AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 05-23-2008, 04:06   #11
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
Hz Mûsâ Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler


Mûsâ (a.s.)'nın Kavmi İsrâiloğullarıyla ve Firavun'la Mücadelelerini Anlatan Âyetler: 7/A'râf, 103-156; 10/Yûnus, 75-92; 20/Tâhâ, 47-79; 26/Şuarâ, 10-68; 27/Neml, 7-14; 28/Kasas, 3-43; 37/Saffat, 114-121; 40/Mü'min, 23-46; 43/Zuhruf, 46-56; 44/Duhan, 17-33; 79/Nâziât, 15-24.

Firavun’un İsrâiloğullarına Zulmü: 2/Bakara, 49; 7/A’râf, 127; 28/Kasas, 4-6; 40/Mü’min, 25; 89/Fecr, 10.

Hz. Musa'nın Annesinin, Onu Nehire Bırakması, Firavun’un Karısının Musa (a.s.)’yı Nil Nehrinde Bulması ve Hz. Musa’nın Firavun Sarayında Büyümesi: 20/Tâhâ, 37-40; 28/Kasas, 3, 7-14.

Firavun’un Karısının Teslimiyeti (Müslümanlığı): 66/Tahrim, 11.

Hz. Musa'nın Hata ile Bir Kıptiyi Öldürmesi, Tevbesi ve Kaçması: 28/Kasas, 14-22.

Hz. Musa'nın Öldürme Olayından Sonra Kaçarak Şuayb (a.s.)'ın Ülkesi Medyen'e Varışı ve Orada Evlenerek Sekiz Yıl Kalışı: 28/Kasas, 22-28.

Hz. Musa'nın Medyen'den Ailesiyle Tekrar Mısır'a Dönerken Tur Dağında Kendisine Mucizeler Verilmesi: 28/Kasas, 29-35.

Tur Dağı: 2/Bakara, 63, 93; 4/Nisâ, 154; 19/Meryem, 52; 20/Tâhâ, 80; 23/Mü'minûn, 20; 28/Kasas, 44, 46; 52/Tûr, 1; 95/Tîn, 2.

Hz. Musa'nın Çocukluğundan, Kardeşi Harun (a.s.) ile Birlikte Firavun'a Gönderilmesine Kadar Geçen Olayları Anlatan Âyetler: 28/Kasas, 3-35.

Hz. Musa'ya Peygamberlik Verilmiştir: 6/En'âm, 84; 19/Meryem, 51; 37/Saffat, 114

Hz. Musa'nın Tuvâ Vâdisinde Allah'ın Vahyine Mazhar Olması: 20/Tâhâ, 9-23, 41; 79/Nâziât, 15-19.

Hz. Musa'nın Tuvâ'da İlk Vahyi Aldığı Zaman Allah ile Aralarındaki Konuşmalar: 20/Tâhâ, 9-46.

Hz. Musa ile Allah Teâlâ Vasıtasız Konuşmuştur: 2/Bakara, 253; 4/Nisâ, 164; 7/A'râf, 143-145, 154; 19/Meryem, 52.

Hz. Musa Firavun'a ve Onun Kavmine Gönderilmiştir: 7/A'râf, 103; 10/Yûnus, 75-76; 11/Hûd, 96-97; 20/Tâhâ, 24; 23/Mü'minûn, 45-46; 25/Furkan, 36; 26/Şuarâ, 10-11; 43/Zuhruf, 46; 44/Duhan, 17; 79/Nâziât, 15-19.

Hz. Musa, Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a Gönderilmiştir: 40/Mü'min, 23-24: 51/Zâriyât, 38.

Hz. Musa, İsrâiloğullarına Gönderilmiştir: 32/Secde, 23.

Hz. Musa'ya Tevrat Verilmiştir: 2/Bakara, 51, 53, 87; 6/En'âm, 154; 11/Hûd, 110; 17/İsrâ, 2; 21/Enbiyâ, 48; 23/Mü'minûn, 49; 25/Furkan, 35; 28/Kasas, 43-44; 32/Secde, 23; 37/Saffat, 117-118; 40/Mü'min, 53-54; 41/Fussılet, 45; 46/Ahkaf, 12.

Hz. Musa ve Hârun'un Nesillerinden Peygamberler Gelmiştir: 37/Saffat, 119-122;

Hz. Musa'nın, Kendisine Hikmet Verilen Bir Kul'la Kıssası: 18/Kehf, 60, 82.

Hz. Musa 'nın Şeriatiyle Amel Eden Diğer Peygamberler: 2/Bakara, 87.

Musa (a.s.)’ya Firavun’a Karşı Davet Görevinin Verilmesi: 20/Tâhâ, 24, 41-48; 26/Şuarâ, 16-17.

Hz. Musa'nın Firavun'a Karşı Dâvet Görevini Aldığı Zaman Duâsı ve Allah'tan İstekleri: 20/Tâhâ, 24-36.

Hz. Musa'nın Kardeşi Harun'un, Kendisine Yardımcı Olarak Verilmesi: 19/Meryem, 53; 20/Tâhâ, 29-36, 42; 25/Furkan, 35; 26/Şuarâ, 10-17; 28/Kasas, 33-35.

Hz. Musa'nın, Etkili Söz İçin Allah'a Duâsı: 20/Tâhâ, 24-28.

Firavun’un Tanrılık İddiası: 10/Yûnus, 83; 26/Şuarâ, 29; 28/Kasas, 4, 38; 79/Nâziât, 20-24.

Firavun’un Halka Zulmü: 89/Fecr, 10.

Musa (a.s.)’nın Firavun’a Daveti ve Firavun’un Tepkisi: 7/A’râf, 103-128; 10/Yûnus, 77-83; 17/İsrâ, 101-102; 20/Tâhâ, 47-79; 23/Mü’minun, 47; 26/Şuarâ, 10-68; 27/Neml, 13; 28/Kasas, 36-39; 43/Zuhruf, 46-47; 44/Duhân, 17-21; 51/Zâriyât, 38-39; 79?Nâziât, 16-24.

Hz. Musa'nın Mucizeleri: 2/Bakara, 53, 60; 7/A'râf, 106-108, 115-122, 132, 160; 20/Tâhâ, 17-23, 65-70; 26/Şuarâ, 29-33, 60-63; 27?Neml, 7-12; 28/Kasas, 29-32.

Hz. Musa'ya Verilen Dokuz Mucize: 17/İsrâ101; 27/Neml, 12.

Firavun’un Sihirbazları: 7/A’râf, 115-126; 10/Yûnus, 79-82; 20/Tâhâ, 57-73; 26/Şuarâ, 36-51.

Firavun ve Taraftarları Hz. Musa’nın Mucizelerini Kibir ve Zulümlerinden Dolayı İnkâr Ettiler: 27/Neml, 13-14; 73/Müzzemmil, 16.

Firavun’un Tanrıya Yükselmek İçin Kule Yaptırması: 40/Mü’min, 36-37.

Firavun’un Müstekbirliği: 43/Zuhruf, 51-55; 44/Duhân, 30-31; 73/Müzzemmil, 16.

Firavun’un Hz. Musa’yı Öldürmek İstemesi ve Bir Mü’min Tarafından Firavun’un Uyarılıp Korkutulması: 40/Mü’min, 26-46.

Hz. Musa’nın Firavun ve Taraftarları İçin Bedduası: 10/Yûnus, 87-89; 44/Duhân, 22-23.

Firavun ve Meleinin Kuraklık, Kıtlık vb.Belâlarla Cezalandırılması: 7/A’râf, 130-135;50/Kaf,13-14.

Firavun ve Taraftarlarının Yok Oluşu: 2/Bakara, 50; 7/A’râf, 136-137; 8/Enfâl, 52-54; 10/Yûnus, 90-91; 17/İsrâ, 103-104; 20/Tâhâ, 77-79; 23/Mü’minun, 48; 25/Furkan, 36; 26/Şuarâ, 60-66; 27/Neml, 14; 28/Kasas, 40-41; 29/Ankebut, 39-40; 43/Zuhruf, 48-50, 55-56; 44/Duhân, 22-29; 50/Kaf, 13-14; 51/Zâriyât, 40; 54/Kamer, 41-42; 69/Hakka, 9-10; 79/Nâziât, 23-26; 89/Fecr, 10-13.

Hz. Musa’nın ve İsrailoğullarının Firavun’dan Kurtulması: 7/A’râf, 136-138; 10/Yûnus, 90; 20/Tâhâ, 77-78, 80; 26/Şuarâ, 60-66; 37/Saffât, 115-116; 44/Duhân, 22-24, 30-31.

Firavun’un Boğulurken İman Etmesi: 10/Yûnus,90-92; 51/Zâriyât, 40.

Firavun, Kavmini Âhirette Ateşe Götürecektir: 11/Hûd, 98-99; 28/Kasas, 40-42; 40/Mü’min, 46:

Firavun’un Veziri Hâmân: 28/Kasas, 6, 8, 38; 29/Ankebut, 39.

Hz. Musa’yı Yalanlayanların Kötü Sonları: 22/Hac, 42-44.

Hz. Musa'nın, İsrâiloğullarına Dâveti ve Kavminin Tepkisi: 2/Bakara, 68-71; 5/Mâide, 20-26; 7/A'râf, 128-129; 10/Yûnus, 84-86; 14/İbrâhim, 5-8; 20/Tâhâ, 85-87; 26/Şuarâ, 65-67; 61/Saff, 5.

Hz. Musa'nın, Kavmini Kardeşi Hârun'a Bırakması: 7/A'râf, 142, 150-151; 20/Tâhâ, 92-94.

İsrâiloğullarının Buzağıya Tapmaları: 2/Bakara, 51-52, 92-93; 7/A'râf, 148-152, 155-156; 20/Tâhâ, 83-97.

İsrâiloğullarının Hz. Musa'ya İsyanları: 5/Mâide, 20-26; 7/A'râf, 138-140.

İsrâiloğullarının, Buzağıya Tapmalarından Sonra Tevbesi: 7/A'râf, 155-156.

Hz. Musa'nın Kavminden Karun: 28/Kasas, 76-84; 29/Ankebut, 39-40.

yy-Sina: 95/Tîn, 2.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:06   #12
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
FİRAVUN’UN MISIR HAKİMİYETİ ve İSRAİLOĞULLARI’NIN DURUMU


Eski Mısır medeniyeti, aynı tarihlerde Mezopotamya’da kurulmuş şehir devletleriyle birlikte, tarihin en eski uygarlıklarından biridir. Mısır, döneminin en organize sosyal ve siyasi düzenine sahip devleti olarak bilinir. M.Ö. 3000’ler civarında yazıyı bulup kullanmaları, Nil nehrinden faydalanmaları, ülkenin çevresinin çöllerle kaplı olması ve doğal yapısı sayesinde dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korunmuş olması, Mısırlıların sahip oldukları medeniyetin ilerlemesine büyük katkıda bulunmuştur.

Ancak bu uygarlık, Kuran’da inkar sisteminin en açık ve net tarif edildiği “Firavun yönetiminin” geçerli olduğu bir medeniyettir. Bu toplumun insanları Allah’a karşı büyüklük taslamışlar, hak dinden sırt çevirmişler ve inkar etmişlerdir. Sahip oldukları ileri medeniyetleri, sosyal ve siyasal düzenleri, askeri başarıları onları helak olmaktan kurtaramamıştır.

Mısır tarihinin en önemli olayları ise, İsrailoğulları’nın bu ülkedeki varlıklarıyla ilgili olarak gelişmiştir.

İsrail, Hz. Yakub’un bir diğer ismidir. Hz. Yakup’un oğulları “İsrailoğulları” olarak bilinen, sonradan “yahudi” olarak da anılan kavmi oluşturmuştur. İsrailoğularının Mısır’a gelişleri ise Hz. Yakub’un küçük oğlu Hz. Yusuf zamanında olmuştur. Kuran’da Hz. Yusuf’un yaşamı Yusuf suresinde detaylı bir şekilde anlatılır. Hz. Yusuf küçüklüğünden başlayarak bir çok sıkıntılar çekmiş, saldırılara ve iftiralara maruz kalmıştır. Daha sonra bir iftira sonucunda girdiği zindandan kurtularak, Mısır’da hazinelerin başına gelmiştir. Bunun ardından onun öncülüğünde İsrailoğulları Mısır’a girmeye başlamışlardır. Kuran’da bu olay şöyle anlatılır:

Böylece onlar (gelip) Yusuf’un yanına girdikleri zaman, anne ve babasını bağrına bastı ve dedi ki: “Allah’ın dilemesiyle Mısır’a güvenlik içinde giriniz.” (Yusuf Suresi, 99)

Kuran’dan anladığımıza göre, ilk başlarda yukarıdaki ayette belirtildiği gibi barış ve güven içinde yaşayan İsrailoğulları zamanla Mısır toplumu içindeki statülerini kaybetmeye başlamışlar ve sonunda köle konumuna gelmişlerdir. Ayetlerden, Hz. Musa’nın geldiği dönemde İsrailoğulları’nın böyle bir konumda yaşadıkları görülmektedir. Hz. Musa, Kuran’da anlatıldığına göre “kölelikte bulunan bir kavmin” bir üyesi olarak Firavun’a gitmiştir. Firavun ve adamlarının Hz. Musa ve Hz. Harun’a karşı verdikleri şu kibirli cevap, bu konuda bizi bilgilendirmektedir:

Dediler ki: “Bizim benzerimiz olan iki beşere mi inanacak mışız? Kaldı ki, onların kavimleri bize kullukta (kölelikte) bulunmaktadırlar.” (Müminun Suresi, 47)

Ayetlerde bildirildiğine göre Mısırlılar İsrailoğulları üzerinde gerçek bir kölelik yönetimi kurmuşlardı. Kendi işlerinde hizmet için İsrailoğulları’nı kullanıyorlardı. Köleliğin sürmesi için onları zorlamakta ve işkenceyle baskı altında tutmaktaydılar. Mısır toplumu içinde İsrailoğulları’na yapılan baskı o kadar ileri gitmişti ki onların nüfusları bile denetim altında tutuluyordu. Kendileri için tehlikeli olacağını düşündükleri erkek nüfusunun artışına engel olunuyor, hizmet için kullanacakları kadınlar sağ bırakılıyorlardı. Allah, İsrailoğulları’na hitab eden ayetlerde bu gerçeği şöyle açıklar:

Sizi, dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49)

Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı. (Araf Suresi, 141)

Mısır’da hakim olan bir din vardı. Bu, Firavun’un atalarından kalan eski, putperest bir dindi. Bu batıl dine göre bir çok tanrı vardı. Firavun ise yeryüzünde yaşayan bir tanrıydı. İşte bu düşünce, ona halkı karşısında büyük bir güç veriyordu. Firavun ve onun etrafındakiler atalarının dininden kaynaklanan yaşam tarzına karşı Musa peygamberi bir tehlike olarak görmüşlerdi. Çünkü atalarının dinine göre büyüklük tümüyle Firavun’a aitti. Firavun’un bu büyüklenme ve sahiplenme isteği ve Hz. Musa ile Hz. Harun’u kendine rakip gibi görmesi, Firavun ve çevresinin Hz. Musa ve Hz. Harun’a söylediklerinden anlaşılmaktadır:

Onlar: “Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz” dediler. (Yunus Suresi, 78)

Firavun, atalarının dinine göre kendisinin tanrı olduğunu iddia ediyordu. Hatta bu konuda çok daha ileri giderek kendisinin en yüce Rab olduğunu ileri sürüyordu:

(Firavun) Dedi ki: “Sizin en yüce Rabbiniz benim.” (Naziat Suresi, 24)

Firavun ve çevresindekiler sahip oldukları batıl dinlerinden dolayı kendilerini ilahi şahıslar olarak görüyorlardı. Gerçek dinin ortaya koyduğu tevazu, sevgi, şefkat gibi kavramlardan tamamen uzak oldukları için büyüklenen bir yapıları vardı. Bu büyüklenmelerinin bir sonucu olarak da kendilerinin zorba davranışlarda bulunmaya hak sahibi olduklarını düşünüyorlardı. Onların bu durumu, şu ayetle haber verilmiştir:

“Firavun’a ve ileri gelen çevresine; fakat onlar büyüklendiler. Onlar, ‘büyüklenen-zorba’ bir topluluktu.” (Müminun Suresi, 46)

Firavun’un Mısır halkı üzerinde o kadar büyük bir etkisi vardı ki herkes onun gücüne boyun eğmişti. Mısır’ın tüm topraklarının ve Nil nehrinin sahibinin yalnızca Firavun olduğunu zannediyorlardı:

Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: “Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?” (Zuhruf Suresi, 51)

Mısır için Nil hayat demekti. Nil sayesinde tarım yapılabiliyordu. Ondan alınan suyla ekinler sulanıyor, hayvanlar ihtiyaçlarını sağlıyor, insanlar su içebiliyorlardı. İşte Firavun’a ve çevresindeki önde gelenlere göre tüm bu suyun ve toprakların tek sahibi Firavun’du. Firavun’un bu gücünü herkes kabullenmiş ve ona tabi olmuştu

Firavun gücünü daha iyi kullanabilmek ve insanları daha kolay boyunduruğu altına almak için onları kendi aralarında bölümlere ayırıp kendine yakın olarak seçtikleriyle zayıflattığı bölümleri rahatça yönetebiliyordu. Bir ayette bu duruma şöyle dikkat çekilmiştir:

Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)

Hz. Musa doğmadan önce Mısır’a baktığımızda; ülkenin tümüyle fesat ve bozgunculukla dopdolu olduğunu görüyoruz. Sırf ırk farklılığından dolayı insanlar köle yapılıyor, işkence altında tutuluyor ve erkek çocuklar sebepsiz yere öldürülüyordu. Diğer taraftan zulüm ve kibirlenme içinde bulunan Firavun kendini yeryüzündeki ilah olarak görüyordu. Çok güçlü bir sistemle her şeye hakim olan Firavun, insanların ona tabi olmasını sağlamıştı.

İşte böyle bir ortamda Allah baskıyı ve zulmü ortadan kaldıracak, insanlara Rablerinin Allah olduğunu hatırlatacak, tekrar hak dini insanlara öğretecek ve İsrailoğulları’nı esaretten kurtaracak bir elçi olarak Hz. Musa’yı gönderdi.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:07   #13
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
HZ. MUSA’NIN DOĞUMU


Hz. Musa bir önceki bölümde anlattığımız gibi çok zor bir ortamda dünyaya geldi. Dünyaya geldiği anda dahi hayatı tehlikedeydi. Firavun tüm yeni doğan erkek çocukları öldürüyor, kız çocukları ise kölelik yapması için sağ bırakıyordu. İşte, Hz. Musa böyle bir tehlike içinde kölelerin arasında öldürülme tehdidiyle yaşamaya başladı. Annesi de Hz. Musa için endişe ediyordu. Bu endişesi Allah’tan aldığı ilhama kadar da sürdü:

Musa’nın annesine: “Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız” diye vahyettik (bildirdik). (Kasas Suresi, 7)

Allah, Hz. Musa’nın annesine eğer korkarsa ne yapacağını söylemişti. Eğer Firavun’un adamları Hz. Musa’nın doğduğunu öğrenirse onu sandığın içine koyacak ve suya bırakacaktı. Hz. Musa’nın annesi aldığı vahiy doğrultusunda öyle de yaptı. Çünkü oğlunun hayatından endişe ediyordu. Hz. Musa’yı bir sandığa koydu ve akmakta olan Nil’in sularına bıraktı. Akıntının onu nasıl ve nereye götüreceğini bilmiyordu. Fakat Rabbinin ilhamı ile, sonunda tekrar kendisine geri döneceğini ve peygamber olacağını biliyordu. Herşeyi yaratan ve onlara nizam veren Allah, onu ve Hz. Musa’yı da yaratmış, kaderlerini ne olduğunu da ona bildirmişti. Allah daha sonra doğumuyla ilgili bu gerçeği Hz. Musa’ya şöyle hatırlatacaktı:

“Hani, annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki

“Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır..” (Taha Suresi, 38-39)

Burada üzerinde durulması gereken önemli bir konu, kaderdir. Ayette Allah Hz. Musa’nın annesine oğlunu suya bırakmasını söylemiş ve sonunda onu Firavun’un alacağını ve onun kendisine geri dönüp elçilerden olacağını bildirmişti. Yani Hz. Musa doğduğunda onun bir sandık içinde suya bırakılacağı, Firavun’un onu bulacağı, sonunda ise Hz. Musa’nın bir peygamber olacağı belliydi. Çünkü Allah onun kaderini öyle belirlemişti. Allah bunu Hz. Musa’nın annesine bildirdi.

Burada Hz. Musa’nın hayatındaki tüm detayların en ince ayrıntısına kadar Allah katında kaderde takdir edildiğine ve aynen takdir edildiği gibi gerçekleştiğine dikkat etmek gerekir. Allah’ın Hz. Musa’nın annesine ilettiği vahyin gerçekleşmesi, sayısız şartın tam kaderde tespit edildiği şekilde meydana gelmesi ile olmuştur.

Hz. Musa’nın Firavun’un adamlarından kurtularak, suda boğulmadan Firavun’un sarayına kadar gitmesi için:

1- Bebek yaştaki Hz. Musa’nın bindirildiği sandık su almamalıdır. Bunun için sandık ustasının sandığı suda yüzebilecek uygun ölçülerde yapmış olması gereklidir. Öte yandan sandığın şekli de yüzme hızı açısından önemlidir. Ne çok daha hızlı yüzüp Firavun’un olduğu yeri geçecek ne de yavaş olup geri kalacak şekilde olmalıdır. Tam olması gereken hızda hareket edecek şekilde yapılmış olmalıdır. Bunların hepsi de sandığı yapan ustanın kaderinde tespit edilmiş detaylardır. O da bu sandığı tam yapması gereken şekilde yapmıştır.

2- Sandığı sürükleyen akıntı ne daha hızlı ne de daha yavaş olmalı, nehrin suları tam gerekli hızda ilerlemelidir. Yani Nil’in debisini oluşturan yağışlar da tam bu şekilde Allah’ın yarattığı kader ölçüsünde belirli bir hesap ile olmuştur.

3- Esen rüzgarlar da sandığı yine tam gerektiği şekilde etkilemelidir. Yani rüzgar da bir kader doğrultusunda esmektedir. Ne çok esip sürüklemeli, ne ters esip yönünü değiştirmeli ne de yavaş esip hızını azaltmalıdır.

4- Nil boyunca başka kimse bu sandığı bulmamalıdır. Yani sakıncalı hiç kimse oradan geçmemeli, oradan geçmekte olan hiç kimse de ona rastlamamalıdır. Dolayısıyla Nil çevresinde yaşayan herkes bir kader doğrultusunda oradan geçmeyecek veya sandığı görmeyecektir. Nitekim bu şart da Allah’ın tespit ettiği kadere göre gerçekleşmiştir.

5- Hz. Musa’nın hayatı gibi Firavun ve ailesinin hayatı da bir kader doğrultusundadır. Onlar da tam olmaları gereken saatte ve olmaları gereken yerde olmalı ve Hz. Musa’yı bulmalıdırlar. Belki Firavun ailesi Nil kenarına daha erken gelmeyi planlamış olabilir. Onların gecikmesine sebep olan da kaderlerindeki işi yaparak olması gerekeni sağlamıştır.

Bunların hepsi Firavun’un Hz. Musa’yı bulmasını sağlayan sebeplerden birkaçıdır. Hepsi de Allah’ın Hz. Musa’nın annesine daha önceden vahyettiği söze uygun olarak tam gerektiği şekilde gerçekleşmiştir. Gerçekte Allah’ın Hz. Musa’nın annesine verdiği söz de ve gerçekleşen tüm diğer olaylar da, Allah’ın ezelde tespit ettiği kadere göre olup bitmiştir.

Hz. Musa’nın kaderinde olan olaylar sadece buraya kadar anlattığımız gibi hadiseler değildir. Hayatının her anı belli bir kader çizgisiyle örülmüştür. O ne doğduğu yeri, ne doğduğu yılı, ne kendi kavmini ne de anne ve babasını seçmiştir. Bunların hepsi Allah tarafından takdir edilmiş ve yaratılmıştır.

Daha ince ve detaylı olarak düşündüğümüzde kaderin hayatın her anına nasıl mutlak şekilde hakim olduğunu daha yakından hissedebiliriz. Bu kıssa da bunu çokça hatırlatarak üzerinde düşünülmesini sağlar. Allah, Hz. Musa kıssasındaki tüm bu detaylarla, aslında Kendisi’nin, tüm insanların ve tüm kainatın kaderini de önceden takdir ettiğini bizlere hatırlatmaktadır.

Nasıl Hz. Musa Nil’de kaderin sevkiyle hareket ediyorsa Firavun ve ailesi de onunla karşılaşacakları yere kaderleri doğrultusunda gitmiştir. Ayetlerde Firavun ailesinin, aynen Allah’ın daha önce Hz. Musa’nın annesine vahyettiği gibi davrandıkları, yani onu bilmeden himaye altına aldıkları şöyle anlatılır:

Nihayet Firavun’un ailesi, onu (ileride bilmeksizin) kendileri için bir düşman ve üzüntü konusu olsun diye sahipsiz görüp aldılar. Gerçekte Firavun, Haman ve askerleri bir yanılgı içindeydi. Firavun’un karısı dedi ki: “Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.” Oysa onlar (başlarına geleceklerin) şuurunda değillerdi. (Kasas Suresi, 8-9)

Böylece Firavun ve ailesi, kaderlerinin nereye gittiğini bilmeden ancak o kadere tabi bir şekilde Hz. Musa’yı buldular ve onu evlatlıkları olarak yanlarına aldılar. Hatta Hz. Musa’yı kendileri için bir fayda getirir umuduyla yanlarında tuttular.

Diğer tarafta ise Hz. Musa’nın annesi oğlunun durumunu bilemediği için endişe içindeydi. Allah onun bu duruma dayanması için kalbini pekiştirdiğini bildirmiştir:

Musa’nın annesi ise, yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer mü’minlerden olması için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu(n durumunu) açığa vuracaktı. Ve onun kız kardeşine: “Onu izle,” dedi. Böylece o da, kendileri farkında değilken onu uzaktan gözetledi. Biz, daha önce ona süt analarını haram etmiştik. (Kız kardeşi “Ben, sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) bir aileyi size bildireyim mi?” dedi. Böylelikle, gözünün aydın olması, üzülmemesi ve gerçekten Allah’ın va’dinin hak olduğunu bilmesi için, onu annesine geri vermiş olduk. Ancak onların çoğu bilmezler. (Kasas Suresi, 10-13)

Bebek yaştaki Hz. Musa, kendisine gelen hiç bir süt annesine yönelmemiş, hiçbirinin sütünü içmemişti. Çünkü, Allah ona sadece annesinin sütünü içecek şekilde bir kader belirlemişti. Bu olay da insanların tüm isteklerinin Allah’ın belirlediği kadere göre yaşandığının bir örneğidir. Hz. Musa sonunda annesine ilham ile bildirildiği gibi tekrar kendi ailesine geri dönmüş oluyordu.

Allah, Hz. Musa kıssasında, zor gibi gözüken olayları kolaylıkla yarattığını ve şer gibi gözüken olayları kolaylıkla hayra çevirdiğini insanlara göstermektedir. Bir annenin, bebeğinin zalim askerler tarafından öldürülme tehlikesiyle yüz yüze gelmesi, bunun ardından bebeği kurtarmak için onu nehre yapayalnız bırakması, bebeğin ülkenin en güçlü ailesi tarafından bulunup evlat edinilmesi ve sonra başka hiç bir anneden süt emmeyen bebeğin tekrar annesine geri dönmesi… Bu olayların hepsi ayrı birer mucizedir. Bizlere Allah’ın takdir ettiği kaderdeki kusursuzluğu göstermektedir. Kaderin her detayı mümin olanlar için hayırla gelişir. Bu örnekte gördüğümüz gibi Allah kimi zaman bu hayrı hiç umulmadık sebepleri vesile ederek gerçekleştirmektedir.


dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:07   #14
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
HZ. MUSA'NIN MISIR’DAN KAÇIŞI


Kuran’da Hz. Musa ile ilgili şöyle bir olay aktarılmıştır:

(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da “Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkca saptırıcı bir düşmandır” dedi. (Kasas Suresi, 15)

Bu olayda Hz. Musa kendi taraftarlarından birisinin kavgasına şahit olur. Kimin haklı kimin haksız olduğuna bakmadan, kendi taraftarlarından olanın yanında yer alır. Diğer taraftaki kişiye yumruk atar ve onu istemeden öldürür. Hz. Musa büyük bir hata yaptığının farkına varır. Bu olayda, Allah bize bir ders vermekte ve bir insanı haksız olmasına rağmen sırf kendi taraftarlarından olduğu için desteklemenin yanlışlığını öğretmektedir. Hz. Musa, kendi taraftarlarından olanı üstün tutan davranışını “şeytan işi” bir şey olarak nitelendirmektedir.

Burada eleştirilen yaklaşım, gerçekten de tarih boyunca insanlığa hep kin ve savaş getirmiştir ve getirmeye devam etmektedir. İnsanların adalet ve hakka göre değil, her ne surette olursa olsun kendi ailesini, aşiretini, kavmini, yandaşlarını veya ırkını haklı çıkarmaya yönelik saplantıları, tarihteki çatışma ve zulümlerin en büyük sebebidir.

Hz. Musa şeytanın insana vermeye çalıştığı bu kötü duygunun bir zulüm olduğunu vicdanıyla hemen anlamış, şeytanın kışkırtmasıyla işlediği hatadan dolayı tevbe edip Allah’a sığınmıştır. Kıssanın devamında Hz. Musa’nın bu örnek ve vicdanlı tavrı şöyle anlatılır:

Dedi ki: “Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.” Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir. Dedi ki: “Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım.” (Kasas Suresi, 16-17)

Hz. Musa yaptığı hatayı, bir kişiyi sadece kendi taraftarlarından olduğu için koruduğunu ama aslında adaleti ayakta tutması gerektiğini anlamıştı. Fakat o taraflı yaklaşım Mısır’da hakimdi. Hz. Musa, onlardan birisini yanlışlıkla öldürmüştü. Şimdi onlar kendi ırklarını tutacakları için Hz. Musa’nın öldürülmesini isteyebilirlerdi. Bu ihtimal, ona korku vermişti:

Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: “Sen açıkca bir azgınsın.” (Kasas Suresi, 18)

Böylece Hz. Musa ile Firavun kavmi arasındaki ayrılma başladı. Hz. Musa kendisine Firavun ve çevresi tarafından bir zarar geleceği endişesiyle geceyi geçirdi. Gündüz vakti yukarıdaki ayetlerde bildirilen olay gerçekleşti: Bir gün önce yardım ettiği kişi yine başka birisi için Hz. Musa’dan yardım istedi. Çünkü Hz. Musa ayetin ifadesiyle onun taraftarlarındandı ve aynı bir gün önce yaptığı gibi o gün de kendisine yardım edeceğini düşündü. Fakat Hz. Musa aynı hatayı bir daha tekrarlamadı. Kendi taraftarlarından olan kişinin hatalı olduğunu bildiği için ona yardım etmedi. Asıl suçlu olan bu kişi ise hemen Hz. Musa’nın aleyhine dönüp onu eleştirdi. Onu eleştirirken bir gün önce ona yardım ederken yanlışlıkla adam öldürmesini de Hz. Musa aleyhine bir delil olarak kullandı:

Sonunda ikisinin de düşmanı olan (adam)ı yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: “Ey Musa dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.” (Kasas Suresi, 19)

Hz. Musa, Mısır halkından birisini yanlışlıkla da olsa öldürmüş bir insan konumundaydı. Firavun ve önde gelenler de Hz. Musa’nın cezalandırılmasını ve hatta öldürülmesini görüşmeye başladılar. Bu konuşmaları duyan bir kişi Hz. Musa’ya gelerek onu uyardı. Öldürülmekten endişe eden Hz. Musa şehirden ayrılıp Mısır’dan uzaklaştı:

Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: “Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim.”Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: “Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar” dedi. (Kasas Suresi, 20-21)

Hz. Musa’nın yaşamıyla ilgili bu gerçekler, bizlere onun karakteri hakkında da bilgi vermektedir. Ayetlerde Hz. Musa’nın kişiliğine dair bilgiler verilmekte ve onun heyecanlı bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Kavga eden iki kişiden hemen taraftarlarından olanı tutmuş, diğerini bir yumrukla öldürmüş, öldürülmekten endişe edinerek Mısır’dan çıkmıştır. Bunları yaparken Hz. Musa’nın hep heyecan içinde olduğu görülmektedir. Fakat daha sonra Allah’ın kendisiyle konuşması ve onu eğitmesiyle Hz. Musa, Allah dışında kimseden korkmamayı ve Allah’a tam anlamıyla tevekkül etmeyi öğrenmiştir. Bu, Allah’ın bir insanın karakterini geliştirmesinin ve olgunlaştırmasının güzel bir örneğidir.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:07   #15
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
MEDYEN’E GİDİŞİ ve ORADA KALMASI


Hz. Musa, artık kendini yetiştiren Firavun ve kavmini terk ettikten sonra, başka bir yere, Medyen’e doğru yönelmişti. (Medyen, Mısır’ın doğusunda, Sina çölünün ardında yer alan bir bölgedir. Günümüzde coğrafi konum olarak Ürdün’ün güney ucuna karşılık gelmektedir.)

Medyen suyunda hayvanlarını sulayamayan iki kadın gördü. Kadınlar çobanlardan çekiniyorlardı, bu nedenle onların yanına gidip sahip oldukları sürüyü sulayamıyorlardı. Fakat, Hz. Musa’nın ayetlerde anlatıldığı gibi, son derece güvenilir ve nezih bir görüntüsü vardı. Bu nedenle kadınlar onunla konuşmaktan çekinmediler. Kadınlar Hz. Musa’ya iffetlerini sakındıkları için sulamaya gitmediklerini, hayvanlarını sulamaya kendilerinin gitmek zorunda olduğunu, çünkü babalarının yaşlı bir kişi olduğunu anlattılar. Bunun üzerine Hz. Musa kadınlara yardım edip onların hayvanlarını suladı:

Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: “Bu durumunuz ne?” “Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır.” dediler. Hemencecik onların sürülerini suladı... (Kasas Suresi, 23-24)

Burada Hz. Musa’nın nezaketli, ince düşünceli ve yardımsever karakterinin bir örneğini görüyoruz. Dikkat edilirse bu olayda Hz. Musa, hiç tanımadığı iki yabancı kişiye giderek onlarla diyalog kurmuş, onlara yardımcı olmuş ve saygılarını kazanmıştır. Öte yanda ayette “çobanlar” olarak tanımlanan kişilerin ise Hz. Musa’nın tam aksi yönde bir tavır sergiledikleri anlaşılmaktadır. Kadınlar, Hz. Musa ile diyalog kurabilmelerine rağmen, bu kişilerin yanına bile yaklaşmamışlardır. Buradan anlıyoruz ki sözkonusu kişiler; dış görünüm itibarıyla ürkütücü, üslup olarak kaba ve medeniyetsiz, tavır olarak da düşüncesiz ve saygısız kimseler olmalıdır. (En doğrusunu Allah bilir)

Demek ki bir müslümana yakışan tavır, ayette “çobanlar” olarak tarif edilen bu kişilere benzer tavırlardan şiddetle kaçınmak, öte yandan Hz. Musa’yı örnek alarak alabildiğince nezaketli, ince düşünceli, halden anlayan, nezih, bakanın hemen güveneceği bir bir görüntü, üslup ve tavır geliştirmektir.

Bu arada Hz. Musa’nın, Allah’a tamamen teslim olmuş bir ruh hali içinde olduğuna da dikkat etmek gerekir. Hz. Musa doğup büyüdüğü ülke olan Mısır’ı tümüyle terk etmiş durumdaydı. Şimdi ise nasıl bir hayatı olacağı henüz belli değildi. Bundan sonra hayatının eskisi gibi olmayacağı kesindi. Ama Allah’ın kaderinde nasıl bir hayat hazırladığını henüz o da bilmiyordu. Rabbine şöyle dua etti:

... sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: “Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.” (Kasas Suresi, 24)

İnsanın duasındaki samimiyet, Allah’ın her şeye kadir olduğunu, hayır ve şerrin ancak O’dan geldiğini ve O’ndan başka hiç bir dost ve velisi olmadığını kavraması ve hissetmesiyle alakalıdır. İşte Hz. Musa’nın üstteki ayette belirtilen duası, bu sırrı tamamen anlamış ve tam olarak Allah’a teslim olarak yapılmış bir duadır. Allah onun bu samimi duasına icabet etmiş ve Hz. Musa’ya rahmetini açmıştır.

Hz. Musa’nın yeni tanıştığı iki kadına karşı gösterdiği nezaket, onun için yeni bir hayata vesile olmuştur. Hz. Musa dinlenirken daha önce yardım ettiği kadınlardan biri gelerek yaptığı yardım karşılığında mükafatlandırmak için babasının onu davet ettiğini söylemiştir:

Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. “Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafat vermek üzere seni davet etmektedir.” dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: “Korkma” dedi. “Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun.” (Kasas Suresi, 25)

Hz. Musa Rabbine, O’ndan gelecek olan her hayra muhtaç olduğunu belirterek dua etmişti. Ve Allah Hz. Musa’nın duasına icabet ederek, öldürülme korkusunun ardından kendini güvende hissedeceği ve ona yardımcı olacak birilerini gösterdi. Hz. Musa’nın güçlü ve insanlara güven veren bir hal ve tavrı vardı. Zaten kadınlar da çobanlardan çekinmelerine rağmen Hz. Musa’dan çekinmemişler, ona güvenmişler ve onunla konuşmuşlardı. Hatta kadınlardan biri Hz. Musa’nın güçlü ve güvenilir olmasından söz ederek onun ücretle tutulması için babasına istekte bulunmuştu:

O (kadın)lardan biri dedi ki: “Ey babacığım, onu ücretli olarak tut; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı gerçekten o kuvvetli, güvenilir (biri)dir.” (Kasas Suresi, 26)

Kadın bu ifadesiyle, Hz. Musa’yı güvenilir bir insan olarak gördüğünü babasına da açıkça ifade etmişti. Bunun üzerine yaşlı adam Hz. Musa’nın emin bir insan olduğuna kanaat getirerek, onu kızı ile evlendirme kararı aldı. Hz. Musa’nın güvenilir görüntüsü, bu karara vesile oldu ve yaşlı adam ona şöyle bir teklifte bulundu:

(Babaları) Dedi ki: “Doğrusu ben, sekiz yıl bana hizmet etmene karşılık olmak üzere, şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum; şayet on (yıl)a tamamlayacak olursan, artık o da senden. Ben sana zorluk çıkarmak istemem; beni de inşaallah salih olanlardan bulacaksın.”

(Musa) Dedi ki: “Bu, benimle senin aranda olan (bir antlaşma)dır. Bu durumda iki süreden hangisini yerine getirirsem, artık bana karşı bir haksızlık söz konusu olamaz. Allah, söylediklerimize vekildir.” (Kasas Suresi, 27-28)

Hz. Musa Kuran’dan salih bir müslüman olduğunu anladığımız yaşlı adamın teklifini kabul etti. Ve yaşamının bundan sonraki bölümünü Medyen’de geçirmeye başladı. Allah onu ilk başta öldürülme tehlikesindeyken Nil’in sularıyla taşımış, orada boğulma tehlikesindeyken Firavun’un sarayına götürmüştü. Mısır’da tekrar öldürülme tehlikesindeyken yine kurtarmış, Medyen’de güvenliğe çıkarmıştı.



dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:07   #16
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
TUVA VADİSİNE GELMESİ ve İLK VAHİY


Hz. Musa yaşlı kişiyle yaptığı anlaşmaya uydu. Yıllarca Medyen’de kaldı. Konuştukları süre dolunca artık Hz. Musa’nın anlaşması da sona ermiş oluyordu. Süre tamamlanınca Hz. Musa ve ailesi Medyen’den ayrıldılar. Hz. Musa ailesiyle yolda giderken, yakınından geçtiği Tur Dağı tarafında bir ateş gördü. Hz. Musa bu ateşi gidip getirebileceğini, ondan ısınabileceklerini ya da orada bulunan kişilerden bir haber alabileceğini düşündü:

Böylelikle Musa, süreyi tamamlayıp ailesiyle birlikte yola koyulunca, Tur tarafında bir ateş gördü. Ailesine: “Siz durun, gerçekten bir ateş gördüm; umarım ondan ya bir haber, ya da ısınmanız için bir kor parçası getiririm.” dedi. (Kasas Suresi, 29)

Hani Musa ailesine: “Şüphesiz ben bir ateş gördüm” demişti. “Size ondan ya bir haber veya ısınmanız için bir kor ateş getireceğim.” (Neml Suresi, 7)

Hani bir ateş görmüştü de, ailesine şöyle demişti: “Durun, bir ateş gördüm; umulur ki size ondan bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol-gösterici bulurum.” (Taha Suresi, 10)

Musa kıssasındaki bu olay, bizlere Hz. Musa’nın bir başka örnek tavrını göstermektedir. Hz. Musa, etrafında olayları dikkatli bir biçimde izleyen, karşılaştığı olaylardan sonuç çıkarabilen bir insandır. Bunun sebebi ise, olayların Allah tarafından bir kadere göre yaratıldığını bilmesidir. Hz. Musa gördüğü her şeyin Allah tarafından hikmetle yaratıldığını bildiği için olaylara ve nesnelere istifade etmek mantığıyla yaklaşmıştır. Dağda bir ateş görüp bu gördüğü olayı değerlendirmesi ve ateşin yanına gitmesi dikkatli mümin tavrının bir örneğidir. Hz. Musa’nın, ateşin yanına giderken ailesinin güvenliğini düşünerek onları yanına almaması ve tek başına gitmesi de yine Allah’ın ona verdiği aklın bir örneğidir.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:08   #17
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
ALLAH’IN HZ. MUSA İLE KONUŞMASI


Hz. Musa Tur Dağı’ndaki ateşin yanına vardığında, çok büyük bir gerçekle yüz yüze geldi. Allah, Hz. Musa’ya bir çalıdan seslendi ve ona vahiyde bulundu. Kuran’da Allah’ın Hz. Musa’ya bu ilk vahyi şöyle anlatılır:

Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah benim;” diye seslenildi. (Kasas Suresi, 30)

Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: “Ey Musa.”

“Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva’dasın.”

“Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle.”

“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım, Ben’den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (Taha Suresi, 11-14)

Bu, Hz. Musa’nın aldığı ilk vahiydir ve artık o Allah’ın elçisidir. Allah onu elçi olarak seçtiğini bildirmiştir. Allah ona bir ağaçtan seslenmiştir ve insanın dünyada ulaşabileceği en şerefli makamla şereflendirmiştir.

Tur’da gerçekleşen bu olayda dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır: Allah’ın Hz. Musa ile konuşması…Allah bir ağaçtan Hz. Musa’ya seslenmiştir. Allah, Hz. Musa’ya konuşacak kadar yakındır. Aslında Allah herkese konuşacak kadar yakındır. Mesela siz bu yazıları okurken de Allah size en yakındır. Sizinle konuşacak, sizin sesinizi duyacak ve size de sesini duyuracak kadar yakındır. Hatta Kuran’daki ifadeyle “Allah insana şah damarından daha yakındır”. Allah şu anda bizimle konuşmadığı için biz O’nu duymayız. Fakat O bizim her konuşmamızı duyacak kadar yakındır. Hatta biz fısıldasak bile O bizi duyar.

Allah, Hz. Musa’ya kendisini tanıtıp onun Rabbi olduğunu söyledikten sonra ona asasını sorar:

“Sağ elindeki nedir ey Musa?”

Dedi ki: “O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.” (Taha Suresi, 17-18)

Kuşkusuz Hz. Musa’nın elindekinin asa olduğunu Allah bilmektedir. Fakat Hz. Musa’yı eğitmek ve ona kendi gücünü göstermek için asasını atmasını istemiştir:

“Asanı bırak.” (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı... (Kasas Suresi, 31)

“Asanı bırak;” (Bıraktı ve) onun çevik bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, geriye doğru kaçtı ve arkasına bakmadı... (Neml Suresi, 10)

Hz. Musa, her zaman kullandığı asasının bir yılana dönüştüğünü görünce, ayetlerde bildirildiği gibi korkuya kapılmıştır. Ancak Allah bu olayla birlikte Hz. Musa’yı eğitmiş, ona teslimiyeti ve Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmamayı öğretmiştir:

...”Ey Musa, korkma; şüphesiz Ben(im); Benim yanımda gönderilen (elçiler) korkmaz.” (Neml Suresi, 10)

Dedi ki: “Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.” (Taha Suresi, 21)

Hz. Musa, ayette bildirilen emir gereği asasını geri almıştır. Nitekim bu asa ileride, Firavun’a karşı kullanacağı bir mucize olacaktır. Allah, bunun ardından Hz. Musa’ya ikinci bir mucize daha vermiştir:

Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. (Kasas Suresi, 32)

Hz. Musa’nın ikinci mucizesi ise ayette haber verildiği üzere, elinin bembeyaz olmasıdır. Musa peygamber ardarda gelişen bu olaylardan dolayı heyecana ve ayetin ifadesiyle dehşete kapılmıştı. Ancak Allah, kendisini toparlamasını ve bu mucizelerle Firavun’a gitmesini emretmiştir:

...Ve (her türlü) dehşetten yana kanatlarını kendine doğru çek. İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde gelen adamlarına iki kesin-kanıt (mucize)dır. Gerçekten onlar, fasık bir topluluktur.” (Kasas Suresi, 32)
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:08   #18
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
HZ. MUSA’NIN KENDİSİNE YARDIMCI OLARAK HZ. HARUN’U İSTEMESİ


Hz. Musa’nın Allah’tan vahiy aldığı sırada vermiş olduğu cevaplar, onun samimiyetine dair örneklerle doludur. Hz. Musa, korktuğunu, çekindiğini, kendisine tam güvenemediğini Allah’a çok samimi bir şekilde söylemiş ve O’ndan yardım dilemiştir. Örneğin Mısır kavminden birisini öldürdüğünü, onların da karşılık olarak kendisini öldürmelerinden endişe ettiğini söylemiştir. Hz. Musa’nın bir diğer korkusu da kendisini iyi ifade edemeyeceğini düşünmesidir. Akıcı konuşamadığını düşünmüş ve Firavun’a iyi hitap edemeyeceği için endişelenmiştir. Bunun için, konuşması daha akıcı olan kardeşi Hz. Harun’un kendisine yardımcı olarak verilmesini istemiştir:

Dedi ki: “Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.”

“Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum.” (Kasas Suresi, 33-34)

“Kardeşim Harun’u”

“Onunla arkamı kuvvetlendir.”

“Onu işimde ortak kıl,”

“Böylece seni çok tesbih edelim.”

“Ve seni çok zikredelim.” (Taha Suresi, 30-34)

Hz. Musa’nın Hz. Harun’u yardımcı olarak istemesindeki bir diğer neden de, yukarıdaki ayette görüldüğü gibi Allah’ı çokça zikredebilmektir. Hz. Musa, eğer iki kişi olurlarsa Allah’ı daha çok anacaklarını düşünmüştür. Gerçekten de inananların beraber olmaları, birbirlerini manen desteklemeleri, gafletten korumaları açısından çok önemlidir ve bu nedenle Kuran’da inananların beraber olmaları pek çok ayetle öğütlenmektedir. Hz. Musa ile ilgili bu kıssadan müminlerin kendilerine çıkarmaları gereken derslerden biri de budur.

Allah, Hz. Musa’nın isteklerini kabul etmiştir. Ona hem tebliğde hem de kuvvet bakımından destek olması için Hz. Harun’u yardımcı olarak verdiğini bildirmiştir:

(Allah) Dedi ki: “Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir ‘güç ve yetki’ vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız.” (Kasas Suresi, 35)

Aynı olay, başka ayetlerde de şöyle anlatılır:

Dedi ki: “Rabbim, benim göğsümü aç.”

“Bana işimi kolaylaştır.”

“Dilimden düğümü çöz;”

“Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar.”

“Ailemden bana bir yardımcı kıl.” (Taha Suresi, 25-29)

“Şüphesiz sen bizi görüyorsun.”

(Allah) Dedi ki: “Ey Musa istediğin sana verilmiştir. (Taha Suresi, 35-36)

Hz. Musa’nın isteklerine baktığımızda, tüm kişisel zaaflarını ve isteklerini Allah’a çok samimi bir üslupla açıkladığını, bunlar için Allah’a dua edip yardım istediğini görüyoruz. Hz. Musa’nın duasındaki bu samimiyet, tüm insanlara da örnektir. İnsan Allah’a, tüm samimiyeti içinde, aczini ve fakrini bilerek ve Allah’ın her şeyi kuşattığının farkında olarak dua etmelidir. Allah her şeyi bildiğine, insanın yaşadığı her olaya şahit olduğuna, insanın aklından geçen her şeyden haberdar olduğuna göre, insanın Rabbinden bir şeyi gizlemesine, örtmeye çalışmasına hiç gerek yoktur.

Kısacası her insan, Allah’a, dünyada hiç bir insana karşı olmadığı kadar samimi ve içten bir şekilde yönelmelidir.


dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:08   #19
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
HZ. MUSA KISSASI ve KADERİN SIRRI


Tur Dağı’ndaki vahiy sırasında Allah, Hz. Musa’ya lütuf olarak kardeşi Hz. Harun’u destekçi kılacağını müjdelemiştir. Bundan sonra da Allah, Hz. Musa’ya daha önce verdiği nimetleri kendisine hatırlatmıştır:

“Andolsun, Biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk.”

“Hani, annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki

“Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, kendimden sana bir sevgi yönelttim.”

“Hani kız kardeşin gezinip; “Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?” demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, biz seni tasadan kurtarmış ve seni ‘esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik.’ Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa.” “Seni kendim için seçtim.” (Taha Suresi, 37-41)

Bu ayetlerde insanların çoğunun habersiz olduğu veya tam olarak kavrayamadığı kader sırrı açıklanmaktadır. Hz. Musa, bebekliğinden elçi oluncaya kadar hayatının her anında, Allah tarafından ezelde belirlenmiş olan kaderi doğrultusunda yaşamıştır. Bu kaderin içinde, Allah’ın takdiri dışında hiç bir şey yoktur. Örneğin önce de belirttiğimiz gibi, Hz. Musa’nın bebek iken nehre bırakılan sandık içinde Firavun ailesine ulaşması, Allah’ın kaderde belirlediği binlerce detayla gerçekleşmiştir.

Hz. Musa’nın hayatının sonraki aşamalarında da, kaderin mutlak hakimiyetini görmek mümkündür. Hz. Musa kendi kavminden olan kişinin kavgasına katılmış ve şehirden kaçmıştır. Medyen tarafına gitmiş ve orada o kadınlarla karşılaşmıştır. Medyen suyuna geldiğinde çobanlar orada olduğu için kadınlar kendi başlarına hayvanları sulayamamış ve Hz. Musa’dan yardım istemek zorunda kalmışlardır. Ardından da babaları olan yaşlı adam Hz. Musa’yı davet etmiş ve bunun üzerine Hz. Musa Medyen’de bir hayata başlamıştır. Hz. Musa anlaştığı süreyi tamamladıktan sonra ise geri dönmüş ve dönerken o ateşi görmüştür. Ateşin yanına ulaştığında da Allah’tan gelen vahyi almıştır. Hz. Musa’nın daha doğduğunda nehirde başıboş bir sandık içinde yüzmesi, Firavun’un onu bulması, sarayda yetiştirilmesi, adamı yanlışlıkla öldürmesi, Mısır’dan kaçması, kadınlarla karşılaşması, yaşlı adamla yıllarca yaşaması, bir aile kurması,sonra geri dönüş yoluna çıkması, vahiy alması ve daha Kuran’da bahsedilmeyen sayısız detayın hepsi Hz. Musa’nın kaderinde olan ve doğduğunda da çoktan belli olan olaylardır. Bunların tek bir tanesinin bile gerçekleşmemesi, veya farklı şekilde gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü tüm insanların kaderi adeta bir video kasetteki film gibidir. Nasıl ki video kasetin içinden aradan bir sahneyi alıp çıkartamazsanız, insanın kaderindeki tek bir sahneyi de onun hayatından çıkarmak mümkün değildir. İnsanın kaderi her anıyla bir bütündür.

Yukarıdaki ayetlerde de Allah Hz. Musa’nın bir kader doğrultusunda kutsal vadi Tuva’ya geldiğini haber vermektedir:

... sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa.” (Taha Suresi, 40)

Bu konuyu iyi bir şekilde tefekkür etmek gerekir. Burada söz konusu olan kader, yalnızca Hz. Musa’ya ait değildir. Hz. Musa’nın annesinin kaderinde Hz. Musa’ya hamile kalmak vardır. Tam Hz. Musa’nın doğacağı günde ve hatta saatte onu doğurması da Hz. Musa’nın annesinin kaderidir. Hz. Musa’nın annesinin de bir annesi ve bir babası vardır. Onların da kaderinde Hz. Musa’nın annesini doğurmak vardır. Bu, Hz. Musa’nın babası ve tüm soyu için de daha da genişletilerek düşünülebilir.

Hz. Musa’nın, Nil’de bebekken içinde yüzdüğü sandığı yapan marangoz ustası da kaderi doğrultusunda bunu yapmıştır. O sandığı yapacağı o daha henüz doğmadan Allah katında belirlenmiş olan kaderindedir. O marangoz ustası da bir kader doğrultusunda doğmuş ve yaşamıştır. O marangoz ustasının doğumuna sebep olan kişiler de bir kader doğrultusunda yaşamışlardır.

Hz. Musa’nın taraf olduğu kavgayı düşünelim. Bu kavga tam Hz. Musa’nın orada olduğu anda gerçekleşmiştir. Eğer yüzeysel bir bakışla bakılacak olsa “başka bir anda olsaydı Hz. Musa orada olmayacak ve olaylar farklı gelişecekti” diye düşünülebilir. Oysa bu çok yanlış bir değerlendirmedir. Hz. Musa’nın dahil olduğu kavga da tam olması gerektiği anda ve olması gerektiği şekilde olmuştur, çünkü o olay da Allah tarafından kaderde tespit edilmiştir. Aynı kader gerçeği, kavga eden kişiler ve onların orada kavga etmelerini sağlayan sebepler için de geçerlidir. Aynı gerçek Hz. Musa’ya kaçmasını öğütleyen ve öldürüleceğini haber veren kişi için de geçerlidir. Medyen suyundaki çobanlar ve kadınlar da yine aynı kaderin bir parçasıdır.

Bunların hepsi düşünüldüğünde sadece Hz. Musa değil, onunla ilişkili her şey aynı kaderin parçalarıdır. Bunu biraz daha geliştirerek düşünürsek göreceğiz ki biz de aynı kaderin parçalarıyız. Biz de sonsuz bilgi ve güç sahibi olan Allah’ın bizim için yarattığı kaderi yaşıyoruz. Hepimiz adımıza tespit edilmiş bir kader üzerine dünyaya geldik. Öleceğimiz an da bir kader üzerine olacaktır. Kader aslında tüm hayatı kaplayan, ilahi bir bilgidir. Nasıl, Hz. Musa doğduğunda elçi olacağı, yaşamındaki tüm evreleri geçireceği kaderinde belli ise, tüm insanlığın ve sizin de hayatınız aynı kaderin içindedir. Sizin bu kitabı okuyacağınız, Hz. Musa’nın hayatı ile ilgili detayları öğreneceğiniz, Hz. Musa bu olayları yaşarken hatta daha Hz. Musa dünyaya gelmeden Allah katında belirlenmiş bir kaderdir. Kader Allah’ın tespit ettiği ve O’ndan başka hiç bir varlığın iradesinin dahil olmadığı mutlak bir bütündür ve her şeyi kaplar. (Detaylı bilgi için Zamansızlık ve Kader Gerçeği ve Sonsuzluk Başlamış Durumda isimli kitaplarımıza başvurabilirsiniz.)
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 04:08   #20
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
FİRAVUN’A YAPILAN TEBLİĞ ve KULLANILACAK ÜSLUP


Allah, Hz. Musa ile Hz. Harun’u Firavun’a gitmeden önce uyarmış, daima kendisini anmalarını ve bunda hiçbir şekilde gevşeklik göstermemelerini emretmiştir:

“Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın.” (Taha Suresi, 42)

Allah, Hz. Musa ve Hz. Harun’a Mısır’ın hakimi olan Firavun’a gitmelerini emretmiştir. Firavun’un kibir ve inkarında azmış durumda olduğunu bildirmiş, fakat yine de ona din tebliğ ederlerken yumuşak bir üslupla konuşmalarını emretmiştir:

“İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor.”

“Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.” (Taha Suresi, 43-44)

Bu ayetle de dikkat çekildiği gibi yumuşak söz söylemek, dinin tebliğ edilmesinde çok önemli bir üsluptur. Bir çok ayette de genel kaide olarak sözün güzel olanının seçilmesi emredilir. Burada ise karşıdaki kişinin azgın olmasına rağmen yumuşak söz söylenmesi emredilmektedir ki bu durum bizlere güzel bir üslubun dinin tebliğ edilmesinde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterir.

Allah’ın bu emri üzerine Hz. Musa, samimi üslubuyla kalbindeki korkuyu tekrar dile getirmiştir. Firavun’un onu öldürmesinden endişe ettiğini Rabbine söylemiştir:

Dediler ki: “Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı ‘taşkın bir tutum takınmasından’ ya da ‘azgın davranmasından’ korkuyoruz.” (Taha Suresi, 45)

(Musa) Dedi ki:”Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.” (Kasas Suresi, 33)

Hz. Musa’nın bu cevabına karşılık Allah, ona bir defa daha onunla beraber olduğunu, onu gördüğünü ve duyduğunu hatırlatmıştır. Ayrıca Hz. Musa’ya ve Hz. Harun’a Firavun’a gidip, İsrailoğulları’nı kendileriyle beraber yollamasını istemelerini emretmiştir:

“Haydi ona gidin de deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğulları’nı bizimle birlikte gönder ve onlara (artık) azab verme. Sana Rabbinden bir ayetle geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.” (Taha Suresi,47)

Dikkat edilirse Hz. Musa’nın Firavun’la olan diyaloğunda denemeden geçirilen tek kişi Firavun değildir. Hz. Musa da imtihandan geçirilmektedir. Hz. Musa Firavun’dan endişe etmekte, onun kendisini öldürmesinden çekinmektedir. Ama Allah Hz. Musa’ya Firavun’a gitmekten daha fazlasını emretmekte, İsrailoğulları’nı kendisiyle göndermesi için Firavun’dan istekte bulunmasını da bildirmektedir. Tüm Mısır’ın tartışılmaz hakimi konumunda olan, insanların ilahlaştırma derecesinde itaat ettikleri Firavun’a gidip, onun yanlış yolda olduğunu açıkça söylemek, dahası köle durumundaki İsrailoğulları’nın hürriyetini talep etmek, elbette zahiri bir bakışla son derece tehlikeli bir iştir. Ancak Hz. Musa ve Hz. Harun, Allah’ın koruması altında hareket ettikleri için mutlak bir güvenlik içinde olduklarını bilmiş ve Rablerine olan güvenin verdiği rahatlıkla bu emri yerine getirmişlerdir. Allah onlara bu gerçeği “korkmayın” emriyle hatırlatmıştır:

(Allah) Dedi ki: “Korkmayın, çünkü ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum.” (Taha Suresi, 46)
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi