AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yeni Şafak , Akit ve Milat "Yeni Şafak" ve "Vakit" Gazetesi köşe yazıları / Vakit'ten Hafızalardan Silinmeyen Habercilik Başarıları..



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 12-18-2009, 19:48   #1
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart Hüseyin Öztürk "İtiraf ve dua vaktidir gelin ey dostlar"
Uzunca bir duayı paylaşmak istiyorum. Belki yarın da devam edecek. Öyle bir yakarış ki, öncesinde ve sonrasında herhangi bir söz söyleme cesareti gösteremem. Bir din önderimizin “Münacat Yerine” başlıklı duası şöyle başlıyor:
“Yıllar var, hasret kaderimiz oldu. Bulunduğumuz yerde kalmaya halimiz müsait değil. Çırpınıp duruyoruz çaresizlik içinde. Dört bir yandan kuşatılmış gibiyiz ve düşürülmek istenen bir kaledekilerin heyecanını yaşıyoruz. İçte-dışta ihanet düşünceleri diz boyu; vefa beklediğimiz sinelerde kin, nefret ve hıyanet. Düşmanlık duygularıyla esirip duranların adedini Allah bilir; vefasız dostların sayısı ise ondan daha az değil.
Hakk’ın gazabına çarpılıp rahmetinden mahrum kalma endişesi bazıları için ürperten bir his. Duygu, düşünce istikametini koruyamama, sürekli halden hale girip durma ve bir kısım olumsuzlukların fasit dairesi içinde telaş yaşama her günkü halimiz. Ne mehabet hissi, ne mehâfet duygusu. Öldüren bir korku ile tir tir titriyor ve iç içe panikler yaşıyoruz. İnançlarımız zayıf, marifetten hiç haberimiz yok, sağlam itikadın, marifetle inkişaf eden imanın gücünden ne anladığımız ise belirsiz.
Ey Rab, gizli açık halimiz bu. Ve hal-i pürmelalimiz Sana ayan; gaye, düşünce ve iç hesaplarımıza da Sen nigehbansın; bilirsin ne yapıp ne düşündüğümüzü. Ne yaptıklarımız ele alınacak gibi, ne de düşündüklerimiz. Her yanımızda bir sürü yara bere, muzmerâtımız ise mesâvi defterlerimiz gibi kapkara. İktidar ve iradelerimiz Sana emanet. Çaresizliğimiz her halimizden belli. Her zaman iç içe hayretler yaşıyor ve bir türlü isabetli karar veremiyoruz.
Önümüzde bir sürü kapı; kapılar kapalı ve arkalarında da sürgü var. Varılacak nokta bilmem kaç konak ötede. Dertlerimiz en güçlü bedenleri bile yere serecek kadar amansız ve müzmin; sıkıntılarımız en uzun solukları kesecek ölçüde ciddi ve kronik. Öyle gurbetler yaşıyoruz ki emsali görülmemiş.
Yakın kabul ettiklerimiz katmerli bir vefasızlık içindeler ki, düşmanların kinini, nefretini aşkın. Düşmanın iftirası, isnadı, tazyiki, lütfedilecek sabra kalmış. Birbirimize karşı duyduğumuz kin, nefret, haset ve hazımsızlık; vahşilerin vahşeti seviyesinde. Her olumsuzluk bizi bulunduğumuz noktadan aşağıya doğru çekiyor; kendimize takılıyor ve sürekli irtifa kaybediyoruz.
Zihni, fikri, ruhi boşluklar içinde bulunduğumuz muhakkak. Anlayış ve düşünce fakirleri olduğumuzda ise hiç şüphe yok. Kendi iç dünyamızla ayakta durduğumuz söylenemez. Fakr ve cehaletlerimizin yanında hele bir de tefrika zaafımız var ki hepsinden beter. Senin ölçü ve kıstasların muvacehesinde günahlarımız, tarihin en günahkârlarını aratmayacak seviyede. Maruz kaldığımız musibetler, helâk olmuş kavimlerin başlarına gelenlere denk. Bütün bunlardan bir şey anlamayanlar serâzad ve çakırkeyf içindeler. Anlayanların hüznü, kederi ise yürekleri çatlatacak ölçüde.
Gelip gelip kendi ürettiğimiz problemlere takılıyor, yapalım derken yıkıyor ve kendi enkazımız altında kalıyoruz. Kötülük düşüncesine bağlı meyillerimiz, tabiatımız haline gelmiş ve olabildiğine azgın, iradelerimiz çelimsiz, yüreklerimiz de bomboş. Dertmend olanların his dünyaları perişan, sineleri çatlayacak gibi, duyguları feveranda, ama hepsi de çaresizlik içinde ve suskunluk murakabesi yaşıyor. Hiddetlerini yutkunarak, öfkelerini “la havle”lerle atmaya çalışıyor, ufku görünmez, upuzun karanlık bir vetirenin düşe-kalka yolcuları olarak düşerken “of” ediyor, kalkınca da sabır taşlarını bile çatlatacak yeni bir beklentiye giriyorlar.
Yıllar var, hep başkalarına bağlanıp kaldık ve affedilmeyen bir sürü günahlar işledik; Seni tanımama, kendimizi bilememe, dine vefasızlık, millet ruhuna da saygısızlıkta bulunma günahı. Oysaki Seni söylemeyen her şeyi unutmaya, Sana saygısızlık edenlerin üstüne bir çizgi çekmeye vicdani ahd ü peymanımız vardı. Öyle davranamayıp ruhumuzun bütün kaidelerini yıkıp; maddi-manevi dünyamızın şeklini değiştirdik, milli ve dini hayatımızın ahengini bozduk; derken bütün değerlerimiz bağı kopmuş tespih taneleri gibi sağa-sola saçılıp gitti. Hatalarımızı sezemedik, günahlarımızı göremedik ve durumumuzun vahametini değerlendirerek bir türlü Sana yönelemedik...” (Yakarış bitmedi, devamı yarına)


 

Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 12-19-2009, 09:04   #2
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart Yakarış vaktidir gelin ey dostlar
(Dünden devam)
“Ey Yüce Dost, seneler var, ışığına hasret gidiyoruz ve kopkoyu bir gölgedeyiz; ne simalarımızda renk kaldı, ne düşüncelerimizde hayat. Kendi vehimlerimizin cinnetini yaşıyoruz. İki büklümüz, harekete geçip doğrulamıyor ve bir türlü beklenen yenilenmeyi gerçekleştiremiyoruz.
Ektiklerimizi küfür fırtınaları tehdit ediyor. Yeşeren düşüncelerimiz nifak rüzgârlarının baskısı altında. Bir türlü ayaklarımız üzerinde duramıyor, bir türlü tevhid-i kıbleye muvaffak olamıyor ve bir türlü zihni, fikri teşevvüşten, ikilemden kurtulamıyoruz. Bir sürü başıboşlar haline geldik; bu halimizle İslam’ın çehresini karartıyor, çevremizdeki mütereddit ve mütehayyirleri de şüphelere sevk ediyoruz.
Konuştuğumuz sözler, kalb ve kafa izdivacından doğmuş nesebi sahih beyanlar değil; yazıp-çizdiklerimize gönüllerimizin sesi diyemeyeceğim. Her halimizde ayrı bir ukalalık ve iddia nümayan. Çoğu hareketlerimiz Mele-i A’lanın sakinlerini utandırmaya karşılık şeytanları sevindirecek mahiyette. Affına sığındık, bize nezdinden bir ışık gönder, zulmetlerin oyununu boz ve Süleyman lütfeyle ki çevremizi saran bütün şeytanları zincire vursun.
İfritten bir devirdeyiz; dinde tahripler yaşıyoruz ki emsali görülmemiş, milliyet düşüncesi en talihsiz yorumlar ağında olabildiğine derbeder; mana köklerimiz insafsız hasımların darbeleri yanında, vefasız dostların ihanetiyle de paramparça. Selamet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyenler; “Ya mahşer” deyip uykuya çekilmiş; manaya bağlı görünenlerse rüyalarla teselli olma peşinde; uyurgezerlerin haddi hesabı yok. Her yerde bir sürü günah işleyen arsız, bir sürü de bu arsızlığı seyreden hissiz var. Günahkâr tevbe bilmiyor, seyredenlerden de samimi bir ses yükselmiyor.
Senin yolundan ayrı düştüğümüz günden itibaren, bizi biz yapan bütün değerleri de bir bir yitirdik; yitirdik iman yolunu, İslam’ın getirdiklerini, Cennet’e yürüme üslubunu. Sonra da dağılıp döküldük ve ayaklar altında pâyimal olduk. Düşüncelerimizde boşluk, sözlerimizde tutarsızlık, tedbirlerimizde kararsızlık her halimizle bir sevimsizler topluluğu haline geldik.
Senden uzaklaşalı asırlar oldu; çok kapı tokmağı tıklattık, çok kimseye müracaat ettik. Perişaniyetimizi görecek, dertlerimize derman olacak kimse çıkmadı. Kaçkın olmanın hicabıyla beraber kimsesizliğin sefaletiyle de hep kıvranıp durduk; ama dahasına takatimiz kalmadı. Biraz da ıztırarların evirip-çevirmesiyle şu anda boynumuzda kulluk tasması, huzurunda el-pençeyiz. Ben şimdilerde dahi Seni tam anladığımızı ve dergâhına gönülden yöneldiğimizi söyleyemeyeceğim, -dergahın uludur, kıtmir kulundur- Anlayıp yönelebilseydik her şeyi hale bağlar ve “halimiz ayan” der, sükutla içimizi dökerdik. Ama mücrim de olsak, rahmetinin enginliğine çağıran Sen, günahkârların affına ferman çıkaran da Sensin. Dua adına konuşmamıza müsaaden olmasaydı, böyle bir teveccühe yeltenemez ve huzurunda içimizi dökme saygısızlığında bulunmazdık.
Yeis, ümitlerimize çelme takma peşinde, düşüncelerimiz plansızlığın cenderesinde ve hemen hepimiz müterakim ihmallerin doğurduğu bir çaresizlik içindeyiz. “Kimsemiz yok” diyemem, çünkü Sen varsın; tamamen naçar kaldığımızı söyleyemem, zira Sen çaresizlerin çaresisin. Ey sevgisi bütün sevgilerin önünde Sultanlar Sultanı, bizi bir kere daha yakınlığına kabul buyur ve Senden hususi iltifat bekleyenleri, kendi uzaklıklarıyla baş başa bırakma; bırakıp hicranla yakma.
Bizden önce de binler-yüzler kaçak yaşadı; sonra döndü bunlardan bazıları Senin merhametine el açtı; el açtı ve başını eşiğine koyup gözyaşlarıyla içini sadece Sana döktü. Sen de onların hepsini şefkat kurnalarında arındırdın, sonra da alıp hususi sıyanetinde barındırdın. Bunca yıl sonra bizler de durmuş kapında, Senin kulların olduğumuzu mırıldanıyor, iltifatta bulunup kabul ettiklerine teveccüh buyurduğun gibi bize de bir kapı aralayıp, “Geçin içeriye” diyeceğin anı intizar ediyoruz.
Ey Merhametliler Merhametlisi, halimizi sadece Sana açıyor, içimizi yalnız Sana döküyor ve son bir kere daha en içten iniltilerle engin rahmetinin kapısını tıklatıyoruz; tıklatıyor ve “Meded ey Kafile-sâlâr-ı rusül huz biyedi!” diyoruz. Meded ey gizli açık her halimizi bilen! Meded ey hayat ve kaderimize hükmeden! Meded ey ilk kapı ve ilk-son merci!” El fatiha.


Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi