11-06-2009, 22:13 | #11 |
SORU: Hoşgörünün sınırı nedir? Hoşgörüde dengeli olunuyor mu?
Her meselede itidal ve denge çok önemlidir. Hoşgörü konusunda da kalb balansının çok iyi ayarlanması gerekmektedir. İddia olmayacağı mülâhazasıyla diyorum ki, biz, hoşgörü hususunda dengeli olduğumuza inanıyoruz. Bu itibarladır ki; hoşgörü derken, bunu milletimizin ve ülkemizin geleceğini tehlikeye sokacak, tarihimizi, millî-mânevî değer ve dinamiklerimizi tahribi netice verecek davranışlara karşı hoşgörülü olunması asla söz konusu değildir. Aslında bugünümüz ve yarınımız adına nelerin hoşgörüleceği ve nelerin hoşgörülmeyeceği bellidir. Ama öyle ümit ediyorum ki toplum, zamanla birbiriyle kaynaya kaynaya o dengeye ulaşacaktır. Ama bugün bize düşen şey, şu demokratik hava içinde, tartışma ve ayrılık konusu meselelerden kaçınarak, bizi toplum olarak, millet olarak birbirimize bağlayan hususları öne çıkarmak suretiyle, herkesi bulunduğu konumda kabûl edip, hoş görmekle işe başlamak isabetli bir yol olsa gerek. Zaten başkalarının hukukunun söz konusu olduğu bir yerde müsamaha gösterme, kimsenin hakkı değildir. Biz nefsimize ait meselelerde fedakârlıkta bulunabiliriz; ama toplumun hakkını fertlere bağışlamaya gelince, o topluma karşı işlenmiş bir haksızlıktır. Evet, ben cüzdanımı veya sırtımdaki elbiseyi birisine verebilirim; bu bir fedakârlıktır. Ne var ki millete ait bir cüzdanı, millet malını ve kamunun hakkını birisine bağışlamam, zahiren hayır gibi görünse de, temelde zulümdür. Şimdi birisi kalkıp da bir toplumun bugününe, geleceğine saldırıyor, aileyi tehdit ediyor; can'a, 'nesl'e, 'akl'a, 'din'e ve 'mal'a dokunuyorsa, bu türden davranışlara karşı müsamahalı olmak bizi aşar. Bunlar bilinen şeylerdir ve bu açıdan da hoşgörünün gayesi, hedefi ve milletin ondan ne anladığı açık ve nettir. Öte yandan, hükümler muhtemeller üzerine kurulmamalıdır. Eğer hüküm muhtemeller üzerine kurulacak olursa, o takdirde, su-i zanna gidilmiş ve günaha girilmiş olur. Hükümler vukuâta, yani olup bitmiş hadiselere göre verilir. Ortada bir işaret ve delil olmadığı müddetçe, beraat-ı zimmet, yani kişilerin masumiyeti esastır. Bu, bir hukukî disiplindir. O açıdan, bazılarının, siz hoşgörü diyerek millet ve maneviyat aleyhinde her şeyi dinamitliyorsunuz ve bazılarının dümen suyunda gidiyorsunuz gibi dayanaksız ve tamamen sû-i zanna dayanan suçlamaları, nasıl bir bühtandan öteye geçmiyorsa, aynı şekilde, daha başkalarının, şimdi hoşgörü diyorsunuz ama, fırsat elinize geçerse şöyle-böyle yaparsınız gibi düşünce ve sözleri de, hiçbir işaret ve delile dayanmayan birer kuruntu olduğundan birer paranoya deyip üzerinde durmamak icap eder. Şimdi bize düşen şey, savunduğumuz meselelere âlemin inanıp inanmaması değil; samimiyetle inandığımız sevgi ve hoşgörü davasında, Risalet vazifesinin ayları ve güneşleri olan peygamberlerin, o üstünlerden üstün vazifelerini yerine getirirken gösterdikleri azim, sebat ve kararlılığı göstermektir Konu Terennüm tarafından (11-06-2009 Saat 22:17 ) değiştirilmiştir.. |
|
11-07-2009, 15:20 | #12 |
yunuscasına sevgiden anlamayanlara karşı yavuzcasına tavırda gerekli bazan.
|
|
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|