekim rağbet kökünden rağabût, rahbet kökünden gelen rahebût kelimelerinde de vav ve te mübalağa ifade eder.[4]

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır diyor ki: “Ve işte böyle açık bir gösterişle biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Yıldızları, Ay ve Güneş'i ile gökleri ve yeri gözüne gösterdikten başka, tümüyle bütün âlemin bir mülk, bir saltanata tabi olan bir memleket olduğunu ve bu memleketi zabt ve idare eden rablık sırlarını ve hükümranlık saltanatını kalbine bildiriyorduk. Bütün bunlar yerde bir cismanî beşer olan İbrahim'in ruhunda şekilleniyor ve tahakkuk ediyordu. İbrahim görüyordu ki yer ve zamanıyla bütün bu âlemleri toplayıp İbrahim'in nefsine indiren, maddeleri ve maneviyatıyla ona bağlayıp hepsini birden idare ve tedbir eden rabbani kudret, hepsinin sahibi ve hâkimi bulunan, ortak ve benzeri olmayan bir tek kudretten ibarettir. Ve İbrahim, ona gökteki yıldızlardan daha uzak değildir. Yıldızların gökte birer yerleri, mevkileri varsa, yerdeki İbrahim'in, hepsinin üstünde bir şerefi vardır. Böyle bir şerefi taşıyan bir mahlukun ve onun kavminin ve hemcinsinin, o hakiki malik gerisinde herhangi bir mahluka kul, köle olup alçalması pek büyük bir sapıklık, pek tehlikeli bir küfür, bir nankörlüktür. İşte İbrahim'e bu hükümranlığı gösteriyorduk ki öyle desin, ve tam inananlardan olsun.”[5]

Mevdudi diyor ki: “Yani, "nasıl tabiattaki olgular her gün gözlerinizin önündeyse ve Allah'ın ayetleri size gösteriliyorsa, aynı şekilde İbrahim'in de önündeydi. Fakat, İbrahim bunlar üzerinde derinden derine tefekkür edip gerçeği gördüğü halde, siz kör insanlar gibi onlara bakıyor ama görmüyorsunuz. Aynı yıldızlar, aynı ay ve aynı güneş gözlerinizin önünde doğup battığı halde, doğuş zamanlarında siz gerçekten ne kadar uzaktaysanız, batış zamanlarında da onlar aynı ölçüde sizi gerçekten uzaklaştırıyor. Fakat, İbrahim akıl gözüyle tabiattaki aynı olguları gördüğünde üzerlerinde düşünmüş ve gerçeğe varmıştı.[6]

“Şu bozulmamış fıtrat ve açık basiret gibi, hakka karşı böylesine bir içtenlik ve bu derece şiddetle batıldan tiksinme üzerine İbrahim'e bu mülkün, göklerin ve yerin mülkünün gerçek mahiyetini gösterdik. Evrenin planında gizli sırlardan haberdar kıldık. Varlık sayfalarına serpiştirilmiş işaretleri ortaya çıkardık. O'nun kalbi ve fıtratı ile şu olağanüstü evrende yer alan imana yönelik mesajlarla doğru yolu gösteren kanıtları birbirine bağladık. Böylece O'nu, sahte tanrılara kulluk yapmayı reddetme aşamasından gerçek ilahı benimseme aşamasına yükselttik.

İşte fıtratın derin ve yalın yöntemi budur. Bu, birikintilerin yozlaştıramadığı bilinçtir. Evrendeki yüce Allah'ın harikulade sanatını düşünen basirettir bu. Görülen alemleri, içlerindeki sırları dile getirene kadar derinliğine incelemektir. Bu, O'nun uğruna çaba sarfetmenin mükâfatı olarak yüce Allah'ın doğru yolunu göstermesidir.

İşte İbrahim (selâm üzerine olsun) bu şekilde yoluna devam edip Allah'ı bulmuştur. Daha önce fıtratında ve vicdanında bulduktan sonra düşünce ve bilincinde de bulmuştur. Düşünce ve bilincinde bulduğu ilâhlık gerçeği fıtrat ve vicdanda yer eden gerçekle bir uyum arzetmiştir.

O halde İbrahim'in (selâm üzerine olsun) bozulmamış fıtratıyla zorlu bir yolculuğa çıkalım. Kuşkusuz bu, son derece korkulu bir yolculuktur, ilk başta rahat ve kolay görünse de. Fıtrî iman noktasından bilinçli iman noktasına uzanan bir yolculuktur bu. Bu, birtakım farzların ve hükümlerin yükümlülüğü gerektiren imandır. Bu noktada yüce Allah, halk kitlelerini sadece akılları ile başbaşa bırakmamıştır. Peygamberlerin getirdiği mesajlarla açıklama yönüne gitmiştir. İnsan fıtratını veya insan aklını değil de, peygamberliği insanlar için bir gerekçe kılmıştır. Hesaba çekilmenin ve cezalandırılmanın nedeni budur. Bu, yüce Allah'ın adaletinin, rahmetinin, insanlardan haberdar olmasının, onları bilmesinin gereğidir.

İbrahim'e gelince, o, İbrahim'dir. Rahmanın dostu, müslümanların babasıdır.”[7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/75.

Melekût; izzet ve hükümranlık demektir. Yüce Allah, Hz.İbrahim’e göklerdeki hükümranlığını ve hükümranlığının azametini göstermiştir. Kur’an-ı Kerim Türkçe Meâli Kral Fehd Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu; “Hz.İbraahim’e birgün semalar açılmış ve onlarda olup bitenleri seyretmiştir. Bu seyrân esnasında Arş’ı da görmüştür. Aynı şekilde kendisine yedi kat yer de açılmış ve onlarda olup bitenleri de seyran etmiştir. Bu seyrân esnasında gözü günah işleyen kullara takılmış ve onlara bedduâ etmiştir. Bu bedduasına C.Hak tarfından: “Ben kullarıma şüphesiz sendan daha merhametliyim. Onlar belki vaz geçerler veya tevbe ederler” tarzında karşılık vermiştir. Aynı konu ile ilgili biri Hz.Ali, diğeri Mu’az İbnü Cebel’den mervî iki merfu’ hadis vardır. Bunlar da aşağı-yukarı aynı ma’nadadır.” Abdullah Aydemir, Tefsir de İsrâiliyyat, Beyan Yayınları: s.360.

[2] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet.

[3] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/35.

[4] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216.

[5] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayınları: 3/453.

[6] Göklerin ve yerin melekutunu tabiattaki olgulara hasretmek ne kadar tartışmalıysa İbrahim’in (a.s.) bu olgularla gerçeğe ulaştığını söylemek de o kadar tartışmalıdır. İbrahim (a.s.) bunları kavmine delil gösteriyordu. Kendisi doğru yol üzerindeydi, gerçeği biliyordu. Bunun en açık delili, Güneşten önce Ay’ın batışını delil getirirken, “Rabbim beni hidayet etmeseydi...” demesidir ki (En’am: 6/77) Güneş, ay ve yıldızların batışını ‘bunlara tapan kavmine’ onların ilah olmadıklarının delili olarak öne sürmekte ve kendisinin hidayet üzere olduğunu ifade etmektedir. (Çeviren).

[7] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 4/84-85.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:12   #266
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hakka yönelen, Allah’a itaat eden bir önder (imam)’dır :
Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrâhim (a.s.)’i ateşten koruduğu gibi, evlâtlarını da korumuş ve onlara peygamberler arasında üstün mevki ve mertebe de vermiştir. Kur’ân-ı Kerim Hz. İbrâhim’in önderliğinden ve evlâtlarından şöyle bahsediyor:

"Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu[1]." “İbrâhim, gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a ortak koşanlardan değildi.”[2]

Allah Teâlâ, sevdiği kulu İbrâhim’i herkesin tâbi olduğu bir imam/önder yaptığını beyan ediyor. Çünkü İbrâhim (a.s.), Yüce Allah’ın sınavlarını tümüyle ve en güzel şekilde kazanmıştı.

Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrâhim (a.s.)’i ateşten koruduğu gibi, evlâtlarını da şirk ve haramlardan korumuş ve onlara peygamberler arasında üstün mevkî ve mertebe de vermiştir. Yüce Allah, sevdiği kulu İbrâhim’i herkesin tâbi olduğu bir imam/önder yaptığını beyan ediyor[3]. Çünkü İbrâhim (a.s.), Allah’ın sınavlarını kazanmıştı. Allah’ın kendisini insanlara imam kılacağını beyan edince, İbrâhim (a.s.) kendi soyundan da imamlar isteyince, Allah “zâlimler imamlık/önderlik hakkına sahip olamazlar” karşılığını vermiştir. Hiçbir zâlim, imam olamaz, kendisine uyulan önder olamaz, buna hakkı yoktur. Allah’ın imâmet ahdine hiç bir zâlim eremez.

Bu konuda Fahreddin Râzi şöyle der: “Onlar (zâlimler), Allah’ın emirlerinin kendilerine emanet edildiği kişiler olamazlar. Kendilerine uyulamaz. Dolayısıyla imam (önder, lider) olmazlar. Böylece fâsığın imâmetinin bâtıl olduğu bu âyetin delâleti ile sâbit olmuştur. Efendimiz buyuruyor ki: “Yaratana isyan konusunda hiçbir mahlûka itaat yoktur.”[4] Ve yine bu âyet-i kerime gösteriyor ki, fâsık hâkim olamaz. Hüküm mevkiine geçtiği zaman, onun verdiği hükümler uygulanamaz. Şehâdeti kabul edilmez ve Rasûlullah’tan naklettiği hadis benimsenemez. Fetvâ verirse fetvâsına itibar edilemez. Namaz için öne geçirilemez.”[5]

Görüldüğü üzere imamlık veya diğer bir adıyla önderlik, sıradan basit bir görev değildir. Babadan oğula geçen veya soy sop takip eden bir verâset malı olmadığı gibi, zâlim, fâcir, fâsık, münâfık ve müşrik gibi kimselerin de gelip oturduğu bir makam değildir. İmamlık; iman, amel, şuur ve yaptırıcı güce sahip olanların hakkıdır. Bu üstün meziyetlere sahip olmayanlar babası ve atası ne olursa olsun, o yüce makama getirilemez. İslâm, bir saltanat ve hükümdarlık dini değildir. İslâm, hak ve adâlet dinidir. Kim o mertebeye ulaşırsa onun hakkıdır.

İmamlığı sadece bir devlet başkanı olarak düşünmek doğru değildir. İmamlık; risâlet imamlığı, hilâfet imamlığı, devlet imamlığı, cemaat imamlığı ve namaz imamlığı şeklinde geniş bir muhtevâya sahiptir. Hangi şekliyle olursa olsun, o makamlara geçen şahsın zâlimlik, fâsıklık ve benzeri sıfatlardan uzak kalarak tam bir adâlet sıfatına sahip olmaları şarttır. Allah Teâlâ’nın İbrâhim (a.s.)’e söylediği “zâlimlere imamlık ahdim erişmez” ifadesi, sadece İbrâhim nesline münhasır değildir. Her dönemde geçerli bir kuraldır. Zâlimlik ve fâsıklık yaparak Allah’ın dinini hafife alan herkes için geçerli bir ölçüdür bu. Dün de, bugün de, yarın da olsa zâlimler, bu yüce makama getirilemez. Şirk, en büyük zulüm[6] olduğu için, müşrik bir kimse büyük bir zâlimdir. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen zâlimlerin ta kendisi[7] olduğundan Allah’ın indirdiği dışında, O’na ters yasa veya hükümle hükmetmek, insanları yönetmek zulüm olduğu gibi, bu yönetici de zâlimin ta kendisidir.[8] Zulmün zıddı, adâlettir. Allah adâletle davranmayı emretmektedir.[9] Bütün bunlarla birlikte nefsine uyduğundan, câhillik ve başka sebepler yüzünden adâletten ayrılan kimse de zâlimdir. Ve zâlimlerin imam/önder/lider olma hakkı yoktur.[10]

Hz. İbrâhim’in (bir peygamberin) çocukları, onun sülâlesi, zürriyeti de olsa zâlim olduğu müddetçe hiç kimse imam olamaz. Demek ki, Hz. İbrâhim neslinden de bu tür insanlar çıkacaktır. Bu konuda Allah’ın vaadi kesindir: “Zâlimler imamlık ahdime erişemez!” Seyyid Kutub şöyle diyor: “İslâm, itaat ve amel esasına dayanmayan bütün bağları ve alâkaları tamamen koparıp atar. İtikat ve amel bağları kopunca hiçbir şekilde akrabalık ve kan bağını kabul etmez. İtikat ve amel zinciri ile bağlanmadıktan sonra bütün râbıta ve değerleri kökünden siler. Bir milletin iki nesli itikat yönünden muhâlefet ederse, aradaki bağlar kesilir. Hatta itikat ipi kopunca karı ile koca, baba ile evlât arasındaki bağlar bile kopar. Müşrik Araplar ayrı, müslüman Araplar ayrıdır. Şirk devrinin Arabı ayrı şeydi, İslâm devrinin Arabı ayrı şeydir. Aralarında ne bir bağ, ne bir alâka, ne de bir akrabalık vardır. Ehl-i kitaptan iman edenler ayrı, İbrâhim, Mûsâ ve İsa (a.s.)’nın dininden inhiraf edip sapanlar ayrıdır. Âile; babalardan, evlâtlardan ve torunlardan ibaret değildir. Bu değer, aralarında müşterek bir inanç bağı olunca doğrudur. Ümmet de muayyen bir ırkın birbiri ardınca gelen nesiller topluluğundan ibaret değildir. Millet; ırkları, cinsleri, renkleri ve vatanları ne olursa olsun, birleşen mü’minler topluluğundan ibarettir. İşte Kerim olan Allah’ın şu Rabbânî beyanından fışkıran iman tasavvuru, iman duygusu, iman şuuru, iman düşüncesi bundan ibarettir.”[11]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara: 2/124.

[2] Kur’an-ı Kerim: Nahl, 16/120.

[3] Bakara: 2/124.

[4] Müslim, İmâre: 38.

[5] İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/536.

[6] Lokman: 31/13.

[7] Mâide: 45.

[8] Mâide: 45.

[9] Nahl: 16/90.

[10] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri:. 46-49.

[11] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l Kur’an: 1/240; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları: 2
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:13   #267
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Enbiyaların Babasıdır :
Cenab-ı Hakk’ın geniş yeryüzünde hicret edip, ayağının her bastığı yere iman tohumu eken İbrahim as, sabrı ve azmi sebebiyle Enbiyaların babası olmaya müstehak olmuştur. [1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 148.
----------------------------
1. Güzellik verilen ve Salih olan :
“ Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de sâlihlerdendir.”[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Nahl, 16/122.
---------------------------------
1. İbrâhim’in Istıfası (seçilmiş olması) :
“İbrâhim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.”[1]

“Gerçekten Allah Adem’i, Nuh’u, İbrâhim ve İmran’ın ailesini seçip alemlere üstün kıldı.”[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/130.

[2] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/33.
----------------------------------
1. İbrâhim çok misafirperverdir :
Kendisi, sabah, akşam yemeğini, misafirsiz yemezdi. Misafir, bulabilmek için, iki mil ve hattâ daha da, çok yürüdüğü rivayet olunur.[1] Kendisine, Misafirler (Konuklar) Babası denilirdi.[2]

“Onlara İbrâhim'in misafirlerinden (meleklerden) de haber ver.”[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sâlebî-Arais s.99; İbn.İyas-Bedâyiüzzühur s.87; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.226.

[2] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.47; Sâlebî-Arais s.98; Nevevi-Tehzîbülesmâ vellugat c.1,s.100; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s. 226.

[3] Kur’an-ı Kerim: Hicr, 15/51.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:13   #268
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim güzel bir örnektir :
"İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.' 'Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül edip dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır. Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah ğanîdir (zengindir), hamîddir, hamde lâyık olandır.[1]"

Kur’an, “üsvetün hasenetün (güzel örnek)” ifadesiyle tüm müslümanlara örnek gösterdiği Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’dan başka sadece Hz. İbrâhim’in adını verir.[2] Bu, Hz. İbrâhim’in Allah katındaki faziletini gösterdiği gibi, bizim de pratik hayatımızda Hz. İbrâhim’i model almamız, onun davranışlarını hayatımıza geçirmemiz için de her dönem referansımız olması açısından önemlidir.

Allah, Hz. İbrâhim’i mü’minlere örnek olarak gösterdiğine göre, acaba bu örnek insanın temel özellikleri nelerdir? Kur’ân-ı Kerim’den Hz. İbrâhim’in en temel özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:

Nûh’un milletinden[3], seçilmiş önder, elçi, peygamber[4], yalnızca Allah’tan korkan[5], muvahhid ve tek başına bir ümmet[6], hanîf (Allah’ı bir tanıyan muvahhid ve O’na yönelen müslüman)[7], Allah’ın dostu[8], Allah’a itaat ve ibâdet eden[9], doğru yolda olan[10], kitap verilen[11], hikmet sahibi[12], delil verilen[13], ilim sahibi[14], rüşd sahibi[15], akıl yürüten ve aklı en iyi şekilde, gerçeği aramada kullanan[16], mutmain olmak isteyen[17], iyi bir tartışmacı,[18] kendisini Allah’a vermiş[19], sâlihlerden[20], şükredici[21], denenmiş, imtihanlardan başarıyla çıkmış[22], duâ eden[23], düşünen ve düşünmeye dâvet eden[24], neslini düşünen[25], ahiret yurdunu düşünen[26], iyi davranan[27], kuvvetli[28], basîretli[29] İhlâslı[30], sabırlı[31] ümit dolu[32], yumuşak huylu[33], kalb-i selîm sahibi[34], ahde vefâlı[35], insanlara güzel örnek[36], müslüman, müşriklerden olmayan[37], Allah’ın düşmanlarını velî/dost edinmeyen, onlardan kopup uzaklaşan[38], Allah’ın rahmetini kazanmış[39], derecesi yüksek[40], kendisine güzellik ve mükâfat verilmiş.[41]

Allah uğrunda kavim ve kabilesini terk edip hicret etmiş bulunan İbrâhim'in ve onun ailesinin örnek alınması emredilmektedir. Çünkü onlar, inkarcılardan uzak durmuşlar ve yalnız Allah'a inannıncaya dek onlara sevmeyeceklerinin söylemişlerdi. Böylece Allah sevsini ve rızasını akrabalık bağının üstünde, yani Hakk'a bağlılığı duygusallığın, çıkarın üstünde tutmuşlardı. İbrâhim ve ona inananlar hep Allah'a dayanmış, O'na yönelmiş, Allah'a niyaz ederek kendilerini kafirlere fitne yapmamasını, yani kafirleri kendilerine saldırtarak onların, bunları zorla dinlerinden çevirmelerine fırsat vermemesini, kendilerini onların baskısı altına düşürmemesini dilemişlerdir.[42]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mümtehıne: 60/4, 6.

[2] Ahzâb: 33/21; Mümtehıne: 60/4, 6.

[3] Sâffât: 37/83.

[4] Bakara: 2/124, 130; Nahl: 16/120, 121.

[5] Hicr: 15/51-59; En’âm: 6/80, 81; Zâriyât: 51/28, 29.

[6] Nahl: 16/120, 121.

[7] Âl-i İmrân: 3/67.

[8] Nisâ: 4/125; Şuarâ: 26/77-93.

[9] A’râf: 7/131; Nahl: 16/120, Enbiyâ: 21/73.

[10] En’âm: 6/84; Sâffât: 37/99, 100.

[11] Ankebût: 29/27; Necm: 53/36, 37.

[12] Şuarâ: 26/83.

[13] En’âm: 6/83, 75.

[14] Meryem: 19/43.

[15] Enbiyâ: 21/51.

[16] En’âm: 6/74-83; Hicr: 15/54, 55; Meryem: 19/42; Sâffât: 37/95, 96.

[17] Bakara: 2/259, 260; En’âm: 6/75.

[18] Sâffât: 37/83-113; Enbiyâ: 21/57-69; Bakara: 2/258.

[19] Hûd: 11/75.

[20] Nahl: 16/122; Ankebût: 29/27; Şuarâ: 26/83, 84.

[21] Nahl: 16/121.

[22] Bakara: 2/124; Sâffât: 37/103-106.

[23] Bakara: 2/127-129; İbrâhim: 14/35, 41; Mümtehine: 60/5.

[24] Şuarâ: 26/75, 76; Ankebût: 29/19.

[25] Bakara: 2/127-129; Ankebût: 29/27.

[26] Sâd: 38/46.

[27] En’âm: 6/84.

[28] Sâd: 38/45.

[29] Sâd: 38/45.

[30] Sâd: 38/45.

[31] Tevbe: 9/114.

[32] Hicr: 15/55, 56.

[33] Tevbe: 9/114; Hûd: 11/75.

[34] Sâffât: 37/84.

[35] Necm: 53/36, 37.

[36] Mümtehine: 60/4, 6.

[37] Bakara: 2/131; En’âm: 6/161; Nahl: 16/120, 123; Sâffât: 37/107-111.

[38] Tevbe: 9/114; Zuhruf: 43/26; Mümtehıne: 60/4; Meryem: 19/48, 49; Enbiyâ: 21/67.

[39] Hûd: 11/73; Yûsuf: 12/6; Meryem: 19/47.

[40] En’âm: 6/83.

[41] Nahl: 16/122; Ankebût: 29/27.

[42] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/163.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:14   #269
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Sıtkı bütün bir peygamberdir (Sıddık Nebi) :
Kitab’ta İbrahim’i de an; çünkü o, doğru (sıdkı bütün) bir nebi idi. [1]

Sıddık Kime Denir?

Her türlü iş, söz ve ahvâlinde çok doğru olan kimseye sıddık denir. İslâm düşüncesinde sadâkat, imanın temelini oluşturan bir mertebedir. Çünkü sadâkatın velâyetten daha yüce bir mevkisi vardır. Yani her sıddık bir velidir, fakat her veli, sıddık olamayabilir. Yani sıddıklık peygamberliğe daha yakın bir derecedir. Tabiidir ki: hem veli hem de sıddık olan bir kimse, peygamber olmayabilir. Oysa her peygamberin, aynı zamanda hem veli ve hem de sıddık olması gereklidir. O zaman velilik ve sıddıklık, peygamberliğin temeli olan birer nitelik olmaktadır.[2]

Allahu Teala Nebisi Muhammed as.’a İbrahim Halilü’r-Rahman’ı hatırlamasını emrediyor. O, doğruluğunun çok fazla olmasından dolayı Allahu Teala O’nu “Sıddık Nebi” olarak isimlendirdi. O’nu doğrulukla vasıflandırdı ve bunu Nübüvvetten önce zikretti.[3]

Alimlerin Görüşleri :

1) Fahreddin Razi diyor ki: “Sıddık’ın ne demek olduğu hususunda, şu iki görüş ileri sürülmüştür:

a) Bu tabir Hz. İbrahim’in (a.s.) son derece sadık ve doğru olduğunu ifade eder. Bu, adeti doğruluk olan kimseler hakkında kullanılır. Çünkü bu kalıb, bu manayı ifade eder. Nitekim, bu fiilleri adet edinip onlara gönül vermiş kimseler için “Raculun hımmîr: Çok içki içen kimse” ve “Raculun sikkîr: Çok sarhoş olan kimse” denir.

b) O, hakkı adamakıllı tasdik etmiş ve böylece de, bu haliyle meşhur olmuştur. Birinci izah daha uygundur. Zira birşeyi tasdik eden, o tasdikte samimi ve doğru olduğu zaman ancak “sıddîk” ismiyle vasfedilir. Binaenaleyh, iş yine birinci izaha varıp dayanmaktadır.

İmdi, şayet, “Cenab-ı hak, ‘Allah’a ve peygamberlerine iman edenler (yok mu?) İşte sıddikler onlardır, Allah için şahitlik edenlerdir.[4]’ buyurmamış mıdır?” denilirse biz deriz ki: Burada sıddık yine, Allah’a ve rasulüne iman edenlerin bu tasdik işinde sadık oldukları manasını ifade eder. Bil ki Hz. Peygamber’in (s.a.v.) de, haber vermiş olduğu her şeyde sadık olması gerekir. Binaenaleyh bundan Hz. Peygamberin (s.a.v.), söylediği herşey hususunda sadık olduğu neticesi çıkar. Bir de peygamberler, Allah7ın insanlar üzerindeki şahitleridirler. Nitekim Cenab-ı Hak da “Her ümmetten birer şahid, onların üzerine de seni bir şahid olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur?”[5] buyurmuştur. Şahidin sözü ancak, o yalan söylemediği zaman kabul edilir.

İmdi, şayet, “Siz, Hz. İbrahim’in (a.s.) “Tam aksine bu işi onların şu büyüğü yaptı[6]” ve “Doğrusu ben hastayım.[7]” şeklindeki sözleri hakkında ne dersiniz?” denilirse, biz deriz ki: Biz, bu ayetlerin tefsirini yaparken, bu tür şeylerin yalan olmadığını apaçık delillerle izah ettik. Binaenaleyh her peygamberden sıddîk olması gerektiği ama her sıddîkın peygamber olması gerekmediği sabit olunca, bununla sıddıkların mertebesinin peygamberlerin mertebesine yakın olduğu ortaya çıkmış olur. İşte bundan dolayı Allah Teala onun sıddık olmasını zikrettikten sonra, onun peygamber olduğunu bildirmiştir.

2) Muhammed Mahmud Hicazi diyor ki: “Sıddîk: Çok doğru, çok doğrulayıcı demektir.”[8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Meryem, 19/41.

[2] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.26.

[3] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 152.

[4] Hadid: 57/19.

[5] Nisa: 4/41.

[6] Enbiya: 21/63.

[7] Saffat: 37/89.

[8] Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim yayınları: 3/525.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:17   #270
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hiçbir zaman şirke düşmemiştir :
Çocukluğunda da erginliğinde de şirke düşmemişti.

“Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım ben”[1] demiştir.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/125.
----------------------
1. Lisan-ı Sıdk Olması :
İbrâhim as.: “Benden sonrakiler içinde, benim için bir lisan-ı sıdk ver! [1]

“Lisân-ı Sıdk: Dünyada kıyamete kadar eseri baki kalacak güzel bir nam, yani güzel bir şöhret, dosdoğru güzel bir hatıra, şaşmaz güzel bir anı. Bunun için her ümmet Hz. İbrahim'i sevegelmiştir. Veya zürriyetim içinde benim asıl dinimi yenileyecek, benim gibi doğruluk ve tevhide insanları davet edecek doğru bir dil ki, Muhammed (s.a.v) dir. Şüphesiz bunda, yani okunan İbrahim kıssasında mutlak bir âyet var, yani ibret ve öğüt alınacak, ders edinilecek bir hüccet ve delil vardır.”[2]

Lisan-ı sıdk: Doğruluk dili demektir. Bununla; güzel övgü, tertemiz ve mis gibi kokular saçan bir yaşantı kastedilmiştir.[3]

Alimlerin Ayet Hakkındaki Görüşleri:

1) İbn Cerir et-Taberi şöyle der: “İnsanlar içerisinde onlara güzel bir övgü ve güzel bir şöhret nasip ettik.”[4]

2) İbn Kesir diyor ki: “Ali b. Ebi Talha’nın İbn Abbas’tan rivayetine göre burada güzel övgü kasdedilmektedir. Yani onlar her dilde övülmüşlerdir. Süddi ve Malik İbn Enes de böyle söylemişlerdir. İbn Cerir der ki: Allah Teala: “Onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.” buyurmaktadır. Zira bütün dinler(e mensup olanlar) onlara sena etmekte ve onları övmektedirler. Allah’ın salatı ve selamı hepsinin üzerine olsun.”[5]

3) Kurtubi diyor ki: “Onlardan güzel övgülerle sözettik. Çünkü bütün diller onlardan güzelce söz etmektedir. Dil (anlamındaki lisan kelimesi) kelimesi hem müzekker hem müennes olarak kullanılabilir.[6]

4) Fahreddin Razi diyor ki: “Ayette bahsedilen lisan-ı sıdk (sadakat dili), “güzel övgü, nam, şan” demetir. Nasıl, el ile verilen bağış “yed: el” kelimesi ile ifade edilirse, dil ile ifade edilen (yapılan şey) de “lisan” kelimesi ile ifade edilir. Cenab-ı Hak Hz. İbrahim’in “(Benden) sonrakiler arasında, benim için bir lisan-ı sıdk (iyi bir nam) ver.[7]” şeklindeki duasını abul etmiş ve onu insanlar için numune-i imtisal kılmıştır. Öyleki her din mensubu, Hz. İbrahim’i (a.s.) örnek aldığını iddia etmiştir. Nitekim Allah Teala da: “Babanız İbrahim’in dininde olduğu gibi, (Allah) dinde size bir güçlük yüklemedi.[8]” ve “Muvahhid bir müslüman olarak İbrahim’in dinine uy.[9]” buyurmuştur.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 26/84

[2] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim yayınları: 6/104.

[3] Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim yayınları: 3/525.

[4] Taberi Tefsiri: 16/93; Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetu’t-tefasir, Ensar Neşriyat: 3/493.

[5] İbn Kesir Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5150.

[6] Bkz. Al-i İmran 3/78; Kurtubi, Camiu li Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 11/212.

[7] Şuara: 26/84.

[8] Hacc: 22/78.

[9] Nahl: 16/123.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi