![]() |
#1 |
![]() 20 Ekim gecesi Hakkari'nin Irak sınırı sıfır noktasında (Dağlıca) askerî birliğe düzenlenen saldırıda ilk gelen bilgilere göre 12 asker şehit oldu, 16 asker yaralandı. Yaralıların içinde ağır olanlar var. Bu iki cümlelik haberde dikkati çeken ilk husus, askerlere vuku bulan saldırının Irak'ın kuzeyinden gelmiş olmasıdır. Mesaj açık: Saldırıyı planlayanlar ve gerçekleştirenler "tezkereyi önemsemedikleri"ni anlatmaya çalışıyorlar. Adeta şunu söylüyorlar: "Erkeksen, gel!" Kaç gündür herkes öncekilerden "daha büyük bir saldırı" bekliyordu. Bazıları bunu köşelerinde açıkça ifade ettiler, beklenen oldu. Referandumun yapıldığı pazar sabahına insanların bu haberle gözlerini açmış olması, not edilmesi gereken bir noktadır. Çok bilinmeyenli politik ve stratejik bir denklem gibi duran saldırıların bir boyutunun anayasa değişikliği, cumhurbaşkanlığı ve kısmi de olsa demokratikleşmeyi hedefleyen 21 Ekim referandumuyla ilgili olduğu görmezlikten gelinemez. Ama elbette tek hedef bunlar veya başka bir deyişle iç siyaset değildir, belki bununla ilgili olarak iç (Güneydoğu veya Kürt meselesi) ile dış (Irak ve Ortadoğu) bölgesel boyutları üzerinde yoğunlaşmak icap eder. Pekiyi, tam da bu çerçevede söz konusu açık meydan okumaların veya süren provokasyonların anlamı nedir? Önce şu tespiti yapalım: ABD'nin görünürde, Türkiye'nin Kuzey Irak'a askerî bir operasyon düzenlemesini istemediğini biliyoruz. Ancak devam eden saldırıların önlenmesi konusunda herhangi somut bir adım da atmıyor, tabir caizse ipe un seriyor. Kendi başına inisiyatif kullanabileceği kuşkulu olan Irak yönetimi "işbirliği" öneriyor, ama Irak yönetiminin saldırıları önleme gücü olmadığı da açık. Barzani, Türkiye'nin operasyonuna en yüksek perdeden tepki veriyor, ama o da saldırıların önlenmesi konusunda herhangi somut bir şey yap(a)mıyor. Dağlıca'daki saldırılardan sonra KDP yetkilisi Dizai'nin "PKK'nın hedefi, Türk ordusu ile bizi karşı karşıya getirmektir" demesi altı çizilmesi gereken bir noktadır. Son yılların ortaya çıkan perspektifinden ve serinkanlı olarak bakıldığında, PKK imzasıyla yürütülen ve ardı arkası gelmeyen saldırıların Irak yönetimini ve Barzani'yi aşan boyutlara sahip olduğu anlaşılıyor. Saldırıların arkasındaki irade, belli ki Türkiye'yi ağır baskı altına almayı hedeflemiş durumda. Burada en zor durumda olanın hükümet olduğunu söylemek gerekir. Hükümet Meclis'ten tezkereyi geçirmekle kararlılığını göstermiş oldu, bu sayede "kapsamı, sınırları, miktarı ve zamanı"nı tayin etme yetkisinin hükümetin elinde olduğu söz konusu tezkere kullanılmadan önce diplomatik imkânları denemeye çalışıyordu. Buna fırsat verilmek istenmediği anlaşılıyor. Saldırıların görünür üç amacı var: a) İç politika çerçevesinde demokratikleşme sürecini akamete uğratmak, AK Parti hükümetini zaafa uğratmak. Son saldırı için 21 Ekim gününün seçilmiş olması hiçbir şekilde tesadüfi değildir; b) Türkiye'nin Kuzey Irak'a ve belki de daha geniş kapsamda Irak bataklığına girmesini sağlamak. Bunun salt Barzani kuvvetleriyle çatışmanın ötesine taşan boyutları olabileceği ihtimalini hesaba katmamızda zaruret var; c) Geçen hafta iki yazıyla anlatmaya çalıştığım üzere, "yaratıcı kaos doktrini" çerçevesinde 'mezhep çatışmaları'na paralel olarak 'etnik çatışmaları' başlatmak ve bunu Türkiye'yi de içine alacak şekilde genişletmek. Burada dikkat edilmesi gereken husus, inisiyatifin elden bırakılmamasıdır. Eğer bu saldırıları planlayanlar -her kimler ise-, Türkiye'yi kendi öngördükleri stratejiler çerçevesinde hareket etmeye mecbur etme başarısını gösterecek olurlarsa, Türkiye rüzgârın önünde sürüklenen bir yaprak gibi olacaktır. Dolayısıyla ortada bir "inisiyatifler savaşı" olduğunu söylemek mümkün. Zaman 22 Ekim 2007, Pazartesi
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|