|
07-01-2011, 12:16 | #1 |
Hüseyin Öztürk "CHP belasını hep kendisinden bulmuştur"
Cumhuriyet Halk Partisi’nin İsmet İnönü’sünden bu yana geçmişine bakılırsa, görülecektir ki, hep kendi belasını kendinden bulmuştur. Bu topraklar ve üzerinde yaşayan nesiller, Müslümandır ve Müslüman kalacaktır. Çanakkale, Yemen, Sarıkamış, Balkanlar başta olmak üzere, Kurtuluş Savaşı ya da İstiklal Savaşı, Kur’an, Ezan ve bayrağın özgürlük savaşıydı. Bu savaşlarda kaybettiğimiz yüzbinlerce şehidin arzusu; Kur’an’ın ve Ezan’ın okunması, bayrağın dalgalanması, Müslüman halkın Müslüman olarak yaşaması içindi. İstiklal Savaşı biter bitmez CHP zihniyeti ne yaptı? İstiklal Mahkemeleri kurarak bu savaşa katılan askerlere manevi güç veren âlimleri, onların çocuklarını, torunlarını ve nice gazileri dut ağaçlarında sallandırdı. Bin yıllık İslam topraklarına ve Müslüman halkın kutsallarına öyle bir savaş açıldı ki; halkın bütün inanç değerleri darmadağın edildi. Bin yıllık kader kardeşliği; baskı, şiddet ve zulümlere maruz kaldı. Barış, birlik ve beraberlik dinamitlendi. * Mesela; yüzlerce masum ve günahsız insanı sorgusuz sualsiz astılar. Cellâtların parasını da idam edilenlerin ailelerinden istediler. Bu işi yapan ve adına da yargıç denilen kişilerin hiç birisi hukukçu değildi. İstiklal Mahkemelerinin belgeleri ortadadır. Yani İstiklal Mahkemelerinin devamı olan 27 Mayıs 1960 ihtilali ve onu günümüze kadar takip eden darbe ve muhtıralar ile Ergenekon yapılanmasının her halkasında, malum zihniyetin memlekete ve millete olan öfkesi vardır. Dolayısıyla CHP, tarihi boyunca hep kendi belasını kendi istemiş ve halkımız da 14 Mayıs 1950’den itibaren kıyamete kadar iktidara gelmelerine son vermiştir. Tabii kıyamet sonrasını bilemeyiz. Şimdi yine yakın tarihten bir örnek vererek; “Neden CHP’nin mahşere kadar iktidar olamayacağına” çarpıcı bir örnek sunalım. * Tarihçi Necdet Sakaoğlu anlatıyor: “... 1945-1950 yılları arasında benim çocukluğumu geçirdiğim Divriği’de Cedid Mustafa Paşa Camisi, hapishane olarak kullanılıyordu. Zaten o yıllarda camilerin çoğu kapalıydı. Mahkûmlar ayaklarını pencereden dışarı çıkarır, akşama kadar türkü söylerlerdi. Sokaktan geçerken üzerimize atlayacaklar gibi korkar uzaktan geçerdik. Camide tuvalet de su da yoktu. Yıllar sonra benden yaşça daha büyük olan ve o yılları daha iyi hatırlayan bir emekli hâkime; ‘Mahkûmların tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderdiğini’ sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Mihrabın önüne büyük bir küp konmuştu. İki yanına inşaat iskelesi gibi iskele kurulmuş, iki de tahta uzatılmıştı. Mahkûmlar bu iskeleye çıkıp küpü kullanıyorlardı. Küp dolunca da gardiyan, kulpundan sırık geçirip iki mahkûmun omzuna veriyor, dereye boşaltıyorlardı. (Mustafa Armağan Küller Altında Yakın Tarih, Timaş Yayınları) * Daha sözle ve yazıyla anlatılmayacak öyle büyük zulümler var ki, Hak katında, ‘halkın hakkından’ beraat etmeleri mümkün değil bunların. Cenab-ı Allah yine kendilerinden buldursun ve bulduracak da İnşaallah. Yeni Akit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|