![]() |
#1 |
![]() AK Partinin kapatılması, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın da dahil olduğu 71 partilinin 5 yıl siyasetten men edilmesini talep eden iddianamenin, kendilerini ‘ulusalcı’ olarak tanımlayan kimi çevrelerin kin ve husumetlerini yansıtan ifadelerle yazıldığı fikri giderek güçleniyor.
AK Partinin kapatılması talebini anlayabilmek için birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor. Birincisi; Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Doğan Grubunun (Hürriyet, Milliyet, Kanal D, Star TV ve hatta Radikal gazetesi) yayınları dikkatlice incelenmeli. Yıllar öncesine ilişkin anketlerin yayınlanması, “mahalle baskısı” söylemleri, başörtülü memurlara yönelik “hafiye” gazeteciliği, amiral gazetenin hayali ihracatçı genel yayın yönetmeninin kışkırtma yazıları, Danıştay saldırısı ile “Ergenekon” operasyonu arasındaki ilişkiyi görmemeyi tercih eden tutum… Bunların yanı sıra, davanın açılmasıyla birlikte sergilen (sözde) ‘itidal’ tavsiyeleri ise medyanın egemen grubunun, iktidarı sıkıştırmış olmanın verdiği mutluluk olarak okumak gerekir. İkincisi; ABD karşıtı görünmesine karşılık, Avrupa’nın farklı ülkelerine ait istihbarat örgütleri tarafından yönlendirildiği ifade edilen İşçi Partisinin son 6 yıldaki tutumudur. Yıllardır süre gelen tutumlarının yanı sıra İşçi Partisi yetkilileri, 2004 yılından buyana, üç kez savcılığa başvurduklarını ve savcılığın kendilerinin sunduğu belge ve delilleri kullanarak AK Partinin kapatılmasına yönelik iddianameyi hazırladığını açıklamışlardı. Bunun yanı sıra, Ergenekon Operasyonu kapsamında yapılan teknik takipte, “davayı açtırıyoruz, bundan sonra mutlaka kriz çıkar” ifadesi ve 14 Mart 2008 de açılan AK Partiyi kapatma davasına ilişkin iddianamenin, 12 Mart 2008 tarihinde İşçi Partisi bilgisayarlarına elektronik posta ile gelmiş olması oldukça manidardır. Üçüncüsü; Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk’un, dava açma konusunda savcıyı ‘tehdit ettiği’ ifade edilen yazılarıdır. “Savcı, kırmızı çizgiyi çiğneyip bölücülük ya da dincilik yapan siyasal partiye dava açmasın… Görür gününü…” bu ifadelerin sahibi İlhan Selçuk, muhatabı ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı. Selçuk yazısını; “Cumhurbaşkanımız dosyalı zanlı… Başbakanımız dosyalı zanlı… Bir de iktidar partimiz zanlı oldu mu, gel keyfim gel… O zaman türbanlık ve kurbanlık Türkiye’nin yeme de yanında yat…” cümleleriyle tamamlamıştı. Dördüncüsü ise davanın açılma zamanlamasıdır. Uzun yıllar sonra ilk kez, devlet içi örgütlenmelere yönelik operasyonun yapılmış ve operasyon sürecinde, yargı tarafından gizlendiği ifade edilen kimi belgeler yeni yeni ortaya çıkıyordu. Savcılığın, eksik soruşturma yaptığı fikrini güçlendiren ve kısmen belge gizleme olarak yansıyan tutumu gizlediği aşikardır. Davanın açılışını tümden bu operasyona bağlamak yanlış olduğu gibi operasyonla olan ilgisini yok saymakta yanlıştır. AK Partinin kapatılması için açılan davanın, kendilerini devletin sahibi olarak konumlandıran kişilerin, grupların yönlendirmesiyle oluşturulduğu açıktır. Kimi ulusalcı yayınlar ile aynı dili kullandığı açık olan iddianamenin Danıştay saldırısı ile Ergenekon operasyonu sonucu ortaya çıkan bağlantıları görmezden gelmesini anlayabilmek oldukça güçtür. TV dizilerine dahi konu olan ilişkinin, Alparslan Aslan’ın bireysel (!) bir eylemi olarak sunulması ve saldırganın mahkemede ifade ettiği, “şeriatı ilan edin”, cümlesinin alıntılandırılmış olmasını anlayabilmek oldukça güçtür. Beşinci nokta ise ülkemizdeki liberal ve demokrat aydınlar ile iktidar arasında var olan düşünce birlikteliğinin bozulmasına yönelik çabaların teşvik edilmesidir. Anayasa çalışmaları sürecinde, bu ilişkinin bozulmasını sağlayacak zemin oluşturulmuştu. Medyanın ve devlet içi kimi unsurların yönlendirmesine açık olan AK Parti yöneticilerinin tutumları da bu süreci körükledi. Aslında bahsettiğimiz operasyondan amaçlanan, AK Parti ile bu kesimler arasındaki iletişimi kesmek ve AK Partiye yönelik olası ikinci operasyonda, AK Partiyi yalnız bırakmaktı. Bugün, dava konusunda kimi demokrat isimlerin sergiledikleri pasif tutum, bu operasyonun sonucudur. Tüm bu olup bitenler ve aradan gözden kaçırılanlar izlendiğinde, bu davanın ne davası olduğu ve dava ile neyin amaçlandığı daha net bir biçimde görülecektir. 6 yıla yakın bir süredir iktidarda bulunan AK Partinin, bir biçimde tarafı olduğu, gelir dağılımındaki adaletsizliği alkışlayanlar, istihdam konusundaki politikasızlığına seyirci kalanlar, özelleştirme ihalelerinden beslenenler ve demokratik açılımlar konusunda adım atmasını sınırlayanlar ile kapatma davasını açtıranların aynı kişiler olduğu açıktır. Değişen ve iletişimin arttığı dünyaya ayak uydurmakta zorlanan, soğuk savaş koşullarına göre düşünen, devletten kopardıkları ayrıcalıkları koruma mücadelesi içinde olan, demokrasi ve insan hakları gibi kavramları hazmedemeyen egemen güçlerin içindeki bazı kesimler, ülkemizin içe kapanmasına ve ekonomik krizlere neden olma pahasına bütün kartlarını oynamaya çalıştıkları açıktır. Emekli olmalarına karşılık, aralarında oluşturmuş oldukları ilişkiler üzerinden, kavga tacirliği yapan ve ülkeyi ateşe vermeyi göze alacak kadar düşünce yeteneklerini yitirmiş kişiler de, davayı açtıranların kullandıkları figüranlardır. Kısacası, AK Partinin uygulamalarını beğenilim veya beğenmeyelim, bu davanın hukuk normlarına dayanan bir dava olmadığı açıktır. Bu dava, uzun yıllardır süre gelen iktidar mücadelesinin farklı formatta yaşama geçirilmiş halidir. Cumhuriyetin kuruluşunda köşe başlarını tutmuş olanların, milletin iradesine rağmen, iktidarı teslim etmeme konusundaki dirençlerinin ifadesidir. İktidar mücadelesinin bu yeni formatı, farklı amaçları gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle yaşanılan dava süreci; Bir yandan intikam, öte yandan yönlendirme davasıdır. Bir yandan nefret, öte yandan işbirliğine zorlama davasıdır. Bir yandan iktidar mücadelesi, öte yandan terbiye etme davasıdır. Bürokrasinin ve medyanın işbirliğinde gelişen yeni bir 28 Şubat girişimidir. Medyanın yayınları dikkatlice incelendiğinde bu sonuç kendini net bir biçimde ele vermektedir. Aslında üzücü olan, AK Partinin iktidar sürecinde sergilediği tavrıdır. Son yıllarda olup bitenler değerlendirildiğinde ortaya çıkan acı sonuç AK Partinin; kavga, şiddet, baskı ve tehdit zamanlarında yüzünü millete dönmesi, buna karışlık sorunsuz zamanlarda ise millete sırtını dönerek, iktidar kavgasını yaptıranlarla iş tutmayı sürdürmesidir! ‘Muhafazakar’ değil ‘eğreti demokrat’ olduğunu göstermiş olan AK Parti, bu dava sürecini bir biçimde atlatacak. Ancak cevabı aranması gereken soru; AK Partinin bu tutumuna millet ne zamana kadar tahammül edecek veya AK Parti kendini ne zaman düzeltecek? [email protected] Adnan Faruk Haber 10
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Bu davanın neden açıldığı ve bu zamana denk getirilmesinin takdiri güzel vurgulanmış...
Sıradışı izlediği politika ve halkla bütünleşik bir tarz, birilerinin hazmedemediği bir başarı... AK Parti yükselen çizgisi ile göze battı tabi... Ama bunun önüne geçme, nasıl olabiliyor da hukuk ile! mümkün olabiliyor. Düşündürücü ve irdelenmeye açık olan yanı bu sanki... Hukuk herkese hitap edebilir nitelikte ise yarın bu siyasi uygulamalar tabanda olan bizlere de alınabilir. Ben senin sakalını kesişini beğenmedim, sana al şu kadar ceza da denebilir, kaçınılmaz bu hani... Merkezde durma, kucaklayıcı olma, süregelmiş siyaseti yıkma, halkı ötekileştirmeme... v.s. AK Parti için açılan bu davanın niteliğini ve niceliğini vede ismini siz koyun... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|