![]() |
#1 |
![]() İbrahim Tenekeci
![]() Yüksek hayat tecrübesi İnsanı düşkünlüğe uğratan şeyler listesinde, 'çok düşman' maddesi, genellikle birinci sıradadır. Osmanlı'nın yıkılışına da buradan bakmak gerekiyor. Mehmet Akif'in Çanakkale şiirini hatırlayalım. Yedi düvele karşı. Birinci Dünya Savaşı; Malazgirt, Çaldıran ve İstanbul'un fethi gibi, milletimizin milatlarındandır. Çaldıran için bir parantez açalım. Yahya Kemal'e göre, Çaldıran, Türklerin 'ben Acem olmam' savaşıdır. Yenilgiden sonra, milletimiz, yankıları ve etkileri bugüne kadar süren bedeller ödemiştir, ödüyor. Bizde ve çevremizde yaşanan sıkıntıların temel kaynağı, işte bu yenilgidir. O kader ve kıyamet günlerinde kendi menfaatlerini düşünenlerin neredeyse hepsi, şimdi düşkün vaziyettedir. Türkiye ise kabul edilsin veya edilmesin, iyi sayılabilecek bir geri dönüş yaşamaktadır. Birinci Dünya Savaşı'nda milletimizin kolunu kanadını kırmışlardır. Ne var ki, kol kırılsa da beylik yerinde kalır; nitekim kalmıştır. İnsan, herkesten kaçar da kendisinden kaçamaz. Biraz açarsak; Türkiye; tarihinden, değerlerinden, davasından, coğrafyasından kaçamamıştır. Daha doğrusu; adalet, mesuliyet ve güzel ahlâk üçlüsünden oluşan alandan / çizgiden milletimizi çıkaramamışlardır. 'Eskinin cevheri ve yeninin ışığı' sayesinde; Mısır'da darbecilere karşı gelinmiş, Filistin halkının yanında olunmuş, Suriye'de mazlumlar desteklenmiştir. Buna 'dış politika' değil, 'ahlâk' diyoruz. Yerini bilmeyene, kader yerini öğretirmiş. Bosna mezaliminden ve Irak'ın işgalinden beri yaşananlar, inanılmaz haksızlıklar, batı dünyasının riyakâr politikaları, türlü oyunları vs, milletimizin yerini öğrenmesine vesile olmuştur. Yerimiz, burasıdır: İslâm dünyası. Feridüddin Attar, 'Olmayacak bir şeyi isteyen, gece gündüz şaşkınlığa uğrar' der. Şu kadar yıllık batılılaşma isteğimize ve maceramıza bu söz eşliğinde tekrar bakılabilir. Sahafiye merakı taşıyan biri olarak söylüyorum: Eski kitaplar, insana daha çok şey öğretiyor. Nüzhet Erman'ın Anadolu 1970 isimli şiir kitabından iki dize alalım: 'Dörtlü yonca bulmak marifet değil / Bana Harran ovasında bir ağaç bul.' (Ceylan Yayınevi) Bu durum, yani yokluk ve imkânsızlık sadece bir bölge için mi geçerliydi? Hayır. İmtiyazlı kimseleri / grupları saymazsak, insanımız topyekûn sıkıntı yaşamıştır. Kırşehirli, Niğdeli, Bayburtlu kardeşlerimiz, mesela Urfalılardan daha az üzülmemişlerdir. İstanbul'da bu kadar çok Amasyalı, Kastamonulu, Sivaslı, Tokatlı olmasının izahı nedir? Gezmeye gelmişler ve beğenip yerleşmişler midir? Evet, üç yüz yıldan fazla süren saldırılar, maddi ve manevi olarak milletimizi yorgun düşürmüştür. Mazlum kılmıştır. Çile sahibi yapmıştır. Nereden bakarsak bakalım, 'yetimliğin mektebinde' büyümüşüzdür. Buna rağmen, 'yılların hakkı' asla unutulmamıştır. Şimdi, iki şey aynı anda oluyor: Bir millet uyanıyor ve mağlubiyetin yüzüncü yılında, Osmanlı bölgesi yeniden yapılandırılmak isteniyor. Türkiye dahil. Ülkemizde son yaşananları biraz da böyle okumalıyız. Yine, isteniyor ki, bölge yeniden dizayn edilirken, Türkiye kendi iç meselelerinden dolayı başını kaldırıp bakamasın. 'Ne oluyor' diyemesin. Türkiye, İslâm dünyasında kurtarıcı düşüncenin adıdır. Ferahlık sebebidir. İsteniyor ki, bunun tersi olsun, hastalıklı görünsün. Bunları kimlerin istediği ise Çanakkale şiirinde, İstiklâl Marşı'nda ve Birinci Dünya Savaşı tarihinde yazılıdır. Lozan'da yine bunları görürüz. Tekrar başa dönelim: Yine, çok düşman birikmiştir, oluşmuştur. İçerde ve dışarda. Yeri gelmişken, şunu da söyleyelim: Bir partiye yahut şahsa muhalif olmak başkadır, millî meseleler başka. Bu ikisini birbirine karıştıranlara, öyle olduğu için böyle yapanlara, tam mânâsıyla 'vatanperver' diyemeyiz. Partiler ve şahıslar geçici, vatan kalıcıdır. Devam edelim. Çok düşman birikmiştir. Fakat bu kez karşılarında, doksan yıldır dinlenen bir millet vardır. Dinlenmek bahsini, yanlış anlaşılmayı önlemek için açalım: Osmanlı-Rus Harbi, Türk-Yunan Savaşı, Girit İsyanı, Türk-İtalyan Savaşı, Balkan Savaşları, Birinci Cihan Harbi, Mütareke yılları, iç meseleler, Milli Mücadele; yani 1877 ile 1923 arası. Yirmi yaşındaki bir insanın altmış beş yaşına gelene kadar gördükleri, yaşadıkları. Büyük yıkımlar, telafisi mümkün olmayan kayıplar. Nihayetinde, 'yüksek hayat tecrübesi' dediğimiz şey. Sizi her zamankinden daha dikkatli yapan. Doksan yıl boyunca onca olumsuzluğa ve oyuna rağmen aziz milletimiz, sinesinden yetenekli ve yürekli evlatlar çıkarmasını bilmiştir. Hayınlar da olacaktır, oluyor. Ayrıca, iyilik ve kıymet bilmeyenler... Herkes kumaşına göre elbise giyinir. Bunda yeni ve şaşılacak bir durum yoktur. İhya da, imha da insandandır. Kaynak Yeni Şafak 15.10.2014
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|