![]() |
#1 |
![]() İnâyeti Celbeden Vesileler Bu itibarla, i’lâ-yı kelimetullah yolunda ve Allah’ın rızası peşinde koşturan insanlar umumi manada Cenâb-ı Hakk’ın inâyeti altındadırlar. Bununla beraber, bir kısım sıfatlar vardır ki, bilhassa onlar inâyeti celbeder ve Mevlâ’yı Müteâl’in hususî lütuflarına zemin hazırlarlar. Bu sıfatların başında özellikle Enbiyâ-yı izâm efendilerimize ait evsâf-ı âliye gelir; hususiyle sıdk, emniyet, tebliğ, fetanet ve ismet vasıfları en mühim inâyet vesileleridir. Ömrünü doğruluk ve sadâkat çarkı üzerinde döndürüp durarak, Cenâb-ı Hakk’a, Rasûlullah’a, iman davasına, dinî hayata ve inananlara sâdık kalan; güvenilirliği şahsiyetiyle bütünleştirerek, elinden dilinden kimseye zarar gelmeyeceğini her tavrıyla ortaya koyup herkese emniyet telkin eden; hem tebliğ hem de temsil ile Din-i mübînin ulvî hakikatlerini anlatmayı ve her fırsatı “emr-i bi’l-mârûf, nehy-i ani’l-münker” istikametinde değerlendirmeyi hayatının gayesi bilen; irşat vazifesinde, akıl, mantık, kalb, gönül, his ve sair duygulardan hiçbirini ihmal etmeyerek, bedevîsinden en medenîsine kadar herkesi vahyin aydınlatıcı tayflarından nasiplendiren; bütün bunları yaparken de günahlara girmemek, laubali davranmamak ve ciddiyetsizliğe düşmemek için azamî gayret göstermek suretiyle tam bir iffet âbidesi olarak yaşayan her insan ilahî inayetin celbi ve temâdîsi adına çok önemli vesilelere tutunmuş demektir. Evet, Enbiyâ-yı izâmın sıfatlarını zılliyet planında temsil eden insanlar inâyete liyakat kesbetmiş sayılırlar. Bu âlî vasıfları korudukları sürece onlar da hususi hıfz ve riâyete nâil olurlar. Diğer taraftan, sıfat açısından olduğu gibi amel bakımından da inâyetin bir kısım vesileleri vardır: Bu amellerin başında Allah’a teveccüh gelir. Güne bakan çiçeklerin güneşe yöneldikçe adeta gülümsemeleri ve daha bir serpilip gelişmeleri misillü, insanlar da ancak yüzlerini Cenâb-ı Hakk’ın dergahına çevirirlerse hem şahsî hayatları hem de iman hizmetine müteallik işleri zaviyesinden inkişaflara erişebilirler. İnsan, hiçbir zaman gözünü O’nun kapısından ayırmamalıdır ki seviyesine göre nazar ve teveccüh esintilerinden istifade edebilsin. Yoksa, O’na teveccühte kusur eden, nazar-ı merhamet ve şefkatten mahrum kalır; ubûdiyetle O’na yaklaşma azminde olmayan da hizlâna uğrar. “Bana bir karış yaklaşana Ben bir arşın yaklaşırım.” beyanı da bu hakikati ifade eder. Bu itibarla, ilâhî inayete mazhariyet, bilhassa Cenâb-ı Hakk’a tam teveccüh, teveccühte devam ve O’nun da bu mütemâdî yönelişe karşı merhamet teveccühleri sayesinde gerçekleşir. İman hizmeti adına yapılan işler ve elde edilen başarılar ölçüsünde mahviyet ve tevazuun artması da inâyet-i ilahiyenin temâdîsi için çok önemli bir davetiyedir. Hâlis bir mü’min, her muvaffakiyetin Cenâb-ı Hakk’ın lütfu, bereketi ve ihsanıyla olduğuna yürekten inanmalı; böylece hem şirkten kurtulmalı, hem nefis ve şeytanın bencillik adına pompalayacağı vehimlerden uzak kalmalı, hem de acz ü fakr duyguları içinde her zaman Mevlâ-yı Müteâl’e gönül bağlamalıdır. Evet, haddini bilmek ve acz ü fakr hisleriyle O’na yönelmek, ilâhi rahmet ve inâyetin imdada yetişmesi için en makbul bir niyazdır. ( Kırık Testi' den alıntıdır. )
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|