![]() |
#1 |
![]() ![]() Cumhurbaşkanı seçiminin tıkandığı günlerde sürecin yanlış sonuçlar doğurmasını önlemek için alınmış iki tedbirden biriydi 'cumhurbaşkanını halka seçtirme referandumu'; öteki tedbir olan 'erken seçim' sonuç almada tek başına yeterli oldu. Yenilenen Meclis tıkanan süreci açtı ve 11. Cumhurbaşkanı 1982 Anayasası şartlarına uygun bir biçimde seçildi. Sadece bu özet bile Ak Parti'nin 21 Ekim'de yapılacak referandumda ısrarının gereksizliğine işaret ediyor. Referandum süreci bütünüyle durdurulursa, nasıl olsa sıfırdan bir anayasa hazırlanıyor, hazırlanmakta olan o anayasada uygun görülecek usulle seçilir 12. Cumhurbaşkanı. Referandum gibi önemli bir demokratik yöntemin, seçim sonucuyla anlamsız hale gelmiş bir konuda kullanılmasının mahzuru da cabası. İki tarafı bulunması beklenir her referandum konusunun; heyecanlı tartışmalar eşliğinde sandığa gidilir. İki hafta kala bile ortada referandum konusunu tartışan yok. Bunda 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Abdullah Gül'ün kişiliğinin de payı var elbette. Cumhurbaşkanı Gül halk tarafından seçilmedi belki, ama halkın tercihiyle seçildi. Seçimi üzerinden geçen bir aylık süre içerisinde yaptığı konuşmalar, çıkışları, iç ve dış gezileri sırasında sergilediği performansla halkın beğenisini kazandı. Yeni seçilmiş ve kendisinden memnun olduğu bir cumhurbaşkanı varken, halkın “Cumhurbaşkanı nasıl seçilsin?” konulu bir referandumdan heyecan duyması beklenemez. Umarız, siyasiler, yol yakınken doğruyu hep birlikte bulurlar. Abdullah Gül'ün seçildikten sonra sergilediği cumhurbaşkanı profili başka önkabulleri de yıkacağa benziyor. Sevecen, hoşgörülü, halka açık olmasının yanı sıra Cumhuriyet'in temel değerlerine de sahip çıkan bir cumhurbaşkanı profili bu. Siyasi kişiliği ön planda olmayan cumhurbaşkanları bile 'partizanca' davranabilmişken, Abdullah Gül, siyasetçi kimliğini Çankaya'ya çıktığı gün terk etmeyi bildi. Bütün konuşmalarına egemen olan tona bakınız. Avrupa Konseyi önünde kendisine yöneltilen sorulara cevap verirken 'devlet' kavramını nasıl sahiplendiğini göz önünde bulundurunuz. Devlet ile millet arasında varlığı zaman zaman dışa vuran soğukluğu kendi ısısıyla ortadan kaldıracak bir tavra sahip Cumhurbaşkanı Gül; yumuşak ve sağduyulu davranışlarıyla, herkese, her kuruma, nasıl olunması gerektiği konusunda ders veriyor. Kıbrıs ve Fransa gezileri öncesi ve sonrasında -uğurlama ve karşılama sırasında- yaşanan 'kaç-göç' bu açıdan sırıtmaya başladı. Kendisi de bütün nezaketiyle tedbir alıyor, ama yine de bazı kamu görevlilerinin Cumhurbaşkanı Gül'e refakat eden eşiyle karşı karşıya gelmeme tavrı göze batıyor. Dahası, Cumhurbaşkanı Gül'ün sırf rahatsız etmemek için eşini götürmediği davetlere başkaları da eşsiz geldiği için önemli ortamlarda 'kadın' görüntüleri azalmaya başladı. Konunun iki ciddi mahzuru var: İlki, 'kaç-göç' veya 'kadını arka plana itme' Türkiye açısından sürdürülebilir bir durum değildir. Devlet ile millet arasında dengeyi kurma ve devletin birimleri arasında uyumu sağlama anayasal görevinin sahibi olan cumhurbaşkanı, 'kadın hakları' konusunda titizliğini defalarca vurguladı; oysa son tepkisel tavırlar giderek kadınlara karşı haksızlığa dönüşüyor. Buna tahammül edilemez. İkincisi daha da önemli: Bugüne kadar 'yasakçı' uygulama halkın zihninde farklı kesimlere mal edilirken, 'kaç-göç' tavrı yüzünden yeni bir muhatap bulmaya başladı; işte bu da vahameti artırıyor. Konunun muhatapları vakit geçirmeden bu soruna bir çözüm bulmak zorunda. Türkiye normalleşecekse, buna inatlaşmaktan vazgeçmeyle başlayabiliriz.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() hirs ayri azim ayri inat ayri evet
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|