![]() |
#1 |
![]() 1952 yılında Fransa'da Dışişleri Bakanlığfnın bir yetkilisi şu sözleri söylüyordu : «Gördüğüm kadarıyla Avrupa için, komünizm büyük tehlike olarak gözükmemektedir. Zira onun devri artık kapanmıştır. Gerçi bir tehlikesi vardır. Bu tehlike de sadece siyasî ve askeri olan bir tehlikedir. Bunun ötesinde bir tehlikesi yoktur. Bu öyle damarlarımıza kadar işleyip bizi her bakımdan etkileyecek bir tehlike olarak gözükmemektedir. Ancak bunun ötesinde bir tehlike vardır. Bu tehlike bizi gerçekten tehdit etmekte ve köşeye sıkıştırmış bulunmaktadır. Bu, îslâmî tehlikedir. Müslümanlar, hemen her bakımdan bizim batı dünyamızdan farklı düşüncelere sahip bağımsız bir dün*yadırlar. Onların tarihî mirasları vardır. Bunlar bizden apayrı bir tarihi kültüre sahiptirler. Onlar bu halleriyle yepyeni bir dünya kurmaya daha layıktırlar. Hem bu güçlerini kazanmak için batılılaşmaya veya başka bir medeniyyetin içerisinde ruhen erimeye gerek duymadan, böyle bir dünyayı kurma imkanı ellerinde vardır.» (1)
Müslümanlar, bu rüyalarını gerçekleştirme fırsatını, sanayi alanında ilerlemekle sağlayacaklardır. Batılının bugünkü seviyesine böylece gelecektir. Geniş alanlarda sanayi ürünlerini bizzat kendileri üretir duruma gelirlerse, eski zengin miraslarına da kavuşurlar. Yer yüzüne yayılırlar. Buralardan da batı düşüncesini silip atarlar. Onların bütün yaptıklarını ise müzelik duruma getirirler, işte bunun en güzel örneğini Cezayir vermiştir. Biz uzun süre bunlara hükmettiğimiz halde, onları tarihi bağlarından koparamadık. Bir batı potasında eritmedik. Bütün çalışma ve çabalarımız sonunda bize kalan sadece büyük bir yorgunluk... İslâm dünyası bugün, hayali bir servet olan siyah altının (Petrolün) üzerinde kurulmuştur. Bir de zorunlu görülen maddelerden yeni sınaî ürünlerinin hayaliyle yaşamaktadır. Ancak, tüm bunların boyunduruğundan kendisini kurtarıp da bağımsızlığını kazanınca, dağda, ovada ve düzde kendi sanayi alanlarını kurunca, tehlike burada görülecektir. Evet tarihi kaynaklarda bazı düğümler bulunmaktadır. Bu düğümler henüz çözümlenmiş değildirler. Bundan dolayı da geçmişini bilememekte ve şaşkın bir halde dolaşmaktadır. Biraz da tembellik yatmaktadır işin içerisinde. Buna rağmen bunlar özgürlüğün ve ba*ğımsızlığın gelmesini canla başla bekliyorlar. Bundan ötürü tarihimizi iyi öğrenmek ve çöküş dönemlerinin sebeplerini iyi değerlendirmek gerekir. O halde gelin, bu İslâm dünyasına ne isterlerse verelim. Onların sanayi ve benzeri alanlarda ilerlememeleri, buna özenmemeleri için, gelin bunları destekleyelim. Eğer biz böyle bir plandan aciz kalırsak, bu dağılmış olanlar da cehalet zincirinden kendilerini kurtarınca, artık batılının sanayi ürünlerinin kendisini durduramayacağına inanınca bunların önüne geçilemez. Bunu böyle yaptığımız takdirde, onlar eski güçlerine kavuşacaklar. Sonuç batı medeniyetinin ve liderliğinin çöküşü olacaktır. Onlar liderlik durumuna geçeceklerdir.» 2 - Lorns Braun diyor ki: «Biz değişik milletlerden korkuyorduk. Fakat tecrübeler bu korkunun yersiz olduğunu göstermektedir. Bizler daha önceleri Yahudileri ve sarı ırkı yani Çinlileri korkulacak kimseler sanırdık. Bir de Bolşevizm tehlikesinden endişeliydik. Fakat gördüğümüz odur ki, bu tehlikelerden hiçbirisi korkulacak türden değilmiş. Halbuki Yahudiler bizim dostlarımızmış. Bununla birlikte gördük ki, onlara karşı olanlar bizim ebedi düşmanımızmış. Bir de Bolşevikler var. Bakıyoruz ki, ikinci dünya savaşı esnasında bunlar bizimle antlaşmalıymışlar. Sarı toplumlara gelince, bakıyoruz ki oralarda da Demokratik ülkeler var. Bunlar, oranın güçlülüğünü yüklenmiş durumdalar. Fakat bizim için en gerçek ve korkulacak tehlike müslümanlardandır. Bunların güçlenmesi halinde tüm sömürülere son verecek yegane güç olacaklardır. İşte bu tehlikeyi göz önünde tutmak gerekir. (2) 3 - Salazar da, kimi gazetecilerle yaptığı bir konuşmasında şu açıklamada bulunuyor: «En büyük tehlike şayet kendilerinden konuşmak mümkün ise, müslümanlardır. Gerçek tehlike bunlardır. Dünya düzeninin yeniden değişmesi bunlar eliyle olacaktır. Biri ona der ki; onlar, bugün kendi aralarında ihtilafa düşmüşler ve çekişip durmaktadırlar. O da buna cevap olarak der ki, endişem şudur: Korkarım ki, aralarından biri çıkar da, onların bu çekişmelerini ve gözlerini bize yöneltir.» (3) 4 - Marmadok Baksol diyor ki: «Müslümanlar ilk dönemlerinde olduğu gibi, aynı ahlâk, medeniyet ve inançlarına dönerlerse, dünkü hızla bugün de dünyaya yayılırlar. Zira boş dünya onların önüne geçecek bir güce sahip değildir. Onların medeniyeti gibi bir medeniyete de tanık olmamıştır.» (4) 5 - Bermşadur da müslümanlardan söz ettiği bir konuşmasında şunları dile getiriyor: «Gerçekte bu zeki, cesur müslümanlar tüm bilim ve sanat eserlerini, şeref ve paye değerlerini bize bıraktılar. Gerçekten bu müslümanlar, yüzlerce seneden beri derin bir uyku uyudular. Artık uyanmış ve: «İşte ben ölmedim, buradayım» diye seslenmektedir. Ben yeniden hayata döndüm. Artık ben, bundan böyle size boyun eğen bir köle değilim. Esen rüzgarlar ve kasırgalara da kapılacak değilim.» Sonra devamla diyor ki: «Kim bilebilir ki, tekrar frenk beldelerinde görüleceklerdir. Yine yakın bir dönemde belki, bu ülkelerin semaları müslümanların tehdidinde kalacaklardır. Bunlar yine semadan inip dünya ile cihada ve savaşa gireceklerdir. Bu ikinci cihadları ya uygun bir zamanda veya tayin edilmiş döneminde olacaktır. Gerçi ben, peygamberlik iddiasında değilim. Ancak bu söylediklerimin izleri artık gözükmeye başlamıştır. Çünkü bir çok ihtimaller bunu göstermektedir. Artık böylesi güçlü bir dalganın önünde ne bir zerre ne de başka bir şey kalacak değildir.» (5) 6 - Taynbi, "İslâm, Batı ve Gelecek" adlı bir konferansında şunları söylüyor: «Batı'ya karşı sürdürülen savaşların ve isyanların artık son bulduğunu sananlar bulunmaktadır. Bunun artık barışa dönüştüğünü sananlar vardır. Aslında tüm bu durgunluklardan sonra, İslâm için yeni bir dönemin başlamakta olduğunu sezmekte ve görür gibi olmaktayım. İslâm, bu yeni döneminde değişik renk, ırk ve milletlerin oluşturduğu işçi sınıfı arasında yayılacaktır. Bu sınıflar komünizmi bırakacaklar, batılı efendilerine karşı kayacaklardır. Bunu sağlayacak olan da İSLÂM BİRLİĞİ olacaktır. Sultan Abdulhamid Han'ın öncülüğünü yaptığı bu İslâm birliği, bir gerçekleşmeye dursun, artık bir daha bunun önüne geçilemez. Zira bu anlamdaki çalışmalar hemen hemen tüm İslâm dünyasında sürdürülmektedir. Gerçi bugün İslâm birliği uykusundadır. Ancak her zaman şunu hesap etmek zorundayız. Uyuyan, bir gün mutlaka uyanacaktır. Batı emperyalizmi ve sömürüsü karşısında işçi sınıfının ayaklanması halinde, beraberinde Islâmi ruh harekete geçecektir. Ashabı Kehf'in uykusuna yatan bu insanları yani müslümanları, batının bu ülkeler üzerindeki anlamsız baskıları uyandıracaktır. Bunlar bu baskılar ve sömürü sonunda kendilerine gelecekler, o zamanda çok ağır hesap soracaklardır. Nitekim bunun böyle olduğunu gösteren iki tarihsel ilgi bulunmaktadır. Bu dönemlerde İslâm, batılılara gereken cevabı vermiş, üstünlüğünü ortaya koymuştur. Dört Raşit Halife döneminde müslümanlar, Bizans'a karşı, Suriye ve Mısır'ı savunması bunu gösteren bir örnektir. Bunlar yani Bizanslılar, Suriye ve Mısır üzerinde yaklaşık bin yıl hüküm sürdüler. Nureddin ve Salahaddin Eyyubî dönemlerinde ve Memluklar zamanında ise Moğol ve Haçlı ordularına karşı tüm İslâm ülkeleri korunmuştur. İşte karşınızda iki tarihi olay. O halde günümüz devletlerinin arasında meydana gelen bu çekişmeler ve savaşlar, müslümanın uyanmasını sağlayabilir. Bu da tarihte görüldüğü gibi müslümanlann ilk tarihi dönemdeki rollerini oynamalarına neden olur. Daha sonra da haçlı zihniyetiyle hareket eden bu kişi, sözünü şöyle tamamlar: «Temennim odur ki, bu, hiç bir zaman gerçekleşmesin.» 7 - Losrob Stuvard, "Günümüz İslâm Dünyası" adlı kitabında şunları yazıyor: «Biz batılıların kanaati şu merkezdedir. Müslümanlar üzerinde en etkin olay, hilafettir. Hacc değildir. Halbuki bunlar işin farkında değiller. Sadece hilafet olayı müslümanlar üzerinde et*kili olan bir şey değildir. Aslında Haccı hiç bir zaman küçümsememek gerekir. Müslümanlar Hac görevi için değişik bölgelerden ve yerlerden toplanıp geliyorlar, burada güçbirliği halinde gözüküyorlar. Aralarında renk, ırk ve dil farkına bakmaksızın birbirleriyle kucaklaşıyorlar. Dertlerini dile getiriyorlar. Bu onların en büyük siyasi kongreleridir. Bunların iddialarına göre Haccı farz kılan Muhammed'dir. Allah (c.c.) değildir. Muhammed gücü yeten kimselerin gelip burayı ziyaret etmelerini farz kılmıştır. Nitekim Mekke şehri, günümüze dek bu ziyaretlere sahne olmaktadır. Hemen her yıl yüz bin kişi üzerinde burayı ziyaret etmektedirler. İslâm dünyasının her tarafından buralara gelen hacılar, kutsal Ka'be'nin önünde buluşuyorlar. Mekke'de tanışıyorlar. Buralarda gerek dünyalarıyla ve gerekse dinleriyle ilgili meselelerini görüşüyorlar. Aynca bu yola hazırlanan müslümanlardan İslâm'ın bekledikleri, bilinen bir gerçektir. Fazlaca bir izaha gerek yoktur. Hatta şöyle demekle yetinebiliriz : HAC, MÜSLÜMANLARIN YILLIK BİR KONGRESİDİR. Bu İslâm! kongre için değişik bölgelerden buralara akın edip gelen müslümanlar, hep İslâm'ın maslahatları için geliyorlar. Burada İslâm davasının nasıl yayılması gereği üzerinde durulur. İslâm düşmanlarına karşı alınacak olan tedbirler ele alınır. Kendi problemleri dile getirilir. Bu önemli kongre dolayısıyla İslâm komutanların kalbleri uyanık bulunur. İslâm kahramanları mukaddes İslâm şuurunu canlı tutarlar. Bu, tüm dünyanın gözlerinin oraya yönelmesini sağlar. Büyük bir heyecan ve korku düşmanları kaplar. Nitekim Sultan Abdulhamid Han, dini hilafetin ayakta kalması için pek büyük çabalar göstermiştir. İslâm aleminde bunun ağırlığını hissettirmesi için tüm gayretlerini bu yolda harcamıştır. Böylece elde edebilecekleri elde etti. Fakat bu kazanılan şeyler, sadece hilafet sebeplerinden dolayı değildir. Yani hilafetin dini yönüyle değildir. Aksine bu dini hilafetin ve İslâmi kongrenin müslümanların kalbinde yaktığı meşale, büyük İslâm toplumunun meydana gelmesini temin etmiş bulunmaktadır. İşte bu gerçek, bir çok Batılı siyaset ve devlet adamının gözünden kaçan önemli bir noktadır. Hepsi Abdulhamit Han'dan korkmaya başladılar. Onu tıpkı, Hristiyan dünyasındaki Papa gibi zannetmeye başladılar. Halen bir çok Batılı diplomat, Haccın etkinliğini bir kenara iterek, İslâm dünyasında İslâm toplumunun oluşması için HİLAFETİ etkin sebep olarak görmekteler. Fakat bunda hep yanılıyorlar. Haccı yani islâm'ın en büyük kongresini (6) unutuyorlar. Bugün eli kalem tutanların bile bir çokları, halen en büyük tehlike olarak Hilafetin yeniden gelmesinden endişe etmektedirler. Diyorlar ki zalim Türk Sultanına (bunların iddiasına göre) hilafetin bırakılması veya Mekke Şerifine bırakılması veya başka bir şeyin getirilmesi, kısaca bu vasıtalardan hangisi olursa olsun İslâm camiasının bu iki kanadı Hac ve Hilafet kanatlarını ortadan kaldırmak için doğru olabilir. Vallahi yemin ederek ve sizi temin ederek söylüyorum ki, bu ikisi de tehlikelidir. Birini tehlikeli görüp, diğerini görmemek işlenen suçların ve hataların en büyüğüdür. Şurası unutulmamalıdır ki, Hilafet, hiç kuşkusuz halen müslümanların gözünde o önemli yerini korumaktadır. Kaldı ki günümüzün kültürlü ve eğitim görmüş îslâm liderleri, îslâm toplumunun yeniden canlanması için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Hem öylesi bir uyanıklık ve dikkatle meseleyi ele alıyorlar ki, bunun canlı tutulması için çabalarını eksiltmiyorlar. Dün böyle bir gücün Hilafet çevresinde oluşmasını beklerlerken, artık bu olmayınca, tüm dikkatleri Allah'ın evine, Ka'be'ye çevirmişlerdir. Çünkü Hac nedeniyle her yıl, bir hayli müslüman toplanıp gelmektedir. Büyük îslâm Kongresi oluşmaktadır. Nitekim bazı ülkelerdeki uyanık liderler, Hacca gidecek olanlar için kolaylıklar sağlıyorlar. Bu, kongreye daha hazırlıklı gitmelerini temine çalışıyorlar. Nitekim Kral Sinûsi böyle bir yolu izlemektedir.» (7) (İşte bu yüzden dikkatli olmak zorundayız. Bir çok islâm hükümetleri Haccı ve îslâmi hareketleri önlemeye çalışıyorlar.) «Sait Havva». Lavrens şöyle diyor: «Suriye'yi dolaşıp, Mekke'ye gitmek üzere yola çıktığım zaman, yol süresince uzun uzun düşünmeye başladım. Kendi kendime şöyle soruyordum, diyordum ki; acaba bir gün gelir de, bunlar din kardeşliğini ve din etkinliğini bırakıp, ırkçılığa kayârlar mı? Böylesi bir düşünce daha baskın gelir mi? Vatan sevgisi acaba din sevgisinin yerini alabilir mi? Vahiy ve ilham kaynağına dayanan bir siyaset, yerini milliyetçilik ve vatan severliğe mi bırakacak? İşte Hacc yolu boyunca tüm bu düşünceler beni meşgul edip durdu.» (8] İşte size aktarmış olduğumuz bu bilgiler, kimi eski batılılara ait ve kimisi de yenilerine ait görüşlerdir. Bunlar arasında değişik ihtisas sahibi olanlar bulunmaktadır. Tarihçileri, müsteşriki (oryantalisti), siyaset adamı ve daha başkaları yer almaktadır. Kendilerinden alıntılar yapmış olduğumuz kimi batılılar ise, müslüman olmuşlardır. Bunlar da eserlerinde bizlere, batılıların bize nasıl baktıklarını ve bizi nasıl tehdit altında tutmak istediklerini öğretmekteyiz. Bu arada şunu öğrenmekteyiz, batılılar ve batılı komünistler müslümanlar ve İslâm ile ilgili bir çok hususlarda gerçekten bilgi sahibi bulunmaktadırlar. Gerçekte bir batılının, İslâm esasları üzerinde kurulmuş olan bir devleti ayakta görmeye tahammülü yoktur. Onun bunu hazmetmesi mümkün değildir. Tüm İslâm dünyasını içerecek şekilde bir İslâm devletinin kurulması bir tarafa, onun bir tek Islâmî partiye bile tahammülü yoktur. Böyle bir partinin Islâmi esaslar üzere harekete geçmesine bile o dayanamaz, istemez. Zira batılının düşüncesi, hissi, duyguları, kültürü ve onun tarihi gelişimi kesinlikle böylesi bir İslâm çalışmasına izin veremez, bunu müsamaha ile karşılayamaz. Gerçekte batılı kapitalistler, bir İslâm hükümetinin veya devletinin kurulmasına hiç tahammül etmezler. Onlara göre böyle bir hükümetin yerine komünist bir hükümetin kurulması çok daha iyidir. Batılı komünist şöyle düşünür; İslâm bölgelerinin özgürlüğe kavuşmasını isterler, böyle bir isteği taşımakla birlikte, bunu sadece sömürülme noktasından bir özgürlük olarak düşünürler. Temelde bir İslâm hükümetinin kurulmasını kendileri de istemezler. İstedikleri tek şey, kendilerinin denetiminde olabilecek bir özgürlük... Batılı komünist binlerce kez, tek istekte bulunur, o da, İslâm bölgelerinin sürekli bir sömürge halinde olması.. Onlarca tüm yönleriyle ve teşkilatıyla uygulanmakta olan bir İslâm yerine, müstemleke halinde devam eden bir İslâm beldesi.. İşte bizim hiç bir vakit aklımızdan çıkarmamamız gereken bir nokta, hiç unutmamamız icabeden bir durum. Nitekim Rabbimiz bizleri uyarıyor: «Allah'ın nizammı inkar ile küfre sapanlar hep birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz (mü'minler) bu dostluğu kurmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk olur.» (9) Kâfirlerin hepsi her alanda bizim düşmanlarımızdırlar. Nitekim bunun böyle olduğunu Rabbimiz bildiriyor: «Onların gücü yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar, sizinle savaşmayı sürdürürler.» (10) Şimdi de bir diğer âyet meali: «Sen onların inanç ve sistemlerini kabullenmediğin sürece, ne Yahudiler ve ne de Hristiyanlar senden hoşnut olamıyacaklar.» (11) Şimdi sana bunlara ayrı ayrı tanık göstermem gerekmez. Zira dünyada hemen hergün bu olaylar senin gözlerinin önünde cereyan edipdurmaktadır. Dipnotlar: 1 - Bkz. Cevdet Sait, İslamdan niye bu korku, adlı kitap, s. 22/23 2 - Agk. s. 20/21 3 - Agk. s. 19 4 - Agk. s. 19 5 - Agk. s. 16 6 - Günümüz halkı müslüman olan ülkelerde, artık haccın önlenmesine, en azından sınırlanmasına geçilmiştir. Hem bu, sözüm ona dini tahsil yapmış kişiler ve dini kuruluşlar kanalıyla yönetilmektedir. Halkı müslüman olan ülke idarecileri direkt olarak kendileri böyle bir işe girmiyor Ancak müslümanlar nazarında, din adamı olarak bilinen kimseler ve sözde dini kuruluşlar kanalıyla yönetiyorlar. Uyanık müslümanların bu kanallardan hacca gitmeleri bile sakıncalı hale gelmiş olduğundan dikkatli bulunulması gerekiyor (çeviren) 7 - Agk. s. 9/13 8 - Lavrens, Arap ihtilali adlı kitabı, s. 14 9 - Enfal 73 10 - Bakara 217 11 - Bakara 120 Said HAVVA
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|