AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 01-31-2012, 21:53   #1
Kullanıcı Adı
alperen
Standart HÜCRE NİZAM-I ÂLEMİ
HÜCRE NİZAM-I ÂLEMİ
ALPEREN GÜRBÜZER

İnsanoğlu amansız düşman addettiği kansere çare buluyum derken ister istemez hücre ile bilinmeyen nice sis perdelerin sırrına vakıf olma şansı elde etmiştir. Çünkü bu çalışmalar öncesinde hücre anlamsız yığınlardan ibaret sanılıyordu. Üstelik bu sanma daha çok ateistlerin işine yarıyordu. Ne zamanki bu sis perdeleri aralandı, işte o zaman malum çevrelerin uykuları kaçmakla kalmamış hevesleri de kursaklarında kalmıştır. Oysaki yığın sandıkları hücre belirli bir matematik program çerçevesinde işleyen bir mikro nizamı âlemdir. Keza hücre âlemi genel hatlarıyla merkezinde bir çekirdek, etrafında ise yaklaşık 50 kloroplast, 500 kadar mitokondri, 5000 ribozom bir o kadarda enzim moleküllerinden oluşan bir mikro âlemdir.
Hücreler ekseriyetle renksiz görünümdedirler. Ancak lipoid ihtiva edenler sarımtıraktırlar. Hücre morfolojik yapı itibariyle dış kısmında zar, içte ise sitoplâzma ve çekirdekten ibarettir. Bu arada hücre zarı ile çekirdek zarı arasındaki sıvı sitoplâzma, hücre çekirdeğini oluşturan sıvıya ise karyoplazma denmektedir. Nasıl ki dünyamız bir küre şeklinde olup bu şeklin kapladığı bir alan söz konusu ise aynen öyle de hücrenin de tıpkı dünya alanı gibi kendine özgü tipik sahası var. Tabiî ki her şey alanla bitmiyor, alanların içerisini dolduran elemanlarda kendi içerisinde bir âlemdir. Madem hücre kendi çapında bir mikro âlem, o halde âlemlerin içerisinde âlemler yaratan onsekizbin âlemin sahibi Allah’ı anmakta bir başka âlem olsa gerektir. İşte bu yüzden bir kısım âlimler eşrefi mahlûkat olan insanı büyük âlem ilan etmişlerdir.
Hücre zarı canlı bir maddenin (protoplazma) kale surları gibidir. Bu surların ortasında lipid, iç ve dış yüzeyinde protein katmanları bulunur. Anlaşılan bu surların yapısı hiçte öyle basit değilmiş, meğer her bir sütun muhteşem mimari sanat sahibinin varlığını ortaya koyan işaret taşlarıymış. Hele bir surların içerisini dalmaya gör, bir bakmışsın içten içe doğru uzanan sarnıçlı kanallar da kendini bulursun. Bu kanallar Endoplazmik Retikulumdan başkası değildir elbet. Malum olduğu üzere Endoplazmik Retikulum bağrında taşıdığı sıvı yardımıyla çekirdek veya sitoplâzmadan aldığı maddeleri transfer etmenin yanı sıra, nükleus (çekirdek) içerisinde ribozomlarca sentez edilen birtakım salgıları da golgi cihazına transfer ederler. Böylece golgi aygıtında analize tabii tutulan salgıların zararlı olanları paketlenip tahliye edilirken faydalı olanlar ise veziküller halinde sitoplâzmaya aktarılır. Golgi aygıtı çekirdek etrafında ağ görünümün de olup sarnıçlar arasında kesecikleri andıran yapıları vardır. Anlaşılan bu kompleks yapı boşuna dizayn edilmemiş, bilakis hücre içi ve komşu hücreler arası ilişkilerde büyük bir görev yüklendiği izlenimi vermektedir.
Ayrıca sitoplâzma zarının hücre içi görevlerini değerlendirdiğimizde;
Ozmotik basınç, geçirgenlik ve madde taşınmasının ayarlanması,
Solunum işleminin sağlanması gibi yükümlülüklerinin olduğunu görürüz. Hatta bu tür görev tanımı içerisinde stokrom ve oksidatif enzimlerin büyük bir pay sahibi olduklarını da unutmamak gerekir. Hakeza birtakım maddelerin hücre içine geçebilecek şekilde parçalara ayırma işlemini yürüten hidroliz enzimlerde öyledir.
Sitoplâzma zarı ile hücre çeperi arasına periplazma aralığı adı verilip, sitoplâzma zarından içe doğru kese şeklinde oluşumlara mezozomdenmektedir. Ayrıca mezozomlar fonksiyonel olarak mitokondrilere benzediklerinden kondroid olarak ta tanımlanırlar.
Bu arada Mezozomlar;
Septal mezozomlar.
Lateral mezozomlar olmak üzere iki tiptirler. Septal mezozomlar daha çok mitoz hücre bölünmesinde rol oynarlar.
Ribozomlar
Bilindiği üzere ribozom; protein ve rRNA’lardanteşekkül edip bu adı almıştır.RNA’da kendi arasında;
—rRNA (Ribozomal RNA),
mRNA (Messenger RNA),
tRNA(taşıyıcı RNA) olmak üzere üç tiptirler. Mesela rRNA çekirdek zarının surları hükmünde olan porlar vasıtasıyla sitoplâzmaya geçerek Endoplazmik Retikulum membranına bağlanırlar. Biyologlar bu bağlanma halini granüler endoplazmik retikulum diye tanımlarlar. Muhtemeldir ki mRNA’da tıpkı rRNA gibi çekirdekte imal edilip aldığı direktifler doğrultusunda tıpkı endoplazmik retikulumun izlediği yola benzer bir yol takip edip hücre için ne tür protein molekülü üretileceği, ya da hangi amino asitlerin nasıl bir kalıp ile sıralanacağının mesajını iletmekle görevlidir. İşte üstlendiği bu misyon sayesinde midemizde asit salgılama işlemlerinden tutunda steroid (testis, ovaryum ve böbrek üstü bezleri) faaliyetlerin yanı sıra kasılma ve gevşeme işlemlerine kadar birçok eylem daha gerçekleşmiş olur. Dahası karaciğer hücrelerinde safra yapımı, glikojen dönüşümü gibi hayatsal olaylara da imza atarlar. Tüm bu işlemler olmasaydı kim bilir halimiz nice olurdu. Belli ki bu durumda ne böbreğimiz, ne karaciğerimiz, ne de diğerleri olsun hiçbiri çalışmazdı. Her şeyden öte vücudumuzda hormonsal denge denen nesne kalmayacağı gibi protein üretimi de iflas edecekti. Zaten bunun anlamı ölüm demektir. O halde hücre çekirdeğinde imal edilen RNA’nın kıymetini iyi bilmeli.
Ribozomlar çekirdekten gelen elçilik vazifesi üstlenmiş mRNA’ların getirdikleri kalıplara göre protein imal edip taşıma işlemini Endoplazmik Retikulum vasıtasıyla ilgili yerlere ulaştırırlar. Yani Protein sentezi çekirdekte DNA formatından mRNA formatına ve ondanda ribozomlarda polipeptit formatına çevrilen bir yazılım hadisesi olarak sahne alır.
Demek ki hücre ve hücreye ait her bir elemanın hafızası olmamasına rağmen sentezlenen ürünlerin bütün özellikleri nesilden nesile geçebiliyor. Bu yüzden canlıyı oluşturan temel taşa hücre denilmiştir. Şurası muhakkak canlıları oluşturan söz konusu temel yapı taşları arasında bile çok az bir fark vardır. Hatta aralarındaki yaratılış formülü bile hemen hemen aynı sayılır. Bir noktada hücreler yüklenmiş olduğu paket proğramlarla birçok ihtiyaçların kendileri karşılıyorlar. Mesela her türden çeşitli madde yapımı mitokondri programı paketi sayesinde gerçekleşmektedir. Belli ki farklılık sadece her bir hücrenin programını oluşturan kodlarda gizli.
Hücrenin aynı zamanda paket proğramın dışında bağımsız hareket edebilme kabiliyeti de söz konusu olup asla hormon kontrolünde yaşamazlar. Bilakis ihtiyacına binaen ondan sadece talepte bulunurlar. Böylece arz talep dengesi kurulmuş olur. Hatta ihtiyacı olan hormon bile kendi talebi doğrultusunda karşılanmaktadır.
Canlılar esas itibarı ile tek hücreli organizmalardan meydana gelir. Bilindiği üzere bunların alt kademesinde riketsialar, virüsler, bakteriyofajlar gibi subvarlıklar var. Ancak bu tür varlıklarda hepimizin bildiği tipik bir hücre çekirdeği yoktur. Dolayısıyla bunlar hücre yapısından uzak, hatta cansız yapıya daha çok benzeyen varlıklar olup ayrı bir inceleme konusudur. Mesela hücrelerin birleşmesiyle dokular meydana geldiği halde, mikroplarda böyle değildir. Tam aksine mikroplar bir araya geldiklerinde koloni oluşturup, başıboşturlar. Yani hücrelerin birlikteliği sonucu sistemleşmeye yönelik bir nizami organizasyon varken, mikroplarda gayri nizamîlik esastır. Dolayısıyla hücre âlemi içerisinde vazife alan her bir hücre gerekli forum ve özellikleri sahip küçük bir nizam-ı âlem hareketidir. Bu yüzden hücreler arası nizami ilişkiler hücre zarı sayesinde gerçekleşir. Tabiî ki bu sıradan ilişki değil, el sıkışıp muhabbetle kucaklaşmayı andıran bir ilişkidir. Şöyle ki hücre zarından çıkan bir takım uzantıların komşu hücrenin çöküntülü bölümüne yerleşmesiyle birlikte karşımıza ortaklaşa bir yapıya dönüşen bir tablo çıkar. İşte ortaya çıkan bu yapı doku diye adlandırılır. Derken bu aşamada doku için gerekli olan kan, oksijen, besin vs. maddeler hücre yönünden değil doku açısından değerlendirilip öyle alınacaktır. Nitekim golgi aygıtı hücre için çok önemli salgı yapan bir aygıt olmasına rağmen doku safhasına geçildiğinde resesif kalıp bu noktada başka üniteler devreye girmektedir. Anlaşılan hücre aşamasında aktif unsurlar doku safhasında yok olmamakla birlikte sadece istisnai diyebileceğimiz onarım veya üreme durumları için ancak seferber olurlar. Yani daha çok doku harabiyeti durumlarda gün yüzüne çıkarlar.
Hücre ortamını kapsayan bileşikler organik ve inorganik olmak üzere iki ana başlıkta toplanır. Bilindiği üzere hücrenin en önemli anorganik bileşiğini su oluşturur, daha sonra tuz ve kalsiyum gibi maddeler sıralanır. Hücrenin organik bileşiklerini ise protein ve türevleri, karbonhidrat ve türevleri, lipit ve türevleri kapsar. Özellikle hücre zarı protein ve lipit yapısındadır. Dolayısıyla hücre içerisine giriş çıkışlar yaklaşık 7–8 Angström(Â) çapında por diye adlandırılan özel delikler kontrolünde veya sırlarına eremediğimizi birçok özel taşıyıcılar sayesinde gerçekleşir. Üre 3,6 Â çapında, su 3Â çapında küçük moleküller olduğundan zarlardan kolayca geçebiliyorlar. Fakat suda erimeyen glikoz gibi 8,6 angstromluk çapça hücre yapısından daha iri birçok maddeler por gümrüğü kapısından ancak kontrollü bir şekilde kısmi giriş çıkış yapabilmekteler. Demek ki hücre zarı geçişi milimetrenin yüz binde yedisi kadar dar bir alanda cereyan edip herkesin elini kolunu sallayıp rahatça geçebileceği yolgeçen hanı değilmiş. Zaten böyle olsaydı bu hücrenin kendi kendine intiharı demek olacaktı. Yani hücreler bu durumda zararlı maddelerin bombardımanına uğrayıp kırk haramilere yem olacaklardı. Neyse ki hücreler ihtiyacı olan besin maddeleri çevrelerinde bir şekilde elde edebiliyorlar. Şayet alınacak madde zararsız, aynı zamanda küçük çapta atom, iyon ve molekül içeriyorsa hiçbir denetime tabii tutulmadan girişler basit bir diffuzyon yoluyla gerçekleşebiliyor. Başka bir ifadeyle O ve CO2 gibi moleküller basit diffuzyon metodu yoluyla, glikoz molekülleri özel taşıyıcı mekanizmayla, Na+ iyonları, iyot (I-) iyonları ve Ca+ iyonları ise enerji gerektiren taşıyıcı sistemlerle ancak hücre zarından geçiş yapabilmekteler. Diffuzyonla geçemeyen dev moleküller ise sindirim sisteminde olduğu gibi ağız yoluyla değil, tıpkı fagositoz ve pinosotoz yöntemin aynısı diyebileceğimiz membran yoluyla (aktif yutma) gerçekleşir.Bilindiği üzere fagositoz ışık mikroskobunda görülebilecek molekülleri yutma olayı olup, pinositoz ise ancak elektron mikroskobuyla görülebilen daha çok minimal moleküler seviyedeki cisimleri sindirme operasyonudur. İşte bu fagositoz ve pinositoz operasyonları sayesinde sindirilmesi güç olan büyük parçacıklar paketlenerek stoplazmaya transfer edilirler. Sitoplâzmaya geçiş yapan maddeler ister fagositoz, ister pinositoz yöntemiyle alınsın sarılmış paket halinde bağımsız olarak konuşlanırlar. Bu işlem sayesinde hücrenin beslenmesi sağlanır. Tabiî ki sadece beslenme değil zararlı maddeler ve bakterileri bertaraf etmek içinde yutma fonksiyonu icra edilir. Mesela Retikülo endotelial sistem hücreleri her türden yabancı hücreleri, bakterileri, hatta ölmüş hücre döküntülerini fagosite ederek sitoplâzmalarında eritip imha ederler. Şayet eritemezlerse bu sefer sitoplâzmalarında haps ederler.
Mitokondrium
Sadece canlılar değil, canlıların temel taşı olan hücrelerde solunum yapmaktalar. Üstelik her bir hücrenin solunumu birbirinden bağımsız olarak gerçekleşmektedir. Şöyle ki hücrelerin ihtiyacı olan oksijen akciğer solunumu vasıtasıyla elde edilip kan yoluyla kendilerine iletilmektedir. Nasıl ki her bir hücre için solunum söz konusu ise yine her bir hücre için adına mitokondrium denilen enerji odalarının yanı sıra bu odaların içerisinde yaklaşık 15000 kadar enzim ünitesi bu iş için vardırlar. Ayrıca bu odalarda Krebs devresi, solunum zinciri ve ATP oluşumu için özel bölümlerde yer alır. İşte bu özel bölümler sayesinde bir dizi sıralanmış enzim faaliyetleri cereyan edip ATP enerji kaynağı üretilebiliyor. Bu üretim maddesinin hammaddesi hiç kuşkusuz oksijen ve besinler olup işlenen hammaddelerden açığa karbondioksit ve su çıkmaktadır. Bu yüzden mitokondrilere hücrenin enerji ocakları denmektedir. Dolayısıyla hücrenin % 95 enerjisi mitokondri sayesinde sağlanır. Sağlanan bu enerji lüzumu halinde gerek hücre içi, gerekse hücre dışı faaliyetlerde kullanılmak üzere mitokondri içerisine konuşlanmış ATP (Adenozin trifosfat) bünyesinde depo edilirler.Derken ileride ATP’nin parçalanmasıyla birlikte açığa çıkacak enerji daha çok kas kasılması, madde taşınması, sinirsel iletişim, hücre kalori ihtiyacının karşılanması ve birçok kimyasal reaksiyonlarda kendini gösterir. Hatta besinlerin parçalanmasıyla teşekkül eden Hidrojenin oksidatif fosforilasyonla (enerji değişimi) yakılma işlemi bile mitokondrilere ait bir faaliyetin eseri olarak ortaya çıkmaktadır. Öyle ki; Asetil koenzim-A’nın enzimden enzime geçtiği işlemler sırasında CO2 ve H2O’yun açığa çıkmasıyla birlikte ATP enerjisi meydana gelir. Esas itibarı ile mitokondriler glikozu yakıp ait olduğu her bir hücre için enerji üretirler. Enerji üretiminden doğan artık maddeler ise su ve karbon dioksit olarak hücre dışına tahliye edilirler.
Mitokondriler morfolojik olarak yağ ve protein moleküllerinden yapılmış çift ünit zarla çevrili olup iç kısmı ise kıvrımlı kristalarla kaplıdır. Bu kristaların aralarında Krebs devresine ait enzimlerin bulunduğu özel bir sıvının yanı sıra çözelmiş lipid ve proteinlerde mevcut olup aynı zamanda mitokondrinin yapısında %1’den az da olsa RNA belirlenmiştir. Hatta nevi şahsına münhasır türden diyebileceğimiz DNA’nın varlığı da tespit edilmiştir.Bunun anlamı nukleusun dışında bile birtakım genetik bilgiler mitokondri bünyesinde gerçekleşebiliyor olmasıdır.
Lizozom
Lizozomlar ünit zarla çevrili olup fagozom denilen oluşumlar sayesinde hücre içi ve hücre dışı kaynaklı maddeleri sindirerek zararsız hale getirirler. Bunlar bir tür sindirim mekanizma işlevi olan yapılardır.
Mikrocisim
Mikrocisimler tek ünit zarla çevrili olup iç kısmı daha çok peroksidaz içeren enzimleri kapsamaktadır. Yani belli başlı enzimler katalaz, ürik asit, oksidaz ve D-amino asit oksidaz diye sahne alır. İşte sahne alan bu enzimler sayesinde oksijen hidrojen perokside, hidrojen peroksit ise suya dönüştürülmektedir.
Mikrotubulus
Mikrotubuluslar da bir ünit zarla çevrili olup borucuklu ışıksal bir görünüm arz ederler. Bunlar daha çok hücre içi iletişimde rol aldıkları düşünülmektedir. Hatta kromozomların bölünme evreleri esnasında kutuplara çekilmelerine yardımcı oldukları tahmin edilmektedir. Mikroskobik incelemeler sonucunda sentriyollerin tahminlerin ötesinde üçerli gruplar halinde hücre bölünmesinde kromozomların kutuplara doğru yol almasında rol oynadıkları gözlemlenmiştir.
Nükleus
Bilindiği üzere hücre yapı bakımdan çekirdek, protoplazma ve hücre zarı diye üç ana bölümden oluşup, bunların en gözde olanı çekirdek protoplazmanın ortasında konuşlandırılmıştır. Belli ki merkezde yerleştirilmesi boşuna değilmiş. Çünkü hücrenin asıl karakterini ortaya koyan nükleustur. Zaten hücrenin diğer unsurları da tek merkezden idare edilmektedir.
Nukleuslar genelde oval olup merkezde çoğunlukla tektir. Fakat istisnai olarak yetişkin insanların karaciğer hücreleri, testislerin leydig hücreleri(spermleri harekete geçiren hücreler) ve osteoklastlar (kemik hücresi) içerisinde çekirdek sayısı artabiliyor, hatta aralarında çekirdek sayısı yüzü bile bulan var.
Nukleuslar dışta çekirdek zarı, içte ise çekirdek plazması, çekirdekçik (nukleolus) ve kromatin ipliklerinden ibaret bir yapı arz etmektedir. Sırasıyla şöyle göz attığımızda birinci olarak çekirdek zarı tıpkı hücre zarı gibi yüklenmiş bir misyona sahiptir. Zira tüm kontrol mekanizmalarını çekirdek zarında bulunan porlar vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Böylece çekirdek ve sitoplâzma arasında geçişlerde tüm maddeler diffuzyona tabii tutulurlar.
İkinci yapı konumunda çekirdek sıvısı (karyoplazma) malum olduğu üzere içerisinde çözülmüş maddelerin bulunduğu karmaşık kimyasal bileşenlerden oluşan bir alanı temsil etmektedir.
Üçüncü yapı diyebileceğimiz çekirdekçik ise kromatin ağı ve iplik taneciklerinden meydana gelmiş olup içerisinde ribonükleik asit sentezlenmektedir. Sentez edilen bu ürünler RNA’nın işbirliği öncülüğünde rRNA (ribozomal RNA) ve mRNA (messenger RNA) ve tRNA (taşıyıcı RNA) olmak üzere üç tip halde sitoplâzmaya aktarılırlar. Derken hücre dışından gelen amino asitlerce karşılanarak protein yapımı gerçekleşir.Hiç kuşkusuz hücre içerisinde gerçekleşen bu protein yapımının baş öncüsü veya çekirdek içerisinde birçok kalıtsal faaliyetlerin baş mimarisi DNA’dan başkası değildir elbet. Zira DNA çift sarmal zinciri şeklinde olup yapısında taşıdığı bir takım özel enzimlerle kendi kendine bölünüp kendi cinsinden iki polimeraz zincir daha üretebiliyor. İşte bu kopyalama olayına Reduplikasyon denmektedir. Böylece ikileşme diye de bilinen reduplikasyon sayesinde ortaya çıkan kopyalar sitoplâzmaya geçerek beraberinde gönderilen genetik kartlarla protein sentezi yapımı hız kazanır. Elbette ki tüm bu faaliyetler için çekirdek içerisinden başlayıp sitoplâzmaya kadar uzanan uzun bir yorucu maraton koşusunun yanı sıra belli bir ölçüde güç ve enerji gerektirir. Ki; çekirdek bunca gücü ATP enerji kaynağından elde etmektedir. Hatta enerjinin tükenme noktasına gelindiğinde gerektiğinde sitoplâzmadaki ATP’den takviye alınmaktadır. Görüyorsunuz hücre denilen küçük bir âlemde akılları hayrette bırakacak derecede son derece bilinçli bir şekilde cereyan eden nizamı âlem söz konusudur.
Anlaşılan hücrenin büyüme, kalıtsal, büyüme ve gelişmesi gibi faaliyetler protein içeren maddelerce gerçekleşiyor. Nitekim proteinler amino asit moleküllerin birbirleriyle peptit bağları vasıtasıyla birleşmesi sonucunda meydana gelip her biri 20 değişik tipte inşa edilirler. Keza canlı organizmasında birtakım oluşan kimyasal reaksiyonlar ise enzimlerin(fermentler) katalizatör (hızlandırıcı) etkisiyle şekil almaktadır. Böylece enzimler hem katalizör rolüyle bulundukları kimyasal reaksiyonların dışında kalacak şekilde moleküllere hızlandırıcı etki yapmaktalar, hem de bir anahtarın kilitle uyum sağlayacağı tarzda düzenleme sağlarlar. İşi bittiğinde ise orayı derhal terk etmeyi bilecek derecede mahirdirler. Oradan ayrılmalarına rağmen ilginçtir enzim yapılarında farklılıklar olmamaktadır. Dolayısıyla değişikliğe uğramaksızın yeniden bir başka kimyasal reaksiyonlarda görücüye çıkabiliyorlar.
Bedenimiz her yıl kendini yenilediği gibi hücrelerde tıpkı dünyaya gelen bir insan ömrü kadar her saniyede 50 milyon defa doğar, gelişir, yaşlanır ve 50 milyon kez ölürler. Zeval onlar içinde kaçınılmaz bir alın yazısı. Zaten kader kaleminin yazdığı yazgı gereği bir yandan yaşlı ana hücrelerin ölümü gerçekleşirken diğer yandan ana hücrenin bağrından kopan iki yeni genç hücre hayata merhaba demektedir. Anlaşılan o ki yaşlı hücrenin insan ölümünden farkı cesetsiz ölüm vuku bulmasıdır.
Hâsılı kelam; tüm yaratılanların hayat serüveninin özeti diyebileceğimiz büyüme, gelişme, kalıtım, yaşlanma ve ölüm gibi fani evreler canlının temelini oluşturan hücre içinde geçerlidir. Elbette ki her şey fani, baki olan Allah’tır.
Vesselam.





http://www.bayburtpostasi.com.tr/yaz...selim-gurbuzer

 

alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi