![]() |
#1 |
![]() RİYA İnsanın manevi hayatını hasta eden bazı hastalıklar vardır. Bu hastalıkların başında riya gelmektedir. Riya İhlasın zıddıdır. Riya; diğer insanların görmesi bilmesi amacıyla yapılan her türlü iştir. Riya kalbi bir niyettir. Yani beni görsünler diyerek Allahu Zülcelal'in rızasını bırakıp kalben niyet etmek riyadır. Bu durum çok tehlikelidir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; 'Sizin müptela olmanızdan korktuğum şeylerin en korkuncu küçük şirktir.' Sahabeler; 'Ey Allah'ın Resulü! Küçük şirk nedir?' diye sordular. Hz. Peygamber (a.s.v) buyurdu ki; 'Küçük şirk riyadır. Allah kıyamet gününde kullarına yaptıkları amellerine göre mükafat verirken, riyakarlara şöyle seslenecektir; Dünya da riyakarlık yaptığınız kimselere gidin, bakın. Onların yanında mükafat bulabilecek misiniz?' İnsan amelini, emeğini boşa çıkarmamak için ilk önce amelden önce niyetini Allah için yapması lazımdır. Allahu Zülcelal insana bir şey vermedikten sonra, gösteriş yaptığı insanlar ona hiçbir şey veremez. Onun için herhangi bir iş yaparken ilk önce Allah'ın rızasını düşünüp daha sonra o işi yapmak lazımdır. Hz. Peygamber (a.s.v) başka bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; 'Kıyamet günü riyakar adama, 'Ey Facir, ey gaddar, ey gösterişci, amelin mahvoldu, mükafatın kayboldu! Amelini kime gösteriş için yaptıysan, git ondan mükafatını al!' denir.' (İbn Ebi'd-dünya) Fudayl bin İyad (rh.a) şöyle demiştir. 'İnsan yaptığı amelle riyakarlık yapmaya alışırsa, yapmadığı amelle de riyakarlık yapar.' Böyle bir kimse kendisine itibar kazandırabilen amelleri yapmadığı halde yaptığını idiia eder veya o vehmi verir. Nitekim Allahu Zülcelal böyle kimseler hakkında şöyle buyurmuştur; 'Yapmadıkları amellerle övülmek isterler. Sen bunların azabtan kurtulacaklarını zannet-me.' (Al-i İmran ![]() Hasan-ı Basri (rh. a) şöyle demiştir; 'Riyakar insan, Allahu Teala'nın takdirini değiştirmeye kalkışır. Çünkü o, Allahu Teala'nın yanında kötü iken, kendisini iyi göstermeye çalışır. Halbuki yapması gereken şey, kötü olduğu halde, kendisini iyi göstermek değil, iyi olmasını gerçekleştirmektir.' Katade şöyle demiştir; 'Kul riyakarlık yaptığı zaman, Allahu Teala meleklere; 'Bakın, bu kulum beni hafife alıyor.' der. Çünkü bu kul insanları memnun etmeyi, Allahu Teala'yı memnun etmekten üstün tutuyor. Bu da dolaylı olarak insanları Allahu Teala'dan üstün tutmak demektir.' Riyakar insan, riyakarlığını farketmez. Fark etse de inkar eder. İhlas sahibi insan ise, ihlasını yeterli bulmadığı için riyakar olduğunu söyler. Onun için Fudayl bin İyad (rh.a); 'Riyakar bir kimse görmek isteyenler bana baksınlar' demiştir. Hülasa; riya yapmak cehalet eseridir. Onun için riya yapan bir kimse Alim de olsa, cehalete mağlup düşmüş demektir. Çünkü riya yapan kimse çok yanlış tercihler yapar. O ebedi bir sevabı eline geçip geçmeyeceği belli olmayan kısa ömürlü bir dünya çıkarına feda eder ve kendisi gibi aciz ve zararı yararından fazla olan birkaç insanın rıza ve memnuniyetini, herşeye gücü yeten ve hem rızkını, hemde ecelini elinde bulunduran Allahu Teala'nın rıza ve memnuniyetinden üstün tutar. Halbuki Allahu Teala merhamet ve yardımını kesip bu kimseyi gözlerine girmek istediği insanlara bıraksa, tercihte ne kadar büyük bir hata yapmış olduğunu anlamakta gecikmez. Çünkü bu insanlar ona ne bir rızk verebilirler, ne onun ömrünü uzatabilirler, ne de ondan belaları defedebilirler. ZAMAN İTİBARİYLE RİYA ÜÇ KISIMDIR Birincisi; amele başlamadan önceki riyadır. Bu riya, yapılacak olan işin Allah için değil, gösteriş, hesap için olduğunu önceden tayin eder. En kötü riya budur. İkincisi; amel esnasında oluşan riyadır. Bu olayda amele, Allah rızası için başlanır, fakat onun yapılması sırasında riya meyli doğar ve güçlenip ağır basar. Bu iki riya ameli bozarlar. Üçüncüsü; Amel Allah rızası için yapılıp tamamlanır,, fakat ondan sonra riya duygusu kendisini gösterir ve kişi, yaptığı ameli söyleyip teşhir eder ve duyulup takdir edilmesinden hoşlanır. Bu riya, amelin aslını bozmaz fakat sevabını götürür. Bir adam gece şu kadar Kur'an okuduğunu söyleyince, Abdullah ibn-i Mesud (r.a) ona; 'Senin bu okumandan nasibin onu söylemekten ibarettir.' Demiştir. Başkalarını hayra teşvik etmek niyetiyle amelini söylemek riya değildir. Ancak niyet aldatıcı da olabilir. Bu sebeble amelini teşvik için söylediğini zanneden bir kimsenin, aslında kendi nefsini tatmin etmek ve gösteriş yapmak içinde söylemiş olması muhtemeldir. Bu yüzden çok zorunlu bir durum hasıl olmadıkça amelini diline dolamaktan sakınmak, onun sevabını muhafaza etmek açısından en selametli bir yoldur. İnsanı riya yapmaya götüren iki sebeb vardır. Bunlardan birisi çıkar beklentisi, diğeri de sevgi kazanmak ve takdir toplamak hevesidir. Riyayı doğuran sebebler bunlar olduğuna göre, ondan kurtulmanın çaresi de bunlardan sakınmaktır. Bize yarayacak olanda budur. Eğer hakikaten nefsimizi seviyorsak onun istek ve arzularına uymayıp, Allahu Zülcelal'in emir ve nehylerine sarılmamız lazımdır. Ebu Osman el-Medeni şöyle anlatmıştır; Bir gün medineye gittim. Orada insanların bir kimsenin etrafında toplandıklarını gördüm. 'Bu kimdir?' diye sordum. 'Ebu Hureyre' dediler. Ona yaklaştım ve önüne oturdum. İnsanlara hadis rivayet ediyordu. Sözlerini bitirince ona; 'Resulullah (a.s.v)'dan işitip anladığın ve hatırında kalan bir hadis-i bana rivayet etmeni istiyorum!' dedim. Ebu Hureyre (r.a); 'Sana Resulullah (a.s.v)'ın bana söylediği, ezberlediğim bir hadis-i şerif-i rivayet edeyim.' dedi ve dedikten sonra bayıldı. Biz biraz bekledik, Ebu Hureyre ayılınca şöyle dedi; 'Sana Resulullah (a.s.v)'ın buyurduğu bir hadis-i şerifi rivayet edeceğim. Bir gün Resulullah (a.s.v) ile birlikte Beytullah'ta idim. Yanımızda ikimizden başka hiç kimse yok idi.' dedi ve tekrar bayıldı. Sonra ayılınca yüzünü sildi ve şöyle devam etti; 'Sana Resulullah (a.s.v)'ın buyurduğu bir hadis-i şerifi rivayet edeceğim. Bir gün Resulullah (a.s.v) ile birlikte Beytullah'ta idim. Yanımızda ikimizden başka hiç kimse yok idi.' dedi ve tekrar bayıldı, neredeyse yüz üstü düşecekti. Ben düşmemesi için onu tuttum. Ayılınca; 'Bana Resulullah (a.s.v) şöyle buyurdu; Kıyamet gününde Allahu Teala kulları arasında hüküm vermek için tecelli eder. Bütün ümmetler dizleri üzerinde oturmuşlardır. İlk sorguya çekilecekler; Allah yolunda şehid düşen, Kur'an okumayı öğrenen ve çok malı olan zengin kişilerdir. Kıyamet günü halktan ilk hüküm verilecek şehid olmuş kimsedir. Ki huzura getirilir. Allahu Teala ona nimetlerini bildirir. O da onları bilir. Allahu Teala; 'Bu nimetlere karşılık ne yaptın?' buyurur. O kimse; 'Sen'in yolunda savaştım. Ve şehid düştüm' der. Allahu Teala; 'Yalan söyledin. Çünkü sana cesur desinler diye savaştın ve sana da bu söz söylenmişti.' buyurur. Sonra emredilir. Ve yüzü üzerine sürüklenerek cehenneme atılır. İlim öğrenip, öğreten ve Kur'an okuyan kimse getirilir. Allahu Teala ona iyilik nimetlerini bildirir, o da nimetleri ikrar eder. Allahu Teala; 'Bu nimetlere karşılık ne yaptın?' buyurur. O kimse; 'Ya Rabb ilim öğrendim. Kur'an okudum.' cevabını verince, Allahu Teala; 'Hayır, yalan söylüyorsun. İlmi sana alim desinler diye öğrendin. Kur'anı sana ne güzel okuyor desinler diye okudun ve sana da böyle denildi.' buyurur. Sonra emredilir. Bu kimse yüzü üstüne sürüklenerek cehenneme atılır. Allahu Teala'nın kendisine zenginlik verdiği ve her türlü servetten ihsan buyurduğu kimsedir ki, huzura getirilir. Allahu Teala ona ihsan buyurduğu nimetleri sayar. O da itiraf eder. Allahu Teala; 'Bu ni;metlere karşılık ne yaptın?' buyurur. O kimse; 'Ya Rab! Servetimi sadece senin uğrunda, sevdiğin yollarda harcadım.'; deyince, Allahu Teala; 'Hayır! Yalan söylüyorsun, bunları sana cömert desinler diye yaptın.' buyurur. Sonra emrolunur. O kimse yüzü üstüne sürüklenerek cehenneme atılır. Ey Ebu Hureyre! Bu üç sınıf kimse Allahu Teala'nın kulları içerisinde kıyamet gününde cehennemi tutuşturan ilk odun olacaklardır. (Müslim) Buradan da anlaşıldığına göre riyanın sayılamayacak kadar çok zararı vardır. Her insan riyadan uzak durmanın çaresine başvurması lazımdır. İnsan biraz kendisine çeki düzen vermeli, riya niyetini kalbinden söküp atmalı ve niyetinin sadece ve sadece Allahu Zülcelal'in rızası için olmasına gayret göstermelidir. İnsanın bünyesi zayıf olduğundan dolayı bu riyadan muhafaza olmak için Hz. Peygamber (a.s.v)'in emrettiği şu dua her sabah üç kez okunmalıdır; 'Allahümme innâ neûzü bike min en nüşrike bike şey'en na'lemühü ve netağfiruke limâ lâ na'lemühü.' Kim bu duayı her sabah üç defa okursa, Allahu Zülcelal o kimseyi inşa ![]() ![]()
![]() Konu Ak_Kelebek tarafından (05-13-2009 Saat 11:16 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Riya'nın Hakikati ve Kendisiyle Riyakârlık Yapılan Riya 'rüyet' kökünden gelir. Süma ise sima (duymak) kökünden gelir. Riyanın temeli, halka hayırlı hasletleri göstermek suretiyle kalplerinde taht kurmak istemektir. Kalplerde taht kurmak, bazen ibâdet olmayan şeylerle, bazen de ibadetlerle istenilir. Riya tâbiri ise âdet hükmüne göre, ibâdetler ve onları belirtmekle kalplerde taht kurulmasına mahsustur. Bu bakımdan Riya 'Allah'a ibadet ederek kulları kandırmaktır'. Riyakâr; âbid, kendilerine riya yapılmak istenenler ise halktır. Maksat, onların kalbinde taht kurmak için onlara riyakârlık yapmaktır. Kendisiyle riya yapılan şey, riyakârın göstermek istediği hasletlerdir. Riya ise, onları gösteriş için yapmasıdır. Kendileriyle riyakârlık yapılan şeyler pek çoktur, fakat onları beş kısımda toplayabiliriz: Bu beş kısım da kulun halk gözünde kendisiyle süslendiği şeylerin toplamıdır. Onlar: Beden, kisve, söz, amel, etbâ ve haricî şeylerdir. Dünya ehli de bu beş şeyle riyakârlık yaparlar. Ancak ibadet olmayan amellerle mertebe istemek ve riyakârlık yapmak, ibâdetle talep edilen riyâdan (ceza bakımından) daha hafiftir. Birinci Kısım Beden yönünden dinde riya yapmak. Bu da beden zayıflığını belirtmek ve rengin sarardığını göstermektir ki bu durum, muhâtablarına, ahiretten çok korktuğunu ve din hususunda çok üzüldüğünü göstermek içindir. Beden zafiyetiyle, az yediğine ve sararmakla da geceleyin uykusuz kaldığına, fazla çalıştığına ve din için pek üzüldüğüne inandırmak ister. Böylece saçının tozlu, topraklı olmasıyla da riyakârlık yapar. Bununla da devamlı dinle meşgul olduğunu, saç ve sakalını taramaya bile vakit bulamadığı vehmini verir. Bu sebepler belirdiğinde, halk o adamda bu güzel hasletlerin olduğuna istidlâl eder. Nefis onların bilmesinden dolayı rahata kavuşur. Bu sırra binaen nefis, sahibini bunları göstermeye davet ederek rahata kavuşmak ister. Sesin alçalması, gözlerin çukurlaşması ve dudakların pas tutması da buna yakındır. Bunları bu şekilde göstermekle, daimî bir şekilde oruçlu olduğunu, ilâhî nizama riayet ettiğinden ve fazla aç kaldığından bu şekilde zayıf düştüğünü göstermek ister. Hz. İsa (a.s) bunun için şöyle demiştir: 'Biriniz oruç tuttuğunda başını yağlasın! Saçını tarasın ve gözlerine sürme çeksin'. Benzeri Ebu Hüreyre'den de rivayet edilmiştir. Bütün bunların sebebi, riya ile şeytanın hilesinden korkmaktır. Bunun için İbn Mes'ud arkadaşlarına 'Onları yağladığınız halde oruçlu olarak sabahlayın!' demiştir. İşte bunlar, dindarların beden ile yaptıkları riyakârlıklarıdır. Dünya ehline gelince, onlar şişmanlığı belirtmek, pürüzsüz bedeni göstermek, tığ gibi vücut, güzel yüz, beden temizliği, âzaların kuvveti ve uygunluğuyla gösteriş yaparlar. ikinci Kısım Görünüş ve kisve ile riyakârlık yapmak. Görünüş, saçın pejmürdeliği, bıyığın tamamının traş edilmesi, yürürken başın öne eğilmesi, harekette sükûnet göstermesi, yüzünde secde eserinin bırakılması, kaba ve sert yünlü elbise giymesi, baldırının yakınına kadar elbisesini kısaltması, yenlerini kısaltıp, elbisesini kirli ve yırtık bırakmasıdır. Bütün bunlarla riyakârlık yapar. Sünnet'e tâbi olduğunu ve bu hususta Allah'ın salih kullarına uyduğunu belirtmek ister. Bâtınında (kalbinde) tasavvufun hakikatlerinden mahrum olduğu halde sûfîlere benzemek için kırmızıya çalar boya ile boyanmış elbiseleri giymesi, seccade üzerinde namaz kılması ve parçalanmış, yamalı elbise giymesi de bu türdendir. Sarık üzerine izar denilen elbiseyi sarkıtmak, gözlerinin üzerine abâsını salmak, 'yolun tozundan bile sakınır derecede gözleri yorulmuştur' zannını uyandırmak ve o alâmetlerden dolayı gözlerin kendisine dikilmesi için, bunları yapmak da yukarıda bahsi geçen konunun içindedir. Derâ (kaftan) ve teylesanî adlı kisveleri ilimden mahrum olan bir kimse kendisini ehl-i ilimden göstermek için giyerse, o da bu türdendir. Kisve ile riyakârlık yapanlar birçok tabakaya ayrılırlar. Onlardan bir grup vardır ki zâhidlik göstererek takva sahiplerinin gözüne girmek isterler. Bu bakımdan kirli, yırtık, kısa ve kaba elbiseleri giyerler ki kabalığı, kirli, kısa ve yırtıklığıyla dünyayı önemsemediğini göstersinler! Eğer bu kimseye, normal, temiz ve selefin giydiği elbiselerden giymek teklif edilirse, onun için bu teklif, kendisini boğazlamak kadar zor gelir! Bu kadar zor gelmesinin sebebi, halkın 'o zühd ve takvadan döndü, o yolu terketti ve dünyaya daldı' deme ihtimalidir. Başka bir tabaka vardır. Bunlar da hem dindarlar, hem de padişah, vezir ve tüccarlar yanında kabul görmek isterler. Eğer güzel elbise giyerlerse, kurra (okuyucular) onları reddeder. Eğer yırtık pırtık elbiseleri giyerlerse, idareciler ile zenginlerin gözünden düşerler. Bu zümre din ve dünya ehlinin gözünde makbul olmayı ister ve ona göre giyerler. Bunların elbiselerinin kıymeti, zenginlerin elbisesinin kıymetindedir. Rengi ve şekli, sâlihlerin elbisesinin renk ve şeklindedir. Bu bakımdan iki grubun da kalplerini kazanmak isterler. Eğer bu kimselere kaba veya kirli bir elbisenin giyilmesi teklif edilirse, idarecilerin ve zenginlerin gözünden düşme korkusundan, bu teklif onlara kesilmekten daha ağır gelir. Eğer kıymetçe elbisesinden daha az olan Diybekî,44 beyaz ve ince veya desenli ketenden bir elbisenin giyilmesi bunlara teklif edilirse, ehl-i salâh'ın 'Bunlar dünya ehlinin elbiselerine rağbet ettiler' demelerinden korktukları için kendilerine bu teklif zor gelir. Bu grupların herbiri, mertebesini özel bir kıyafette görmektedir. O kıyafetten daha üstün veya daha düşük bir kıyafete bürünmek kendisine ağır gelir! Her ne kadar bu elbiseyi giymek mübah ise de, kötülenmekten korkarak giymez. Dünya ehlinin riya ve gösterişi ise, güzel elbiseler, kıymetli binekler, genişlikler, mesken, ev eşyası (mobilya), atlar, rengârenk libaslar ve nefis teylesanlardır. Bu durum, halk arasında ayan-beyandır. Çünkü halk, evlerinde kabâ elbise giyerler. Fakat aynı kılıkla halk ile oturup-kalkmak kendilerine gayet zor gelir. Süslerini takmadan edemezler! Üçüncü Kısım Sözle yapılan riya, Din ehlinin riyası va'zetmek, hatırlatmak,hikmetle konuşmak, haber (hadîs)leri ve eserleri ezberlemekledir.Bunları, ilminin çokluğunu isbat etmek, selef-i salihînin durumlarına işaretle itina ettiğini göstermek, halkın huzurunda dudaklarını zikirle kıpırdatmakla gözleri önünde emr-i bi'l-ma'ruf (iyiyi emretme) ve nehy-i an'il münker (kötüyü yasaklama) yapmak,münkerlere karşı kızıp reaksiyon göstermek, halkın günahları pervasızca yapmasına teessüfünü belirtmek, konuşurken sesini zayıf çıkarmak, Kur'an'ı mahzun olup korktuğunu göstermek için ince sesle okumak, hadîs-i şerifler hıfzettiğini iddia edenin lâfzında bir eksikliği hadîste mâhir olduğu tebeyyün etsin diye- olduğuna dikkati çekmek, hadîsin sahih veya sahih olmadığına dikkati çekmek, bu hususta faziletini belirtmek için acele ile söylemek, hasmını susturmak için mücadele etmektir. Bütün bunları din ilmindeki kuvvetini halka göstermek için yapar! Sözde olan riya çoktur ve türleri kontrol altına alınamaz. Dünya ehlinin sözle riyaları, şiirleri ezberlemek, darb-ı meselleri hıfzetmek, ibarelerde fesahat ve belâgat göstermek, ehl-i fazilete karşı garabet göstermek ve kalplerini tarafına çekmek için halka izhar-ı muhabbet etmek bakımından nahiv ilminin garip meselelerini ezberlemektir. Dördüncü Kısım Amelle yapılan riya. Namaz kılanın uzun bir zaman ayakta durması, sırtını düzeltmesi, uzunca secdede ve rükûda kalması, başını eğmesi, sağa-sola bakmayı terketmesi, sükûneti belirtmesi, ayaklarını ve ellerini düzgün tutması gibi. Oruç, gazâ, hac, sadaka, yemek yedirmek ve karşılama sırasında yürürken huşû göstermek gibi. Konuşmada vekâr, başı eğmek ve göz kapaklarını indirmek gibi. Hatta riyakâr, ihtiyacına bir an önce varmak için bazen acelece yürür. Ne zaman din ehlinden birini görürse derhal vâkara ve başını önüne eğmeye döner. Çünkü hafifliğe ve aceleciliğe nisbet edilmekten korkar. Eğer o kişi gözden kaybolursa, yine aceleyle yürümeye başlar. Yine onu gördüğünde yavaşça yürümeye döner. Allah hatırına gelmez ki Allah'tan korksun. Aksine bir insanın kendisi için âbid ve salihlerden olmadığına inanmasından korkar! Onlardan bir grup daha vardır ki bunu dinlediği zaman, halvetteki yürüyüşünün halkın yanındaki yürüyüşüne benzememesinden utanır. Nefsini halvette güzel yürümeye zorlar ki halk kendisini gördüğünde yürüyüşünde bir değişiklik yapmaya muhtaç olmasın! Bu kişi böyle yapmakla riyadan kurtulduğunu zanneder. Oysa riyası katmerleşmiştir. Çünkü halvethanesinde de riyakâr oldu; zira o halvet ve tenhada halkın gözleri önünde güzel yürüyebilmek için güzel yürümeye kendini alıştırmıştır. Allah'tan korkarak veya ondan hayâ ederek yapmış değildir. Dünya ehline gelince, onların riyakârlıkları, kibir, hayalperest-lik, elleri kolları sallamak, sık adımlarla yürümek, zeylin (eteğin) etrafına yapışmak, omuz silkmektir ki bunlarla önemine dikkat çekmiş olsun! Beşinci Kısım Arkadaşlara, ziyaretçilere ve oturup-kalktığı insanlara riyakârlık yapmak. 'Filân adam filanı ziyaret etti' desinler diye, ulemadan birinin kendisini ziyaret etmesini sağlar veya 'Din ehli kendisini ziyaret ediyor, ona gidip geliyor' denilsin diye bir âbidin, ya da bir sultanın valilerinden birinin 'dinî rütbesinin büyüklüğünden dolayı bunlar kendisinden feyz alır, bereketlenirler' denilsin diye kendisini ziyaret etmelerini sağlar. Şeyhlerle görüştüğünü ve istifade ettiğini göstermek için fazlasıyla şeyhleri anan bir kimse gibi ![]() Başkasına 'Sen hangi âlimleri gördün. Oysa ben falan ve falan zatları gördüm, memleketler gezdim ve üstadlara hizmette bulundum' der ve bu sözlere benzer daha nice sözler söyler. İşte bu, riyakârların kendileriyle riyakârlık ettikleri şeylerin esas noktalarıdır. Hepsi de bununla kulların kalplerinde rütbe ve makam kazanmak peşindedirler. Başka bir grup vardır ki sadece kendisi için güzel amellere kanaat eder. Nice rahip vardır ki uzun seneler manastırında inzivaya çekilir! Nice âbid vardır ki uzun bir zaman için bir dağın başına çekilmiştir. Sakin sakin durup ibâdete devam etmesi, ancak halkın kalbinde mertebesinin olduğunu bildiğindendir. Eğer halkın kendisini manastırında bir suça nisbet ettiğini bilse, muhakkak bundan ötürü kalbi karmakarışık olur. Allah'ın kendisinin suçsuz olduğunu bilmesiyle kanaat etmez. Aksine bu dedikodudan dolayı üzüntüsü pek büyük olur! Her ne pahasına olursa olsun, o nisbeti insanların kalbinden silmeye çalışır. Mallarından tamahını kesmesine rağmen böyle inanmalarını temine çalışır. Çünkü mertebe peşindedir! Biz Sebepler bahsinde dediğimiz gibi mertebe pek tatlı ve lezzetlidir! Çünkü her ne kadar süratle gelir geçer ise de hal-i hazırda bir nevi kemâl ve kudrettir. Bununla ancak cahiller aldanırlar. İnsanların çoğu da cahildirler. Riyakârlardan bir grup vardır ki halkın kalbinde mevkî sahibi olmakla kanaat etmez. Bununla beraber dilleriyle kendisini övmelerini de ister. Başka bir grup da halk fazlasıyla ziyaretine gelsin diye nâm ve şöhretinin yayılması peşindedir! Diğer bir cemaat ise sultanların yanında meşhur olmayı ister ki aracılığı kabul olunsun, kendisinin eliyle ihtiyaçlar görülsün, dolayısıyla cahiller tabakası yanında menzil ve mertebesi bulunsun! Başka bir grup, şöhret ile mal toplamak için vakıflardan, yetim malları ve başka haram kaynaklardan da olsa mal kazanmaya çalışır. Bunlar, zikrettiğimiz sebeplerden dolayı gösteriş peşinde olan riyakârların en şerlileridir. İşte riyanın hakikati ve vesileleri bunlardır. Soru: Riya mutlaka haram mı yoksa mekruh veya mübah mıdır veya haram, mekruh ve mübah oluşu, açıklamaya mı muhtaçtır? Cevap: Riya konusunda birçok tafsilât vardır. Çünkü riya, rütbe ve mevkî istemektir. Bu istek, ya ibâdetlerle veya ibâdetlerin dışındaki şeylerle olur. Eğer ibâdetlerin dışındaki şeylerle mertebe istenilirse, bu mal istemek gibidir. Yeterli mal kazanmak haram olamaz. Çünkü insanın muhtaç olduğu az mal, övülen maldır. Bu bakımdan kişinin felâketlerden selâmet kalmasına vesile olan mevkîyi elde etmesi de övülür. Hz. Yusuf un istediği mertebe bu kadardır. Beni Mısır'ın hazineleri üzerine me'mur et! Çünkü ben iyi korur, iyi bilirim.(Yusuf/55) Nasıl malda hem öldürücü zehir ve hem de faydalı panzehir varsa mertebe de böyledir. Fazla malın insanı şaşırtıp yoldan çıkardığı, Allah'ın zikrini ve ahireti unutturduğu gibi, fazla makam ve mertebe de böyledir. Hatta daha şiddetlidir. Mertebe ve makamın fitnesi, malın fitnesinden daha (tehlikeli ve daha) büyüktür. Nasıl biz 'fazla mal edinilmesi haramdır' demiyorsak, 'fazla kalpleri elde etmek de haramdır' demiyoruz. Ancak fazla mal veya fazla rütbe, insanı yapılması caiz olmayan şeylere sürüklerse o zaman hüküm değişir. Evet! Bütün gayreti fazla ve geniş mertebe elde etmeye sarfetmek, malın çoğalmasına sarfetmek gibi, şerlerin başlangıcıdır. Mertebe ve mal aşığı, kalp, dil ve diğer âzaların günahlarını terketmeye muktedir olamaz. Haris olmadığın ve gittiği zaman da üzülmeyeceğin mertebe genişliğine gelince, bunda hiçbir zarar yoktur; zira Hz. Peygamberin, Hulefâ-i Râşidîn'in ve onlardan sonra gelen din âlimlerinin mertebesinden daha geniş bir mertebe yoktur. Fakat himmeti mertebenin talebine sarfetmek, dinde bir noksanlık ve eksiklik ise de haramlıkla vasıflanmaz. Bu bakımdan deriz ki: Kişinin halk arasına çıkmak için giydiği elbise gösteriştir. Fakat haram değildir. Çünkü ibâdetle değil, dünya ile riyakârlık yapmaktır. İnsanlar için takılan süsleri de buna kıyas et! Bunun delili, Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadîs-i şeriftir: 'Hz. Peygamber birgün ashabının yanına çıkmak istedi. Bunun üzerine su küpüne bakarak sarığını ve saçını düzeltti. Bu manzara karşısında Hz. Aişe (r.a) 'Ey Allah'ın Rasûlü Sen de mi?' dedi. Hz. Peygamber şöyle dedi: Evet! Allah, kulunun arkadaşlarının huzuruna çıkmak istediğinde onlar için süslenmesini ister! Evet! Bu, Hz. Peygamber için bir ibâdetti. Çünkü o, halkı dâvet etmeye, onları kendisine uymaya, teşvik ve terğib etmeye ve kalplerini kazanmaya memurdur. Eğer halkın gözünden düşerse, ona tâbi olmaya rağbet göstermezler. Bu bakımdan gözlerinde küçük görünmemek için görünüşünün güzel olmasına gayret etmesi kendisi için farzdı; zira halkın gözleri, gizli taraflara değil, görünür taraflara kayar. Hz. Peygamber'in kasti buydu. Fakat eğer bir kimse böyle yapmakla onların kötülemesinden, ayıplamasından kurtulmayı, hürmet ve tâzim göstermelerini kastederse, bu kasdı mübah bir kasıttır; zira kınanmanın eleminden korunmak, insanlarla yakınlık kurup rahata kavuşmayı istemek, insanın tabii hakkıdır. İnsanlar kendini pis ve kötü gördükleri zaman insan tahammül edemez hale gelir. Bu takdirde onlarla yakınlık kurması sözkonusu olamaz. O halde anlaşıldı ki ibadetlerin dışında olan şeylerde riya ve gösteriş yapmak, bazen mübah olur, bazen de kötü olur, bazı vakitlerde de ibâdet olur. Bunlar o gösterişten istenen maksada göre değişir. Bu sırra binaen deriz ki kişi malını, ibâdet ve sadaka için değil, kendisine 'cömert' dedirtmek için ihtiyaç sahibi olmayanlara infak ederse, yaptığı gösteriştir. Fakat haram değildir. Benzerleri de böyledir. Sadaka, namaz, oruç, gazâ ve hac gibi ibadetlere gelince, riyakârın burada iki hali vardır. Birinci hal: Katıksız riyadan başka emeli olmamaktır! Bu riya ameli iptal eder; zira ameller, ancak niyet ve kasıtlara bağlıdır. O ise bunun ibâdet niyetiyle yapmamıştır. Sonra riyakârlık sadece ibâdetin bozulmasıyla kalmaz ki biz 'İbâdetten önceki gibi oldu' diyelim. Âyet ve hadîslerin delâlet ettiği gibi, riyadan dolayı günahkâr olur! Mânâda iki şey vardır: Birincisi, kullara hile yapmaktır. Çünkü kişi halka, muhlis ve Allah'a mutî olduğunu gösterir, din adamı olduğu hissini verir. Oysa hiç de öyle değildir. Dünya işlerinde de hile yapmak haramdır. Hatta bir cemaatin alacağını edâ ederken halk -cömert olduğuna inansın diye- onlara yardım ettiğini hissettirirse, hilekârlığından dolayı günahkâr olur; zira kalpleri hile ve dalavere ile elde etmektedir! İkincisi, Allah ile ilgilidir. O da, Allah'a yaptığı ibâdetiyle, in-sanları kandırmayı kasdetmektir. Bu bakımdan o kimse Allah ile alay etmiştir. Bu sırra binaen Katâde şöyle demiştir: "Kul riyakârlık yaptığında Allah Teâlâ meleklerine 'Kuluma bakın! Benimle nasıl istihza ediyor!' der". Bunun misâli, hizmetkârların âdetinden olduğu gibi bütün gün sultanlardan birinin huzurunda elpençe durmasıdır. Oysa orada durması ancak sultanın cariyelerinden bir cariyeyi veya hizmetkârlarından bir hizmetkârını seyretmek içindir. Muhakkak ki bu durum, sultanla alay etmek demektir; zira hizmetiyle sultana yaklaşmak istemiyor! Aksine o hizmetle onun kölelerinden birini kastediyor! Acaba kulun, Allah'ın ibâdetiyle zayıf, fayda ve zarara sahip olmayan bir mahlûka yaklaşmak isteğinden daha korkunç bir ha-reket tasavvur edilebilir mi?! Bu ancak şu demektir: Riya yapan kişi zanneder ki kendisini seyreden kul, gayelerinin tahakkuku hususunda -maâz ![]() Acaba bir kulu Allah'tan daha fazla yüceltmekten daha korkunç bir istihza var mıdır? İşte bu, mühlikât (helâk ediciler)in en büyüklerindendir. Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) bu duruma 'küçük şirk' adını vermiştir. Evet! Riya derecelerinin bazısı bazısından daha şiddetlidir. Nitekim -eğer Allah dilerse- bunun beyanı Riyanın Dereceleri bahsinde gelecektir. Riyanın az veya çok günahtan uzak olan bir kısmı yoktur. Günahlar, riyanın vesilelerine ve âletlerine göre sınıflanır. Eğer riyada Allah'tan başkasına secde etmek ve rükû yapmaktan başka bir hata yoksa, bu (cinayet ve günah bakımından) yeter de artar. Çünkü riyakâr, Allah'a yaklaşmayı kasdetmediği takdirde, muhakkak Allah'ın gayrisine yaklaşmayı kasteder! Yemin olsun, eğer Allah'tan başkasını secde ile tâzim ederse, açıkça kâfir olur. Ancak riya, gizli küfürdür. Çünkü riyakâr, kalbinde halkı büyütmüştür. O büyütmede ona secde ve rükû etmek vardır. Bu bakımdan onun secdesiyle tazim edilip büyütülen bir yönden insanlardır. Secde ile Allah'ın tâzîmi ortadan kalkıp halkın tâzîmi kalınca, bu durum şirke yakın bir durum olur. Ancak görünüşte secde ile Allah'ı tâzim etmekte, aslında ise gayesi büyük saydığı kimsenin kalbinde kendi nefsini büyütmektedir. Bu sırra binaen riya açık şirk değil gizli şirk olur. Bu durum cehaletin katmerlisidir. Ancak şeytan tarafından kandırılmış kullar kendisine fayda veya zarar, rızık, ecel, hali hazırdaki veya gelecekteki durumu hakkında Allah'tan daha fazla yardım edeceğini hayal eder! Bunun için de Allah'tan yüz çevirip onlara yönelir, kalplerini kazanmak için taptıklarına havâle ederse, yaptığının en az karşılığı bu olur. Çünkü bütün kullar nefislerini idare etmekten acizdirler. Kendilerine bile fayda veya zarar vermeye kudretleri yoktur. Acaba dünyada bunu nasıl başkasına verebilirler? Acaba babanın evladı yerine, evladın baba yerine cezalandırılmadığı, peygamberlerin bile 'nefsim, nefsim' dediği bir günde, nasıl başkasına fayda veya zarar verebilirler? Acaba cahil, dünyadaki yalancı tamahkârlığıyla halktan beklediği şeylerde nasıl ahiret sevabını ve Allah'ın (rahmetine) yaklaşmayı değiştirir? Bu bakımdan şüphe etmemek gerekir ki Allah'ın ibâdet ve taati ile riyakârlık yapan bir kimsenin, kıyasla (akılla) da, nakille de Allah'ın gazabına uğrayacağı sabit olmuştur. Bu durum, eğer ecir istemezse sözkonusudur. Sadakasında veya namazında ecir ile hamdi birlikte istediği zaman bu istek ihlâsın ruhuna zıd düşen şirktir. Biz şirkin hükmünü İhlâs bölümünde belirtmiştik. Bizim naklettiklerimizin doğruluğuna Said b.Müseyyeb ile Ubade b. Sâmit'in 'Burada onun hiç bir eşi yoktur' demeleri delâlet eder. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() ![]() Cehennem ve cehennemliler, Riyakâr insanlardan rahatsız olacaktırlar. Allah’ın karşısında Riya ediyorlar ve Allah’ı çok az anıyorlar. Acaba Şimdiye kadar cennetlik veya cehennemlik olduğunuzu düşündünüz mü? Sizi bilmiyorum ama ben cennetlik olduğumu düşünüyorum. Gerçekten şimdiye kadar bunu düşündünüz mü? Birçoğumuz cennetlik olduğunu düşünüyor. Ahiret’e gittiğimizde ise yaptığımız iyi işlerin yarısı veya daha fazlasının kara defterde görünce çok şaşıracağız, işte o zaman niyetlerimizin biraz sorunlu olduğunu anlayacağız. Örneğin cemaat namazına katılırken Allah rızası için katıldığımızı zannederken aslında farkında olmadan başka şeyler için katılıyormuşuz. Tabi sorun bununla da bitmiyor, bir de bakacaksınız ki bir başkası için namaz kıldığınızdan dolayı sol elinizdeki o kara defterin üzerine bir de şirk damgası vurmuşlar. Allah’a şirk mi koştun diyeceklerdir, sonra da Peygamberin bu hadisini hatırlatacaklardır: Riya, küçük şirktir ve Yüce Allah şöyle buyuruyor: Gidin de kimin için ibadet ettiyseniz, karşılığını da ondan alın. Şimdiye kadar niyetlerinizi incelediniz mi? Birinci veya ikinci bakışta Allah için olduğunu zannedebilirsiniz ama biraz daha derine indiğinizde aslında bir iyilik veya ibadetten hemen önce aklından geçenlerin şöyle olduğunu göreceksiniz: “Bu iyi işi yapayım da, sevap kazanmış olurum, aynı zamanda milletin de gözüne girerim”. İşte bunun adı riya’dır. Riya’nın büyük günahlardan olduğunu biliyor muydun? Riya’nın ne demek olduğunu daha iyi anlamak için Kuran’a da bir göz atalım. Yüce Allah, Nisa suresinin 142 ve 143. ayetlerinde şöyle buyuruyor: 142. Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.143. Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (müminlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Riya ibadetlerin geçersiz olmasına, hatta sevap yerine günah yazılmasına sebep oluyor. Riya çok çirkin ve ağır bir günahtır, bunun boyutlarını anlamak için Resulullah’ın bu hadis’i çok anlamlıdır: Cehennem ve cehennem ehli, Riyakâr insanlardan rahatsız olacaklardır, “nasıl rahatsız olacaklardır” sorulduğunda ise şöyle buyurdular: Onların üzerindeki ateşin sıcaklığından rahatsız olacaktırlar. Riyakarların özellikleri: Peki, Riyakâr olup olmadığımızdan nasıl emin olabiliriz? Bunun cevabını hadislerden almak mümkün. Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:Riyakâr kişinin özellikleri şunlardır: 1- Birilerinin yanında olduğu zaman ilahi işler yapmaya çalışır ama yalnız olduğunda çok pasif davranır 2- bütün yaptığı iyiliklerde insanlardan teşekkür ve övgü bekler 3- insanların gözünde iyi görünmek ister. Kuran ve diğer hadislere baktığımızda ise riyakâr insanlar için aşağıdaki özellikleri söyleyebiliriz: 1- Riyakâr insanlar, ikiyüzlü ve münafık kişilerdirler. 2- Riyakâr insanlar, diğer insanların gözü önündeyken ibadetlerini kusursuz yapmaya çalışırlar ama yalnızken bu konuda çok pasif davranıyorlar. 3- Riyakâr insanlar, iyi bir iş yaptıklarında veya birisine bir iyilik yaptıklarında mutlaka insanların övgü ve teşekkürlerini duymak isterler, insanların övgüleri onların daha çok hayır işler yapmasına yol açarken insanların teşekkür etmemesi onları iyi işlerden alı koyar. 4- Riyakâr insanlar, yalancı, düzenbaz kişilerdirler, yaptıkları iyiliklerden ötürü insanlara minnet koyar insanların elindekine göz dikerler, Allah’a tevekkül etmez, görünürde Allah’ı anıyor gibi görünürler ama aslında kalplerinde çok az Allah’ı anarlar. 5- Riyakâr insanlar, bencil, kibirli, midesine düşkün rahatlığı seven insanlardırlar. Riyakârlık, gösteriş için ibadet yapmaktır, Riyakârlık aynen cüzam hastalığı gibi insanın amellerini çürütüyor ve içini boşaltıyor, Riyakârlık aynen rüzgârın esintisiyle yerinden kopan köksüz, kukla bir ağaç gibidir. İmam Sadık (as) şöyle buyuruyor: Riya’nın her türlüsü, şirktir. Allah için amel edenlerin mükâfatı Allaha’dır, insanlar için amel edenlerin mükâfatı ise insanlaradır. Birtakım hadislerde ise yapılan iyiliklerin daha sonra söylenmesinin aslında riya gibi o iyiliği yok ettiğini anlıyoruz. İnsanın en büyük erdemi Allah’a karşı iyi bir kul olabilmek olmalıdır, ancak bu şekilde saadet ve mutluluğa ulaşılır, Allah için ibadet ederken niyetimize Allah dışında herhangi birisini sokarsak işte burada ona ortak koşmuş oluruz, yani şirk’e bulaşmış oluruz ve bu amel hiçbir zaman Allah katında kabul edilmez. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() ![]() İnsan amelini, emeğini boşa çıkarmamak için ilk önce amelden önce niyetini ![]() ![]() Hz. Peygamber (a.s.v) başka bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; 'Kıyamet günü riyakar adama, 'Ey Facir, ey gaddar, ey gösterişci, amelin mahvoldu, mükafatın kayboldu! Amelini kime gösteriş için yaptıysan, git ondan mükafatını al!' denir.' (İbn Ebi'd-dünya) Fudayl bin İyad (rh.a) şöyle demiştir. 'İnsan yaptığı amelle riyakarlık yapmaya alışırsa, yapmadığı amelle de riyakarlık yapar.' Böyle bir kimse kendisine itibar kazandırabilen amelleri yapmadığı halde yaptığını idiia eder veya o vehmi verir. Nitekim Allahu Zülcelal böyle kimseler hakkında şöyle buyurmuştur; 'Yapmadıkları amellerle övülmek isterler. Sen bunların azabtan kurtulacaklarını zannet-me.' (Al-i İmran:88) Hasan-ı Basri (rh. a) şöyle demiştir; 'Riyakar insan, Allahu Teala'nın takdirini değiştirmeye kalkışır. Çünkü o, Allahu Teala'nın yanında kötü iken, kendisini iyi göstermeye çalışır. Halbuki yapması gereken şey, kötü olduğu halde, kendisini iyi göstermek değil, iyi olmasını gerçekleştirmektir.' Katade şöyle demiştir; 'Kul riyakarlık yaptığı zaman, Allahu Teala meleklere; 'Bakın, bu kulum beni hafife alıyor.' der. Çünkü bu kul insanları memnun etmeyi, Allahu Teala'yı memnun etmekten üstün tutuyor. Bu da dolaylı olarak insanları Allahu Teala'dan üstün tutmak demektir.' |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Amellerinizi ![]() ![]() (İbadetlere riya karıştırmayın ki amelleriniz boşa gitmesin.) [Deylemi] (İbadetine riya karıştırana ahirette denir ki: Git sevabını o kişiden iste.) [İbni Mace] (Sırf ![]() ![]() ( ![]() (Kim ![]() ![]() ( ![]() (Dünya ve ahiret hayırlarına kavuşmak için, ![]() ![]() ![]() ![]() (İbadetleri ihlas ile yap! İhlas ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.) [Ebu Nuaym] ( ![]() ![]() (Sabırlı ve ihlaslı olanlar, hesaba çekilmeden Cennete girer.) [Taberani] (40 gün ![]() (İhlaslı olanlara müjdeler olsun. Onlar fitne karanlıkları içinde, parlayan ışıklardır.) [E. Nuaym] (İhlasla “La ilahe ill ![]() (Cennetin güzel köşkleri, ![]() ( ![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Ey gafil nefis ; riyakâr olma da , Güneş gibi ol şefkatte , merhamette
Ey gafil nefis ; riyakâr olma da , Gece gibi ol ayıpları örtmekte . Ey gafil nefis ; riyakâr olma da , Akarsu gibi ol keremde , cömertlikte . Ey gafil nefis ; riyakâr olma da , Ölü gibi ol öfkede , asabiyette . Ey gafil nefis ; riyakâr olma da , Toprak gibi ol tevazuda , mahviyette . Ey gafil nefis ; riyakâr olma da , Ya olduğun gibi görün , ya da göründüğün gibi ol !! Ey gafil nefis ; Gel dürüst ol , gel samimi ol ve kendini kandırmaktan , alçaltmaktan yüz çevir . Herşeyin aslına rûcu edeceği gün gelip çatmadan , sen kendini bil , sen Rabbini bil ! |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Sıkılmadan okuduğunuz için ben teşekkür ederim üstad gözlerinize sağlık +
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|