![]() |
#1 |
![]() Geçen gün AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Hüseyin Çelik’i demokratik açılım konusunda dinleme fırsatımız oldu. Çelik’in demokratik açılım konusundaki bilgilendirmeye, Türkiye ekonomisi ve dış dünya bağlamında başlaması, konuşmasının nerdeyse yarıya yakınını, Türkiye’nin son on yıllık serüveni bağlamında anlatması çok önemliydi. Zira hepimizin tartıştığı “açılım”, şüphesiz ki Türkiye’nin asırlık tecrübelerinin yanı sıra, dünya üzerindeki genel anlamıyla da çok yakından ilgili bir konu. Elbette, toplumsal memnuniyeti tesis etmek konusunda ciddi riskler taşıyan kolay bir mevzu değildir ve açılımı salt güvenlik ve emniyet bağlamına indirgemek, tartışmayı kısır bir kapanmaya götürecektir... İçte ve dışta “düşman” eksenli politikaların Türkiye’yi getirdiği son durum, hukuk tedirginliği ve içe kapanmadan başka bir şey değildir ne yazık ki. Nitekim Çelik, Nihal Atsız Bey’in 1941 yılında oğlu Yağmur Atsız’a yazmış olduğu vasiyet-mektuptan bölümler okurken de resmi ideolojinin dayandığı geniş çeperli “düşman” fobisini bir kez daha düşündüm... Şöyle bir düşünsel harita çizmiş Atsız: “Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.” Ne gariptir ki; Nihal Atsız Bey’in bu fikriyatı, hayatı boyunca muhalifi addedildiği cumhuriyetin temel algısıdır... Türkiye’nin modernleşme ve ulus devletleşme sürecini içte ve dışta bu tarz “düşman” eksenli bir bakış açısına dayandırdıktan sonra, elbette ki demokrasi ve hukuk, etrafında toparlanıp konuşacağımız masa olmaktan çıkıyor, bir aksesuara, bir süs biblosuna dönüşüyor. Herkesin payına bir miktar düşmanlık düştükten sonra, önüne geleni itip kakan, sıra dayağına çeken, disiplincilerin insafına kalıyoruz hep birlikte AK Parti Beşiktaş İlçe Başkanlığı’nın tertip ettiği gecede, pek çok sivil toplum örgütü, farklı etnik köken, din ve mezhep mensubu misafir de vardı. Hatta Hüseyin Çelik Bey’e yönelik ilk soru, oldukça ağır eleştirilerle yüklüydü. Soruları olgunlukla karşıladı Çelik ve her birine de tek tek cevaplar verdi. Herkes konuşuyordu. Söyleyecek, dertleşecek, tedirginlikleri, umudu ve umutsuzlukları dillendirecek bu kadar insan olduğunu görmek yüreklendiriciydi hepimiz için. Hüseyin Çelik, öyle zannediyorum ki “açılım”ın en zor noktasında, yani halka açık yüzünde duran bir isim. Ama gelinen noktada da AK Parti’nin geniş katılımlı bir toplumsal mutabakat için, bu tip yüz yüze toplantıları arttırmasından başka çaresi yok gibi gözüküyor. Hüseyin Çelik, Cumhuriyetin modernleşme sürecinde ötekileştirilen kesimlerle ilgili tesbitde bulunurken; köylülerin, gayrı Müslimlerin, Kürtlerin, Alevilerin ve Mütedeyyin kişilerin nasıl merkez dışı hatta merkez karşıtı duruma getirildiğinden bahsetti. “İnsanımızın kendini rahat ve memnun hissetmesi için üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü gerekiyor” dedi... “Öğrenilmiş çaresizlik”lerle böyle gelmiş böyle gider mantığının, yaşanan olumsuzlukları daha da güçlendirdiğinden söz etti. “Biz bu meseleleri çözmezsek, bu meseleler bizi çözer” cümlesi, gecenin en can alıcı tesbitiydi... Haklar bağlamında, “sen veya ben” şeklinde seçmeci, kayırmacı bir dayatmayı değil, hukukun ve barışın nazarında “sen ve ben” şeklinde birlikte paylaşılan ortak payda memnuniyetini dillendirdi Çelik. Ne ki, “ortak payda” kavramı üzerinde kilitleniyor zaten bütün tartışma. Kendisine de sorma fırsatı yakaladığım “ortak paydanın, paydaların ne olduğu” konusu, zaten fırtınanın da patladığı menzil... Temel anlamda bir hakkın, hürriyetin kullanılması, “ortak payda” gibi çok da nesnel olmayan bir zeminle ilişkilendirildiğinde... “Ortak payda” olarak görülmeyen temel hakların, hukuk masasında konuşma imkanı bulması hiç de kolay değil... Nitekim 1968’den bu yana kadınlar olarak yaşadığımız kılık kıyafet yasakları yüzünden engellenen eğitim ve istihdam haklarımız, ne zaman “ortak payda” bağlamında ele alınacak bilmiyoruz. AK Parti bu konuda daha evvel “meclis mutabakatı” diyordu mesela... Daha sonra, çıta yükselterek “toplumsal mutabakat” demeye başladı... Doğrusunu isterseniz Hüseyin Çelik’in “ortak payda” vurgusuyla ister istemez bir tedirginlik yaşamadım diyemem... Çünkü hukuk, ortak paydayı değil, tek bir kişi bile olsa, o tek kişi için bile adaleti sağlamaktan bahseder... Her ne olursa olsun... Konuşan ve soru soran insanların arasında olmak, konuşmayan, kaçan, ürken insanların arasında olmaktan elbette daha sıcak ve daha gerçek... Demokratik açılım konusunda beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz pek çok konu olabilir. Ama bakın işte! İnsanlar soru sormaya, kendini ifade etmeye, itiraz etmeye veya kabullenmeye ilişkin bir kımıldanma yaşıyor... Kımıltı, hayattır. Ancak ölülerdir hayata soracak sorusu kalmamış olanlar... Sibel ERASLAN / VAKİT 01/02/2010
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() ortak paydanın ne olduğu çok açık "islam" dini.ama ideplojinin islama tam ters olduğu ve ortam gerilmesin diye başörtüsünü bile serbest bırakamadığımız ortamda bu tür bir açılımdan nasıl bahsedilir bu şüpheli
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Hüseyin Çelik'in demokratik açılım sürecindeki üstün gayret ve çabalarını takdir ile karşılıyorum.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|