AK Gençliğin Buluşma Noktası
Önden Giden Atlılar Önlerinde okyanus, Kızgın bir çöl arkada, Asıl içlerindedir, Zaptedilmez bir deniz, Önden giden atlılar...



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-17-2009, 00:21   #1
Kullanıcı Adı
Gölge
Thumbs up Hoca Efendi'yi doğru anlamak ....

Ali Ünal

Zaman

Hoca Efendi'yi doğru anlamak ....


İslâm dünyası, özellikle son bir–bir buçuk asırdır çok İslâmî hareketlere sahne oldu ve pek çok Müslüman aydın ve ilim adamı, bu çağda İslâm'a yaklaşım ve İslâmî hareket konusunda araştırmalar yaptılar, makaleler ve kitaplar yazdılar.

İşte, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hareket ve düşünce çizgisinin iyi kavranması, özellikle İslâm'ın hem evrenselliğini, bütün zamanlara ve şartlara hitap edebilirliğini, hem de evrenselliği içinde modern çağın mevcut şartlarına hitabını gerektiği ölçüde kavramak ve değerlendirebilmek açısından çok önemlidir.

İslâm ve İslâm fıkhı, kitaplarda yazılı, teorik kaidelerden ibaret değildir. Ümmîliği risaletinde aslî yerlerden birine sahip bulunan Allah Rasûlü'ne (sas) inen ilk vahyin "Oku, yaratan Rabbi'nin adıyla ve adına!" şeklinde aksiyona yöneltici bir emir olması da, bunu, yani İslâm'ın ve İslâm fıkhının kendini pratiğiyle ve manâsını aslî pratiğinde ortaya koyma hususiyetini yeterince tayin etmektedir. Bu temel nokta ne yazık ki modern dönemdeki İslâmî hareketler ve bunları inceleyen pek çok aydın ve ilim adamı tarafından gözden kaçırıldığı için konu, çok defa teorik bir tartışma ve spekülasyon malzemesi olmuştur. Diğer yandan da, Hocaefendi'nin hareket ve düşünce çizgisi, hassaten bu çizgiye ve harekete dost veya düşman pek çoklarınca da yanlış anlaşılıp yanlış yerlere çekilmiş, Hocaefendi'yi kimi müsbet kimi menfi manâda değişmekle itham etmiş veya övmüş, pek çokları da İslâm'da reform, hattâ İslâmî ahkâmın –haşa– yetmezliği gibi iddialarla konuya yaklaşmaya çalışmıştır.

Hem evrenselliği hem de evrenselliği içinde hususi zaman ve şartlara hitap edebilirliği açısından İslâm'ı ve bu noktada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin aksiyon ve düşünce çizgisini, yani son yarım asrın şartlarında İslâmî temsil ve tebliğini kavramak, bir manâda kendi pratiği içinde şekillenen İslâm'ın ve İslâm fıkhının ürettiği veya dayandığı usulü iyi bilmeyi gerektirmektedir. Bugün ne yazık ki belli unvanlara sahip insanlar bile usûl bilgisinden mahrum olarak konuşup yazmakta, Tefsir usulü bilmeden Kur'an, Hadis usulü bilmeden Sünnet ve Hadis üzerinde yorum ve yargıda bulunmakta, bilhassa hem usulüyle Tefsir, hem usulüyle Hadis bilmeyi gerektiren, bunları da içine alan Fıkıh Usulü'nü ise hiç bilmeden İslâm adına fetva ve hüküm verebilmektedir. İslâm ve İslâmî ilimler, başka hiçbir ilmî disiplinde olmayan derinlikte ve genişlikte usûl üzerine oturmak, bu usulleri üretmek gibi bir imtiyaza sahiptir. İşte, bu usûl, yani aslî kaideler, temeller, metodoloji çerçevesinde meseleye yaklaştığımızda, hem Tefsir, hem Hadis, hem de âdeta bütün dinî ilimleri kapsayan Fıkıh'ta karşımıza, evrenselliği içinde İslâm'ın her zaman, her şart, hattâ gerektiğinde her kişiye hitap edebilir özelliğinin kaynakları olarak nesh (nâsih-mensuh) mevzuu, muhkem-müteşabih, umumî-hususî/ta'mim-tahsis, mutlak-mukayyet/takyit gibi prensipler çıkar. Kendinden önceki bütün zamanların, risaletlerin bir bakıma meyvesi bir bakıma ağacı, kendinden sonraki bütün İslâmî hayat, düşünce, davranış, hareket ve tecditlerin modeli olma hususiyetine sahip bulunan Peygamber Efendimiz'in, 23 yıllık İslâm'ın kemali, Allah'ın nimetinin tamamlanmasıyla noktalanan risaleti döneminde pek çok âyetin lafzıyla neshedilmesi, yani tamamen kaldırılması, pek çok âyetin manâsıyla neshedilmesine rağmen lafzıyla Kur'an'da bırakılması bile, başlı başına her bakımdan İslâm'ı ve İslâmî hareketleri anlamada çok büyük önem arz etmektedir. Özellikle manâsı neshedilmiş âyetlerin Kur'an'da lafzıyla yer alması, onlardaki pek çok başka manânın yanı sıra, dünyanın şartları her zaman Peygamber Efendimiz'in bu âyetlerin hükümlerinin neshedildiği zamandaki gibi kalmayacağı gerçeğini göz önüne aldığımızda İslâmî tebliğ, hareket ve düşünce adına ayrı bir önem kazanmaktadır. İşte, Hocaefendi'nin yarım asrı bulan hareket ve düşünce çizgisinde bazen birbirinden farklı gibi görünen söz ve davranışlarını doğru anlayabilmek için bu husus son derece önemlidir.

Konuya inşallah devam edeceğiz.

Ali Ünal - Zaman
[email protected]

 

Gölge isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-17-2009, 00:24   #2
Kullanıcı Adı
Gölge
Standart Hoca Efendi'yi anlamak - 2
Herhangi bir mesele, hadise, özellikle kendisini hayatıyla ortaya koymuş şahısların sözleri ve davranışları hakkında bir sonuca varabilmek için, iyi niyet ve hüsnüzan taşıma, garaz, kin, haset ve önyargıdan uzak bulunma ve âdil olma gibi aslî-ahlâkî şartların yanı sıra, önce söz konusu mesele, hadise, söz veya davranışın tam olarak bilinmesi, sonra onun arka zemininin, onu kuşatan bütün unsurların, "kim, niçin, ne zaman, hangi şartlarda, hangi makamda ve ne maksatla?" sorularına tam cevap verebilecek ölçüde kavranmış olması gerekir.
Aksi halde, zanna dayalı ve bilmeden hüküm verme cürmü işlenmiş olur ki, bundan kulak, göz ve kalb mesul olup, sorguya çekilecektir. (İsrâ/17: 36)

Bediüzzaman Hz.'nin üzerinde çok durulması gereken bir tesbiti de şudur:

"Peygamber Efendimiz'in (sas) en büyük mucizelerinden biri, İslâm'ı İlâhî İsimlerin bütün tecellilerini içine alacak şekilde nihaî sınırlarına taşıması ve bu sınırlar içinde dengeyi tam muhafaza etmesidir." Bu müthiş gerçek, üzerinde durulan herhangi bir mevzuun "efradını câmî, ağyarını mânî" olarak bilinmesi gibi, onun İslâm'ın nihaî sınırları veya külliyeti içindeki cüz'i, yani kendine has yerini de tam tesbit etmeyi gerektirir. Bütün bunlar da, İslâmî ilimlerde tam bir usûl bilgisi ve Din'de tefakkuh, yani "fıkıh" sahibi olmayı, Din'i ve dinî gerçeklerin özünü kavramış olmayı icap ettirir.

Bu çerçevede, meselâ Kur'an-ı Kerim, bir açıdan hem baştanbaşa muhkem (Hûd/11: 1), hem baştanbaşa müteşabih (Zümer/39: 23) olduğu gibi, bir diğer açıdan, onun bazı âyetleri muhkem, bazıları müteşabihtir. (Âl-i İmran/3: 7) Müteşabih, bir manâsıyla, muhterem Suat Yıldırım Bey'in fevkalâde teşbihiyle, bir ışığın prizmadaki yansımaları gibi, bir ve aynı gerçeğin farklı zaman, mekân, şahıs ve şartlara göre yansımasına benzetilebilir. Bunun en açık bir misalini, Peygamber Efendimiz'in (sas) farklı zamanlarda, farklı kişiler tarafından kendisine sorulan "En hayırlı amel hangisidir?" sorusuna, soruyu soran kişiye, sorduğu zamana, şartlara, o zaman ve şartlardaki dinî önceliklere göre farklı cevaplar vermesinde görürüz. Yine bu gerçekle kısmen alâkalı bir diğer husus olarak, öyle şartlar olur ki, genelde daha az önemli bir hüküm, daha çok önemli olanın önüne geçebilir. Meselâ, oruç, İslâm'ın beş şartındandır. Cihadın savaş boyutu öyle olmadığı halde, savaşa çıkmak gerektiğinde Ramazan'da da olunsa oruç açılır ve sonra kaza edilir. Yine, hükümler, çok defa hikmetle karıştırılan illetleriyle manâ ve muhtevasını bulur. Meselâ, zekâtın harcanma yerlerinden olan "Allah'ın yolu" Kur'an'da mutlak ifade edildiği halde, Hanefîler, o dönemin şartlarında bunu cihadla sınırlamışlardır; fakat günümüz şartları, o dönemin şartları değildir. Zekâtın bir diğer harcanma yeri olarak, Peygamber Efendimiz hayatta iken iki kişiye müellefe-i kulûbdan pay vermiş, fakat onları müellefe-i kulûba dahil eden şartlar daha sonra ortadan kalktığı için Hz. Ömer efendimiz (ra), o iki kişiye artık bu payı vermemiştir. Bediüzzaman Hz.'nin yine muhteşem bir tesbitiyle, Kur'an-ı Kerim, amel-i salihi mutlak zikreder, tek tek salih amelleri saymaz. Öyle olur ki, bir şart, makam, yer ve şahıs için salih amel olan, başka zaman, şart ve makamda tersi olur. Meselâ, bir idarecinin makamındaki ciddiyeti salih ameldir; ama aynı ciddiyeti evinde gösterse bu, kibir olur.

Ayrıca, doğrular bir üst maksada, temel ve aslî doğruya hizmet etmelidir. Bu, meselâ "Her söylenen doğru olmalı ama her doğruyu söylemek gibi, bir doğruyu her yerde uluorta söylemek de, hem hakkımız değildir, hem doğru değildir." kaidesine vücut vermiştir. Aksi halde, doğrular, çok büyük yanlışlara ve tahriplere alet edilmiş olur.

Bunlar ve bunlar gibi gerçekler çok iyi bilinmiş olsaydı, son zamanlarda tarihselcilik gibi safsatalar da ortaya atılmamış olurdu. Ama bütün bunlar, manâ ve muhtevalarını İslâmî bir pratikte ortaya koyar ve böyle bir pratiği olanların sözleri ve hareketleri, hem bütün bunlar ve benzeri gerçekler, hem de o pratik çok iyi kavranarak değerlendirilmelidir.

Ali Ünal - Zaman




Gölge isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-08-2009, 00:17   #3
Kullanıcı Adı
Üsküdarlı_Genc
Standart
çok güzel bir yazı ;)
Üsküdarlı_Genc isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-17-2009, 21:26   #4
Kullanıcı Adı
Alem_i Ervah
Standart
Kafadaki soru işaretlerini gidermek açısından faydalı bir paylaşım olmuş sağolasınız muhterem..
Alem_i Ervah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 04-17-2009, 21:29   #5
Kullanıcı Adı
Tarantula_
Standart
Şu yazıları bazılarına okutmak çok istedirm sevdiğiniz ve saygı duyduğunuz bir insana yanınızda hakaret edenlere tahammul etmek inanın çok zor
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi