![]() |
#1 |
![]() İbrahim Tenekeci
![]() Ayasofya ibadete açılsın Altmış yıllık İstanbullu olmamıza rağmen, Ayasofya'ya hiç girmedim. Nedeni, Milli Gençlik Vakfı yıllarında, yani seksenlerin sonunda, üç-dört arkadaş, kendi aramızda akitleşmemizdi. Ayasofya tekrar cami olana kadar... Fakat ibadete açılan 'dış' bölümüne girmişliğim, namaz kılmışlığım var. Yine, teselli mahiyetinde, Küçük Ayasofya'ya defalarca gitmişliğim. Ayasofya, bana kalırsa, İstanbul'un en kıymetli iki yerinden biridir. Diğeri de kutsal emanetlerin muhafaza edildiği daire. Camiler üzerinden gidip birçok yorum ve okuma yapabiliriz. Avrupa'nın ve Rusya'nın 'haçın girdiği yere bir daha hilâl giremez' iddiasını bilenler bilir. Mutlaka bir kitapta karşınıza çıkmıştır. Bizim için Selimiye Camii, Mimar Sinan'ın ustalık dönemi eseri olmasının yanı sıra, bunun için de kıymetlidir. Haçtan kurtarılmıştır. Osmanlının ilk kubbeli dinî yapısı, 1331 tarihli Orhan Gazi Camii'dir, Bilecik'tedir. Bu cami, Yunan işgali sırasında, âdeta 'mezalime' uğramıştır. Gidip görmüş, hasret gidermiştim. Ayasofya Camii o kadar ağırdır ki, Mütareke yıllarında, işgal kuvvetleri bile kiliseye yahut müzeye dönüştürme cesareti gösterememiştir. Dokunamamışlardır. Sonrasında, bu ancak içeriden yapılabilmiştir. 24 Kasım 1934'te. Böylece, Ayasofya üzerinden, bir millet mağdur, bir tarih mahkûm edilmiştir. Ayasofya, aziz bir hatıradır, ata yadigârıdır, mübarek bir müjdenin ve büyük bir özenin adıdır. Hiç tartışmasız, müminlerin hakkıdır. Biletle değil, abdestle girilmelidir. Turizmin değil, fethin sembolü olmalıdır. Yarının ne getireceğini bilemeyiz. Bugün için söylersek, şartlar uygun hâle gelmiştir. Ayasofya artık millete kazandırılmadır. Burası bir kilittir, mutlaka açılmalıdır. Açılan bu kapının millete vereceği moral, ümmete katacağı heyecan, hiçbir rakamla ve istatistik bilgiyle ölçülemez. Ayasofya'nın tekrar camiye dönüşmesi, bağımsızlık meselemizle de yakından alâkalıdır. Bu hayra vesile olan, milletimizin gönlünde kalıcı bir yer edinecek, dualarla anılacaktır. Elbette itirazlar yükselecektir. Çünkü İstanbul'un fethi o kadar büyük bir hadisedir ki, yankıları hâlâ devam etmektedir. İmdadımıza ise İhsan Fazlıoğlu hocamızın şu sözü / tespiti yetişsin: 'Bir milleti, hiçbir değerine mensubiyet ve aidiyet duymadan savunmak iddiası, o milleti, başka bir millet adına kullanmak anlamına gelir.' Böylelerini artık tanıyor, biliyoruz. Deniliyor ki, önce diğer camiler dolsun, sonra bakarız. Ecdadımız, o camileri, dolsun diye değil, olsun diye yapmıştır, yaptırmıştır. İstanbul'un her yüzyıldaki nüfusunu ve cami sayısını hesaplarsanız, bunu rahatlıkla görebilirsiniz. O camiler, birer tapu senedidir, sağlamlaştırmak için çakılan çividir, toprak kaymasına karşı dikilmiş ağaçtır; nişandır. Bu camiler sayesinde İstanbul o kadar bizim olmuştur ki, Yahya Kemal'in sözleriyle söyleyecek olursak; Mütareke'de düşman içine girmiş, yine alamamıştır. Evet, Ayasofya yetmiş dokuz yıldır müzedir ve çiğnenmiş bir vasiyet gibi üzgündür. Bu esarete şahitlik edenler de vebal altındadır. Fethin ve Fatih'in emaneti, 'İstanbul'da tarihi bir müze' sıfatından artık kurtulmalıdır. Bizim için asıl ata yadigârı, müzesi değil, camisidir. Buraya kadar yazdıklarımızı, yine, İhsan Fazlıoğlu'nun bir cümlesiyle özetleyelim: 'Düşüncelerinde ve eylemlerinde bu milletin tarihî tecrübesini ve değerlerini dikkate almayan hiç kimseyi ciddiye almam.' Durumumuz ve duruşumuz bu. Şimdi, kırk dört yaşıma girmek üzereyim. Ayasofya'nın tekrar cami olmasıyla ilgili hâlâ bir umudum var. Ayrıca, sekseninci yıl, kulağa hoş geliyor. Kaynak Yeni Şafak 06.11.2013
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|