![]() |
#1 |
![]() Hz. Zekeriyyâ (a.s.); Hayatı ve Şahsiyeti
Zekeriyyâ (a.s.), Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biridir. Soyu Dâvud (a.s.)'a dayanmaktadır. Kur'ân'da anılan duâlarından (19/Meryem, 6) anlaşıldığına göre, soyu daha sonra Yâkub (a.s.)'a varmaktadır (el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 82; er-Razî, Mefâtihu'l-Gayb, Mısır 1937, V, 769). Zekeriyyâ (a.s.) İsrâiloğullarının peygamberi olduğu gibi, aynı zamanda onların bilgini, reisi ve müşâviri, yani danışmanı idi (es-Sa'l-ebî, el-Arâis, 1951, 372). Onun hakkında çeşitli âyet ve hadisler vardır. Ebû Hureyre'nin naklettiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.s.); "Zekeriyyâ (a.s.) marangoz idi" (Ahmed bin Hanbel, II/405) diyerek onun elinin emeği ile geçinen bir zanaat ehli olduğunu haber vermiştir. Zekeriyyâ (a.s.)'nın hanımı, İsa (a.s.)'nın annesi Meryem'in teyzesi İşâ (Elizabeth) idi. Zekeriyyâ (a.s.) da, Meryem'e bakmakla meşgul oluyordu. Ona Beyt-i Makdis'te bir yer yapmıştı. Onun odasına her girdiğinde, yanında kış mevsiminde yaz meyvesini ve yaz mevsiminde de kış meyvesini buluyordu. Zekeriyyâ (a.s.), "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" diye sorunca, Meryem, "Allah tarafından" diye cevap veriyordu (el-Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'ân, IV, 69 vd.). Zekeriyyâ (a.s.) Hz. Meryem'in yanında böyle yaz mevsiminde kış meyvesini ve kış mevsiminde de yaz meyvesini görünce, Meryem'e bu nimetleri veren, buna gücü yeten Yüce Allah, eşimin yaşı geçtiği halde, bize de hayırlı bir evlât verebilir” şeklinde düşündü ve hayırlı bir evladın olması için Allah'a gizlice şöyle duâ etti: "Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı, Rabbim! Sana yalvarmaktan dolayı herhangi bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yâkub oğullarına mirasçı olsun! Rabbim! O'nun, Senin rızânı kazanmasını da sağla!" (19/Meryem, 4-6) "Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet!" (3/Âl-i İmrân, 38) "Rabbim! Beni tek başıma bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın." (21/Enbiyâ, 89) Gücü her şeye yeten Yüce Allah, Zekeriyyâ (a.s.)'nın duâsını kabul etti ve O'na bir erkek evlât vereceğini müjdeledi: "Ey Zekeriyyâ! Sana Yahyâ isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" (19/Meryem, 7). "Mihrabda namaz kılmaya durduğu sırada, hemen melekler ona şöyle seslendi: ‘Haberin olsun! Allah sana Yahyâ adlı çocuğu müjdeliyor. O, Allah'tan gelen bir kelimeyi (İsâ'yı) tasdik edecek, milletinin efendisi olacak, nefsine hâkim bulunacak ve sâlihlerden bir peygamber olacaktır" (3/Âl-i İmrân, 39). Zekeriyyâ (a.s.), Allah'ın verdiği bu müjdeye şaştı, hayret etti. Çünkü kendisi de hanımı da hayli yaşlı idiler. "Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?" (19/Meryem, 8) diyerek, bu ilginç müjde karşısında hayretini dile getirdi. Yüce Allah ona şöyle cevap verdi: "Rabbin böyle buyurdu. Çünkü bu Bana kolaydır. Nitekim sen yokken, daha önce seni yaratmıştım" (19/Meryem, 9). Kur'ân'ın başka bir yerinde bu durum şöyle haber verilmiştir: "Zekeriyyâ'nın duâsını kabul edip kendisine Yahyâ’yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı" (21/Enbiyâ, 90). Yüce Allah'ın bu güzel müjdesine son derece sevinen Zekeriyyâ (a.s.): "Rabbim! Öyle ise bana bir alâmet ver, dedi" (19/Meryem, 10). Allah ona şu cevabı verdi: "Alâmetin; üç gün, işaretten başka şekilde insanlarla konuşmamandır. Rabbını çok zikret, akşam sabah tesbih et!" (3/Âl-i İmrân, 41). Gün oldu, Zekeriyyâ (a.s.)'nın nutku tutuldu. Mihrabdan çıktı ve milletine: "Sabah-akşam Allah'ı tesbih edin, diye işârette bulundu" (19/Meryem, 11). Zamanı gelince, Zekeriyyâ (a.s.)'nın oğlu Yahyâ (a.s.) dünyaya geldi. Yukarıda görüldüğü gibi, Zekeriyyâ (a.s.) ile ilgili olarak zikredilen âyetlerin çoğu, duâ mahiyetindedir. O, çok duâ eden, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet ederek tam bir teslimiyet içinde yaşayan yüce bir peygamberdi. Allah: "Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi sâlihlerden/iyilerden (idi)ler" (6/En'âm, 85) diyerek onu şâhit peygamberlerle birlikte anmıştır. Zekeriyyâ (a.s.) bu şekilde ömrünü ibâdetle geçirdi. Daima insanları Yüce Allah'a inanmaya ve O'nun yolunda yürümeye çağırdı. fakat azmış olan, küfre dalan ve önünü görmeyecek kadar gözü dönenler, onu şehid ettiler (Taberî, et-Tarih, Mısır 1326, II, 16; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, İstanbul 1966, I, 41). [1] Zekeriyyâ (a.s.), Hz. İsa (a.s.)’nın doğumundan önce İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. Zekeriyyâ, İsrâiloğullarını Allah’a dâvet etmeye ve başlarına gelmesi muhtemel İlâhî azapla korkutmaya başladı. Çünkü Zekeriyyâ (a.s.); isyan ve azgınlığın arttığı, kötülüklerin yayıldığı, günahların çoğaldığı ve İsrâiloğullarını mânevî bozulmalar ve çözülmeler ile maddî sapmaların, azgınlaşan şiddetli dalgalar halinde kapladığı bir devrede peygamber olarak gönderilmişti. Zira İsrâiloğulları o kadar bozulmuşlardı ki, Allah’ı ve âhiret gününü unutmuşlardı. Allah da, onların başına zorba ve zâlim hükümdarları ve vâlileri musallat etti. Bu hükümdarlar ile yöneticiler, yeryüzünde fesat çıkarıyorlar, tüyler ürperten suçlar işliyorlar ve peygambere karşı hürmet ve dinin kutsallığına karşı ilgisiz davranıyorlardı. Çünkü onların dini, şeytanın kendilerine fısıldadığı şeylerden ve ibâdetleri de hevâlarının isteklerinden ibâretti. Sâlih kimselere, takvâ sahiplerine ve peygamberlere musallat oluyorlar, hatta hiç çekinmeden onların kanlarını döküyorlardı. Zâlimlik ve zorbalık yönünden bu hükümdarlar ile yöneticilerin en önde geleni, Hz. Zekeriyyâ’nın oğlu Yahyâ’yı, sevgilisini memnun etmek için öldürülmesini ve başının bir tabak içerisinde kendisine sunulmasını emreden Filistin vâlisi Herodes idi. Hz. Zekeriyyâ (a.s.), birçok zâlim yönetici ve vâlilerle karşılaştı. Çünkü o sırada İsrâiloğulları; her türlü haksızlık, zorluk, eziyet ve sıkıntı içerisinde bulunuyordu. Bundan dolayı İsrâiloğullarına gelen birçok eziyetten Hz. Zekeriyyâ da nasibini alıyordu. Öyle ki, sıkıntılar ve musîbetler birbirini tâkip ediyordu. Zekeriyyâ (a.s.), Süleyman (a.s.)’ın soyundan olan Elisa(bet) ile evlendi. Elisa (Eşyâ), Meryem (a.s.)’in annesi olan Hanne’nin kızkardeşidir. Zekeriyyâ (a.s.) ile Elisa’dan Yahyâ (a.s.) doğmuştur. Hz. Zekeriyyâ’nın kemikleri zayıflamış, saçına beyazlık düşmüş ve ezâ ile zorluklara tahammül edecek gücü kalmamıştı. Buna rağmen İsrâiloğullarının sapıtıp fitneye düşmesinden korkuyordu. Kendisinden sonra kavminin doğru yoldan sapmasından korktuğu ve yakınlarına güvenemediği için kavmini Allah yoluna çağıracak birinin olmasını arzu ediyordu. İşte bundan dolayı Rabbinden, ihtiyarlığında kendine yardım edecek, risâleti tebliğ etmede kendisine halef olacak ve bu dünya hayatının sıkıntıları içinde kendisini yalnız bırakmayacak bir evlât vermesini istedi (21/Enbiyâ, 89-90; 3/Âl-i İmrân, 38). Zekeriyyâ (a.s.), Rabbinden bir çocuk istediğinde rivâyete göre 99 yaşında ve hanımı da 98 yaşında idi. Hz. Zekeriyyâ, sadece çocukları sevdiği ve baba olmayı arzuladığı için evlât istemiş değildi. Rabbinden, İsrâiloğullarını uyarma hususunda kendisine halef olacak ve kendisinin taşıdığı dâvet yükünü üzerine alacak bir çocuk istemişti. Çünkü Zekeriyyâ (a.s.), ölümünden sonra İsrâiloğullarının din ile ilgili işlerini câhil ve fâsık liderlerin üstlenmesinden ve bu kimselerin Allah’ın şeriatına ve hükmüne uygun olmayan işler yapmalarından korkuyordu. İşte bundan dolayı Rabbinden çocuk istedi. Bunun için de, gizliyi açığı bilen ve duyan Rabbine, başka kimsenin işitemeyeceği şekilde gizlice seslenip, takvâ sahibi sâlih bir çocuk vermesini istedi. Allah da onun bu duâsını kabul etti (19/Meryem, 1-9). İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerin sonuncusu olan Hz. İsa (a.s.)’nın doğumundan önce İlâhî dâveti açıklayıp yaymak için peygamber olarak seçilen Zekeriyyâ (a.s.) ve oğlu Yahyâ (a.s.), Hz. İsa’yı doğumundan delikanlı oluncaya kadar hep koruyup gözettiler. İncillerde geçtiği üzere, Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.), göklerin melekûtunun/krallığının yaklaşmasına yakın bir dönemde peygamber olarak gönderilmişlerdir. Zekeriyyâ (a.s.) zamanında Şam ve Kudüs, Batlamyusçular’ın elindeydi. Bunlar, Beyt-i Makdis’e hürmet ederler ve İsrâiloğullarını hoş tutarlardı. Bu kavmin ileri gelenleri, ibâdethâneden hiç dışarıya çıkmazdı. Beyt-i Makdis’de gece-gündüz ibâdet ederlerdi. O zamanlar İsrâiloğulları arasında bir peygamber yoktu. Kendilerine bir peygamber göndermesi için Allah’a ilticâ ettiler. Nihâyet, Zekeriyyâ (a.s.), Allah (c.c.) tarafından peygamber olarak gönderildi. Cenâb-ı Allah, Zekeriyyâ (a.s.)’ya risâlet görevini ve İsrâiloğullarını sapıklıktan kurtarması için tebliğ görevi vermeden önce o, mâbedin (Beytü’l-Makdis’in) hizmeti için bir araya gelmiş din adamlarından biri idi. Daha sonra onu Cenâb-ı Allah, peygamber olarak seçti. Hz. Meryem’in babası İmrân, İsrâiloğullarının önderi, ileri geleni ve en büyük hahamları idi. İmrân ölünce, kızı Meryem’in bütün sorumluluğunu, Meryem’in teyzesinin kocası Hz. Zekeriyyâ üstlendi (3/Âl-i İmrân, 37). Hz. Yahyâ, babasının gözetiminde güzel bir hayat yaşadı. Daha sonra Yahyâ (a.s.) için asıl büyük fitne; ihtiyar ve onurlu babası daha sağ iken dalâlet ehli ve gazaba uğramış olanların arzularına kurban edilerek başının kesilmesi idi. Sâlih bir peygamber olan Hz. Zekeriyyâ’nın ölümü de, zâlim vâlilerin elinde oldu. O da, şehidlik şerbetini, oğlunun içtiği bardaktan içti. Bazı tarihçilerin kaydettiğine göre Zekeriyyâ (a.s.), testereyle biçilerek şehid edilmiştir. Bazı tarihçiler, onun azgın yahûdiler tarafından taşlanarak şehid edildiğini ileri sürerler. İlâhî rızâya sâdık ve sâlih bir peygamber olarak yaşayan Zekeriyyâ (a.s.), zâlim ve azgın yahûdiler tarafından hunharca şehid edilmiştir. Zekeriyyâ (a.s.)’nın kavmi tarafından nasıl şehid edildiği Kur’an’da ve hadislerde bildirilmemektedir. Bazı tarihçiler, onun şehid olmayıp normal yolla öldüğünü ileri sürerler. [2] Zekeriyyâ (a.s.), ömrünü Allah’a ibâdet, O’na dâvet ve Kudüs’teki Beyt-i Makdis’e/Mescid-i Aksâ’ya hizmet uğrunda geçirmiştir. Türbesi, Suriye’nin Halep şehrindedir. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Nureddin Turgay, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 6, s. 444 [2] Muhammed Ali Sâbûnî, Âyetler Işığında Peygamberler Tarihi, Ahsen Y. s. 680-686
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Kur’ân-ı Kerim’de Zekeriyyâ (a.s.)
“Zekeriyyâ” ismi, Kur’ân-ı Kerim’de 7 yerde zikredilir: 3/Âl-i İmrân, 37, 37, 38; 6/En’âm, 85; 19/Meryem, 2, 7; 21/Enbiyâ, 89. Zekeriyyâ (a.s.)’nın kıssası, 3/Âl-i İmrân ve 19/Meryem sûrelerinde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Özellikle Meryem sûresinin ilk 15 âyetinde geniş bilgi verilmiştir. “Rabbi Meryem’e hüsn-i kabul gösterdi; onu güzel bir bitki olarak yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der; o da: ‘Bu, Allah tarafındandır, çünkü Allah, dilediğine sayısız rızık verir’ derdi.” “Orada Zekeriyyâ, Rabbine duâ etti: ‘Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Sen, duâyı hakkıyla işitensin.” “Zekeriyyâ, mihrapta durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nidâ ettiler: ‘Allah sana, Kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeler.” “Zekeriyyâ, ‘Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?’ Allah şöyle buyurdu: ‘Öyle de olsa, Allah dilediğini yapar.” “Zekeriyyâ: ‘Rabbim! (Oğlum olacağına dâir) bana bir alâmet ver’ dedi. Allah buyurdu ki: ‘Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok zikret, sabah akşam tesbih et.” (3/Âl-i İmrân, 37-41) “Zekeriyyâ, Yahyâ, İsa ve İlyâs’ı da (doğru yola iletmiştik). Hepsi de sâlihlerden/iyilerden idi.” (6/En’âm, 85) “Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd. (Bu,) Zekeriyyâ kuluna Rabbinin rahmetinin yâdıdır. Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti: ‘Rabbim, dedi. Benim kendimde kemik yıprandı, baş bembeyaz alev aldı. Ve ben, Rabbim, Sana (ettiğim) duâ sâyesinde bedbaht olmadım. Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olanlardan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir velî (oğul) ver. Ki o bana vâris olsun; Ya’kub hânedânına da vâris olsun. Rabbim, onu rızâna lâyık kıl!’ Allah şöyle buyurdu: ‘Ey Zekeriyyâ! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki, onun adı Yahyâ’dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık.’ ‘Rabbim, dedi, karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir?’ ‘Öyledir’ Rabbin buyurdu. ‘O bana kolaydır. Daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım’ dedi. O, ‘Rabbim!’ dedi, ‘(çocuğum olacağına dâir) bana bir işâret ver.’ Allah : ‘Sana işâret, sapasağlam olduğun halde üç gün insanlarla konuş(a)mamandır’ dedi. Bunun üzerine Zekeriyyâ, ma’bedden kavminin karşısına çıkarak, ‘sabah akşam tesbihte bulunun’ diye onlara işâret verdi. ‘Ey Yahyâ! Kitab’a (Tevrat’a) kuvvetle sarıl!’ (dedik) ve henüz sabî iken ona hikmet verdik. Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de (verdik). O, çok sakınan (takvâ sahibi) bir kimse idi. Ana-babasına iyilik ederdi; isyânkâr bir zorba değildi. Doğduğu gün, öleceği ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona selâm olsun!” (19/Meryem, 1-15) “Zekeriyyâ’yı da (an). Hani o, Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şey sonunda Senindir). Biz, onun da duâsını kabul ettik ve ona Yahyâ’yı verdik; eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, ümit ve korkuyla Bize yalvarırlardı; onlar, Bize derin saygı (huşû) duyarlardı.” (21/Enbiyâ, 89-90) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Peygamber Katili Yahûdiler
Yahûdilerin Hz. İsa’yı öldürmek istemeleri, Meryem Anamıza çok çirkin şekilde iftira etmeleri yanında, peygamberlerini öldürmelerini Kur’ân-ı Kerim çeşitli âyetlerinde açıklar. Bunlardan biri şöyledir: “Sözlerinden dönmeleri, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve ‘kalplerimiz kılıflanmıştır’ demeleri sebebiyle (onları lânetledik, türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir;) tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesnâ, artık iman etmezler. Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem’in üzerine büyük bir iftirâ atmalarından ve: ‘Allah elçisi, Meryem oğlu İsa’yı öldürdük’ demeleri yüzünden...” (4/Nisâ, 155-157). Bu konuda başka bir âyette şöyle buyrulur: "Kendilerine; 'Allah'ın indirdiği Kur'an'a iman edin' denilince, 'Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız' derler. Ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an, kendi ellerinde bulunan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak gelmiş Hak bir kitaptır. Onlara: 'Şâyet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?' deyiver." (2/Bakara, 91) Konuyla ilgili diğer âyetlerde şöyle denir: "Onlar (yahûdiler), nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kendilerine zillet (damgası) vurulmuş, Allah'ın gazabına/hışmına uğramışlar, miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Bunun sebebi, onların, Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş ve haksız yere peygamberleri öldürmüş olmaları, ayrıca isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarıdır." (3/Âl-i İmrân, 112). "Gerçekten 'Allah fakir, biz ise zenginiz' diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Onların bu sözünü, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: 'Tadın o azâbı!" (3/Âl-i İmrân, 181) Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şerifler, yahûdiler tarafından öldürülen peygamberlerin isimlerini belirtmez. Ama bu durum, o kadar açıktır ki, yahûdilerden bu konudaki âyetlere itiraz eden kimse çıkmamış, dolaylı yoldan hepsi bu tarihsel suçu kabul etmiştir. Bazı tarih ve araştırma kitaplarında yahûdiler tarafından öldürülen peygamberler olarak Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.) ile birlikte başka peygamber isimleri de verilir. Yahûdiler, Dâvud (a.s.)'un soyundan gelen İsrâiloğulları peygamberi Amos'u öldürdüler (M. İslâmoğlu, Yahûdileşme Temâyülü, s. 96). Yahûdi kralı Minşa putçu idi. İşaya Peygamber'in başını testere ile kestirerek şehid etti (a.g.e. s. 97). İsrâiloğullarının akîdede gösterdiği zikzaklar, temelde asabiyetten kaynaklanıyordu. Bir boy/sülâle, yönetimi ele geçirince, diğer boylar ona itaat etmek yerine düşmanlarıyla ilişki kuruyor, hatta onların dinini benimsiyordu. Bir peygamber gönderilse, bu peygamberin hangi boydan olduğuna bakılıyor, eğer karşı boydansa diğerleri onu inkâr ediyor, yok eğer gönderilen peygamberi inkâr eden boy siyasal gücü elinde tutuyorsa, bu inkâr peygamberleri öldürmeye kadar varıyordu. Yahûdiler, peygamberlerini, onların elçiliklerini inkâr ettikleri için öldürüyorlardı. Geçmişte yaşayıp da sadece kendi ırklarından olmadığı için inkâr ettikleri peygamberler vardı: Sâlih, Hûd, Şuayb, İsmâil gibi peygamberler bunlardan bazılarıdır. Bir yandan Allah'ın elçilerinin peygamberliğini reddederken, bir yandan da aralarından yalancı peygamberler çıkarıyorlardı. Bel'am tipli yahûdi bilginleri, peygamberlik ve ermişlik rolüne yatarak halkı aldatmaya kalkıyordu. Bu konuda Kitab-ı Mukaddes'te şöyle uyarıldılar: "Benim adımla yalancı elçilik yapıyorlar. Onları göndermedim, onlara emretmedim, onlara söylemedim. Size ettikleri peygamberlik yalan bir görüntü, falcılık, bir hiç ve kendi kalplerinin dizdiği hiledir." (Kitab-ı Mukaddes, Yeremya, 14/14) Yahûdiler, nice peygamber şehid etmekle yetinmemişler, son peygamber Muhammed (s.a.s.)'i de öldürmek için sûikast teşebbüsünde bulunmuşlardır. Rasûlullah (s.a.s.), aralarındaki antlaşma gereğince, Bi'r-i Mâûne katliâmından paçayı kurtaran Amr İbn Ümeyye ed-Damrî'nin yanlışlıkla öldürdüğü Benî Kilâb'tan iki kişinin diyetine ortak olmalarını teklif için onların yurduna uğramıştı. Bunlar Rasûlullah'ın birkaç sahâbesiyle yurtlarına gelmiş olmasını, bir sûikast tertibi için iyi bir fırsat bildiler. "İstediğini verir, meseleyi hallederiz" dedikten sonra, sohbete tutup Rasûlullah'la konuşurken, damdan üzerine bir değirmen taşı atmak üzere harekete geçtiler. Cenâb-ı Hak vahyen, hazırlıklarını bildirince, Rasûlullah, bir işi varmış gibi sür'atle kalkıp Medine'ye gider. Beraberindekiler de bir müddet sonra Rasûlullah'a yetişirler. Onlara yahûdilerin hazırlıklarını haber veren Peygamberimiz, ânî kalkışının sebebini açıklar. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Tefsirlerden İktibaslar
Meryem’e Kefil Olan Zekeriyya: Meryem’in koruyuculuğunu üstlenen Hz. Zekeriyyâ (a.s.) büyük bir ihtimalle Hz. Meryem'in teyzesinin kocası idi ve Mâbed'in koruyucularından biri idi. O, Eski Ahid'e göre öldürülen Zekeriyyâ Peygamber'le (a.s.) aynı kişi değildir. (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223) Zekeriyya işte orada Rabbine dua etti. Dedi ki: “Rabbim, bana katından tertemiz bir zürriyet bağışla! Muhakkak ki sen duâyı hakkıyla işitensin.” (3/Âl-i İmrân, 38) Hz. Zekeriyyâ (a.s.) o döneme kadar çocuksuzdu. Bu temiz genç kızı görünce bir çocuğu olsun istedi. O'nun Allah'ın özel koruması altında ve O'nun tükenmez kaynaklarından verilen nimetlerle nasıl büyüdüğünü görünce, bu ileri yaşında bile Allah'ın kendisine, eğer dilerse, bir çocuk verebileceğini ümit etmeye başladı. Zekeriyya Meryem’in yanında, mihrapta şöyle duâ etti: “Rabbim, bana katından Meryem gibi tertemiz, sâlih bir nesil bağışla! Muhakkak ki Sen ihlâslı kullarının duâlarını hakkıyla işiten ve duâya icâbet edensin.” Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır diyor ki: “Allah'tan bir kelimeyi (yani İsa'yı) tasdik edici”. Burada Hz. Yahya'nın, Hz. İsa'yı ilk tasdik eden kimse olduğu zikrediliyor. Bu tasdik, Yahyâ'nın ana karnına düşmesiyle başlamıştır. Çünkü "âkır", hayız ve nifastan kesilmiş çok ihtiyar bir kadının hâmile kalması da âdete aykırı bir şeydir. Şu halde Yahya, Cenab-ı Allah'ın âdete aykırı şeyler yaratabileceğine fiilen bir şâhittir. Ve onun vücuduyla esas tasdik ettiği de "Allah dilediğini yapar." kelâmıdır. Bu ise Meryem'in de, âdet dışı olarak, hâmile olabileceğini tasdiktir. Bu mânâ iledir ki, Yahya'nın anasının Hz. Meryem'e: "Benim karnımdaki, senin karnındakini tasdik ediyor." dediği rivâyet ediliyor. “Bir efendi”: Kerim (cömert), halîm (yumuşak), bâtıla tenezzül etmeden güzel şekilde insanların rızâsını (hoşnutluğunu) alır, yaşıtlarına üstün, başkanlığa layık, gücü, kudreti varken, gerek kadın ve gerek diğer dünya şehvetlerinden nefsini son derece koruyan ve zapteden, mücerred (soyut), namuslu, zâhid, dünyayı terkeden. Bir nebevî hadiste varid olduğu üzere bir hata yapmamış, kelime (Hz. İsa)yi tasdik edici olan Yahya böyle bir efendi, böyle bir zâhid, böyle bir sâlih peygamber idi. Hz. Yahya'nın İsa'dan yaşça altı ay büyük olduğu çoğunlukla rivâyet edilmiştir. Bununla beraber üç yaş da denilmiştir. İşaret edilen (Yahya), İsa'nın göğe kaldırılmasından önce şehit edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle rivâyet edilmiştir: "Dünyanın Allah'a karşı değersizliğindendir ki, Zekeriyya'nın oğlu Yahya'yı bir kadın öldürmüştür." Meryem'in kefili, Yahya'nın babası olan, kin ve iftiralarla şehit edilen Hz. Zekeriyya da böyle nezih ve fevkalâde (olağanüstü) bir Rabbanî (ilâhî) mazhariyette bulunuyordu. Hz. Zekeriya (a.s.) o döneme kadar çocuksuzdu. Bu temiz genç kızı görünce bir çocuğu olsun istedi. O'nun Allah'ın özel koruması altında ve O'nun tükenmez kaynaklarından verilen nimetlerle nasıl büyüdüğünü görünce, bu ileri yaşında bile Allah'ın kendisine, eğer dilerse, bir çocuk verebileceğini ümit etmeye başladı (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223). O, mihrapta durup namaz kılarken melekler ona seslendi: “Şüphesiz Allah sana Allah’tan olan bir kelimeyi tasdik edici, efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden bir nebî olan Yahyâ’yı müjdeliyor!” (3/Âl-i İmrân, 39) Zekeriyya, mihrapta, mescitte durup namaz kılarken melekler ona seslendi: “Şüphesiz Allah sana Allah’ın ‘ol’ kelimesi ile babasız olarak meydana gelen İsa’yı ve Allah katından gelen kitapları tasdik edici, kavmine efendilik eden ve sözüne başvurulan, ilim ve takvâda ileri ve şerefli bir kişi, nefsine hâkim olup haramlardan uzak duran ve Allah’ın emirlerini yerine getiren, insanların haklarını veren sâlih kullarından bir nebi olan Yahya’yı müjdeliyor!” Yahya (a.s.) hiç evlenmemiştir. İsrailoğulları tarafından kafası kesilerek şehid edilmiştir. Hz. Yahyâ Hakkında: Kitab-ı Mukaddes, Hz. Yahya'dan (a.s.) John the Babtist olarak bahseder. Matta, l/3, 11, 14; Markos, 1/6; Luka, 1/3. (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223) “Allah’tan Bir Kelime” Hakkında: "Allah'tan bir emir (kelime)" ile burada Hz. İsa (a.s.) kastediliyor. Kur'an-ı Kerim Onu "Allah'ın bir emri (kelimesi)" olarak anar; çünkü Onun doğumu mûcizevî olarak Allah'ın bir tek "Ol" emri ile meydana gelmiştir (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223). Dedi ki: “Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmışken eşim de kısırken benim nasıl oğlum olabilir?” Buyurdu ki: “İşte böyledir, Allah dilediğini yapar!” (3/Âl-i İmrân, 40) Zekeriyya sevincin verdiği heyecanla bunun keyfiyetini merak ederek dedi ki: “Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmışken eşim de çocuk doğuramayacak yaştayken benim nasıl oğlum olabilir?” Allah buyurdu ki: “İşte böyledir, Allah size bu şekilde de çocuk vermeye kadirdir. Çünkü Allah dilediğini yapar! Hiçbir şey O’na ağır gelmez. Senin yaşlılığına ve karının kısırlığına rağmen Allah sana bir oğul bağışlayacak. Bu O’na göre kolaydır.” (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223) “Rabbim bana bir alâmet ver!” dedi. “Senin alametin insanlarla işaretleşmen dışında üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve sabah akşam tesbih et!” (3Âl-i İmrân, 41) buyurdu. Zekeriyyâ sevinç ve heyecanla: “Rabbim Benim gibi yaşlı bir adamla, karım gibi kısır bir kadından bir oğul dünyaya geleceğinden emin olabilmem için bana bir işaret ver, bana çocuğumun ne zaman olacağına dair bir alâmet ver! Benim bunu öğrenmem mümkün değil.” dedi. Allah onun bu isteğini kabul etti ve sâkinleşmesi için ona: “Senin alâmetin insanlarla el, göz, dudak, kaş, baş vb. uzuvlarla işaretleşmen dışında üç gün üç gece konuşamamandır. Ancak zikir ve tesbih amacıyla konuşabilirsin. Bunun için Rabbini çokça zikret ve sabahın ilk saatleri ile akşamın ilk saatlerinde tesbih et, namaz kıl!” buyurdu. (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Bu Bölümün Amacı:
Bu bölümün en önde gelen amacı Hıristiyanların, Hz. İsa'yı (a.s.) Allah'ın oğlu kabul edip ona karşı ibâdet ederek yaptıkları büyük hatayı anlamalarını sağlamaktır. Hz. Yahyâ'nın (a.s.) mûcizevî doğumu da onların bu yanlış inançlarını savunmalarına karşı bir delil olarak Kur'an'da anlatılıyor. Hz. İsa'nın (a.s.) mûcizevî doğumu Onu ilâh olarak kabul etmeye yol açmamalıdır. Çünkü aynı ailede yetişen ve çok değişik bir şekilde yetiştirilen Hz. Yahyâ da (a.s.) bir mûcize sonucu dünyaya gelmiştir (Mevdûdi, Tefhimu’l-Kur’an, İnsan Yayınları: 1/223). Seyyid Kutub Diyor ki: “Zekeriyya O'nu, himâyesine aldı” (3/Âl-i İmrân, 37). Yani Meryem'in ihtiyaçlarını karşılamayı ve onu korumayı Zekeriyyâ üstlendi. Zekeriyya yahûdi havrasının başkanıydı. Havranın hizmeti kendilerine geçmiş bulunan Harun'un (selâm üzerine olsun) soyundandır. Meryem bolluk ve bereket içinde yetişti. Allah lütuf ve kereminden bereket olarak O'na rızkını veriyordu: "Bunun üzerine Rabbi O'nu güzelce kabul etti, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi; bakımı ile Zekeriyya'yı görevlendirdi. Zekeriyya ne zaman o mâbede girse çocuğun yanında yiyecek bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geldi?' diye sorardı. Meryem de ‘Allah tarafından geldi. Hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir' derdi." (3/Âl-i İmrân, 37) Biz bu rızkın nitelikleri hakkında pek çok rivâyetin ayrıntılarına girmeyeceğiz. Onun mübarek olduğunu, etrafında bolluğun yayılıp taştığını ve rızık olarak adlandırılan her nesnenin bollaştığını bilmemiz yeterli olacaktır. Öyle ki onun geçimini üstlenen kişi -bir peygamber olmasına rağmen- bu rızık bolluğuna hayret etmekte ve ona; “bunların hepsi nasıl ve nereden geliyor?” diye sormaktadır. O ise müminin samimiyeti ve alçak gönüllülüğü ile Allah'ın nimeti ve bereketini dile getiriyor ve her işin dizginini O'na havâle ediyor. "Ve o Allah katındandır. Hiç kuşkusuz Allah dilediğine hesapsız rızık verir!" Bu, müminin Rabbi ile durumunu belirten bir sözdür. Kendisi ile Allah arasındaki sırrı korumayı, bu sırdan söz ederken alçak gönüllü olmayı dile getiriyor. Onunla övünüp başkasına üstünlük taslamayı değil... Allah'ın elçisi Zekeriyya'nın bile hayret etmesine neden olan bu alışılmamış olayı dile getirmekle ondan sonra gelecek olan Yahya'nın ve İsa'nın doğuşunda görülen akıl almaz olaylara bir giriş yapılmıştır. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Allah’ın Kudreti:
Bu esnâda hiç çocuğu olmayan Zekeriyyâ'nın iç dünyası harekete geçiyor. İnsanın içindeki güçlü fıtrî çocuk arzusu varlığını devam ettirme, ardında birilerini bırakma arzusu... Kendilerini ibâdete ve basit bir hayata adayan, kendilerini kulluğa ve mâbede hizmete bağışlayan, gönüllerde bile tamamıyla yok edilemeyen istek... Bu, insanların hayatlarını sürdürmeleri ve onu daha ileriye götürmelerinde yüce bir hikmetten dolayı Allah'ın insanları ona göre yarattığı fıtratın yapısından gelen bir istektir. “Orada Zekeriyya, Rabbine duâ etti; ‘Ey Rabbim, bana kendi tarafından temiz bir soy bağışla, hiç kuşkusuz Sen şu duâyı işitensin’ dedi. Bunun üzerine Zekeriyyâ, mâbette namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler; ‘Allah sana Yahya'yı müjdeliyor. O, Allah'ın dolaysız kelimesini doğrulayan, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamberdir.’ Zekeriyyâ ‘Yâ Rabbi, kendim iyice yaşlanmış ve karım çocuktan kesilmişken nasıl oğlum olabilir?’ dedi. O da: ‘Böyledir, Allah dilediğini yapar’ dedi. Zekeriyyâ ‘Rabbim, bana bunun belirtisini göster’ dedi. Allah ona şöyle buyurdu; ‘Senin belirtin üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşmamandır. Rabbinin adını çokça an ve sabah akşam O'nu noksanlıktan tenzih et.” (3/Âl-i İmrân, 38-41) Aynı şekilde... Kendimizi normal olmayan bir olay karşısında buluyoruz. Bu olay, Allah'ın sınırsız irâdesinin görünümlerinden birini taşımakla, bu irâdenin insanların alışageldiği sınırlamalara bağımlı olmadığını görüyoruz. İnsanoğlu asla değişmez bir yasa sandığı ve bu nedenle bu yasanın sınırlarını taşan olayları kuşku ile karşıladığı ve bu türden bir olayla realite olarak karşılaşıp yalanlayamaz duruma düştüğünde de onun etrafını uydurmalar ve efsânelerle örmeye yönelir. İşte yaşı geçmiş bir ihtiyar olan Zekeriyya ve gençliğinde çocuğu olmamış kısır karısı... Allah'ın bol rızık verdiği ve sâliha bir kız olan Meryem'i gördüğünde, nesil sahibi olma konusunda kalbinde fıtrî bir arzu coşar, Rabbine yönelerek niyâza geçer ve kendisine temiz bir nesil bağışlanmasını diler: "Orada Zekeriyyâ, Rabbine duâ etti; ‘Ey Rabbim bana Kendi tarafından temiz bir soy bağışla, hiç kuşkusuz sen şu duâyı işitensin’ dedi." (3/Âl-i İmrân, 38) Bu samimi, sıcak ve gönülden gelen duânın sonucu ne oldu? Hiçbir yasayla ifâde edilemeyen ve insanların alışageldiklerinin tersine bir durum ile karşı karşıya kalındı. Çünkü bu dileği yerine getiren kudret, Yüce Allah'ın kudretidir: "Bunun üzerine Zekeriyyâ, mâbette namaz kılarken melekler O'na şöyle seslendiler; ‘Allah sana Yahya'yı müjdeliyor. O, Allah'ın dolaysız kelimesini doğrulayan, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamberdir." (3/Âl-i İmrân, 39) Arı-duru bir gönülden kopup gelen çağrıya müsbet cevap verilmişti. Çünkü o umudunu, duâları işitene ve dilediği zaman istekleri karşılayana bağlamıştı. Melekler Zekeriyyâ'ya erkek bir çocuk müjdelediler. Doğmadan önce adı biliniyordu: "Yahyâ". Karakteri de biliniyordu, iyi, efendi, namuslu, şehevî duygularını frenleyebilen, duygusal arzularının tepkilerini dizginleyebilen, Allah'tan kendisine gelen her sözü doğrulayan bir mü’min (Bazı tefsirler Allah'tan olan sözü doğrulamaktan amacın Hz. İsa (selâm üzerine olsun) olduğunu belirtmiştir. Burada bu anlayışı zorunlu kılan bir neden yoktur.) ve iyi insanların kafilesine katılan bir peygamber... Duâ kabul edildi. İnsanların bir kanun olduğunu sandıkları alışılagelen şeyler, Yüce Allah'ın irâdesinin gerçekleştirdiği bu olayı algılayamaz. Aslında insanın tabiatta kanun olarak sandığı ve gördüğü her yasa -sınırsız ve nihâî değil- göreli bir olgudan öteye geçemez. İnsan, bu sınırlı ömrü, sınırlı bilgisi ve bütünüyle sınırlı aklıyla nihâî bir kanunu bütünüyle algılayamaz ve bu noktada mutlak bir gerçeğe varamaz. İnsana, Cenab-ı Allah'a karşı edebini takınması yakışır. Tabiatının sınırları ile sahasının çerçevesini taşmaması yaraşır ona. Böylece, kılavuzsuz olarak çöllerde bilinçsizce yol tepmekten kurtulur. Olabilecek ve olamayacaklardan söz ederken bizzat deneyimlerinden kendisinin belirlediği kurallardan ve bilgilerinden hareketle Allah'ın bağımsız olan dilemesini dar kalıplara sokmaya çalışmaktan kurtulur. Duânın kabul edilişi bizzat Zekeriyyâ'ya da bir sürpriz olmuştur. Çünkü Zekeriyya da nihayet insanlardan biriydi. İnsanların alışageldiği olaylara oranla olağanüstü bir niteliğe sahip bulunan bu olayın, nasıl meydana geldiğini öğrenmeye meraklanmıştı. "Zekeriyya ‘Rabbim, kendimi iyice yaşlanmış ve karım çocuktan kesilmişken nasıl oğlum olabilir?’ dedi. O da; ‘Böyledir; Allah dilediğini yapar’ dedi." (3/Âl-i İmrân, 40) Ve hemen cevap yetişiyor. Cevap sade ve kolaydır... İşi ehline havâle ediyor. Anlaşılmasında hiçbir zorluk, oluşunda hiçbir ilginçlik bulunmayan gerçek mâhiyetine gönderiyor. "Böyledir; Allah dilediğini yapar." Aynı şekilde... İş, Allah'ın dilemesine ve sürekli olarak bu şekilde meydana gelen Allah'ın irâdesine havâle edildiğinde onun alışılagelen, tekrar edilen ve normal olan bir iş olduğu kavranabilmektedir. Fakat insanlar olayı konumunda değerlendirmiyor, Allah'ın yaratıcılığı üzerinde düşünmüyor ve gerçeği gözlerinin önüne getirmiyorlar. Böylece kolaylıkla ve bağımsızlıkla Allah dilediğini yapar. Öyleyse kendisi yaşlandığı ve karısı kısır olduğu halde Allah'ın Zekeriyya'ya bir erkek çocuk bağışlamasında anlaşılmayacak ne olabilir? Yaşın ve kısırlığın; ancak, insanların kendilerinin kural olarak tesbit ettiği ve onlardan kanunlar çıkarttıkları zaman bir değeri olabilir. Allah için ise böyle kıyaslama yoktur. O'nun için ne alışılagelen ne de ilginç bir olaydan söz edilebilir. O'na göre her nesnenin kaynağı, dilemesinin ona yönelmiş olmasıdır. O’nun dilemesi ise her çeşit bağdan tamamen bağımsızdır. Fakat Zekeriyya beşerî araştırmaların suya indirilmesine duyduğu aşırı üzüntüden ve müjdenin kendisinde şok etkisi yapmasından ötürü Rabbine yönelmekte kendisine huzur bahşedecek bir işaret vermesini istemektedir. "Rabbim bana bir işaret ver dedi." Burada Allah onu gerçek huzura yöneltiyor... Kendisini içinde bulunduğu alışılagelen olayların etkisinden kurtarıyor. Artık onun işareti üç gün boyunca insanlarla konuşmaması, Rabbine yöneldiğinde ise zikir ve tesbihlerle onu yâd edip dilini depretmesidir. "Zekeriyya ‘Rabbim, bana bunun belirtisini göster’ dedi. Allah ona şöyle buyurdu; ‘Senin belirtin üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşmamandır. Rabbinin adını çokca an ve sabah akşam O'nu noksanlıklardan tenzih et." Burada açıklama kesiliyor... Fakat biz bunun pratik olarak gerçekleştiğini biliyoruz. Şimdi artık Zekeriyyâ (a.s.) bizzat kendisinde, yani kendisinin hayatında, başkasının hayatında alışılmamış şeyleri yaşıyor. Bu dil onun eski dilidir. Fakat o bunu insanlarla konuşmaktan alıkoyuyor ve Rabbine yakarmak için serbest bırakıyor. Peki bu olaya egemen olan yasa hangisidir? Bu, Yüce Allah'ın irâdesinin sınırsız ve bağımsız yasasıdır. O’nsuz bu ilginç olayı açıklama imkânsızdır. Aynı şekilde ihtiyarladıktan sonra ve karısının kısırlığına rağmen ona Yahyâ'yı bağışlaması da bu yasa olmadan açıklanamaz. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Peygamberî Mesaj ve Örnekler
Kur'an'da kıssaları anlatılan peygamberler, hayatımızın çeşitli safhalarında karşılaşacağımız problemlere nasıl çözümler bulacağımız konusunda pratik örnek kabul edilmeleri için zikredilmiştir. Özellikle ilmî ve imanî noktadan zaafları olan halk kesimi, teoriden ziyade pratik örneklere ihtiyaç duyar. Nice insan, kendilerine Kur'ânî hakikatler anlatan ve İslâmî tebliğ yapan kimselere "doğru, kabul ediyorum ama, hocalar da şöyle şöyle yapmıyor mu?"; "Kimi örnek alacağız, birçok cemaat var, hocalar bile birleşemiyor, kime inanacağız, kime benzeyeceğiz?" veya "sen haklısın, doğru Kur'an bunları emrediyor ama, bunları kim uyguluyor ki?!" diyerek ille somut örnekler istemektedir. İslâmî usûller yerine, nice haramlara yol açan Batıdan ithal edilmiş metotlarla çalışma ve faâliyetler eleştirilince, çoğu müslüman, "başka alternatif yok ki!" diyebilmekte. Şeytan da müslümanların yaşayış ve faâliyetlerini bu tür mantık yürütmelerle saptırabilmektedir. Bütün bunlara Kur'an'ın verdiği cevap, peygamberlerin hayatı, tebliği ve tevhid mücâdeleleridir. Yukarıdaki soru ve sorunlara sanki Kur'an şöyle cevap vermektedir: "Somut örnek mi istiyorsunuz? Alın size peygamberler. Alternatif mi istiyorsunuz? İşte peygamberlerin faâliyetleri." Cin ve ins şeytanlarının gayr-i İslâmî yöntemlerle güya İslâmî çalışma yapanlara sunduğu gerekçe ve savunma mantığı daha çok şöyledir: "Başta Hz. Muhammed (s.a.s.) olmak üzere, tüm peygamberlerin hayatı ve mücâdelesine bir sözümüz yok, onlar elbette bizim örneğimizdir; ama bizim şartlarımız farklı. Birincisi, onlar peygamberdi, biz ise zayıf birer beşeriz. İkincisi, onlar apaçık müşriklerle mücâdele ettiler, biz ise müslüman olduğunu iddia edenlerle, münâfık tipli kişilerle karşı karşıyayız..." Bu insanların en büyük eksiği, Kur'an talebesi olmamalarıdır. Kendi problemlerini çözmek için peygamberlerin Kur'an'da anlatılan hayat ve faâliyetlerine yönelmemeleri, peygamberleri örnek almaları gerekirken, çokça hata yapma ihtimali ve riski olan devirlerindeki başka kişileri örnek edinmeleridir. Peygamberler, vahiy almanın dışında her yönleriyle aynen bizim gibi beşerdirler. "Onlar peygamberdi, biz onlar gibi olamayız!" diyen mantık, eğer "bir mûcize göster, Allah'tan vahiy getir" diyen biri varsa, ancak o zaman haklı olabilir. Kimse onlardan sadece peygamberlere âit bu özellikleri istemiyor ki... Bu özelliklerin dışında aynen bizim gibi beşer olan peygamberlerin örnek alınması gereken davranışlarına çağrılıyorlar. Öyleyse onlar demagojiden başka bir şey yapmıyorlar. Hz. Zekeriyyâ ve Yahyâ (a.s.)'nın hayatları, mücâdeleleri de bütün bu soru ve sorunlara en güzel şekilde cevap vermektedir. Onlar, dine düşman ve açıkça kâfir olmadıkları halde kaypaklığın ve isyanın en çirkinini icrâ etmekte çok ustalaşmış yahûdi karakterine sahip olanlarla uğraşmışlardır. Bu yahûdileşmiş karakter, tam bir münâfık karakteridir. Bu zihniyet "bile bile hakkı kabul etmeyen, ya da kabul ettiği hakka teslim olmayan, kendi içlerinden çıkmış peygamberleri bile öldürecek kadar alçalan yapıdır. Hemen her peygamberin mücâdele ettiği tâğut veya tâğutlar vardır. Bunun yanında, özellikle Hz. Mûsâ ve ondan sonra gönderilen peygamberlerin, "inandım" dediği halde kaypak ve kalleşçe tavırlar takınan bozuk karakterlilerle uğraştıkları bilinmektedir. Evet, gerçekten bizim şartlarımız peygamberlerin gönderildiği şartlardan farklıdır. Farklıdır ama, bu nitelik farkı, bizim lehimize olan farklılıktır. Onların tümü, bizden çok, ama gerçekten çok zor şartlarla imtihan olmuşlardır. Hemen her tebliğcinin ezbere bildiği şu âyet, hem onların çektiği zorluğu hem de bizim şartlarımızı onlarla mukayese etmemiz gerektiğini çok net şekilde anlatmaktadır: "Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler size de gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öyle sarsıldılar ki peygamber ve onunla beraber iman edenler nihâyet 'Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?' dediler. İşte o zaman (onlara); 'şüphesiz Allah'ın yardımı yakın' denildi." (2/Bakara, 214). Bu âyette eşsiz bir terbiye örneği vardır. Müslümanlara dünyada ve dolayısıyla âhirette başarılı olmanın yolu, iman ve sebatla çalışmak, çabalamak, cihadın her aşamasından geçmek, sıkıntılara katlanmak, güçlüklerden yılmamak; tembelliği, kolaylığı, rahatı, eğlenceyi tercih eden nefsî arzu ve hevâdan, şeytandan uzak olmaktır. "Ey müslümanlar! Sıkıntı çekmeden, cihad edip kurban vermeden zafere ulaşamazsınız, cennete giremezsiniz!" denmektedir. Dünyada izzet ve devlete, âhirette sonsuz nimet ve cennete sahip olmak için örnek gösterilen peygamberlerin ve onlara itaat eden mü'minlerin, günümüzün rahatı tercih eden müslümanından önce, asr-ı saâdetteki çok ağır çilelerle karşılaşan ashâba örnek gösterildiği de işin daha zahmetli tarafıdır. Çünkü bu âyet, bir rivâyete göre Hendek savaşında müslümanların çektiği sıkıntılar dolayısıyla inmiş, onların o sıkıntılarının doğal olduğunu, bu tür sıkıntılar çekmeden eski ümmetlerin de felâha ulaşmadığı hatırlatılmıştır. Diğer rivâyete göre ise, evlerini, mallarını ve yakınlarını Mekke'de bırakıp destansı sıkıntılara katlanarak Medine'ye hicret eden müslümanları teselli için inmiştir. Onların çektiği sıkıntıların dünya ve âhiret beklentileri için sünnetullah olduğu ifade edilmiştir. Ve Allah, hepimizi bu tür sıkıntılarla imtihan edeceğini söylemekte, bu imtihandan kaçan, ya da sınavı kaybeden kimsenin, yani sabredemeyenlerin müjdelenmeyeceği işaret edilmektedir: "Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. Sen, sabırlı davrananları müjdele. İşte o sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman 'Biz Allah için varız ve biz sonunda O'na döneceğiz' derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve merhametler hep onlaradır. Ve yalnızca onlar doğru yolu bulmuşlardır." (2/Bakara, 155-157) İşte, günümüz müslümanının şartlarıyla geçmiş müslümanların şartlarından hangisinin daha ağır olduğunu gösteren örnek: Aynı dönemde yaşamış olan üç peygamberin hayatı ve ölümleri: Münâfık yahûdiler tarafından bin bir eziyete uğratılan ve sonunda onlar eliyle bir dansöz kadının keyfi için başı vücudundan koparılan Hz. Yahyâ, testere ile vücudu parçalanıp şehid edilen Hz. Zekeriyyâ ve kendi talebesi/havârîsi tarafından ihânete uğrayıp idam kararı alınan Hz. İsa... Onlar, tâğutlara boyun eğmediler, Allah'ın yasaklarına kılıf bulmadılar, zâlim yöneticilerin haram işlerine rızâ göstermediler. Cennetin bedelini hayatlarıyla ödediler. Ölüm riskine ve kendilerinden önce şehid edilen Hz. Yahyâ'nın yolu, Zekeriyyâ ve İsa peygamberleri korkutup tâvize zorlayamadı. Ölüm riskine rağmen onlar şirke ve bâtıla, nifak ve kaypaklığa karşı olanca yiğitlikleriyle tavır aldılar. Eğilmediler, bükülmediler, "illâllah -illâ (ancak) Allah"tan önce "lâ ilâhe" diye haykırdılar. Günümüzdeki yönlendirilmiş ve aslî çizgiden saptırılmış güya İslâmî mücâdelede; "lâ ilâhe"si olmayan bir renksizlik ve bulanıklık sırıtıyor. Karşı çıkıp mücâdele ettiği, reddettiği bir tâğutu olmayan anlayışla, uzlaşmacı ve gayr-i İslâmî yöntemlerle başarı ve cennet aranıyor. Allah'ın dini için cihad etmekle emrolunan müslümanlar, "gerginlik olmasın" diyerek kâfirleri memnun etmenin, hiç değilse rahatsız etmemenin rahatıyla dünyada zafer, âhirette ödül bekliyorlar... İman ettiklerini iddiâ eden yahûdilerin peygamberlerini bile gözlerini kırpmadan öldürecekleri çizgiye nasıl geldikleri gözden uzak tutulmamalıdır. Onlar, ırkçılık asabiyeti ve grupçuluk bağnazlığıyla gözleri kör olmuş, basîretleri bağlanmış, hakkı bâtıl, bâtılı da hak görecek yanılgılara düşmüşlerdir. Günümüz müslümanlarının, peygamber yolunu, nebîlerin tevhîdî mücâdelelerini, örneklik ve mesajını öldürmelerinin temelinde aynı asabiyet ve bağnazlığı görüyoruz. Günümüzde, "ben de müslümanım!" dediği halde yahûdileşen, münâfıklaşan insanların izini tâkip edip "gazaba uğramış" ve "lânetlenmiş" peygamber katillerini her yönüyle taklit eden insanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Müslümanlığı kimseye bırakmak istemeyenlerin önemli bir kesimi, hayatlarıyla, davranışlarıyla, duygu ve düşünceleriyle peygamberi hatırlatan "örnek" olmadıkları gibi, "örneği" de unutturuyorlar. Dinin özünü değiştirip peygamberin hâtırasını tahrif ediyorlar. Böylece peygamberlerini mânen "öldürmüş" oluyorlar. Esas ölüm, ruhun bedenden ayrılması değil, ruhun katledilmesi, inancın mahvedilmesidir. İzinden gidecekleri başka önderler bulanlar kadar, onlara gerçek örneği sunmayanlar da suçludurlar. Peygamberlerin getirdiklerine kayıtsız şartsız teslim olmayanlar, onların mesajlarını, sünnetlerini öldürmüş olmanın vebalini yahûdilerle paylaşacak olanlardır. Takvâ ve cihadın ayrılmaz bütünlüğünü Zekeriyyâ ve Yahyâ peygamberlerde görüyoruz. Onlar, köşelerine çekilip namaz ve duâlarıyla yetinmediler. Onların namazları, kendilerini fahşâ ve münkerin tüm toplumsal boyutlarını engellemeye götürdü. Onların dillerindeki duâları, ellerinin fiilî duâlarıyla birleşti. Onlar, kendi başlarını kaybederek çok büyük kazançlar sağladılar. Gövdesinin üzerinde başları olan nice insandan daha büyük başarılara ölümsüzlük kapısı şehâdetle ulaştılar. Hâlâ yolumuzu aydınlatıyor, bize ders veriyorlar. Dersimizi sabote eden, içi başka örnekliklerle doldurulmuş kafaların sahibi canlı cenâzelere rağmen... Evlât, büyük imtihanlardan biridir. Hz. Nûh, Hz. İbrâhim, Hz. Zekeriyyâ, Hz. Muhammed (Allah'ın salât ve selâmı üzerlerine olsun) bu imtihandan başarıyla geçtiler. Evlâtsızlık imtihanı ve evlâtlarını kaybetme imtihanı. Olmama ve ölme imtihanı... Hz. Zekeriyyâ (a.s.)'nın, bir hadis rivâyetine göre marangoz olduğunu, dolayısıyla kendi eliyle geçimini temin ettiğini öğreniyoruz. Dünyevî geçim ve maîşet temininin, insanı dâvet ve tebliğden engellemediğinin, her ikisini beraber yürütmenin canlı bir örneğidir bu. Yine, rızık bolluğu ile takvâ ve Allah'a adanma arasında yakın bir ilişki ve bağlantı olduğunu, mihrapta Allah'ın ikrâmı güzel rızıklara sahip olan Allah'a adanmış müttakî Hz. Meryem örneğinde görüyoruz. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
![]() Zekeriyyâ İle İlgili Âyet-i Kerimeler
A- “Zekeriyyâ” İsminin Geçtiği Âyet-i Kerimeler (Toplam 7 Yerde): 3/Âl-i İmrân, 37, 37, 38; 6/En’âm, 85; 19/Meryem, 2, 7; 21/Enbiyâ, 89. B- Zekeriyyâ (a.s.) İle İlgili Âyet-i Kerimeler: Zekeriyyâ (a.s.)’ya Peygamberlik Verilmiştir: 6/En’âm, 85. Zekeriyyâ (a.s.)’nın Allah’tan Hayırlı Nesil İstemesi ve Yahyâ (a.s.) İle Müjdelenmesi: 3/Âl-i İmrân, 38-39; 19/Meryem, 2-6; 21/Enbiyâ, 89-90. Zekeriyyâ (a.s.), Kendisi İhtiyar, Karısı da Kısır Olmasına Rağmen Allah Ona Yahyâ’yı Verdi: 3/Âl-i İmrân, 40-41; 19/Meryem, 7-11. Zekeriyyâ (a.s.)’nın Beyt-i Makdis’te Hizmet Görevi: 3/Âl-i İmrân, 37. |
|
![]() |
![]() |