AK Gençliğin Buluşma Noktası
İslam Tarihi İslam tarihi ile ilgili paylaşımlar.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 07-05-2018, 21:59   #91
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak lezzetler.com


Yiyiniz içiniz ancak israf etmeyiniz (Araf 31)

Mırra'nın Hikayesi

Doğu'nun bir kokusu olsa, buram buram kahve kokardı. Doğu'nun kimliği kahve... Batı'ya doğru uzayan serüveninde biçimlere girdi. Geçtiği yollarda konukseverlik ilkelerini günlük davranışları sözün kısası 'her dem taze' bir kahve kültürü yarattı.*Kahvenin acısı 'mırra', yalnızca Güneydoğuya özgü, özellikle Urfa'ya. Mırra kelimesi Arapça'dan geliyor, acı anlamında 'mur'dan türetilmiş. Mırra, yaşamın parçası.Sokaklarda semaveriyle dolaşan kahvecilere rastlarsınız. Kahve mütevazıdır, sessizce yudumlanır mırra farklıdır. Törenlerde Konuk kabulünde, sıra gecelerinde, düğünlerde, eğlencelerde, dini nikâhta, taziye evlerinde, sünnetlerde, bayramlarda. konakda özel kahveci tutulur, konuklar ağırlanır

Bugün özel günlerde kahve yapan 20-30 kahve ustası var Urfa'da. babadan oğula bu işi sürdürüyorlar Mırra, özel bir kahveden yapılmıyor. Her çeşit kahve uygun, ancak kaliteli olması şart. üç kişi ister başına; biri suyu karıştıracak, biri içine kahve dökecek, diğeri de maniler okuyacak. Önce yeşil çekirdek kahve, büyükçe bir kahve tavasında kavruluyor. Hafif ateşte, uzun saplı özel bir kaşık ile karıştırılıyor Kahve habbesi tam pişince ustalar rengine bakıp "Tamam" diyor. Kavurma işi bittikten sonra sıra kahvenin dövülmesine geliyor. sert ağaçtan yapılan 'dibek' denen havanlar kullanılıyor. Kavrulmuş kahve, dibek kolu ile iyice dövülüyor. Kahvenin tanecikleri Türk kahvesinden iri olmalı. Kahvenin dibekte dövüleni makbul, ama bugün dibek yerine kahveyi iri çeken değirmenlerle kahve makinesi de kullanılıyor.

Mırra kıvamını buluncaya kadar defalarca köpürtülerek kaynatılıyor, emeğin âlâsı kaynatma işinde. Kahve telve haline gelinceye kadar suyla kaynatıldıktan sonra arı su ile karıştırılarak şerbet hazırlanıyor.*Mırraya özel yapılmış, işlemelerle süslü bir güğüm yarısına kadar bu şerbetle dolduruluyor ve içine iki-üç kilo kahve konulup tekrar kaynatılıyor. Taşmaması için ateşe yaklaştırılıp uzaklaştırılarak kaynayıp kıvama gelince ateşten alınıyor. Kahve, soğuyunca dibine çöken çökelekle karışmasına meydan vermeden 'mutbak' denen ikinci güğüme aktarılıyor ve üzerine şerbet katılıyor.karışım iyice kaynadıktan sonra tortusu ile karıştırılmadan mutbağa aktarılıyor. Mutbaktaki kahve kaynatılıyor. Ateşten alınıp soğuduktan sonra farklı boylarda, mırraya özel, ağız kısımları kapaklı güğümlerin en büyük olanına boşaltılıyor.

Son olarak da en büyük boy çinko cezveye. Cezveye boşaltılan pekmez katılığındaki mırra, içine konulduğu fincanın kenarını boyayacak hale geldiyse kıvamını bulmuş demektir. eskiden kömür ateşinde tam yedi kez yapan kahveciler varmış. Mırra şeker istemiyor; 'Sarhoş ayıltan' diye anılması belki de bu yüzden.*Mırraya güzel koku versin diye zencefil kakule de ekleniyor. mırra, özel sarı bakırdan üzeri işlemelerle süslü ibriğe cezveye konup ısıtılıyor. Mırranın yapılışı kadar sunumuda şölen. Kahvecinin bir elinde kahve fincanı diğer elinde kahve ibriği vardır. Boynunda veya cebinde fincan silecek mendiller. Büyükten küçüğe sıra ile tüm odadakilere ikişer defa ikram ediliyor. tek içimlik dolduruluyor fincana. Birinci içimden sonra kahveci aynı fincana aynı miktar mırrayı koyup tekrar uzatıyor.

Kahve gibi yavaş içilirse soğuyor ve tadı kaçıyor; erken içilirse damağı yakıyor. hafif damağa değdirilerek tadına bakıp; iki-üç yudumda, fincanı 45 derece döndürerek yavaş yavaş içmek gerek.*
herkes aynı küçük kulpsuz, ters çevrilmiş kesik koni biçiminde fincanla içiyor mırrayı. İkram edenin yüzüne bakılıyor, bir yudum alındıktan sonra fincan eline geri veriliyor. Yanılıp da fincanı yere koyan kabalık etmiş sayılıyor.*Ya fincanın derinliği kadar altın koyacaktır içine ya da ikram eden genci evlendirme sözü verecektir. geleneğin nereden geldiği kesin değil, rivayet diyorki: Bir ağanın odasında oturan zengin ağanın kahvecisine bahşiş vermek istemiş. ağaya ayıp olmasın diye bahane aramış. Mırrayı içtikten sonra fincanını kahvecinin eline değil, yere bırakmış. Kahveci fincanı almış. Misafir kahveciye "Kusura bakma unuttum, fincanı yerde bıraktım" deyip gönlünü almak için fincana altın doldurmuş. O gün bugündür, hikâyeyi duyan kahveciler fincan yere kondu mu "Ya fincanımı altın doldur, ya da beni evlendir" diye bahşiş ister olmuş.*Urfa geleneklerinde mırranın kuralları kesin. Bir ailenin konuklarına mırra sunması için özel şartlar gerekiyor. mırra sunmamış bir ailenin çocuğu gün gelip mırra vermek isterse usülüne uygun yörenin ileri gelenlerini evine davet etmek zorunda. Destur (izin) büyük bir*yemek*şöleniyle kutlanıyor.


Kaynak haberler.com

Mırra Deyip Geçmeyin, Her Derde Deva

Taziye ve düğünlerde misafirlere ikram edilen, sıra gecelerinin vazgeçilmez içeceği olan mırra acı kahve, vatandaşların en sevdiği içecekler arasında
Şehirde taziye ve düğünlerde ön plana çıkan mırra vazgeçilmezler arasında Hazırlanışı diğer kahvelerden farklı mırra, içerdiği mineraller sayesinde birçok rahatsızlığa iyi geliyor. Aşırıya kaçmadan tüketilen mırra, baş ağrısına, selülite ve karaciğer hastalıklarına iyi geliyor. acı olmasından gençler tarafından sevilmeyen mırra, yaşlıların l en çok tükettiği içecek oluyor. yudum şeklinde ve tadımlık olarak içilen mırra, tiryakileri cezveler dolusu tüketiyor

sıra gecelerinin de vazgeçilmez içeceği mırra vatandaşların en sevdiği içecek Hazırlanışı zahmetli olan mırra, kahve çekirdekleri iyice kavrulup dövülünce toz haline getiriliyor. kaynatılan kahve, süzüldükten sonra tekrar kendine has cezvede kaynatılarak ikrama hazır hale geliyor. Mırra için özel kahve çekirdeği yoktur. Kahve çekirdekleri kavrulup dibek adlı kaba alınır taneleri inceltilmeden dövülür. Dövme için günümüzde değirmenler ve kahve makineleri kullanılmaktadır. Mırranın hazırlanmasında en önemli kısım kaynatma evresidir. Kaynama süresi, çok uzundur, belli aşamalarda kahvenin telvesi ayrılıp karışıma su eklendikten sonra devam edilir. Çekilmiş kahve üzerine su eklenerek kaynatılır, belli bir kıvamdan sonra tortusundan ayırmak amacıyla mutbak adlı özel kaba süzülür.

Elde edilen karışıma tekrar kahve ve su eklenir. Bir iki defa süzme, kahve ve su ekleme işlemi gören kahve, tortusundan ayrıldıktan sonra kahve katılmadan sadece su eklenerek bir iki kere daha mutbaktan geçirilir. Mırraya tat vermesi amacıyla kakule katılabilir. Sekersiz içildiği için hazırlanırken tatlandırılmamaktadır. Mırra ismi, Arapça acı anlamında murdan türemiştir. Çok acı ve koyu olması nedeniyle ufak bardakta içilir. Yörede kültürel açıdan anlamlı, sunumu özel çaba gerektiren bir içecektir. sağlık üzerinde olumlu etkilere sahiptir Uyarıcı etkiye sahiptir dikkat toplar konsantrasyon artırır Aşırıya kaçmadan tüketilen mırra, baş ağrısına, selülit ve karaciğer hastalıklarına iyi gelit. uyarıcı, canlandırıcı ve yorgunluk giderici etkisi vardır'7'DEN 70'E HERKES İÇEBİLİR' Mırranın vatandaşlar tarafından çok sevilir çok eski ve köklü bir kahvedir. düğün ve taziyelerde ikram edilir Urfalılar mırrayı hayatlarının parçası haline getirmişler. Mırra Arap içeceğidir Arapça'da acı demektir. turistlerde bir defa içtikten sonra alışırlar. Mırra her derde devadır. 7'den 70'e herkes içer
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-05-2018, 21:59   #92
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak dini hikayeler android programı

Gömlek düğmesi

Hz Ömer halifeliğinde eliyle, gömleğini hareket ettirip etraftakilerin dikkatini çeker Toplantı sona erer halifenin, ömer Beytülmaldan yapılan israfı önlemek için, bir taneden fazla gömleği olmadığı için yeni yıkanmış gömleğinin tekrar aynısını giymiş ve, kurusun diye, hareket ettiriyordu.

Ebu mihcen

Hz. Ömer r.a.'ın hilafetinde hicri 14. yılda, İranlılarla müslüman Araplar arasında Kadisiye muharebesi olmuştu. müslümanların komutanı Ebî Vakkas r.a., çıbanlardan dolayı ayakta duramıyordu. orduyu karargâhdan idare ediyordu binada zincirlere vurulup hapsedilmiş, Mihcen şairliğiyle meşhurdu Geçmişte içki içtiği biline şair, şarabı öven şiirinde şöyle deyivermişti: 'Ölürsem üzüm asması dibine gömüver beni / Öldükten sonra kökleri ıslatsın kemiklerimi!' Bu zat işlediği şarabı öven sözlerinden nezarethanede tutuluyordu.
Binanın çevresinde atlar gören Mihcen, savaşa katılmadığı için yerinde duramıyordu. Ebî Vakkas Hazretlerine dediki-Beni salıver. atını emanet ediver. harbe katılayım söz veriyorum sağ dönersem, tekrar hapse girerim

Mihcen tanınmayacak şekilde yüzünü kapatarak, kısrağa binip muharebeye daldı. düşmanı birbirine kattı, kahramanlık gösterdi. Kimse onu tanıyamadı 'Melek midir, Hızır mıdır?' diye söyleşmeler olurken, Sa'd Hazretleri de, Mihcen hapiste olmasaydı, bu odur ve bindiği at benim atım Belka'dır, derdim' diyordu. Mihcen geceleyin köşkteki nezarethaneye dönüp kendini zincire vurdu. Sa'd atının terli olduğunu gördü sebebini sordu. Sa'd Hazretleri Ebu Mihcen'den memnun kaldı, onu serbest bıraktı. Ebu Mihcen de hataları için tevbe etti.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-13-2018, 22:19   #93
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

EZAN OKUYAN AĞAÇ

Sultan II. Bayezid Han zamanında Draç kalesinin Venedikli muhafızları endişe içerisindeydiler. Osmanlı Sancakbeyi Evrenosoğlu İsazade Mehmed Beyin akıncıları yaklaşıyordu Venedik için bu kale önemliydi. kaybederlerse, Arnavutluk’tan defedilecek Akdeniz’den silinecekerdi. Akıncılar beklenirken, kale içindeki Öğürdürce kilisesinden yanık bir ses duyuldu. Askerler yüzlerini oraya çevirdiler ve dikkat kesildiler. Çünkü ezan okunuyordu. Ezan sesi, kilisedeki servi ağacından gelmekteydi ve gizlenmiş bir Müslüman vardı. Ama Askerler, ağacı kılıçlarıyla budamalarına, rağmen kimseyi bulamadılar. Ve geri döndüler. ama, bozuk moralleri sıfıra inmişdi görünmeyen bir kaynaktan gelen ezan sesini, kendi lehlerine bir ilahi işaret olarak yorumlayamazlardı. kaleyi ellerinde tutamadılar Osmanlı akıncılarına dayanamayan Draç kalesi 13 Ağustos 1502 de fethedildi

Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

ŞEREF NİŞANI OLACAK ÇAMUR

Eylül 1902’de İran Şahı Kaçar Han, İstanbul’a ziyarette bulunmuştu. Sultanı Abdülhamid onun ikamesi için Şale köşkünü inşa ettirdi İran tahtında, 1794’den beri Oğuz kolu Kaçar hanedanı vardı Hanlık Türklüğü ile gurur duyuyor, Osmanlıları kardeş biliyordu. Misafir hükümdar, Edirnede Osmanlı geçit töreninde bulundu. Birliklerin geçeceği yolda su birikintisi vardı. Topçu kumandanı Şükrü Paşa atını sürerek geldi selam verdi sahra bataryalarının etrafa çamur sıçratma ihtimali vardır. geçidi daha muhafazalı bir yerden temaşa buyurma nızı istirham ederim diyince Şah atını sürüp yol kenarına geldi ve maiyetine şöyle dedi:“İslam’ın şan ve şevketini Viyana kapılarına kadar götüren ve ilan eden kahraman Osmanlı ordusunun atından sıçrayacak çamuru ben, dünyanın en şerefli nişanı olarak iftiharla göğsümde taşırım cevabını verdi


AZİZ MAHMUD HÜDAYİ HAZRETLERİ VE KAYSERİLİ HALİL PAŞA

1600 de Sultan I. Ahmedin yaşını küçük bilen âsiler ve valiler devlete isyan etmiş, Anadolu’da huzur kalmamıştı. Padişah, Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerini edip himmet ve dua istiyordu. Padişahın bu zata muhabbeti sebebiyle bir çok asker ve erkan ona talebe olmuştu. Bunlardan biri de Yeniçeri Ağası Kayserili Halil Ağa idi. Halil Ağa, Anadolu’da isyan çıkaran Celalilerden, Canbolatoğlu üzerine gönderildi Onu çok seven hocası Aziz Hüdayi hazretleri, bir mektupta müridine sesleniyordu mektup Halil Ağa’ya ulaştığında seferin serdarı Kuyucu Murad Paşa, ya iletildi ve eşkıyaya karşı hücuma kalkıp darmadağın edildi Daha sonra Calalilerin elindeki Haleb kalesi muhasara edildi. yine Aziz Hüdayi hazretlerinden askeri teşvik eden bir mektub geldi. Osmanlı askeri kaleyi zaptedip eşkıyayı ortadan kaldırdı. Halil Ağa Paşalığa terfi ederek Kaptan-ı Deryalığa getirildi.

Her sefere çıkışında hocasını ziyaret eder dualarını alırdı. Malta seferinde yine hocasından mektup geldi ve ganimetlerle geri döndü. Daha sonra Sadrazamlığa getirilen Paşa, İran seferine serdar tayin edildi. Yine Aziz Hüdayi hazretlerinin elini öpüp dualarını aldı. Onunla beraber vezirler, paşalar ve ağalar mübarek zatın dualarını aldı Hüdayi hazretleri, tam ata bineceği sırada Halil Paşa’ya, hırkasını giydirdi. Bu seferden de Osmanlı büyük bir zaferle döndü., evliyanın duasına mazhar olundu*Halil Paşa 1628’de hocasının deraghında sade bir hayat sürdü. Ertesi sene vefat etti ve hocasının türbesinin yanına defnedildi.

DÖRTYÜZ KESE ALTIN

Öküz Mehmed Paşa, Ulukışla’nın Oğuz” aşiretindendi. Türkmenler arasında* Oğuz kelimesi, Okuz olarak söylenir ve yazılırdı. Mehmed Paşa’nın adı Okuz Mehmed Paşa olmasına rağmen, yazılırken bir hata ile Öküz olarak meşhur oldu. Sultan I. Ahmed’in Kızı Gevherhan Sultan ile evlenmiştir. Sadrazamlığında bir köyde konakladı Köylü nün hayvanları otluyordu. Biri Mehmed Paşa’nın yakınına sokuldu. paşalar gülüştüler. biri Paşam öküzle neler konuştunuz, diye espri yapmaya kalkınca. Mehmed Paşa:“Evet öküzle konuştuk. dedi ki, sen de bizlerdensin, fakat eşeklerin arasında ne işin var, anlayamadım.

Mehmed Paşa’nın ilk vazifesi, Mısır Valiliğidir. 27 yaşında Gevher Sultan ile evlenmiş ve Mısır Valiliğine tayin edilmişti. Gevherhan Sultan, kocası nereye giderse onunla olmak istediğini söylemişti. Paşa Mısır’a makamına oturunca, onu tebriğe tahsildarları geldi. en yaşlıları atlas keseler içinde bir sandık takdim etti. Mehmed Paşa ne olduğunu sorunca:“Paşam, her valiye hediyemizdir. İçinde 400 kese altın vardır. Diyince Mısır’ın vergilerini toplayanlar, bunun mühim kısmını kendilerine ayırıyorlar ses çıkmaması için her valiye rüşvet veriyorlar dı. Böylece halkı soyuyorlardı. İşte o an kıyamet koptu. Paşa salonu titreten bir arslan gibi bağırdı:“Bre vicdansızlar, Bre reziller, Bre Allah’dan korkmazlar!... Sizlerde ahlak kalma mıştır? Defolun!... Hepinizi azlettim.Sonra Hasan Çavuş’u çağırdı ve:“Bu keseleri hazineye kaydet ve rezilleri sürgün et. Bir daha Mısır’a uğramasınlar Bundan sonra Mısır’dan İstanbul’a gönderilen vergiler arttı. Mısır halkı rahatça nefes aldı.

Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

MEYYİTEZADE

Evliya Çelebi seyahatnamesinde şöyle bir hadise nakledilir Sultan Süleyman devrinde, 1552 de Macaristan Eğri kalesi ne sefer düzenlenir. Anadolu ve Rumeli Sipahilerine haber salınır Kasımpaşa’daki Sipahi kumandanı Hüseyin Ağa gazaya katılacağı için sevinçliydi, fakat gerideki hanımı hamile ve hasta idi ona kim bakacak çocuğuna kim sahip çıkacaktı ellerini semaya açtı Yâ İlâhî!.. Doğacak çocuğumu sana emanet ediyorum...” diye yalvardı.
içi rahattı. Hanımıyla helallaştı sefer tamamlanmış, Gazi İstanbul’a dönmüştü. çoucğu dünyaya gelmiş olmalıydı. Kapıyı açan olmadı. Komşuları hanımının birkaç gün önce vefat ettiğini bildirdi Hüseyin Ağa, gözyaşlarına hakim olamadı ve “Allah taksiratını affetsin” kelimeleri ağzından döküldü. Ben giderken hamileydi. Çocuğunu dünyaya getirdi mi?”“Hayır, o vaziyette defnedildi Ben onu ve karnındaki çocuğu Cenab-ı Hakk’a emanet etmiştim. Tez mezarını gösterin mezarlığa yürüdüler ve Gazi derhal eğilerek kulağını mezara dayadı. İşte inanılmaz hadise, mezardan boğuk bir ağlama sesi geliyordu. toprağı kazdılar naaşa ulaştılar. Herkesin gözü açılmıştı; bir bebek, annesinin memesine uzanmayı başarmış, onu emerek yaşamıştı. Gazi, ciğerparesini bağrına basmış, gözlerinden yaşlar boşanıyordu. gaibden bir ses duydu;“Sen bize yalnızca çocuğu emanet ettin, eğer annesini de emanet etseydin, onu da sağ salim bulurdun”..Aradan seneler geçti. Çocuk, büyüdü, okudu ulema oldu. Anasının vefatından sonra dünyaya geldiği için ona Osmanlıda “Meyyitezade” yani ölü kadının oğlu denildi.1612 de 60 yaşında vefat eden Meyyitezade, Kasımpaşa’da annesini yanına defnedildi.

ALÇAKLIĞIN BÖYLESİ

Balkan Savaşlarında İstanbul’a gelen Fransız Matin gazetesi başyazarı Stephane Lausanne, 1913 deki kitabında, Osmanlıda Ermenilerin yaptıkları zulüm ve katliamları şöyle anlatır.1890 da Sivas’da Ermeniler isyan çıkararak silahsız Müslümanlara saldırdılar ve bir çok insanı katlettiler. Osmanlı askeriyesi hadiseyi bastırdı. silahlı Ermeniler, Fransız konsolosuna sığındılar.konsolos ve eşi onları Osmanlıya vermemek için direndi
Bir gün konsolosun kulağından bir kurşun vızıldayarak geçer. Ateş arkadan gelmiştir. Konsolos bir Ermeni’yi görür. Onu üç gün önce içeri almış, yedirip yatırmıştır. adamın üzerine yürür:-Bedbaht!.. ne yaptın? Hayatımı tehlikeye atarak seni koruyorum. nasıl elin vardı da beni öldürmek istedin?Ermeni, sırıtır, seni öldürmek istedim. Çünkü dedim ki; Fransız Konsolosunun katli haber alınınca, Fransa asker gönderir, Osmanlı hakimiyeti biter İşte alçak bir provokasyon. Ama konsolosun raporundaki hadise karşı sında Fransa susar. Yazar Stephane Lausanne, bunu şöyle açıkıyor; “kat’iyyen duyurulmamış, gizli tutulmuştur.

Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

BÜYÜK FEN DAHİSİ SULTAN MEHMED

Sultan II. Murad devrinde Osmanlı harb teknolojisinde muazzamca ilerlemiş Osmanlı mühendis ve ustaları, hiçbir memlekette rastlanamayacak çapta ve güçte toplar yapmıştır. İstanbul kuşatmasından önce Edirne’de dökülen 60 top, 14 batarya surların karşısına dizildi. Ancak bunlar sonradan kaldırıldı. Yerlerine “Şâhî” denilen daha büyükleri konuldu. Bu büyük toplardan birini, Bizans’dan ayrılarak Osmanlıya hizmet eden Urban isimli Macar dökmüştür Sıradan bir döküm ustasıdır Urbanın topların balistik hesaplarından, ve barut ölçülerinden haberi yokrur. Sadece çizilen planı gerçekleştirmiştir Osmanlıda pek çok top ustası vardır
*
Urban’ın pek başarılı olamamış Edirne’de döktüğü top, İstanbulda ilk atışta çatlamış ve, işe yaramaz bir hale gelmişti. Urban yaralanmış ve ölmüştü. Avrupa’lı tarihçiler ise Urban’ı alabildiğine şişiririp, İstanbul’un onun toplarıyla alındığını yazdılar. Ama, Urban’ın topu için yapılan masraf havaya giderken, Osmanlının döktüğü toplar kuşatmada arızasız çalıştılar, surları hallaç pamuğu gibi attılar. Fatih harikulade bir balistik uzmanıydı ve büyük topların balistiğini bizzat yapmıştır Dünyada ilk olarak, kendi tasarladığı havan toplarını, kuşatmada seyyar fırınlarda döktürerek, Beyoğlu sırtlarına yerleştirdi ve buradan Haliç’teki Bizans gemilerini batırdı.İstanbul’un fethiyle Fatih, mühendislik çalışmalarına devam etti tarihte ilk defa bir savaşta roket ve füze kullandı. 1478 de İşkodra kuşatmasında Fatih’in roketleri, geceleri kuyruklu yıldız gibi gökyüzünde beliriyor, vızıltılı bir sesle uçuyordu. Düştüğü her yeri yakıyor ve müthiş sıcaklık çıkarıyordu. Venedik kaynaklarına göre, kuyulardaki sular bile roketlerin sıcaklığından buharlaşıyordu. 1480 de Rodos kuşatmasında, Osmanlı roket tekniğini geliştirmişti Bu yeni roketler, düştükleri yerde patlıyor, çevreyi tahrib ediyordu. Rodos halkı, korunmak için kilise mahzenlerine sığınıyordu .Maalesef, Fatih’den sonra çalışmalara buluşumuzu Avrupaya kaptırdık. Fatih’den yaklaşık 500 sene sonra İkinci Dünya Savaşında Almanlar roket kullanmışlardır

Kaynak dini hikayeler android programı

İstanbul Avcılar da bir vatandaş unutulmaz 17 Ağustos 1999 depreminden önce, aynı semtten bir ev almaya karar verir. Fakat bir müddet sonra evden vazgeçer ancak insan kaderinden kaçamaz Adam, Ağustos depreminde vazgeçtiği evin önünden geçmektedir. Ve ev üzerine yıkılır adamcağız enkazın altında kalarak hayatını kaybeder.


Bir iş için New York'tan özel uçaklarıyla Silverlake kasabasına dönen James ve Marilyn çifti, uçakları havada arızalanınca ölümden dönerler.
uçaklarının düşmesiyle çaresizce dua ederler ve büyük bir çatırtı sesiyle gözlerini açarlar. Ölümü beklerken aile reisi James'in 25 yıl önce ev bahçesine diktiği ağacın üzerine sağ salim yere inerler. hayatının kurtaran ağaçtan
Ve Senin de dikili ağacın olsun!" sözünden ibret almıyor musunuz


"Evliyaullah, ilmini Allah'a havale etmek suretiyle gelecekten haber vermişlerdir."
Erzincanlı büyük Pir Muhammed Erzincani Hazretleri bir yaz günü, talebelerine: Erzincan'a inmek isteriz, arzu edenler gelsin, buyurdular.
40 talebesi ile Erzincani Hazretleri, halvet niyetiyle Doğruca Camii'ne gider.
talebeleri kendisine: Efendim, şimdi hasat mevsimidir. Erbaine girmek, halvete çekilmek münasip midir? diye hatırlatırlar. Doğru söylersiniz. Şimdi halvet zamanı değildir. Ama Allah Teala, bu beldeye yakın zamanda, zelzele takdir etmiştir.belanın çevrilmesi için, münacaat ve dua lazımdır. Umulur ki, içimizden birinin duası kabul olur halk bu zelzeleden kurtulur. halvet halinde Erzincani Hazretleri'nden şu sözler dökülür: belanın çevrilmesi için bizim dünyadan göçmemiz gereklidir. Kim şehadet isterse, camide kalsın. yaşamak arzu edenler varsa, bizle beraber olmasınlar, dedi. 7 kişi hariç, diğerleri camiden çıktılar. çok şiddetli zelzelede. Cami-i kebir yıkıldı ve 7 talebesi ile Muhammed Erzincani hazretleri şehadet ile şereflendiler.
Caminin dışında hiçbir yerde zarar olmadı can ve mal kaybı görülmedi.


Amerika New Yorkta yaşayan bayan Carson, monoton hayatına renk katıp, l eğlenmek için aklına bir fikir gelir.
bir senaryo hazırlayarak cenaze şirketi ile anlaşır. Şirket Carson'un aile fertlerine bayan Carson'un kalp krizi geçirip öldüğünü bildirir. Aile, büyük bir üzüntüdedir Carson'u son kez görmek için cenaze şirketine koşturur ölü rolü yapan bayan Carson, aile fertleri gelince birden doğrulur Fakat bayan Carson'un şakası pahalıya mal olur; Carson'un kızı, annesini bir anda canlı görünce kalp kriziyle hayata veda eder.


Geçimini balıkçılıktan sağlayan Hollanda köyü,denizdeki aciliyet için gönüllü bir kurtarma ekibi kurarlar.
Bir gece şiddetli bir fırtına çıkar ve balıkçı teknesi denizde mahsur kalır. Teknenin tayfaları çevreye sinyaller gönderir Köyün kurtarma ekibi hemen hazırlıklara girişir köy halkı heyecanla balıkçıların kurtulmasını bekler.
Bir saat sonra kurtarma ekibini köy halkı neşeli haykırışlarla karşılar Kurtarma ekibi bir kişiyi denizde bırakmak zorunda kaldıklarını anlatır. Kaptan, bir başka teknenin gitmesi gerektiğini söyler. Ve on altı yaşındaki delikanlı Hans, kaptana ilerleyince annesi oğlunu yakalayıp yalvarır: Oğlum, lütfen gitme. Baban on yıl önce deniz kazasında öldü,ağabeyin Paul üç haftadır denizde kayıp. Hans, kimsem yok, gitme oğlum."
Hans annesine bakarak şöyle der:
gitmem gerek. Herkes, 'Ben gidemem, başkası gitsin' derse ne olur? Anne, görev sırası bende. Sıra geldiğinde herkes üstüne düşeni yapmak zorundadır." Hans, gözü yaşlı anasına sarılır ve gözden kaybolur. Bir saat kadar geçer, bu süre acılı anneye bir asır gelir. tekne sisten gözükmeye başladığında tekneye seslenirler Kayıp denizciyi buldunuz mu?" Cesur delikanlı Anneme müjde verin. Kayıp denizci ağabeyim Paulmuş!"

Çocuk aldırma

Doğmuş çocuğu beslemek için sarfedilecek paranın, ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarfedildiği bir dünyada bir bozukluk, ve terslik var demektir." (Rasim Özdenören) Çocuğun uzvundan kan fışkırıyordu. Kardeşini sünnet etmişti bağırabildiği kadar bağırdı Kanla beraber ağabey şok yaşıyordu. Anne ve babasına ne diyecekti? kanlı bıçağı pencereden fırlatıverdi. neye uğradığını anlayamadı Ortada felaket vardı Suçunu idrak edemeyecek kadar küçüktü. Oradaki reşit biri ona niye korkuyorsun evladım, anne babanın atmaya karar verdiği ceninden daha küçük bir şey kestin kardeşinden, onlar bir çocuğun dünyaya gelişini engellediler, onların suçu seninkinden büyük" diyecekti.çocuk, dünyaya gelmeden, ağlayıp gidecekti. Ona yaşama hakkı Aile Planlamacıları" tarafından haram ediliyordu. Bir küçüğü, bir yıldır hayatı tatmış, küçük ellerini gökyüzüne kaldırmış, yıldızları göstermişti.

Fakat yeni dünyaya gelecek masum, kendine kaderini ve hakikat tohumunun sümbülünü göremeden gidecekti. Batılı dostlarımız güçlenmemize razı değillerdi kadın ise çocuğunun alınmasını istemiyordu. Hayat şartları buydu. bu konuda kampanya vardı bazıları kanıyorlardı. reklamlardaki masraflarla dünyaya gelen çocuklar beslenebilirdi. Hastahaneler Aile Merkezleri" doğum kontrolü için bedava ilaç dağıtıyordu. Kadınların aldığı haplar sinirlerini yıpratmıştı. Üç çocuğa bakamazdı.
çocuk yiyiciydi. Ekonomiyi sömürecek, pahalılığa sebep olacaktı. Devletin ısrarlı gayretlerine rağmen ülkenin fakirlikten, enflasyondan kurtulamaması sonucu anne ve baba kendi evlatlarını, kendi elleriyle, başkalarına aldanarak katlediyorlardı. Onlar nesli ve ekini bozarlar" (Bakara 2/205) ifadesi ne kadar açıktı Kardeşinin tenasül uzvunu kestikten sonra sokağa çıktı.bir kuş gibi titriyor ve ağlıyordu. uyuyakalmıştı. sırtına çok ağır bir yük bindi


Şöförün arabası feci kazaya sebep olmuştu. ağlayıp bağırmadan kardeşinin gittiği, o meçhül aleme gidiyordu. Kocaman lastiğin altında körpecik vücudu ezilmişti. Olup bitenden haberi olmayan anne ve baba, hastahanede çocuğu olmayan komşuya rastlamışlardı. Baba, bu kadından rahatsız olmuştu. kadın, anneye yalvarırcasına: Ne olur aldırmayın bana verin, sizin yerinize ona bakıveririm, büyüyünce size vereyim!" demesine rağmen uzaklaştılar. Kadın çok hislenmişti. Herşey Allah'ın elindeydi? Verir imtihan eder, vermez imtihan ederdi evladdan güzeli var mıydı? çevremizde çocuğun terbiyesi zordu en iyi insanların çocukları bile mükemmel değildi Çocukların ilk doğdukları gündeki gibi günahsız büyümeleri lazımdı. Düşünen kimdi Bir selin ortasında herkes gidiyordu. kadın derin bir nefes aldı. Kendi hesabını rahatça verebilirdi, ama dünyaya gelmesine sadece vesile olacağı çocuğun günahını nasıl taşıyacaktı?

Rabbinden ümidini kesmemişti, nurtopu gibi bir evlad istiyordu. Allah ruhunu yarattıysa ona dünyada ceset giydirecekti.-yirmi sene sonra çocukları olanlar vardı. Hz. Zekerriya (as)'ın durumu mucizeydi. Kadın inkisar ve ümit arasında doğru yola koyulmuştu.
Anneye müdahale yapılıp çocuk alınmış, ekonomik sebeplerle bir masum kanı dökülmüştü. Anne birkaç damla gözyaşıy döktü Babanın yüzünde bu suç, bir korku, pişmanlık vardı
birbirlerine söz etmediler diğer çocuklarını bekletmek istemiyorlardı. onlara sarılarak ameliyathanede bıraktıkları masumun hasretini giderebilirlerdi. çocukları küçüktü, yalnız bırakamazlardı. Evleri görünmüştü. Bu kalabalık da neydi? Mahalleli onları farketmişti, ama feci hadiseyi nasıl anlatacaklardı, büyük oğlunun kamyon altında kalarak hayatını kaybettiğini nasıl söyleyeceklerdi? söylemeye gerek yoktu. Anne hadiseyi hissedip bayılmıştı bile. Hastahanedeki çocuksuz kadın anneyi teselli ediyordu. Baba evlerinin kapısını açarken gözyaşlarını siliyordu.
onları acı beklemekteydi. (M.Üftade)

*****************************************

Yüksel Hanım 16 Ağustos 1999 da kocası ile Ankara'da misafirlikteydi Kocası Yavuz Bey, o evine dönmek istiyordu. Yüksel Hanım kocasına, "Evimiz mi yıkılıyor, duralım bir gece daha!" diye çıkıştı. Ertesi gün kıyameti andıran büyük 17 Ağustos depremi patlak verince İstanbul'a dönen aile, Avcılar'daki evlerinde şaşkına döndüler o gece İstanbul'a dönmedikleri için Allah'a şükrettiler. "Dünya bir tuzaktır, tanesi de arzulardır."(Hz. Mevlana)

Kayseri Oto Sanayii'nde çalışan kaporta ustası, acil ödenmesi gereken bir senet geldiği için dua ediyormuş Allah'ım hiçbir kardeşime bir şey olmadan, borcumu ödemem için bana iki devrik, Bir çarpık araba gönder." Ülkemizin trafik kazalarındaki dünya şampiyonluğu malum Çok geçmeden dua kabul olunmuş ve ustaya iki çarpık araba gelmiş tamir Ve borçlar ödenmiş.
çarpık araba' duasının sahibi kaportacı, halı sahada düşünce ayağı çıkmış ve soluğu kırıkçı-çıkıkçıda almış. Çıkıkçıdan girdiğinde duası' hatırına gelmiş.
Usta, sormuş kırıkçıya Ayağı kırılan, çok olsun diye çok dua ediyor musun?
Uyanık çocuk cevap vermiş. "ustam. Siz nasıl çarpık arabadan para kazanıyorsanız biz de kırıktan para kazanıyoruz. kaporta ustası gelmeden kırıkçı ve babası da "iki kırık bir çıkık" duası yapmış!..


1983 te Teksasta Henry Ziglan adlı bir genç, nişanlısından ayrılır. üzülen ağabey Ziglan'ı öldürmeye karar verir.
ağabeyi, hedefi tutturamaz ve kurşun büyük bir ağaca gömülür. Aradan 15 yıl geçer Ziglan nedendir bilinmez, kurşun saplanan ağacı ortadan kaldırmak ister.
Ağacın dinamitle ortadan kaldırır.
Fakat senelerdir bekleyen tabanca kurşunu, dinamitlemede yerinden fırlayarak Henry'nin kalbine isabet eder ve ölümüne sebep olur.


Danimarka'nın gayr-i ahlaki film yapımcısı Folkepressen, yeni filmlerden birini seyrederken, başrol oyuncusunu 18 yaşındaki kızı sanarak kalp krizinden öldü. Folkepressen'in kızının Kopenhag'da öğrenim gördüğü bildirildi.
Ünlü yapımcı 250'den fazla gayr-i ahlaki filme imza attı 52 yaşındaki Folkepressen'in gözlerinin ileri derecede bozuktu, yaşlı görünmemek için gözlük takmaktan kaçınırdı Bütün bunlar akıl sahiplerine hayatın ibretlik bir film olduğunu göstermiyor mu? "Allah'ın size lutfettiği şeylerle şımarmayınız. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez." (Kur'an-ı Kerim, Hadid-237)


Titanic

1912 de, İngiltere'nin Southamptondan New Yorka hareket eden gemi 17 bin kişinin emeği ile inşa edilmişti zamanın en büyük gemisiydi. Gemiyi yapanlar batırılımayacağını iddia ediyordu Herkese, meydan okuyorlardı. Kendilerine güvenip gurur duyuyorlardı geminin ismini Yunan ismi Titanic yani yunan yer İlahsı Gaia ile gök ilahı Uranos'un birleşimiyle altısı dişi, altısı erkek olmak üzere on iki Titandı kaptan Smith ileri giderek, haşa "Yaratıcı bile gemiyi batıramaz." deme cür'etini gösterdi Gemi inşa edilirken her şey düşünülmüştü. İçinde, Paris kafelerinin benzeri olan Cafe de Parisien ve Türk hamamı da vardı bu muhteşem teknoloji harikası kompartımanlardan meydana gelmişti. gemi alttan darbe aldığında, sadece darbeyi alan bölüm su dolacaktı. geminin batması en az üç gün sürecekti. mutlaka yardım gelecekti. dünyanın en kaliteli çeliği bu gemide kullanılmıştı. Ancak Azap onlara ummadıkları yerden gelmişti." (Nahl Suresi, 26)

Titanic, soğuk bir Nisanda Foundlandda bir buzdağına çıkmıştı. Eğer nöbetçiler buzdağını farketmeden buzdağına çarpsaydı, gemi önden hasar alacak ve sadece ön kompartıman suyla dolacaktı. Böylece Titanic, batmıycaktı. Fakat buzdağı görüldüğünde son bir umutla manevra yapıldı. Dünyanın en büyük gemisi kendini kurtaramadı ve buzdağı gemiyi baştan sona bıçak gibi kesti. Bir değil bütün kompartımanlar su ile doldu ve batmaz denilen teknoloji devi Titanic, içindekilerin eğlence çığlıkları ölüm haykırışlarına dönüşerek sulara gömüldü. üç günde batmaz denilen Titanic, üç saatde okyanusun derinliğine gömülüverdi.insanoğlu putlaştırdığı şeylerle cezalandırılmıştı.
1992 de su altına 20 saatten fazla inceleme yapan Kanadalı uzmanlar, Titanicde çok enteresan noktalar yakaladı. Buzdağı, gemiye öyle bir çarpmıştı ki, o açının az veya fazla olması halinde kaza çok az zararla atlatılabilecekti. Nemrutça ve Firavunca davranışlar, şımarık sözler gayretullaha dokunur, karşılığı ağır olur.

Her şeyin ve herkesin üzerindeki Yüce Kudret'i unutan ve O'nun izzetini rencide edenler, ismiyle iddialarla tabiata, denize ve İlahi Kudret'e savaş açanların yaptıkları "batması imkansız" dev gemiyi sonsuz Kudret, Sahibi üç saatte sulara gömüverdi. Titanic macerayı yaşarken Allah (cc) kendisine sığınanların, O'na açıp dua edenleri boş çevirmiyordu. 1912 de Bayan Gracie, içinde büyük bir sıkıntıyla erkenden yattı. uyuyamıyor, dönüp duruyordu. kitabı yere düştü. Yerde denizde ölüm tehlikesi geçirenlerin selameti için okunan dua sayfası açılmıştı.Bayan Gracie Titanic gemisinde yolcu kocasını hatırladı.Kocasının selameti için dua etti ve daha sonra içi rahat uyudu.

Ertesi gün dev Titanicin battığını öğrendi.Titanic batmıştı. Kocası emekli albay Gracie döndü Albay Gracie, gemi batınca önce kadın ve çocuklara yardım etti. Ve Allah'a duaya başladı. Vapur l sulara gömülmeye başlayınca kendisini kurtarmak için bütün gayretiyle çabaladı ve suya çıkarak muvaffak oldu.Karısının duaya başladığı zaman, Albay da yolcularla birlikte kurtarılmış bulunuyordu.
******************************************
Evliyaullah'a yüksek hürmet ve bağlılık gösteren Sultan Selim babası gibi Allah'ın has kulu idi., bir gün divandan içeri hiddetlice girdi. Elbisesini değiştirtirmeden odada dolandı Ferhat Paşa'nın İskender Çelebi'yi kayırmasına gazaplanmıştı. aralarında dostluktan başka şeyler sezinlemişti. yüksek sesle şu sözleri sarfetti: Akibet görürsün hele Ferhat! şimdi İskender'i koruyup duruyorsun, ama ne fayda çıkacağını inşeallah birbirinize karşı asıldığınızda görürsünüz!.." seneler geçti ve Sultan Süleyman devrinde bu iki şahıs, Selim Han'ın geleceği görmüşçesine dediği gibi cürümlerinden dolayı karşı karşıya asıldılar.

"Ölmek değildir ömrünün en feci işi, Müşkül odur ki ölmeden evvel ölür kişi." (Yahya Kemal Beyatlı) Onyedinci asırda yaşamış ülemadan ve Sultan 1. Ahmed'in şeyhülislamlarından Çelebi Müfti Hocazade Mehmed Efendi, hastalıkdan korkan bir adamdı.
Çelebi'nin olduğu yerde hastalık ve ölümden bahsedilmez, kendisi hiç kimsenin hasta ziyaretine ve cenazesine gitmezdi. evinin hizmetçilerinden biri hastalanıp vefat etti. Efendi hazretleri konağına duvarcı ustası çağırdı, evin hizmetçisinin öldüğü odayı örmesini söyledi. Usta, kapıya duvar örünce Çelebi, git, bahçeden dolaş odanın duvarını del, naaşı gömsünler. oda bir daha kullanılmasın.
Hikmet-i İlahi, "sakınan göze çöp batar" misali, bütün dikkatine rağmen Hocazade Mehmed Efendi vebaya yakalanarak hayata veda etti. "Kundak ile kefen arası kaç adım?" (Gürbüz Azak)

Sevim hanım, yaşadığı Anadoluda kaynak atölyesi bulunan 35 yaşındaki Harun Keleş ile birleşti İki yıl sonra dünyalar güzeli ilk kızları Canan, ve Ebru dünyaya geldi. Mutluydular.. Sevim hanımın başında ağrılar başlayıp, ur oluştu Sevim hanımın tedaviye İstanbul'a gitmesine karar verildi. Ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde beyin ameliyatı oldu. Sevim hanım bu ağır kurtulduğuna inanmıştı ki yeniden rahatsızlandı. Kadını muayene eden doktorlar yaşaması için ilik naklinden başka çare olmadığını söylediler. Kızlarından ilik nakli düşünüldü. Ancak dokular uyuşmadı ve doktorlar, yeniden hamile kal. Doğacak çocuğun iliği uygun olabilir" dediler. tedavilerde Keleş Ailesi de varını yoğunu sattı
Genç kadın hamile kaldı oğlu Halit dünyaya geldi. Minik Halit ilik nakli yapılacak duruma gelince Sevim Hanım minik bebeğinden nakil istemedi Oğluma dokundurtmam. Ben öleyim ama ona birşey olmasın." diyerek hastalığı ilerliyordu. Sevim Hanım, yaşamak için doktorlara gitti "Oğluma kıyamadım. hamile kalsam, ömrüm yeter mi? diye sordu. Ve hamile kaldı. Fakat kaderden kaçılmıyordu. Sevim Hanım, bebeğinin doğumuna beş ay kala 1.5 yaşındaki Halit'iyle fırına ekmek almaya giderken ehliyetsiz bir sürücünün çarpmasına maruz kaldı.
Kadıncağız ilik nakli için kıyamadığı oğlu Halit'i can havliyle kenara fırlattı kendisi bu trafik canavarının sorumsuzca kullandığı kamyonetle dokuz metre sürüklenerek karnındaki yaşam umudu bebeği ile birlikte feci şekilde öldü.

"Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez" (Kur'an-ı Kerim, Lokman-18)
Her alanda dünyanın en büyük ve süper gücüyüm diyen ABD, uzayda üstünlüğü ele geçirmek için giriştiği uzay yarışında 1986 da "Challanger" uzay mekiğini hazırladı. NASA tarafından hazırlanan ve "Meydan Okuyucu" manasına gelen Challanger, göz kamaştırıyordu. ABD Başkanı Reagan, uzay mekiğine, dünyaya "biz böyle büyüğüz, süperiz!" diyebilmek için bu ismi vermişti Başkan Reagan, Senato'da konuşurken mekik fırlatılacaktı planlar tasarlandığı gibi gitmedi. Çünkü insanların planlarının ötesinde Mutlak ve Sonsuz Kudret Sahibi'nin planı vardı ibret penceresinden görünen nice üstünlük taslayanlar, büyüklükle kibirlenenler küçük bir sinekle veya karınca ile hatta görünmez bir mikropla yıkılıp gitmişdi.
tarih misliyle tekerrür eddi herşey mükemmel zannedilirken asrın teknolojisi yüzbinlerin gözleri önünde kalkışından 72 saniye sonra paramparça oldu.

İkinci Dünya Savaşı şiddetle devam ederken Müttefik İngiltere, Fransa, SSCB ve ABD Avrupa'ya çıkartma kararı aldı. tarihler 6 Haziran 1944'ü gösteriyordu. çok gizli bir karardı şifrelenmişti.
Amerikan çıkartması için Alman işgalindeki altındaki Fransa'nın Normandiya sahilinin şifreleri "Utah ve Omaha" idi. Sahile yaklaştırılacak istila şifresi "Overlord" ve deniz operasyonu şifresi"Neptüne" idi. Telegraph gazetesine bir ilkokul öğretmeni 20 seneden beri bulmaca verirdi. Öğretmenin, o gün gazeteye verdiği bulmaca çözümleri şöyleydi:
Utah", Omaha", Mulbery" ve "Neptüne ve Overlord"du. öğretmenin harple hemen hiç ilgisi yoktu. Fakat düşündürücü bir tevafuk ile bulmaca çözümünü çok orjinal bir şekilde tertip etmişti. "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir." (Kur'an-ı Kerim, Şura-30)

Portekiz'de 27 yaşındaki Sophie Lagoa ismindeki bir kadın sürücü, sarhoş araba kullandığı için trafik polisleri tarafından mahkemeye sevkedilir.
Kadın, cezasından kurtulmak için çok iyi bir avukat olan Borja ile anlaşır. Avukat, Sophie'yi kurtarır. musibetten ders alamayan Sophie, beraatini kutlamak için bara gidip sarhoş oluncaya kadar içer. yine sarhoş direksiyona geçer. Ve sarhoş kafayla bir vatandaşa çarparak arabasıyla sürükler. adam ölür. Bayan Sophie hapishanenin yolunu tuttuktan sonra, arabasıyla çarparak ölümüne sebep olduğu adamın, kendisini sarhoş araba kullandığı gerekçesiyle cezadan kurtaran avukat Borja olduğunu öğrenecektir. "İbret alınacak şey ne kadar çok, ibret alan ise ne kadar az." Hazreti Ali (a.s.)


1981 de Halit İslamboli ve arkadaşları, düşman kabul ettikleri Mısır Başkanı Sedat'ı resmi geçitte öldürdüler.Tasmalı Çekirge" kitabın yazarı, eski Dışişleri görevlisi İsmail Berdük hadisenin düşündürücü ayrıntılarına dikkat çekiyor: Resmi geçitte göremediğimiz bir yerden havai fişek atılır gibi havaya sekiz adet füze fırlatıldı, bunlar havada dağıldı. Dördünden Mısır bayrağı, dördünden Enver Sedat'ın yüzü bulunan renk ağırlığı yeşil bayraklar çıktı. Bunlar havada dalgalanmaya ve halktan alkış duymaya başladılar. Ehramda dörder bayrak direği vardı. ehrama yakın olan ikisine Mısır bayrağı, diğerlerine silahlı kuvvetler bayrak çekmişti. Havadaki Sedat bayraklarından biri Mısır bayrağına sarıldı.iki bayrak birlikte dalgalanır hale geldi. Bu yüzyıl boyu tekrarlanamazdı. manzara halkı oluşturdu. Allah'ın millet ile 'reis'i arasındaki yakınlığı ispatladığına inanıldı. Sedat'ın resmini taşıyan bayrağın durması zorlaşıyor, bayrak aşağı kayıyordu. Uzun süre buna kimse aldırmadı. Fakat görüntü tatsızlaştı. Kimse gidip bunu almayı akıl etmiyordu. Sedat'ın kendisi de görmez olmuştu. bayrak birden, tam Sedat'ın boğazına isabet eden orta yerden ikiye ayrıldı.
15 dakika sonra da Sedat'ın bayrağın yırtıldığı yerden, boğazından vurulduğu görüldü.


Meşhur ihtilalci General Madanoğlu, yüzbaşı rütbesiyle orduda görev yaptığı yıllarda, doğuda bulunuyormuş.
Bir gün bir yılan yavrusu Madanoğlunun çadırına getirilir Eline bir ot parçası alıp başlamış yavru ile oynamaya, otu onun ağzından çekiyormuş, yılan yavrusu da otu kapmaya çalışıyormuş. yüksek rütbeli bir subay Madanoğlu'nun çadırından girince masum yılan yavrusunu ezivermiş. Madanoğlu diyor ki: "O gece, o yüksek rütbeli subayın çadırında yangın çıktı." "Her ne doğrarsan aşına, o çıkar karşına." (Atasözü)

Sık sık evinin kapısını çalıp birşeyler dilenen kadından bıkan evin hanımı, yine dilenci kapısını çaldığında ondan kurtulmaya karar verir. Dilenciye beklemesini söyleyip mutfaktan ekmek alır ve peynir, zeytin yerleştirir. arasına haşarat zehirinden dökmeyi ihmal etmez. ekmeği dilenciye uzattığında, kadın "Allah razı olsun." deyip ayrılır.
acıkan kadın ekmeği çıkarıp yiyeceği esnada elini yüzünü yıkaylan bir askerin baktığını görür. Askerin yorgunluğu anlaşılmaktadır. Dilenci, Gence acır ekmeğini askere buyur ederek uzaklaşır.
ekmeği iştahla yiyen asker, acıyla kıvranır. cemaat genci evine götürürler.
Evin hanımı, binbir ümitle beklediği terhis olmuş oğlunu perişan görünce övünmeye başlar. oğluna sorar Delikanlı bir dilencinin kendisine ekmek verdiğini, onu yedikten sonra bu hale geldiğini söyleyince kadın verdiği ekmeği hatırlar ve başından aşağıya kaynar su dökülür.
övünmeye başlar Arslan gibi delikanlı oracıkta gözlerini yumar. "Bütün bahtsızlıklar yokluktan değil, çokluktan gelir." (Tolstoy)


Bediüzzaman Hazretleri, dünya hayatında haram yolla bir maksadına ulaşmaya çalışanın ceza göreceğini; o işten ne lezzet ne de necat, elde edemeyeceğini söylüyor. İşte ibretlik bir hadise: Oktay Güdük, 773 milyar lira gibi büyük bir para kazanınca Türkiye gündeminin ilk sırasına oturan bir Loto kumar oyuncusu... iki göz gecekonduda oturan bu sıradan adamın milyarder olunca tipi, evi, işi arkadaşları, her şeyi değişti. Dünyası ve huzuru da Oktay Güdük lotoyu kazanınca sırra kadem bastı. Şimdi korumalarıyla dolaşıyor:
"Loto çıktığından beri Tam üç yıl oynadım. hiçbir şey çıkmadı. Vazgeçmedim.kafayı yemek üzere idim. kardeşimle çıkacaktım. Kaynanam kızdı. Ben de kardeşime gel, dedim.
Tv'de loto açıklanıyor. kuponu alıp bakmaya başladım. öyle bir bağırıp havaya sıçramışım ki, Karım delirdiğimi sandı. Kaynanam şüphelendi. 'Nereden buldun bu parayı?' dedi Haram para' diye tutturdu. Köyüne gitmek istedi. 'öldüğümde iki dua et, yeter.' dedi. Lotoyu kazanınca evden çıkamadık. vay anam ne bela şeymiş çok para kazanmak. İstanbul kazan biz kepçe dolaşdık. kaçak gibi... Siz, garibanlığı yoksulluğu anlayamassınız.Bir-iki tane sessiz telefon gelmişti. Çok tehlikeliydi uyduruk gecekondu evim. Gelip basarlar, kaçırırlar, her şey olabilirdi.
Gece, arkadaşa gittik. başladık dolaşmaya... onun evi, bunun evi derken, perişan olduk. huy bozuldu. üç yaşındaki oğlum, önüne geleni dövüyordu Kızımı okuldan almak zorunda kaldım. kaçırabilirlerdi, para sızdırmak için. Şimdi özel, ders alıyor. Çok para veriyorum; ama olsun. Siz fotoğrafı yayınlayınca bıyığımı kesmek zorunda kaldım.Sakal bıraktım. Ben, ben olmaktan çıktım. Başladı karım söylenmeye, 'Kesme bıyığını nerden çıktı bu sakal, düşmana benzedin.' diye. Ama tanınmamak zorundaydım. Kimse lotocu olduğumu bilmemeli. İstanbul'u dolaştık. 25 gün boyunca. Saklanmak için... Valla, ev gibisi yok. şimdi asma yapraklanmıştır. komşu sokaklardadır. Yeni evim çok rahat; eski evimi tutamaz. toprağı özlüyoruz. Yemek yiyemiyorum.Çalışmayınca, vücudun ihtiyacı olmuyor. Sizin gibi, herkes gibi, eskisi gibi sıradan normal bir insan olmak istiyorum. Çoluk çocuğumla mutluluk ve huzur istiyorum. Para her şey değil. Huzur en önemlisi. Düşün yakamdan!..." Bir Gazete Haberi: LOTO MİLYARDERİNİN KARISI İNTİHAR ETTİ
"Servetin batırdığı insan sayısı, kurtardığından çok fazladır." (Bacon)
Gaziantep'te lotodan 600 milyon lira kazanan Loto milyarderi Mustafa Ağbay'ın üç aylık hamile karısı, dördüncü kattan atarak intihar etti.
18 yaşındaki Hülya Ağbay'ın cesedinde dayağa rastlandı. Polis, her yerde Loto milyarderini arıyor.


Jake Fen adlı bir Macar, eşini korkutup eğlenmek için boğazına ip geçirip kendini asmış pozu vererek rol yapar. eve gelen bayan Fen, kocasını o halde görünce korkudan şoka girerek bayılır.
Fen ailesinin evine gelen komşusu içeri girer ve iki cesetle karşılaşır. evi soymaya kalkar. onları farkettirmeden seyreden Jake Fen, kadına bir tekme atar.Cesedin canlandığını sanan kadın korkudan can verir. Yargılamada Jake Fen beraat eder. "Tecrübenin bir dikeni, bir tarla dolusu uyarıdan daha değerlidir." (James Russel Lowell)

iş kazasında tutanağa "Planlama Hatası" diye yazmıştım. hadiseler aynen anlattım gibi olmuştur: ben bir duvar ustasıyım. İnşaatın altıncı katında işimi bitirdiğimde tuğla artmıştı. 250 kg tuğlalayı aşağıya indirmek gerekiyordu.
varili altıncı kata çıkardım. İpi çözmemle kendimi havalarda buldum. Ben 70 kiloyum. Varil ise 250 kilo. 250 kiloluk varil aşağıya düşerken beni yukarı çekti. Heyecandan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında varille çarpıştık. Sağ iki kaburgam kırıldı yukarı çıkınca, iki parmağım iple beraber çıkrığa sıkıştı. Parmaklarım kırıldı. varilin dibi çıktı ve tuğlalar etrafa saçıldı. Varil hafifleyince, ben aşağı inmeye, varil de yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında varille çarpıştık. Sol bacağımın kavalkemiği de kırıldı. Can havli ile ipi bıraktım Başımı kaldırdığımda boş varilin süratle üzerime geldiğini gördüm. Kafatasım da böyle çatladı Bayılmışım, gözümü hastanede açtım. Cenab-ı Hakk'ın tüm kullarını görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetlerimi sunarım öperim.

"Hayatını aldıklarınla kazanırsan ama verdiklerinin üzerine bina edersin.(Winston Churchill) Bir İngiliz karı koca, yanlarına oğullarını da alarak İskoçya'nın uçsuz bucaksız kırlarına gitmişlerdi. genç adam tek başına dolaşmaya çıktı.suya girdi. Başına geleceklerden habersizdi Delikanlı, su birikintisinde dayanılmaz bir sancıyla anda ne olduğunu şaşırdı. ayağına kramp girmişti. acılar içindeydi Hayat mücadelesini kaybetmeye başladığını hissetmişti ki, dehşet ve panikle bağırdı.
Suyun yakınlarında bir köylü feryatları işitince sesin geldiği tarafa koştu. genç köylü delikanlıyı boğulmaktan kurtardı.
Delikanlının babası köylüyü teşekkür için davet etti. Delikanlının babası cesur köylüye gelecek planlarını sordu. Babam gibi çiftçi olacağım maalesef" diye isteksizce cevap verdi genç adam. şükran ve vefa borcu için fırsat bulduğunu düşündü. Başka bir şey mi olmak isterdin diye sordu genç köylüye.
Evet" diyen İskoç, doktor olmak isterdim. Ama fakiriz eğitimi babam karşılayamaz..." Üzülme... dedi, İngiliz baba. "Tıpta okuman için bütün masraflarını karşılayacağım!..." uzun yıllar geçti. Aralık 1943'de Winston Churchill Kuzey Afrika'da zatürreydi.
penisilin adı verilen mucizevi ilacı keşfeden Sir Fleming'e haber gönderildi.
Fleming, İngiltere'den Afrika'ya uçtu yeni ilacını hastası İngiltere Başbakanı'na tatbik etti. Penisilin keşfine kadar ölümcül olan zatürre, Churchill'i öldüremedi Penisilini keşfeden ve başbakanı tedavi eden Alexander Fleming, Churchill'in hayatını kurtardı. Hem de ikinci kez!? Yıllar önce İskoçya'da genç Churchill'i boğulmaktan kurtaran ve baba Churchill'in desteğiyle tıbbiyeyi okuyan genç İskoç, Doktor Fleming'ten başkası değildi.


2.Dünya Savaşı'nın şiddetle devam ettiği barut dehşetinin yaşandığı günlerde İngiliz Başbakanı Churchill ülkesinin savunma güçlerine moral vermeye gidecekti. Şöförü, Başbakanın hareketi için hazır bekliyordu. Churchill gözükünce şöför, onun için arabanın kapısını açtı. Churchill hayatında ilk ve son olarak açık kapıyı bırakıp arabanın öteki kapısından bindi. Şöför, bu garip davranışa anlam veremedi. Arabayı çalıştırdı ve yola çıktı. Makam arabası yola çıktıktan sonra bir bomba patladı ve arabanın iki tekerleği havaya fırladı. kilolu olan Başbakanın ağırlığıyla araba devrilmedi Churchill ve söförü ölümden kurtuldular.

Gitme ey yolcu, beraber ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım: Öyle dehşetli dönen matem ki! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan? (Mehmet Akif Ersoy) Mukaddes Kitabımız Kur'an-da korkunç depremler şöyle haber veriliyordu: nice beldeler helak ettik ki, azabımız onlara gece ve gündüz uykusunda ansızın geliverdi."
akıl sahiplerinin ibretine sunulan bu korkunç yer sarsıntıları ülkemizdede meydana gelmiştir büyük depramlerde eş, dost ve birbirlerine koşarlar. 17 ağustos gibi Büyük bir depremin olduğu gece Çınarcık'taki evleri yıkılan Kemal Gündüz, karısı ve kızları Elif ile Ecem enkazda kalmışlardır. bölgeye koşan Kemal Bey'in bacanağı Şadi Bey ümitle enkazı eşelemektedir yorulan Şadi Bey, biraz nefes için enkazın yanındaki çimene uzanır. Şadi Bey, rüyada Kemal Bey'i görür. Kemal Bey rüyada: "Bacanak kurtarın." diye acı acı feryadla yardım ister. Şadi Bey, bir kepçe bulup operatöre işaret eder. "Tam şuraya vur."
Kepçe ilk darbeyi indirince Gündüz ailesinin muhabbet kuşu yıkıntılardan kanat çırparak dışarı çıkar. Herkes ümitlenmiştir. "Kuş bu kadar saat yaşamışsa hayat ümidi var" demektedirler. Şadi Bey aşağıya doğru bağırdığında derinlerden Gündüz ailesinin sesleri gelir. Bir rüya gerçeğe dönüşür ve aile enkazdan sağ salim çıkar "Uyku nasılki için rüya-yı sadıka cibetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir. umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-ı Rabbaniyenin seyrangabıdır. güzel ahlakı, güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür, fena ahlaki fena düşündüğünden, fena levhaları görür."(Bediüzzaman)

İran- Irak Savaşı'nda kaybettiği kocasının biriktirdiği imkanları tüketmiş, bir gün aç, bir gün tok yaşar hale gelmişdi. geride kalan üç çocuk yokluk bilmiyor, acıkınca feryad basıyordu Kerkükte sefalet kol geziyordu. Kim kime yardım edecekti yıkılmaış evceğizinden ümitsizce bakarken bir taksinin durduğunu, görmüştü. Bütün cesaret ve ümidle şoföre seslendi Sakın beni dilenci zannetmeyin. Üç çocuğumla üç gündür açım. namusumun lekelenmesinden korkmaya başladım. Allah rızası için yardımda bulunun. açlıktan ölmeye razıyım. Fakat çocuklarımın çığlıklarına tahammül edemiyorum... Beklemedik bir anda gelen bu Allah rızası için yardım talebine şoför şaşırtmıştı. Düşündü Cebinde bir miktar parası vardı . Ancak aylardır biriktiriyordu. taksinin dört lastiği eskimişti değiştirmek için çırpınıyordu akşamları hanımı ikazdan geri kalmıyordu: O an için nefsi ve şeytanı birlik olup vesvese verdi Sen zaten zor geçinen kimsesin. Yardım edemezsin. Bas, git yoluna.
Fakat imanı ve vicdanı sesleniyordu
Para dediğin bunun için lazımdır Biriktirdiğin parayı muhtaca vermelisin. Tam yeridir! nefsini ve şeytanını yener, tüm parasını Al bacım, sen namusunla yaşa. Bu para idare eder. Sonrasına da Allah sebepler yaratır demiş, oradan uzaklaşırken, kadını sen ihtiyacımı karşıladın, Allah da senin ihtiyacını karşılasın... duasını duymuş, gün boyunca hep (amin) demişti Akşam eşinin sorusuyla muhatap oldu:
Adam, hiçbir şey hissettirmeden geçiştirdi. Bu geçiştirme işi sürerken hiç beklenmedik bir durumla karşılaşır
Hanımı ladres yazılı bir kağıt uzatıp şöyle der Bugün lastikçi geldi, Yarın bana gelsin lastiklerini değiştireceğim, deyip gitti. İlk işi adrese gitmek oldu. tamirciyi hayatında hiç görmemişti Elindeki kâğıdı uzatınca şaşkınlık yaşandı. Adam: Sen o musun, deyip boynuna sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı
Tam üç gündür Resülullah Aleyhisselam rüyama giriyor ve şu adresteki şoförün lastiklerini değiştir, şefaatime nail ol" buyuruyor. Allah için söyle. ne iyilik ettin, nasıl bir dua aldın ki, Resülullah üç gündür beni ikaz ediyor, senin için beni vazifelendiriyor?"Hiçbir yiğidin kaza ve kader okuna karşı kalkanı yoktur." (Hazreti Ali(r.a.))

Kayseri-Kuşadası seferinde akaryakıt tankeriyle çarpışan yolcu otobüsü alevler içinde cayır cayır yanar ve bu korkunç görüntü hafızalardan kolay kolay silinmez korkunç kazada otobüsteki 48 kişiyle birlikte Türk milletinin yüreği alev alev yanar Otobüsün metal kısımları kavrulurken "Dünyada ölümden başkası yalan" yazılı bir kağıt parçasının yanmaması tam bir ibret-i âlemdir

Erciyes Üniversitesi 3. sınıf öğrencisi genç bir kız da, alev topu otobüsten yanmadan kurtulmuştur Şencan Komşucu adlı kız Kayserili Faruk Çarşıbaşı adlı Hayırseverden burs alıyordu. Kızımız Cumhuriyet Bayramını fırsat bilip memlekete gitmek için otobüste yer ayırttı. Bursu için kaza gecesi Faruk Çarşıbaşı'nın kapısını çaldı. Şencan'a, "Burs işini pazartesi halledelim " denildi. Şencan, ailesine iki gün geç gideceğine üzülmesine rağmen "geç olsun güç olmasın" düşüncesiyle otobüsünü iptal ettirdi. kaderin garip tecellisi olarak otobüse binmekten kılpayı kurtuldu. Faruk Bey'e hayatımı kurtardınız. Bana cuma akşamı bursumu o alev gibi yanan otobüste yanacaktım otobüse de binmedim. yanmaktan ve ölmekten kurtuldum." der. sonra da, Faruk Bey'e teşekkür edip memleketine gider.

Alev otobüse binmekten son anda vazgeçip kurtulan Şencan, memleketinden dönünce okula gitmek için otobüse geldiğinde Aceleyle yetişir ama otobüs hareket halindedir. Otobüs durunca Şencan otobüsün durduğunu zannederek kapıya koşar. Kapının açılacağını bekleyen Şencan ayağını kapıya uzattığı anda Şencan'ı farketmeyen otobüs şöförü hareket eder ve şencan aracın tekerleklerinde ezilir. Feci şekilde yaralanan Şencan Tıp Fakültesine kaldırılır, fakat kurtulamaz.
ecel Şencan'ı yanan otobüste değil başka otobüste yakalamıştır.


Hayatımız, yaptığımız tercihlerin toplamıdır." (W. Dwyer) Bir astsubay adayı, askeri okuldan mezun olup göreve başladıktan sonra arkadaşlarına Hızlı yaşa genç öl". Cesedin yakışıklı olsun" sözünü tekrar ediyordu. Arkadaşları, ona böyle söylemenin doğru olmadığını belirtiyordu genç astsubay ısrarla bu sözü söylüyordu
Genç astsubayın ölüm haberi ulaştı Astsubay, atış poligonunda silah talimi yaparken hedefinden seken kurşun başka hiçbir yere değil doğrudan astsubaya yönelmişti. Gencin cenazesinde arkadaşlarından biri sessizce Gerçekten de sık sık tekrarladığı gibi hızlı yaşayıp genç öldü." "Ölüm, mayamızdır. Ondan kaçmak, kendimizden kaçmaktır. Bizim tadını çıkardığımız varlıkta, hayat kadar ölümün de yeri vardır. Dünyada geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya,bir yandan da ölmeye başlamaz mıyız." (Montaigne)

New Yorkta karla kaplı soğuk kış günlerinde, ikisi de Amerika'nın değişik bölgelerinde iş gezilerindesi karı-koca, Florida da buluşup, yaz yaşandığı bölgede dinlenmeye karar verirler.
Florida'ya karısından önce giden koca, eşine de yer ayırttıktan sonra, e-mail gönderir. Fakat mesaj, yanlışlıkla karısına değil , bir gün önce ölen yaşlı papazın karısına gider. Papazın yaşlı karısı, korkunç bir çığlıkla yere düşer.
Kocasının ölümünden dolayı çok üzgün olan kadının çığlığı üzerine ev halkı odaya dolar ve herkes, yerdeki kadın için koşuşturmaya başlar. Kadıncağız sonra kendine gelir ve korku içinde bilgisayarı gösterir. bilgisayarda şöyle bir mesajla karşılaşırlar: "Sevgili karıcığım! Buraya ulaşır ulaşmaz, senin gelişinle ilgili işlemleri tamamladım. Sonra bana ayrılan yere yerleştim.
Burası gerçekten çok sıcak... Seni özlemle bekliyorum. Kocan..."
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-15-2018, 19:52   #94
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

1001 OSMANLI HİKAYESİ

BUYURUN CENAZE NAMAZINA

Sultan IV. Murad içki yasağını kontrol için bizzat tebdil-i kıyafetle dolaşır ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırırdı. bir gece şehri dolaşırken bir kahvehanede birkaç kişinin içki ve tütün içtiğini gördü Sultan Murad kahveciye:İçkinin yasak olduğunu bilmiyor musun?” dediğinde kahveci uzun etme hadi sen de çek” dedi. Padişah sesini yükseltip emre karşı gelmenin ne olduğunu bilmiyor musun?” diye sorunca kahveci dayanamayıp “Beyzadem, adınızı bağışlar mısınız” dedi. Padişah
“Murad” deyince, kahveci:
“Sultanlığı var mı?” diye sordu. Padişah:
“Evet” deyince, kahveci masaya yatıp bağırdı“Öyleyse buyurun cenaze namazına

BAĞDAD GİBİ YÜZ KALEYE DEĞERDİN

Sultan IV. Murad 1638 de İran’ın işgal ettiği Bağdad kalesini kuşatır ve
“Bağdad’ı fethetmeden İmam-ı Azam hz lerinin türbesini ziyaretten utanırım” diyordu. siperleri gezip askerine moral veriyordu kale duvarları yıkılmıştı ancak kale fethedilemiyordu. Muhasaranın 37.ci günü Vezir-i Azam huzura çıktı niçin hücum yapılamadığı soruldu. Vezir-i Azam Padişahım sabroluna. Sonunda şehir fetholunacak, zaman vardır. Askeri kırdırmayalım” dedi. Padişah: Senin namın, dilaverliğin bu mudur? diye sorunca Vezir-i Azzam:
“Ben canımı padişaha feda etmişim. Tayyar kulunuz ölmekle bir şey olmaz. Allahü Teâlâ kaleyi ihsan eylesin” dedi ve hücuma kalkışıldı. bayrak dikildi. Tayyar Paşa, elinde kılıç, bir kuleye hücum ediyordu. Kale düşmek üzereydi. bir tüfek Vezir-i Azam Tayyar Paşa’nın alnına isabet etti ve şehid düştü. Sultan murat çok üzüldü “Ah Tayyar!... Bağdad gibi yüz kaleye değerdin” dedi.

ALIN TERİNDE BEREKET VARDIR

Sultan I. Mahmud kuyumculuk yapar, yaptıklarını sattırır, ihtiyaçlarını temin ederdi. Bundan büyük haz duyardı birgün veziri ona yaklaştı ve:
“Niçin zahmet edersiniz?” deyince Padişah: Bre ne yabana söylersiz! Milletin hazinesini, milletin ihtiyaçlarına sarfetmek gerekdir. insan olana durmadan çalışmak gerekdir. İnsanın alın teri ile kazandığı paranın zevki başkadır. İçinde alın teri, göz nuru bulunan kazanç helal olur. Bu kazancın tadı, beti ve bereketi olur” dedi.

SAKINAN GÖZE ÇÖP BATAR

“Bunlar bir vakit beyler idi, kapıcılar korlar idi, Gel gör şimdi, bilmeyesin bey hangidir ya kulları? Yunus Emre” Onyedinci asır da yaşamış ülemadan ve Sultan 1. Ahmed'in şeyhülislamı Çelebi Müfti Hocazade Mehmed Efendi, bulaşıcı hastalıkdan çok korkardı hiç kimsenin hasta ziyaretine ve cenazesine gitmezdi. Bir gün, evin hizmetçisi hastalanıp vefat etti. Efendi hazretleri hiç tereddütsüz konağına bir duvarcı ustası çağırdı. hizmetçisinin öldüğü odayı ördürdü ve Bu oda kullanılmasın dedi ve. Hikmet-i İlahi, "sakınan göze çöp batar" misali, bütün dikkatine rağmen Hocazade vebaya yakalanarak hayata veda etti


BENİM DAHİ MURADIM ODUR

Yavuz, devlete hata edenleri affetmez ve zalimin boynunu vurdururdu hak içinde “Dilerim Allah’dan Yavuz’a vezir olasın” sözü bir beddua idi. Ancak kadirşinastı Fikrini açık söyleyenlere aykırı ise kızar hak sözü ise kabul ederdi.şiddet ve gazabdan korkan, Pîrî Paşa Padişahım, lbir bahane ile beni idam ettireceksin sözleriye korkusunu beirtince gülen Yavuz Benim muradım odur, lakin senin yerine bir adam bulamadım. Yoksa seni muradına kavuşturmak kolaydır” cevabını verdi.


HALİÇTEKİ İLK KÖPRÜ

Haliç’teki ilk köprü Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılmıştır. Fakat ondan yüzyıllar önce Fatih, İstanbul fethinde Haliçe geçici bir köprü inşa ettirmiştir 22 Nisan 1453 te Osmanlı gemilerini Haliç’te gören Bizanslılar, büyük ve inanılmaz bir sürprizle karşılaşır Kumbarahane ile Defterdar arası, denize kurulan bir köprü ile birleştirilmiştir Bu köprüde Osmanlı askeri toplar geçiriyordu. Bizanslı tarihçi Kritobulos’un bilgilerine göre, binden fazla fıçı, sandal ve duba, kalaslar ve demir çengellerle bağlanmıştı. En üstü döşeme tahtalarla kaplan mıştı. 700 m uzunlukdaki köprüde 5 asker yanyana yürüyor, toplar çekiliyordu. Bu toplarla Bizans ateş altına alınıyordu. Bizans barış teklif ettiyse de Fatih’i İstanbuldan vazgeçiremedi. Bizans bu köprüyü yaktırmak istedi. Fakat surlardan dışarı çıkan 150 Bizanslı köprüde can verdi.Bizans Prensi Dukas, Sultan Mehmed’in yaptırdığı köprüyle, gelmiş geçmiş cihangirleri geride bıraktığını söyler ve “Böyle bir harikayı kim gördü, kim* işitti” sözleriyle takdir eder

İMPARATOR ÖLÜ GİBİ DONUP KALDI

İstanbul’un fethinde Bizans elçisi Venedikli asilzade Barbaro, Sultan Mehmed in parlak dehasını şöyle nakleder:“18 Mayıs günü Bizanslılar uyandıkları zaman şaşkınlıktan dona kaldılar. sur önünde büyük bir kule duruyordu. Osmanlılar 4 saat içinde ahşap bir kule inşa ederek sur önüne gelmişlerdi. Bu kule mükemmeldi nasıl yapıldığını kimse anlayamadı. Bütün Hristiyan dünyası birleşse yapamazdı. İmparator surlara geldiğinde bu şayan-ı hayret şeyi görünce korku ve dehşetten ölü gibi donup kaldı. Fatih’in parlak zekası karşısında İstanbul’’un fethedileceğini anlamıştı. Kule şöyle yapılmıştı: Sağlam kalaslarla üzeri deve derileriyle kaplanmıştı. yarıya kadar taşlarla doldurulmuştu. top, tüfek veya başka bir silah darbesi ona zarar veremezdi. Deve derisine çit örgüsü kaplanmıştı. Kuleden ordugaha doğru bir yol yapılmıştı. Üzeri kapalı olduğu için surlardan atılan ok ve Rum ateşi, askerlere zarar vermiyordu.Kuledeki toplar, gülleler Bizans askerine ağır kayıplar verdiriyor, birçok binada yangın çıkarıyordu.


Kaynak dini hikayeler android programı

İsveçli resim sanatçısı Caterine Burevik (37), Estonya feribotu ile deniz yolculuğuna çıkmış fakat büyük yolcu gemisi 28 Eylül 1994 de Baltık Dennizi'nde batarak denizcilik tarihinin en büyük deniz kazası meydana gelmişti. Ressam Burevik bu gemide 852 kişi ile hayatını kaybetmişti. 28 Eylül 1994 deki büyük deniz faciasının ikinci yıldönümünde, Ressam Burevik'in ölmeden önce yaptığı 40 adet sergilendi. sergilenen resimlerin tümünde dalgalar, kayalıklar, suya batan insanlar tasvir ediliyordu. eserlerinin isimleri ise şöyleydi: "Keşke Zamanından Önce Varabilseydik, "En Kötü Felaket" İngiliz Telegraph gazetisinin 24 Eylül 1994 tarihli sayısında çarpaz bulmacada, "yolcu listesi" "öldürmek"diplomalı gemi kaptanı"ve "Estonya" kelimeleri bulunuyordu. Dört gün sonra, 28 Eylül, saat 12.30'da Estonya feribotu Baltık Denizi'nde battı. "Hırs ile mutluluk birbirlerini hiç görmezler." (Benjamin Franklin)

New York trafiği en çok olan metropollerdendir. şehrin 5'inci caddesindeki bir adama otomobil hafifçe çarptı. kazada yayaya birşey olmamıştı. ve iş tatlıya bağlandı.
yaya yerden kalkmaya hazırlanıyordu ki, hadiseyi gören aklıevvel, biri yayaya yerinden kalkmadığı takdirde yaralandığını öne sürerek sigortadan para alabileceğini söyledi.Bir anda emeksiz kazanacağı yeşil dolarları düşünen adam, paranın cazibesiyle arabanın önüne yattı. sürücü ise bütün olanlardan habersiz, adamın gittiğini düşünüp, hadisede uzaklaşma telaşıyla gaza bastı. Bir anlık hırsa kapılan arabanın altındaki adam hırsının bedelini canıyla ödedi.

Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, Konya'nın tek gazetesi "Babalık" ın başyazarı pederinden işittiği tüyler ürpertici, ibretlik bir hatıra ile mukaddese dil uzatanların akıbetini göz önüne seriyor:
1920'de Saruhan mebusu Mustafa Necati (1894-1929), Cumhuriyetin ilk Maarif vekillerindendi Milli Eğitim Bakanı olarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Harf Devriminde etkin rol oynamıştı
Mustafa Necati, Hz Mevlanaya Konya'ya gelmiş ve Latin harfleri için bir konferans düzenlemişti. ilanlarda:
Eski Harflerle Birlikte Kur'an'ı da Tarihe Gömdük" yazıyord Akşam, mükemmel bir ziyafet verildi Bay Necati, ani bir apandist krizine yakalandı ve hemen ameliyat edildi. Bay Necati kurtulmuş, fakat ne haddini aşarak Kur'an'a dil uzatmıştı. Gece yarısı, imkansız denebilecek bir şey oldu Bay Necati'nin yattığı yatak kırıldı. Hastanın ameliyat yeri patlamıştı ve konferansın yapılacağı saatte Bay Necati gömüldü


NewYork yayınevinde redaktör olarak çalışan 51 yaşındaki George Turklebaum, kalp kriziyle hayatını kaybetti ve 23 kişiyle çalıştığı ofiste, adamın kalp krizi tam 5 gün sonra birisinin İyi misin?' diye sormasıyla farkedilmiş...Patronu, şirkette 30 yıldır çalışan George'un ofise en erken gelip akşam en geç çıkan eleman olduğunu, etrafındakilerle konuşmadan sadece işiyle ilgilendiğini söylemiş...Bu nedenle öldüğünde kimsenin dikkatini çekmemiş... çıkarmamız gereken ders:
Kendinizi paralarcasına çalışmayın... Kimse farketmiyor


Bir gün Süleyman (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyecek miktarını sorar. Karınca
Bir buğday tanesi diye cevap verir.
Cevabı kontrol etmek isteyen Süleyman (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır bir yıl bekler.
şişeyi açtığında karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını bırakmıştır. Hz. Süleyman karıncaya buğday tanesini neden yemediğini sorar. Karınca benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. O' na güvenle buğday tanesinin tamamını yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen alınca aciz bir insandır diye sana güvenemedim. beni unutup ihmal edebilirdin. O yüzden yiyeceğimin yarısını yiyerek yarısını bıraktım" diye cevaplar Yüce Allah (c.c) cümlemizi kul kapısına baktırmasın...

Uzun yıllar önce Çinde Li–Li adlı kız evlenir ve kocası ve kaynanası ile birlikte yaşar. kaynana ile geçinmek zordur ve çok sık kavga edilir Bu, Çin geleneklerine göre hoş değildir çevre tepki gösterir ve cennet gibi bir evlilik gelin– kaynana kavgasıyla ev, ve eşi cehennem haline gelebilir bir şeyler yapmak isteyen genç kadın, babasının eski arkadaşı olan baharatçıya koşar ve Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı zehiri 3 ay boyunca her gün kaynanasının yemeklerine koymasını söyler. Zehir az verilecek, böylece kaynanayı gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı şüphelenilmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını söyler. Li–Li, yaşlı adamın dediklerini uygular. en güzel yemekleri yapıp Kaynanasının tabağına zehiri damlatır. kayınvalidesi çok değişmiştir ona kendi kızı gibi davranır
Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hisseder Yaptıklarından pişman vaziyette baharatçıya gider yaşlı adama kaynanasına verdiği zehirleri temizleyecek bir iksir yapması için yalvarır Yaşlı kadının ölmesini istemez
Yaşlı adam Sevgili Li–Li dedi, sana verdiklerim sadece vitamindi. kayınvalideni daha da güçlendirdin Gerçek zehir ise senin beyninde Sen ona iyi davrandıkça zehir dağıldı yerini sevgiye bıraktı; siz gerçek bir ana-kız oldunuz.” dedi. Eski bir Çin atasözü şöyle der “Gül verenin elinde gül kokusu kalır.

Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.” Hindistan da çok ünlü bir ressam yaptıklarını kusursuz kabul edermiş... Ve ona "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Guru derlermiş...
Onun yetiştirdiği ressam Raciçi eğitimini tamamlamış ve son resmini Ranga Guru'ya götürmüş Ranga Guru ise; Sen artık ressamsın Racaçi.. senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini istemiş. Yanına kırmızı bir kalemle halktan beğenmedikleri yere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmış. Raciçi resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde Çok üzülmüş. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptğı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve üzgün olduğunu belirtmiş.
Ranga Guru üzülmemesini ve etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi götürmüş. meydana Ama bu defa yanına bir palet dolusu yağlı boya, ve fırça ile birlikte.. Birkaç gün sonra gittiği meydanda resmine hiç dokunulmamış, Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş Ranga Guru Sevgili Raciçi, sen insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri ile karşılaşılabileceğini gördün Hayatında resim yapmamış insanlar gelip senin resmini karaladı... Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... Yapıcı olmak eğitim gerektirir...Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye , cesaret edemedi... Emeğininin karşılığını, ne yaptığından habersuz insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin değeri yoktur...emeğini bilmeyenlere sunma ve bilmeyenle tartışma...


Bir zamanlar psikoloji kitabında Hayatı ve kıymetini anlamak için bir metod vardı Deniyordu ki bunaldığınızda, hayatın çekilmezliğini düşündüğünüzde 10 dakika ayırın ve kendi cenazenizi düşünün..." bu cümleyle çarpılmıştım...
"Kendi ölümümüzü ve cenazemizi" düşünmemiz tavsiye ediliyordu... Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm okumaya devam ettim...Diyordu ki düşündüğünüzde dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz için öneminizi anlayacaksınız...insanların sizin için ne söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın... geriye dönüş şansınız olmadığını, hayat kredinizin bittiğini ve yanıt verme şansınız olmadığını düşünün... Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizi hissedin.... Dünyadaki küslük ayrılık ve, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin çaresizliğini yaşayın...
Bırakın canınız yansın, bırakın alevlerle kavrulsun tüm ruhunuz... musalla taşında düşünün kendinizi seyredin çevrenizde olanların yüz ifadelerini... Akıllarından ve yüreklerinden geçenleri hayal edin"..düşünmeye başlayın Eş oğul anne, baba kardeşlerinizi düşünün ve sorun kendinize onlar cenaze töreninizde ne hissederdi Hayatınızda hiç canınız bu kadar yandımı yandımı düşünün babaaaa..." diye ağlayan biricik oğlunuzu.... Eşim kucağındaki ağlayan emaneti ve ayakta durup per perişan....olmasını Koca çınar babacığım dualar okuyordu, o vakur duruşuyla... Annem, ciğerinden can koparılmış gibi akıtıyordu gözyaşlarını Kardeşlerim, akrabalarım "Çok erken gitti, doyamadı oğluna.." diyordu acıyan tonlarıyla... dostlarım şaşkındı... dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu...Bunları seyredip Hayır ölmedim, burdayım.." demek istedim anladım yazarın ne demek istediğini Farkındalık önemli bir kavramdır Belki de hiç aklımıza gelmeyecek Kitabı okumaya gücüm kalmamıştı Almam gereken dersi almıştım... Şimdi kitabın adını hatırlamıyorum... Şu an yazarken çok kötü oldum... devam ettim hayatımın en zor hayaline... Sırada çevremdekilerin ölümümde neler söyleyecekleri vardı...
Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları konuşturacaktım hayalimde....senaryo bana ait olarak.... Yaşarken neler yazmıştım, Canım oğlumun söyleyecek şeyi yoktu... Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti.. Ağlayacaktı Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu... "Hayal - meyal hatırlıyorum baba seni... Keşke yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik Bak mezuniyetimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine..." diyecek canı yanacak Sevgili eşim. muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe...O ki benim için herşeyini feda edip koşmuştu bana...Hayatının tek adamı şimdi toprak seni seviyorum diyemeyecekti.... hevesle açamayacaktı çalan kapıyı.... Ve her gece bensizliği haykıracaktı Her sabah bensiz başlayacaktı koca gün... Tek cümlesi takıldı içime; "Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik..."Babam - annem,bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahroldum güzel insanlar...Helaldi hakları... Bilerek kırmamıştım onları...Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü dualarına muhtaçtım... Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı evladının cenazesinde bulunmak.... insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek..Bu yazıyı şu an sizlerle paylaştığıma göre artık sizler de dahilsiniz... hayatıma, birgün bir mail ulaşıyor size ölmüş" diye... Sizler neler düşünür yazardınız...Eşim ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi...Oysa amacım "Yaşamanın ve nefes alıyor olmanın kıymetini" göstermek Lafı çok uzattım Ama hayat zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili - çıkıntılı...kurduğum hayalle, canımın yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM..."format attım hayatıma"... sahip olduklarımın farkına vardım ve nefes aldığım için şükrettim...kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti...Peki hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmasaydı
bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı... gerildiniz, kötü oldunuz ama buna değer bence... bu akşam melankoliğim ve abartmış olabilirim... Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki...Bence yazıyı okuyarak bırakmayın...LÜTFEN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN... ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah' tan başka bilen yok...yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin... kırdığınız kalpleri tamir edin... Sizi sevenlere zaman ayırın...Biraz Hıncal abi tarzı olacak ama, sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden.... Ve en önemlisi; VERDİĞİ - VERMEDİĞİ, ALDIĞI - ALMADIĞI HERŞEY İÇİN, TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCE YARADAN' A...
Tanışayım, tanışmayayım, yazılarımın ulaştığı takip eden herkes, ..Sizlerle paylaşmak, dertleşmek beni mutlu ediyor, keyif ve onur veriyor...interneti "Adam gibi kullanan" sizlerle aynı platformda olmama şükrediyor bu güne kadar gösterdiğiniz ilgi ve sabra teşekkür ediyorum...Sizi seviyorum "dostlarım"...Herkese derin sevgi ve saygılarımla...


"Kendi kendine ettiğin adem, bir yere gelse edemez alem" (Sultan II. Bayezid)
Bir insanın hak etmediği, liyakati haksızca ona vermek, o işin neticelerinden, pay sahibi olmaktır Bir oto sürücü kursu sahibi, liyakat sahibi olmayan ahbabına “kıyak” bir ehiyet verir. torpil o derecedir ki, ehliyeti adamın gelip almasına gerek kalmadan posta ile evine ulaştırılır. Acemi sürücü özel ilgiden son derce memnundur Çünkü emeksizce ehliyet sahibi olmuştur. her yerde hatırlı dostları vardır
Bizim Acemi şöför arkadaşına teşekkür için keyifle arabasına kurulur Fakat ehliyetli olmak araba kullanmayı bilmek ayrıdır Her trafik kazasındaki gibi adam, karşıya geçen bir çocuğa çarpar. Ve çocuk can verir. ibretlik hadisedir.
bundan sonrası düşünenler için, ibretliktir. Kazada ölen zavallı çocuk Dostuna haksız yere ehliyet veren sürücü kursu sahibinin oğludur

"Ya hayır söyle, ya sus" (Hadis-i Şerif)
Dil, Allah'ın ademoğluna bahşettiği en büyük nimetdir. insan bu nimeti düşünmeli, ağzından çıkana özen göstermelidir. insanın ağzından çıkan sözler o insana anlamına ve neticeye mahküm edebilir. Yazın Bozcaada'da tatil yapan Gökşin Özbak, hurda arabayı görünce, arabanın içine girip ölmüş gibi poz çektirdi. tatil dönüşünde fotografı arkadaşlarına gösterip şaka yapacak ve "Trafik kazası geçirdim öldüm. bu ölümümün fotoğrafı... Ben hortlağım." diyecekti. Tatil bitti ve Gökşin memleketine döndü. ailesi İzmir'e gitmeye karar verdiler. Otomobili Gökşin'in babası kullanıyordu. Manisa-Kırkağaçta mola veren aile, dinlenip yola koyuldular. Yolda Baba Hikmet Bey, yayaya çarptı Kazada araba dört takla attı Gökşin, 7 ay önce şaka olsun diye çektirdiği fotoğraftaki gibi, arabanın arka koltuğunda oturuyordu. Görüntüsü fotoğraftakine çok benziyordu; bir farkla...! Bu şaka değil, Bu şaka değil, gerçekti Fotoğraf şakası ne yazık ki, gerçek olmuştu.

Allah'tan başka bir takım ilahlar edindiler ki, hiçbir şey yaratmaya güçleri yetmez kendileri başkası tarafından yaratılırlar. zararı savamaz Kendilerine fayda edemezler, ne öldürmeye, ne diriltmeye güçleri yetmez." (Kur'an-ı Kerim, Furkan-3) Jerry Siegel ve Joe Shuster adlı Amerikalı 1930' da yeni bilim kurgunun tesiriyle mavi tayt kırmızı mayo giyen Superman'ın hikayesini uydurdular. Superman Amerikada çok beğenilir çok tutulur Kitap, Süperman'e haşa ilahlık atfediyor, herşeyi gören işiten, bir varlık gibi telkinde bulunuyordu. zihinlerimizdeki uluhiyet inancının kirlenmesine sebep olan kahraman, bununla kalmayıp daha sonraki filmlerde normal insan ama İlah gibi tanıtılan filmlere ilham kaynağı oldu. Ama Süperman'ın herşeye yeten gücünün yazarına faydası dokunmadı ve Jery Siegel 81 yaşında perişan ve sefilce hayata gözlerini yumdu 1940'larda Superman'i oynayan aktör Kirk Aly'nin akıbeti de iyi olmadı; Alzheimer a yakalandı. Süperman filmine bulaşan herkesin başına birşey geliyordu; Süperman'ın sevgilisi Margot Kidder araba kazasında tekerlekli sandalyeye mahküm oldu. Süpermanin son aktörü Christopher Reeves'in akıbeti ise farklı değildi; o da, yalnız ve tekerlekli sandalyeye bağlı bir kötürüm. ödeme zorluğu çektiği hastane faturaları ile başa çıkmaya çalışıyor.
Bu, hadiseler insanın yaratılmış olduğunu, ve acziyetini unutarak Kudret-i Sonsuz'un kudretine ortak olmaya kalkmanın ne denli tehlikeli olduğunu apaçık ortaya koyuyor. "İnsana en güzel sıfatı 'fani' diyen vermiştir." (Cenap Şahabeddin)

Sultan Abdülhamid devrinde yaşamış ve Hasköylü Salih diye bilinen yaman bir denizci vardı. İstanbul Haliç'te sandalcılıkla geçimini temin eden kurt denizci, Boğazda ekmek teknesiyle tam 15 deniz kazası geçirmiş, hepsinden sağ kurtulmuştu. Feleğin çemberinden geçmiş tecrübeli denizci olan Salih, kahveciden içmek için su istedi.
Kaderin tecellisine bakın ki, 15 deniz kazasından kurtulan tecrübeli denizci, içtiği bir bardak sudan boğularak hayatını kaybetti.

"Hep isabet edene, hiç tesadüf denir mi!"(Selahaddin Şimşek) İkisi de 1865 te doğdu. Yedi yaşında ikisi de kimyaya başladı. Biri Amerika'da diğeri Fransa'da doğan iki çocuk, 15 yaşlarında aynı kitabın etkisinde kaldı. Mucit iki çocuğun işaretlediği paragraf aynıydı. üniversiteyi aynı yıl bitirdiler alüminyum deneylerine giriştiler. aynı deneyleri yaptılar. 23 Şubat 1896 da elekroliz yoluyla ucuz alüminyum metodunu buldular. buluşları için 2 yıl zengin kimseler aradılar Aradıkları parayı aynı haftada buldular. Patent için müracaatları aynı zamana rastladı.
Ve bundan sonra birbirlerinden haberdar oldular. 1911'de New York'ta karşılaştılar Bunlardan birisi Charles Martin Hall, diğeri Paul Heroult'tu.
iki ilim adamı aynı yıl (1914) öldü. İkisi de aynı hayatı yaşamıştı.

Ey Allah (c.c.)ın kulları genç müslümanlar Her gün sabırsızca bekliyorsunuz e-mail geldi mi?" diye.
Günde kaç kez online olup Mutlu oluyorsunuz, Okumak için sabırsızlanıyorsunuz. Bazı mesajlar gerçekten güzel, Arkadaş ve dostlarınızdan Fakat çoğu alakasız.
Sadece zamanınızı alıyor.Derhal siliyorsunuz.Biliyor muydunuz 1400 yıl önce, Allah(c.c.) size uzun bir e-mail gönderdi.Meleği Cebrail(a.s.) aracılığıyla Kulu Muhammed As’a
Açtınız mı e-maili? Subject: Kur’an,
"Kuşku Barındırmayan Rehber" Download ettiniz mi dosyayı?
Kalbinize bookmark’ladınız mı?
Hayatınızın "favoriler"ine eklediniz mi?
Her sabahınızın "başlangıç sayfası" yaptınız mı? Açtıysanız e-maili
okumuş olmalısınız... elçilerin kıssalarını... Helak olan kavimleri
İnsanlığa mesajları, hayatınızın rehberini, Geleceğe dair güzel müjdeleri. Allah’ın sizden "reply" edip,
E-mail olarak iyi amel beklediğini.
şimdi, her sabah İlk bu e-maili okuyun.
Kur’ân’da "save" edildiği şekliyle,
Hatırlayın ve ona göre "reply" eyleyin.
Sevgili müslümanlar İslamın geleceğine "enter"leyin.

O bir Mehmetçikti. Yüreğinde ailesinin Özlemi, elinde silahı ve Önünde büyük umutları olan bir Mehmetçikti. Bu günü bekliyordu. vatani görevini istemekte idi. o minicik bir yavru idi doğuştan bir Türktü. Mesut 12 yaşına geldiğinde doğudaki dayısı bir çatışmada PKK'lılarca şehit edilmişti. Mesutun hırsı artmıştı. İçinde hiç sönmeyen bir ateş yanıyordu Vatan Sevgisini ve Şehitlik Mertebesinin öğrenmişti Askerlik Vakti gelmişti. Büyük bir umutla koştu asker ocağına . Hayatı boyunca tatmadığı duyguları tadıyordu. annesinin sözleri aklına geliyordu Allahım: Kardeşim bu deryadan kana kana içti. Oğluma da nasip et. Bana dayanma gücü ver demişti. Oda dayısı gibi askerliğini doğuda yapıyordu.
Her an tehlikede olduğunu biliyordu. Fakat bu onun için Önemli değildi.
Asker ocağında Mehmetçiğin çok güvendiği Ali isminde bir arkadaşı vardı. Bir birlerine can yoldaşı olmuşlardı . Sevgi ve üzüntüleri paylaşıyorlardı.
Arkadaşı Ali ile çatışmalara girdiler.
Soğuk gecede ıssız dağlarda omuz omuza PKK militanlarına karşı durdular.
Askerliğin son günleri gelmişti . 2 arkadaş kardeş olmuşlardı. son operasyonlarına çıkacaklardı çok mutluydular vatani görevlerini şeref ile bitiriyorlardı. yarın ailelerine kavuşacaklardı çok şiddetli bir çatışmaya gireceklerini öğrendiler ailelerinden helallık aldılar.bTerör Militanları mermi yağdırıp kaçtılar. Mesutun can yoldaşı Ali vuruldu. Mesut kardeşinin yanına koştu. Kardeşim, Alim duyuyormusun? Alinin şehadeti Mesutu param parça etmişti. Çatışmada Mehmetçikler şehit ve gazileri topladılar. 11 şehit ve çok Sayıda yaralı vardı. Komutan Mesuta yaran varmı oğlum dedi. Mesut: Kalbimde hiç kapanmıyacak büyük bir yara açıldı dedi.


Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. yolu açmadan , bir yarışmaya karar verdi. İsteyenin katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyecekti insanlar akın ettiler. en güzel araba ve elbiseleriyle gelmişlerdi Kadınlar saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı,
Nihayet, insanlar yoldan geçtiler, kralın yanına döndüklerine hepsi şikayet etti Yolda büyük bir taş vardı ve bu moloz yolculuğu zorlaştırıyordu. yalnız bir yolcu bitişe yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz topraktı, ama krala büyük bir saygıyla elindeki altın kesesini uzattı:
Yolculukta, yolu tıkayan taş ve molozu kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı. Kral gülümsedi 'O altınlar sana ait delikanlı.' 'Hayır, benim değil. Benim o kadar param olmadı.'
Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandın, yarışmanın galibisin. Yoldan en güzel geçen kişisin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir."


Bir zamanlar efendisine su taşıyan bir köle vardı. Köle boynundaki bir sopanın iki ucuna birer kova asar, kovaları su ile doldurur ve eve getirirdi. kovalardan birisi delikti nehirdeki suyun ancak yarısını tutabilirdi Diğeri ise yep yeni ve sağlamdı. Suyu sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böye devam etti. Sucu liki tam kova dolduruyor, bir buçuk kova su getiriyordu. Deliksiz kova başarısıyla gurur duyuyor böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan utanıyor kendisinden beklenenin yarısını yapabildiği için üzülüyordu. bir gün dile gelip nehir kenarındaki sucuya şöyle dedi: Ey sucu Kendimden utanıyorum ve senden özür diliyorum.Niye diye sordu sucu. İki yıl boyunca, çatlaklarım yüzünden sular akıp gitti ve yükümün yarısını efendine götürebildin. Sucu delik kovaya acıdı ve şefkatlice şöyle dedi: Efendinin evine dönerken, yoldaki çiçekler senin sayendedir delik kova enfes yaban çiçeklerini gördü ve neşelendi. Ama yolda yine kederlendi, çünkü yükünü akıtmıştı sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi:
Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında çiçek olmadığını farketmedin mi? Bu neden biliyormusun Ben delik olduğunu biliyordum ve faydalandım. Senin tarafındaki yola çiçek ektim. Ve her gün onları sen suladın. bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem,senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası güzelleşti..


Bir zamanlar Afrika'da bir kral vardı. Kral, çocukluk arkadaşını yanından ayırmaz Nereye gitse götürürdü.
bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. ister iyi ister kötü, her olayda Bunda da bir hayır var derdi Bir gün kralla arkadaşı ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral ateş ediyordu. Arkadaşı bir yanlışlık yaptı ve kralın parmağı koptu.
arkadaşı her zamanki gibi Bunda bir hayır var dedi Kral öfkeyle bağırdı:
Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?' Ve sonra arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı uzak durması gereken bir bölgede avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve meydana odun yığdılar. odunları tutuştururken kralın başparmağı olmadığını farkettiler. kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvları eksik insanları yemiyor Böyle bir insanı yedikleri takdirde kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. kralı çözdüler ve Diğer adamları pişirip yediler.
kopuk parmağı sayesinde kurtulan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleye pişman oldu. Hemen zindandan çıkardı Haklıymışsın!' dedi. 'Parmağımın kopmasın bir hayırmış seni zindanda tuttuğuma özür diliyorum.Hayır' diye karşılık verdi arkadaşı. 'Bunda da bir hayır var.'
hayretle bağırdı kral. arkadaşımı zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir 'Düşünsene, zindanda olmasaydım, seninle avda olurdum, Ve sonrasını düşünsene'

Atalarımız bazı doğruları vecizeleştirip bizlere hediye etmişdir. Bunlardan biri de Aslını inkar eden haramzâdedir." sözüdür. on sekizinci asırda İstanbul'da Avcı Mehmet diye bilinen Sultan Mehmed'in annesi Turhan Sultan, İstanbul'da gezintiye çıkar Galatadaki Azap Kapı'ya uğrar. Sokullu Paşa Camii'nin orda bir kızcağızın oturmuş, gözyaşı döktüğünü görür. çocuğun önünde kırılmış bir testi vardır Şefkatle seslenir: Yavrucuğum niçin ağlıyorsun, gözyaşı dökme. Kırılan testi olsun. Sil göz yaşını. İşte sana testi parası. Hemen yenisini al. Kızcağız yaşlı gözleriyle Turhan Sultan'a cevap verir
Ben testi için ağlamıyorum. Sabahtan beri iplik gibi akan suda bekleyip de doldurduğum testiyi hizmetçilik ettiğim eve götüremeyecek kadar beceriksizlik gösterdiğim için ağlıyorum. Turhan Sultan cevaptan çok memnun olur. kızcağızın kim olduğunu soruşturur. Ana-babadan yetim bir öksüzdür hayırsever bir ailede karın tokluğuna hizmetçilik etmektedir. kızcağızı saraya alır. Fevkalade bir öğrenimle kızcağız, sarayda örnek bir hanım olur büyük bir itibarla Turhan Sultan, onu padişah hanımlığına layık görür ve Sultan Mustafa (II) ile evlendirir. Saliha Hanım, Saliha Sultan unvanını alır, Hanım Sultan olur. dünyaya getirdiği oğlu Mehmet (I)'in padişah olması sebebiyle Saliha Sultan'lıktan yükselir Valide Sultan olur. Saliha Sultan, Valide Sultan'lığa terfi ettiği halde geçmişini unutmaz. Öksüzlüğünü, hizmetçiliğini, kırdığı testiyi ağlarken elinden tutulup eşsiz bir mevkiye çıkışını, hep düşünür.
Bir gün çevresiyle testisini kırdığı, gözyaşı döktüğü yere Sessizce
gözyaşı döker. Meraklananlar sorarlar. O geçmişi anlattıktan sonra emrini verir:
Testimin kırıldığı yere öyle bir çeşme yapılsın ki, asırlar geçsin; çeşmenin suyu bitmesin, sanatı gözden düşmesin. Testisini kıran kızlar gözyaşı dökmesin. Su bol aksın. Sonra sanat eseri büyük bir çeşme yapılır ki, aradan asırlar geçer, çeşme sanatındaki eşsizliği korur, çevresine su verir bu çeşme Unkapanı Köprüsü'nün Karaköy başında Sokullu Paşa Camii'nin yanındadır olanca ihtişamıyla görmeniz mümkündür. Bu çeşmeyle Saliha Sultan geçmişini unutmamış. Valide Sultan'lığa terfisine rağmen hizmetçilik günlerini mukayese ederek yaşamıştır yaptırdığı çeşmesiyle, ben testi kıran bir hizmetçi kızdım demek istemiş, örnek teşkil etmiştir. siz de unutmayın geçmişinizi, yokluk, sıkıntı ve ıstırap günlerinizi ve sahip olduğunuz imkanlarınızla yapmanız icap eden hizmetlerinizi...

Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş.
Birinci adam sabah erken kalkıyor, ağaç kesiyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne vakit ayırıyormuş. Akşamları arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam arada dinleniyor hava kararınca eve dönüyormuş. ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
İkinci adam çok daha fazla kesmiş.
Birinci adam öfkelenmiş: nasıl olabilir? Ben çok çalıştım. Senden erken işe başladım, senden geç bitirdim. Bu işin sırrı ne?" İkinci adam tebessümle yanıt vermiş: "Ortada sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp,yaşamımızı objektifçe gözden geçirmektir. Zayıf alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Delfi'deki tapınakta Sokrates'in şu sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı Kendini tanımak olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı,ve mutlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülke yöneten kralın dört eşi varmış Kral en çok dördüncü eşini sever, bir dediğini iki etmez, herşeyin en güzelini ona verirmiş. Kral üçüncü eşini de çok severmiş.güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korkup, onu kıskanır,üzerine titrermiş. Kral ikinci eşini de severmiş. Kendisine karşı iyi ve sabırlı davranan eşi, ne derdi olsa daima yanında bulunur, ona destek verirmiş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş. Onu en çok ve karşılık beklemeden seven, bu eşi olmasına rağmen, kral bu eşini hiç sevmez ve ilgilenmezmiş.kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. öleceğini anladığı ve yalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını paylaşmak isteyeceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine,
Ölümde bana eşlik etmek ister misin?" diyince yanıt kalbine bıçak gibi saplanmış cevap Mümkün değil!" olmuş. Hayatımda seni sevdim, benimle ölmeyi kabul eder misin?" sorusuna üçüncü eşi, Hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben evleneceğim." diyince kral yıkılmış. Her sorunumda, her zaman yanımda olan, sendin. bana yardımcı olur musun?" sorusuna karşı, ikinci eşi bir şey yapamam. sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze yaptırır ve yas tutarım." karşılığını almış. kral birinci eşinin sesiyle irkilmiş"Nereye gidersen git, seninle olurum, seni takip ederim." inlemiş kral; "Keşke bir şansım daha olsaydı..."

YAŞAMDA HEPİMİZ DÖRT EŞLİYİZ.......
Dördüncü eşimiz :"VÜCUDUMUZ !!!"
Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım, öldüğümüzde bizi terk edecektir. Üçüncü eşimiz :"SAHİP OLDUĞUMUZ SERVET ve STATÜMÜZ !!! Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.
İkinci eşimiz :"AİLE ve DOSTLARIMIZ !!!"
Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey, bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır. birinci eşimiz :"RUHUMUZ !!!" Gelirim ey dost; ayaklarım kanasa da dikenlerden, dar kafeslerden kurtulup, kırıp zincirlerimi yine gelirim. Gelmesem Sana, Sensizlikten yok olurum. Yolunda ölmek için, Seni ararken, Sende tükenmek için gelirim.


Kaynak dini hikayeler android programı

Güllerin efendisi Hz Muhammed Sav

Yalınayak, başı açık dosta kavuşmanın hayaliyle çıktım yola. 'Gül'e doğru savurdu rüzgâr beni. Dağın bağrındaki ateşten kâinatı ısıtan güneşten sordum gülü Güllerin Efendisi'nden destur için ne lâzım." dedim. O'nun adıyla dile geldi dağlar ve taşlar, tebessüm etti güneş. Hepsi bir ağızdan, "Teri gül kokan Gül Sultanı'ndan kabul için seher kapılarının önünde kul olasın, bel kırıp boyun burasın. Hakk'a yönelip el pençe divan durasın." dediler. "İnsan olana saygı duyasın, kırık gönüllerde tahtlar kurasın, yaralı gönüllere muhabbetinle merhem olasın." diye nasihatte bulundular. "Hakk'ın sadık dostuna, hidayetin güneşine, inayetin gözbebeğine, rahmetin timsaline, rububiyet saltanatının , kâinatın muallimine, Habib-i Zîşan'a ve O'nun âline ve ashabına milyon kere salât ve selâm olsun." dediler. Âh Efendim, Can Efendim, Gül Efendim! Dosta giden çile dolu yollarda, getirdiğin huzura, nuruna aydınlığına muhtacım. Bilirim kılâvuzu Sensin dosta çıkan yolların, haritası

Sana emanettir gül coğrafyasının. Günahkâr bedenimi yüklenip nuruna kavuşmak ve şefkatin için yöneldim kapına. Güneşin ağlayarak doğduğu vakitte, sızlanışım vardır ney misali. Serin seherlerde uykularımı kaçıran hasretin vardır. Seni ararken rüzgâra döktüm derdimi. Sessiz bir 'âh'la kanatlandı kuşlar. Ağır ağır aktı mavi
menzile doğru bulutlar. Kanayan gül yapraklarından, yaralı bülbüllerden geldi selâmı baharın. Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi Hayalin gönlümün tepelerinde gezindi Bu bir serap olsa da hafakanlarım dindi Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi.' Hayalini kurdum binlerce yıl uzaktan. Bir tebessümüne hasret kaldı günahkâr bakışlarım. Sen bir serap gibisin içimin çöllerinde; yaklaştıkça uzaklaşan, uzaklaştıkça yaklaşan ve yakan...

Hayalin bile serinliktir kavrulan ruhum için, hayalin bile tat verir acıyan yüreğime. Adın geldiği ve ismin can olduğu zaman cümlelerim yok olur bütün düşmanlıklar ve savaşlar. İhtiyar dünya şahittir buna. Hz. Ömer'in öfkesi, eridi Efendim. Hz. Vahşi, günahları için gözyaşını Senden öğrendi. Gel Efendim, bir gece yarısı cesedime can olmak için gel, damarlarıma aşkınla dolmak için gel! Ah Efendim, andım yine Seni her şey yâdımdan silindi. Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam
Ruhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.' Aşkının odunda pervaneler gibi yansam kalbimi "Ya Bâkî Ente'l-Bâkî " sırrıyla Hakk'a hediye sunsam. Kalbini nasıl arındırdıysa melekler, ben de Seni rehber edinip kirlerimden arınsam. Rabbimin yolunda dünyadan firar etsem, merhametinin gölgesine sığınsam. Ürkek ceylan misali yanına sokulsam. Bir yolunu bulsam, muhabbet olan gönlüne aksam. yanlış efendilere köle olmaktan ebediyen kurtulsam. Keşke hep aşkınla oturup, aşkınla kalksam..

Anlasam vuslata ferman gelecek
Hicranlı gönlüm durmadan inleyecek
İnleyip en taze hislerle bekleyecek
Anlasam vuslata ferman gelecek?'
Beni de çağırır mı çağları delen sesin? Bir dua sonrası ay yüzünle yüzüme Günahkâr olsan da gel!" der misin? İçimdeki sancı nedir, Efendim?
Nedirbu zamansız mekânsız hasret yüreğimdeki ağırlık, da ne?
Sadık dostun Ebu Bekir,
öfkeye galip gelen Ömer,
edep tacını giyen Osman,
sırrını emanet ettiğin ilim kapısı Ali hürmetine, beni de kucakla şefaatinle. Nerededir gönlüne akan yol?
Kurban olsun canım Hakk'ın yoluna, vuslatına ferman gönder Efendim.

Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken ardından Ne olur sana ulaşmam için kanadından Bir tüy ver,
Kalbim bir güvercin kalbi gibi ardından.'
Bedenim kafes Efendim, kalbim tutsak bir güvercin titriyor kafesinde.
Uzaklığın çekilesi dert değil.
İsmini ansam gecenin ıssız saatlerinde, bir cuma sabahı duaya dursam,
gül kokan melekler gelir mi Korkuyorum gurbette Sensizlikten Yüreğim Sensiz karanlık,
yüreğim Sensiz gece...
Sana doğru kayıyor gönlüm
gökde yıldızlar ve kirpiklerim kapansa; Sen, gül kokunu yüklenerek gelsen güneş gibi ısıtsan buzdan duygularımı. Rüyalarım şeref bulsa güneş cemalinle. Kur'an ilmini elinden içsem
ab-ı hayat misali. Taif dönüşü duan hürmetine kabul görsem Efendim...

Ey kupkuru çölleri cennetlere çeviren gül gibi gel gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül
Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül.'
Ey susuz kalanlara pınarlar gibi akan Sevgili! Yaradan, 'Habibim' demiş Sana, Sen olmasaydın gökleri yaratmazdı
ilân etmiş âleme. Ağaçlar kök sökmüş
sökmüşler toprağı bağrından
Hurma kütüğü inlemiş ardından.
Ey taşlarla konuşan Sevgili gelsen bana, ağlayan gözlerimin içine nazar kılsan, nurun aksa gözlerimden gönlüme.
Ve yanarak menziline varsam.
Mecnun gibi koşan kulun olayım
kor saç içime ocaklar gibi yanayım
Sensiz geçen acı rüyâdan kurtulayım Mecnun gibi koşan kulun olayım.'

Eğer dünya bir nefeslik mekânsa mekân imtihansa kul için,
Mecnun eyle beni gerçek Leyla'ya. Hubeyb gibi, Mus'ab gibi, Enes gibi, Ashab-ı Bedr ve Şüheda-yı Uhud gibi... Candan canandan, geçip Sana geleyim Şehadet olsun sensizliğin bedeli.
Bir kor saç içime, ocaklar gibi yanayım. Bu can yoluna kurban olsun anam-babam sana feda olsun
yâ Rasulallah.

Aklım Senden uzak günleri saymakta Ruhuma sis duman kasvet yayılmakta
Göster çehreni Aklım Senden uzakta sensiz günleri saymaktayım
Kalbimin çekirdeğinde ince bir sızı; Efendim. Sensizlikle imtihan etme Yaradanım. Sana ulaşmak zor olsa da Sana ulaşma arzusunu içimden alma vakit dolmadan emanetini alma
ölüm meleği beni bensiz bıraksın
ama Sensiz bırakmasın.
Son demde Gönlüm ufkunla dolsun
Her yanda defler duyulsun Son demde

Ah Efendim, Can Efendim, Gül Efendim! "Kefenimi giymeye başladığım demde", Sana döndüm yüzümü. "Zaifem âcizem, ilâhî." Dualarım, Senden yana.
Fidanları yeşertir gözyaşlarım. Kapanırken âlemde gözlerim
tut ellerimi. Öyle bir gel ki beni almaya, sümbül nergis eşlik etsin endamına. Her tarafta neyler duyulsun,
rüzgâr gül kokunu kâinata savursun. Ağaçlar, yapraklar düğün kursun.
son demimde ruhum huzurla dolsun.
Ya Rabbim, Dünya imtihan salonudur. insan ise, sınanmaktadır, diyorsunuz. Allah beni yaratmış.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-19-2018, 22:40   #95
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

TEK KOLLU REİS

1514 te Oruç Reis, dört gemisiyle Kuzey Afrika’da Becaye kalesinde, dokuz gemilik İspanyol filosunu denize batırır, ikisini zapteder Diğer İspanyol gemisi ise Becaye limanına sığınır. Oruç Reis kaleyi toplarla döğmeye başlar ikiyüz levendimiz şehid olur. Ancak osmanlı levendleri yılmaz ve sekizinci gün kalede, gedik açılır Oruç Reis kaleden içeri girer Fakat düşman güllesi ile yaralanır. muhasara kaldırılır Oruç Reis’in kolu kangren olmuştur ve kesilir mikrop kapmaması için kızgın zeytinyağına daldırılır bu kaleyi
Oruç ve kardeşi Hızır, iki sene sonra onbir gemiyle tekrar kuşatır. Oruç Reis tek koluyla kılıç sallarken levendlerine şöyle haykırır“Ben bu kal’ada bir kolumu bıraktım. kellemi dahi bıraksam n’ola ve Muhasaranın beşinci günü Becaye kalesi fethedilir

BIRAKMA BİZİ BABA

İspanyollar 1518 de Oruç Reis’i Tlemsen kalesinde ablukaya alır Oruç Reis bir huruç hareketinde 700 düşman askerini öldürmüş, 100 tanesini esir almıştır Ancak cephane tükenmiş,ve Oruç’un yanında sadece kırk levend kalmıştı. Gerisi şehid olmuştur kırk kahraman ve Oruç Reis İspanyolların gaflet anında kaleden çıkıp muhasarayı yararlar. Oruç reis ve 40 cengaver Sanaldo ırmağına varır İspanyollar 20 levendi kuşattılar. Bunlar Oruç Reis’e:“Bırakma bizi baba!...” diye seslenince Bu feryad, büyük Türk denizcisini can evinden vurur. babalık ruhu, onu evlatlarının yanına sürükler Fakat leventleri şehid edilmiştir. kalan levendleriyle düşmana son kez saldırır kılıç kaldıracak kuvvet kalmamıştır Hepsi şehid düşer Oruç Reis tek koluyla düşmanı haklar bir mızrakla göğsünden vurulur ve şehid edilir Mübarek başını göğsünden ayıran ispanyollar onun başını Cezayir Valisine gönderirler

KANUNİNİN ATININ ÜZENGİSİ

Sultan I. Murad devrinde kurulan ve daima padişahın yanında olan
Yeniçeriler, yalnızca askerlikle uğraşır ve zanaat ile meşgul olmazlardı Sultan Süleymanın seferde üzengisi kırıldı. bir yeniçeri tamir etti. padişah, atına bindi. Üzengiyi kimin yapdığını sordu. Kanuni:“Yeniçeri neferinin zanaatla uğraşması kanuna aykırıdır.” Diyerek, yaptığı iyilik için önce ihsanda bulundu, sonra kanuna aykırı iş yaptığı için ordudan ayırıp memleketine gönderdi.

YÜZ SOPA

Sultan Süleyman, gençliğinde zamanın meşhur alim ve hocalarından çok iyi eğitim almıştı. diğer şehzadeler gibi sanat öğrenmesi gerekiyordu İstanbul’un en meşhur kuyumcusuna gönderildi. mesleğinin bütün inceliklerini öğrendi ustasının verdiği işi yapmayınca. Ustası Sana yüz sopa vuracağım” diye yemin etti. Şehzade Süleyman annesine söyleyince Valide Sultan ustaya oğlunun affını rica etti ve bin altın ihsan etti. ustası Şehzade Süleyman’a bin altın vererek, yüz adet altın tel yapmasını emretti. Telleri bir araya getiren usta tellerle Süleyman’a bir defa vurarak yeminini yerine getirdi.

OSMANLILAR KARŞISINDA

Avrupa Hristiyan dünyası Osmanlılara karşı daima birleşmişlerdi.
I.Viyana kuşatmasında, şehri savunan Haçlı subaylarından bir Alman ile Portekizli münakaşa etmişler ve sabahleyin birbirlerini düelloya davet etmişlerdi. tam kılıçlarını çektikleri sırada, Osmanlı topçu ateşi başladı ve Osmanlı askeri hücum etti. Alman subayının sağ, Portekizlinin sol kolu kopmuştu. iki düşman, hücum eden Osmanlı askerine karşı tek vücut gibi bitiştiler. Biri sol, diğeri sağ eline aldığı kılıçla Osmanlı askerine karşı savaşdılar. 1 Osmanlı askerimiz
şehid düşerken kendileri de ölmüştü


KILIÇ ALİ PAŞA HAMAMI

Kılıç Ali Paşa, Tophane’de yaptırdığı cami inşaatında işçileri kontrol ediyordu. Güzel yüzlü, saf bir Anadolu çocuğu olan işçi, sırtına kocaman bir taş almış, iskele basamaklarından çıkıyordu, taşı yere koyacağına tekrar iskeleden iniyor taşı yere koyuyor, tekrar sırtına alıp yukarı çıkıp, tekrar aşağı iniyordu. Bu durumda Kılıç Paşa, genç amelenin yanına vardı ve sordu. Kılıç Paşa’yı tanımayan bu genç:
“Efendi Baba, ben ameleyim, ücretle çalışıyorum inşaat mübarek bir camidir Ben gece elimde olmadan kirlenmişim. gusletmem icabeder Halbuki burada hamam yok, mesai başladı. Bırakıp gitsem, iş geri kalacak ve ücretim helal olmayacak. kirli vaziyette taşın camiye konmasına da gönlüm razı olmuyor. Bu amelenin samimiyet ve sadakati Kılıç Ali Paşa’yı duygulandır dı bir miktar para vererek hamama gönderdi. camii mimarı Koca Sinana Mimarım, muradım odur ki, acele hamam inşa oluna. Bırak camimiz geri dursun. Evvel hamamı inşa ile Ümmet-i Muhammed’in istifadelerine, Allah rızası için hizmete âmâde kılaım. Sonra camiyi tamamlarız” dedi ve hamam inşasından sonra cami inşaatı tamamlandı.


DERYA ÜZRE CAMİ

Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, padişah III. Murada çıkarak, bir cami yaptırmak istedi. Fakat şair ve nüktedan bir padişah olan 3. Murat Sen ki deryalar serdarısın. Muktedir isen camii derya üzre inşa et! Sana karada yer yoktur” diye ferman buyurdu. Kılıç Ali Paşa gayet soğukkanlı Hünkarımız doğru derler evimiz de, mekanımız da deryadır mabedimizin derya üzredir deyip huzurdan çıktı. Fakat deniz üzerinde cami nasıl yapıla caktı? en büyük mimar Koca Sinana vardı Tophanede inşaatın yapılabileceğini söyledi Mimar Sinan’ın inşaat yerini beğenmesiyle Kılıç Ali Paşa, kadırgalarla Anadolu sahillerinden iri kayaları taşıttı Tophane denizini doldurdu. birkaç günde küçük bir ada meydana geldi. sahilde ahşap bir köprü inşa edildi. Mimar Sinan Eserini tamamlayınca Deryalar kudursa ve azgın dalgalar kubbenin tepesinden aşsa, yine bu mabed kıyamete kadar kalacaktır” dedi. Sonraki asırlarda, sahil ile caminin bulunduğu ada doldurularak cami denizden içeride kalmıştır.


HAKANİ MEHMED BEY’İN RİCASI

1600 senesine kadar, küçük devlet memurları ve halk İstanbul’da ata binemezdi. “Hilye-i Peygamberî” adlı eseri yazan Hâkânî Mehmed Efendi 1598 de yetmiş yaşını geçmişti Vazifesi Babı âlî , evi de Edirnekapı’da idi. Padişah III. Mehmed, eserine karşılık ne mükafat istediğini sordu. Mehmed Efendi ihtiyar oldum. Her gün yayan gidip gelmeğe kudretim kalmadı, müsaade buyurulursa hayvan ile gidip gelmek istiyorum” dedi. Padişah, bu kadar kıymetli esere rağmen kanunu bozmadı. Bâbıâlî civarında bir ev alındı ve arzusunu bu şekilde yerine getirildi

TOPRAK TAŞIMAYA GİDERÜM

14.cü Osmanlı Padişahı I. Ahmed 14 yaşında tahta çıkmış ve 14 sene hükümdarlıktan sonra 28 yaşında vefat etti. Ölüm döşeğinde hocası Mustafa Efendiye Hocam, 28’de kaç 14 vardur” dedi. Mustafa Efendi:“İki defa devletlûm cevabını verdi. Sultanahmed camiinden ezan sesi gelmeğe başladı. Sultanın hocası, padişahın, cami inşaatında eteği ile toprak taşıdığını hatırladı.sultan ahmet sultan ahmet camiinin inşaatında İşçileri şevke getirmek için her hafta inşaata gitmiş ve eteği ile toprak taşımıştır Ezandan sona Sultan Ahmed ayağa kalkmak istedi hocası Mustafa Efendi sordu Ne oluyorsun Devletlû?” dedi. Padişah Toprak taşımaya giderim hocam!...” dedikten sonra Kelime-i Şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etmişti.


KOCA CAFER PAŞA

Avusturya ordusu serhad kalemiz Temeşvar’ı muhasara etmişti. Kaleyi, ihtiyar fakat çok tecrübeliolan Koca Cafer Paşadan almak zordu. Kale 4 sene düşmana karşı koydu. Açlık, yorgun luk muhafızları bezdirmedi. kaleye 4 yıldır yardım gelmemişti. Avusturyalılar kaleyi alamayınca kumandanı Koca Cafer Paşa’ya bir mektup gönderdi Zahireniz tükenmiştir, büyük bir Avusturya ordusu üzerinize doğru geliyor. Kaleye imdad ihtimali kalmamıştır. Kaleyi teslim ederseniz harçlık olarak size birkaç bin duka altın verilecek tir.” Deniyordu. Koca Cafer Paşa mektubu gülümseyerek okudu. gözlerini, mektubu getiren elçiye dikti. Yanındaki askerden ekmek istedi. Osmanlı askerinin yediği ekmeği düşman elçisine gösterdi ve:
muhafızlarımın çektiği ızdırap ve mahrumiyet doğrudur işte askerimizin yediği ekmek. Bu kale benim değil milletimindir. Ben kaleye muhafız edilmişim. Bana ait olmayanı başkasına veremem. Sonuna kadar müdafaayla mükellefim. Ben servet sahibi değilim. Rüşvet muradım değil dir. Miras olarak evladıma, getirdiğiniz mektubu bırakacağım.” Dedi ve topallayarak yürüdü. Muharebede sakatlanmıştı. Elçiye dediki Görüyorsunuz ki ihtiyarım, ayağım sakattır. Sizin kumandan genç ve dinçtir. birer kılıç alıp. İkimiz Temeşvar kalesinde döğüşelim kumandanınız beni öldürürse kaleyi derhal size teslime söz veriyorum. kumandanınızı haklarsam buradan gitmeyi taahhüd eder misiniz?”düşman elçisi ihtiyar kumandanın cesareti karşısında dona kaldı. Kaleyi bırakmayacaklarını anlayıp, gitti. Muhasara devam etti. Taarruzu şiddetlendiren düşman hiç bir netice alamadı Padişah II. Mustafa ordunun başında Macaristan seferine çıktı. Temeşvar yakınlarına geldiğinde Avusturya muhasarayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldı


DENİZE DÜŞEN YILANA SARILIR

Mısır Valisi Kavalalı Ali Paşa’nın isyanı büyüyünce Sultan II. Mahmud çaresiz kaldı. Mehmed Ali Paşa Kütahyaya kadar geldi. II. Mahmud Han, İngiliz ve Fransızlardan yardım istedi ise de onlar bunu “Baba-oğul arasındaki mesele” addederek yardım etmediler. yapacak bir şeyi kalmayan Sultan II. Mahmud Ruslardan da yardım istedi. Anadolu’da gözü olan Rus Çarı, severek kabul etti.
Ruslara tepki gösteren vezirlere, sultan Mahmud:“Ne yapalım, denize düşen, yılana sarılır” diye cevap verdi.

ÇAPANOĞLU GİBİ ARKAN VAR

Sultan II. Mahmudun hakimiyetlerine son verdiği Anadolu’nun* meşhur derebeyi sülalelesi Yozgat’taki Çapanoğullarından Çapanoğlu Süleyman Bey, merhametli ve zayıfları koruyan bir beydi. zayıflıktan iskeleti çıkmış bir eşek, Çapanoğlu konağında dolaşırken, açlıktan kapı ipini kemirir İp sallanınca çıngırak çalar kapıyı açan uşaklar, eşeğe acır ve Çapanoğlu’na haber verirler. Hayvancağızı gören Süleyman Bey, eşek sahibini buldurur ve okkalı bir sopadan sonra hayvana günde beş okka arpa yedirip tımar yapacak ve her hafta göstereceksin der.
bakım sonunda hayvan semirir avazınca anırır. Eşek anırdıkça sahibi mahzun mahzun şöyle der Anır eşeğim anır, Çapanoğlu gibi arkan var.

BEN NASIL BİRİ İKİ EYLEDİMSE

Sultan Abdüllmecid zamanında 1853-1856 Kırım harbinde Serdar-ı Ekrem Ömer Paşanın Osmanlı ordusu Tunaya sevk edilmiştir Koca Halil ismindeki topçu neferi, ruslara kök söktürmüştür düşman ateşinde bir şarapnel karnına isabet etmiş bağırsakları çıkmış. Bir eliyle bağırsaklarını karnına teperken bir eliyle de koynundaki bir tüfek mermisini siper arkadaşı ve hemşehrisi Mehmed’e vererek:-Hemşerim, bu kurşun, Moskof harbinde babamı şehid etmiş. Ben çocuktum. Babam bu kurşunu bana yadigar göndermiş. Şimdi bu kurşunu ve kanımla boyanan gülle parçasını al ve sağ salim köye dönersen, oğluma ver ve de ki; “Baban Allah yolunda, vatan uğrunda ben basıl biri iki ettiyse o da ikiyi üç etsin gücü tükenen Koca Halil yere yıkıldı ve Kelime-i Şehadetle şehid oldu.


BU ASLAN İSTİRAHAT ETSİN

1762 de Prusya kralı II. Frederik, Fransa, Avusturya ve Rusya ile harpteydi. Osmanlıdan yardım istedi. Sadrazam Ragıb Paşa, yardıma niyetli değildi. III. Mustafa, Ragıb Paşa’ya kızarak:
Lala, ne düşünürsün para lazımsa Edirnekapı’dan Rusçuk’a altın döşeye bilirim” dedi. Ragıb paşa:“Devlet-i Aliyyemiz savaşlarda aslan olduğunu düşmana göstermiştir. Fakat tırnakları aşınmış, dişleri dökülmüştür düşman halimizi anlarsa müşkil olur. Bırakalım aslan istira hat etsin” cevabını verdi.

ASTAZE

Osmanlı seferde iken, ekine zarar vermemeye dikkat gösterirdi Sultan Süleyman devri. Osmanlı ordusu Sadrazam İbrahim Paşa kumandasında Avusturyaya sefere çıkmış. Düşman topraklarında ilerliyordu Serdarın otağının yanında bir yanda Tuna nehri, diğer tarafta ekili tarlalar vardı. otağın çavuşu, tarlaya girme diyince askerler bir adamı yakaladılar.Serdar-ı Ekremin emri vardır deyip Serdarın otağına götürdüler serdar Nasıl ekin tarlasına girersin?” dedi.“Sultanım kulun Ekin olduğunu bilir amma, ekinde “astaze” vardır, dedi serdar ibrahim paşa Merakla sordu:“Ya astaze dediğin nedir?”“Ekin içinde yaya yoludur Sultanım. Bura halkı ekinde yaya bir yol bırakır.” Paşa hazretleri döndü:“ içim rahat eyledi. askere söyleyin, zorda kalırsa astazelerden geçsinler. Sakın ekine basılmaya. Allah indinde mes’ul oluruz.”*

EŞEKLERİN YARDIMI

Osmanlı ordusu 1645 de Yusuf Paşa kumandasında Girit adasına çıkmıştı. adada pek çok eşek bulunuyordu. Sahile çıkan Osmanlılar, eşekleri toplayıp eşyalarını bunlara yükleyerek, kuşatmaya aldıkları Hanya kalesine taşıdılar. Kaleyi savunan Venedikliler “Çok yazık, eşeklerin Osmanlılara yardım ettiklerini bilseydim, Osmanlılar gelmeden eşeklerin hepsini öldürtürdüm” diye üzülmüştür


TAVSİYE ETMEM MAJESTE

Fransa İmparatoru III. Napolyon, sarayda Osmanlı sefiri Ahmed Vefik Paşaya yaklaşıp vilayetimiz Beyrut’a sözü getirerek Beyrut’u işgal için Fransız askeri yola çıkıyor, diye sefirimizi tehdid eder. Paşa Tavsiye etmem Majeste, der. Osmanlı süngüleri Fransız askerini denize döker... İmparator alayla :-Ekselans, bu sonuca askeri bilgilerle mi varıyorlar, diye sorunca, Vefik Paşa:-Hayır, tarihi bilgilere dayanarak... amcanız I. Napolyon da Akka kalesinde böyle bir ders almışdı, diye cevap verir.


İPEK TÜCCARLARI

Bir gün Yavuz Sultan Edirne’ye giderken, onu uğurlayan kafilede Şeyhül islam Ali Efendi de vardı. Dönüşte 400 kişi lik bir grup esir edilmişti Nereye götürüldüğünü sorunca yasağa rağmen ipek satın alıp, idama mahkum edildiler diyince Şeyhül islam Ali Efendi Edirne’ye giden padişaha yetişti ve:“Bu 400 kişinin katli helal değildir, mes’ul olursun, katlettirme Yavuz kızınca Sultanım, bunların suçu halk nizamını bozar mahiyette değildir.Ümmet-i Muhammed’in erkeklerine haram olan ipek, kadınlarıa helaldir. Diyen Zembilli Ali Efendi’nin sözleri, çok kızan Yavuz’un öfkesini dindirir ve hak vererek 400 kişinin serbest bırakılmasını emreder

BENİM PEYGAMBERİM BENİ KURTARIR

*
Oruç Reis esir edilmiştir Bir süre sonra zindandan çıkartılarak gemide küreğe çakılır Papazlar ve Şövalyeler, İtalyanca, Rumca ve İspanyolca bilen ve sözü olan Oruç Reis ten zevk alırlar Şövalyeler ona hürmet duyarlar ona:
Ey Osmanlı! Sen güzel sözlüsün Bizim lisanımızı fevkalade konuşursun. Müslümanlıkta ne buldun? Gel dinimize geç! Adı sanı belli olursun. Büyük şövalye ve kaptan yaparız seni” dediler. Oruç Reis:“Kâfirlerin iyiliği bu mudur? Dinimden dönüp hükümdar olmaktansa müslüman esir kalmayı tercih ederim. Şu resimlere taparsınız. onları ateşe atsalar çölde kuyuya bıraksalar, balta ile pare pare eyleseler, kendilerini kurtarmaya kadir değildirler.” Dedi. Şövalyeler:“Görelim Peygamberin neyler, dediler. Benim Peygamberim iki cihan fahridir. evliya* ve enbiya ondan şefaat umar. Hepsine şefaati o eder. Hak teâlâ’nın avni ve inayeti ile gelip beni kurtaracaktır.. Şövalyeler gülerek:“Hele küreği çekmeğe devam et. gönlünü hoş tut. Peygamberin seni kurtarsın.” Dediler. Bir gün gemi şiddetli fırtınaya yakalandı. Oruç Reis’in zincirleri de koptu kendisini denize bıraktı. Dalgalarla boğuştu sahile ulaştı. .Bir muharebede kendisini esir eden Şövalyeler Oruç Reis’e esir düştü Onlara şunları söyledi:“Ben demedim mi, Peygamberim beni kurtarır diye! İşte , kurtardı. reisinize söyleyin, ben ona varayım, ne kadar demiri varsa vursun, Peygamberimiz bize, Allah’ın izniyle yine yardım eder.”


BENDENİZ BÎPERVA GEÇERİM

Sultan Abdülaziz Sadrazamlığını yapan Fuad Paşa’ya, zamanın devlet adamlarından Âlî Paşa ile Rüşdü Paşa’nın kendisinden farklarını sorduğunda Efendimiz, yeni yapılmış bir köprüye Üçümüz de gelmiş bulunalım. Bendeniz hemen Besmele çeker ve köprüyü geçerim. Âlî Paşa Besmele çeker ve köprüyü defa larca muayeneden sonra geçer. Rüşdü Paşa kulunuz da, Besmele çeker, bir tabur insanı köprüden geçirir, sağlam olduğuna kanaat etdikten sonra geçer.”

ELÇİ HAZRETLERİ MERAK ETMESİNLER

Kırım harbinde Rusya, elçi olarak Prens Mençikof’u İstanbul’a gönderir. Elçi, Sadrazamdan sonra Hariciye nazırını da ziyareti icabederken Mençikof, sadrazamı ziyaretten sonra Hariciye nazırı Fuad Paşa’yı görmeden elçiliğe gider Hariciye Nazırı Fuad Paşa bunu şahsına hakaret kabul ederek istifasını verir İngiliz elçisi, Fuad Paşa’nın dargın olmasından istifadeyle :-Efendim size olan bu hakaret nedir? bu devletin hali ne olur? Dedi.Fuad Paşa:-Elçi hazretleri, devlet, o makama benden emin ve daha erbab bulup getirmekte zorluk çekmez. makama ehil birini getirmek lazımdır. Devlet-i Aliyye’de zor işlerin ehli eksik değildir. Elçi hazretleri merak buyurmasın benim istifamı kabul edenler, devleti bizden daha iyi düşünürler, cevabını verdi.

BENDENİZDE İKİ FUAD VARDIR

Sultan Abdülaziz Han, Sadrazamı Fuad Paşa ile sürekli istişare ederdi. Sultan İstanbul’daki Mısır Hidivi İsmail Paşa ile görüşecekti. Fuad Paşa mahzurlu buluyordu. Fakat Sultan Abdülaziz’in isteğini gördüğün den, Hünkarımız nasıl arzularsa öyle olsun” dedi. aradan birkaç saat geçince Padişah, Fuad Paşa’nın niçin net cevap vermediğini düşündü. Fuad Paşa bir kağıda şu satırları yazadı Efendimiz, bendenizde iki Fuad vardır. Birincisi Padişahımızın tebeasın Vatandaş Fuad’dır. Vazifesi, Padişaha itaattir. Efendimizin her arzusu ve emri baş üstündedir, her fermanını kabul eder.* İkincisi ‘Sadrazam Fuad’dır. vazifesi ise, padişahımın isteklerine karşı gelmek değil, işin devlete, millete ve padişahıma, faide veya zararı nedir diye düşünmek, bilgi ve tecrübesiyle o iş hakkında fikir beyan etmek verilen vazifeyi bihakkın yerine getirmekdir Padişah Efendimiz meseleyi iki Fuad’dan hangisine sual buyurursa o, cevab verecekdir.”

AĞIRLIĞINCA ALTIN EDERDİ

1780 de İsanbul’a gelen Fransız mühendisi, yanında logaritma cetveli getirir Bâb-ı Âlî’de hükûmte verip:
bu cetvelden anlayan var mıdır? Diye sorar. Kendisi ne, Gelenbevî İsmail Efendi adında bir zatı söylerler.Fransız mühendis, Gelenbevîyi ziyaret eder. Bir kulübeden farkı olmayan İsmail Efendi’nin evinden giren mühendis, karşısına çıkan üstü başı perişan adamın, aradığı kimse olduğunu güçlükle anlayınca, konuşmağa tenezzül etmeden elindeki kitabı uzatır ve:-Bır haftaya cevab bekliyorum, deyip harap evden çıkmak ister. İsmail Efendi bekletmeden, kendisinin telif etmiş olduğu logaritma cetvelini Fransıza verir. Bu cetveli gören Fransız, hayretler içinde kalır ve:-Bu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi, diyerek hayranlığını izhar eder.

MAHKEMEYE HAZIRIM

Tayyarzade Ata Bey, “Enderun Tarihi” kitabında Sultan III. Selim ile ilgili şöyle bir hadise nakleder:III. Selim cesur silahşör ve hüner sahibidir tebdil-i kıyafetle halka karışırdı Bir gün Sultanahmede çıktı. kalyoncu neferi gibi giyinmişlerdi. Sultanahmed Camiinden bir kadın feryadı işittiler. Yeniçeri tulumbacılarından bir zorba, bir kadını çevirmiş; zorluyordu. Kadın Kardeşim! Ben ehl-i namus um Çocuğum hasta. Eczaneden ilaç aldım. Evime dönüyorum. Bana ilişme. diye feryad ediyordu. Tulumbacı sarhoş, gözü kararmış, küfürlerle bıçağını çekmiş, tehdide başladı. Kadın, kalyoncu kıyafetindeki padişahı farketti ve onlara:-Aman kaptan ve kalyoncu din kardeşlerim!... beni bu herifden halas edin diye yalvardı.tulumbacı azıttı ve padişahın üzerine yürüdü. Fakat silahını çıkarmağa vakit bulamadan, Sultan Selim kılıcını çekerek adamı belinden ikiye böldü. Babıâlî’ye şu tezkereyi gönderdi:“Sokollu Paşa yokuşunda maktul olan tulumbacıyı öldürdüm. Veresesi var ise şer’an mahkemeye hazırım”

KAVUK YERİNE MİĞFER

Osmanlı da en büyük yenileşmeyi yapan Sultan II. Mahmud, bütün icraatları için Şeyhülislam Mehmed Efendi’den fetva almıştı. Yeniçeri ocağının kaldırılması fetvasına çok memnun olan padişah, ona çok kıymetli bir elmas yüzük hediye etmişti.
Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla kurulan Nizam-ı Cedid ordusunun kıyafetleri Avrupa’dan alınmıştı. Yeniçeri kavuğu yerine miğfer giyilmesi gerekiyordu. Şeyhülislam’ın fetvası gerekliydi. Mehmed Efendi sarayda Padişahın yanına oturtuldu. İkindi güneşi, mehmed Efendi’nin gözüne geliyor ve rahatsız ediyordu. istediği fetvayı almak isteyen padişah sordu:-Efendi Hazretleri, güneşe dayanamadınız, ya askerlerim, kafirlerle güneşe karşı nasıl harbederler, diye sorunca Şeyhülislam kavuk yerine miğfer giyilebilir, şeklinde padişahın istediği fetvayı verdi.

EMREDİYORUM PAŞA!

Sultan II. Abdülhamid döneminde Ferik(Orgeneral) Hasan Paşa ile oğlu Müşir(Mareşal) Deli Fuad Paşa merasime gideceklerdi. Arabada rütbeye göre önce Müşirin binmesi gerekiyordu. Fakat Müşir, Ferikin oğlu olduğundan, babasına -Buyurun, dedi. Babası:-Hayır, siz Müşirsiniz. Önce siz deyince Fuad Paşa Paşa hazretleri emrediyorum, arabaya bininiz, der. Ve hem askeri adab, hem de ahlaki edeb yerine gelmiş olur Sultan Abdülhamid, ertesi gün Hasan Paşa’yı da Müşir rütbesine yükseltir

BİN YIL YAŞASAK YİNE CİHAN BU

Sultan Mehmed Reşad’a mesane ameliyatı yapılacaktı. Güçlükle yürüyerek ameliyat masasına gelince ellerini açarak ve kıbleye dönerek, duada bulundu:-Ya Rabbi! Milletimin ve memleketimin mukadderatını hayırlara tahvil et! memleketim ve milletime muzır olacaksam ameliyatdan kaldırma!.. dedi. Etrafıyla helalleştikten sonra ameliyat için cesaret ve metanetle yattı.Ameliyat başarıyla geçtikten sonra tebrike gelenlerin; “Mâşaallah iyileştiniz. Artık yüz seneden fazla muammer olursunuz!” gibi sözlere Sultan Reşad:-Ne kadar yaşayacağımızı bilemeyiz. Cenâb-ı Hak bilir. Mukadder ne ise ömrümüz o olur. Yalnız diyebiliriz ki:Bin yıl yaşasak yine cihan bu ,Gerdiş bu, zemin bu, asuman bu!..

DÜŞMAN ASFALT YOLLARDAN MI GELDİ

I. Balkan Harbinde Osmanlı İttihatçıların orduya siyaseti sokmaları ve subayların fırkalara ayırmalarıyla devamlı geri çekiliyordu Edirne düşmana geçince Osmanlı Çatalcada savunmaya geçtiler. Yunanlılar denize Bulgarlar ise demir yoluna hakim olmuş Osmanlının zorda kalmıştı.
Sultan Reşad üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor, çareler arıyordu. fikrini açıkladı:-Ben Sancak-ı Şerifimle bizzat cepheye gidiyorum. Asker, padişahını görünce büyük bir şevkle düşmana saldırır ve durdurur.Harbiye Nazırı Nazım Paşa padişaha gelerek:-Bu kış cepheye gidip ne yapacaksınız padişahım? Çamurdan çıkılmaz. Hayvanların ayağı, araba tekerlekleri çamura gömülür, deyince Sultan Reşad:-Paşam! Düşman buraya hep asfalt yollardan mı geldi? Cevabını verdi. neticede padişah yaşlı olmasından dolayı devlet onun cepheye gitmesini doğru bulmadı ve İstanbul’da kaldı. toparlanan Osmanlı ordusu, hücuma geçerek Edirne’yi geri aldı.

BENİM MİLLETİMİN OCAĞI YANIYOR

Bir Ramazan gecesinde Yıldız Sarayı yanmaya başladı. İstanbul işgal edilmiş İngiliz itfaiyesi yangını söndürmeye çalışlıyordu. Devletten kimse gelememişti. Çünkü saray ablukadaydı Padişah Zat-ı Şahane, sırtında gecelik entarisi ve üzerinde pardesüsüyle ayaktaydı. Telaşlı değildi. Köşkün bekçibaşısı ağlıyordu. Hünkar:-Benim milletimin ocağı yanıyor, ben onu düşünüyorum... kendi evim yanmış, ne ehemmiyeti var, dedi.

DİN VE DEVLET UĞRUNDA ÖLMEYE GELDİ

1853 te Rus ordusu, Tunadaki Silistre kalesini kuşatmıştı yardım için memleketin her tarafından gönüllü geliyordu. Aydın’ın tanınmış efeleri Isparta eşrafıda vardı. en çok dikkat ise 7 yaşında, mükemmel silahlanmış bir çocuktu. Kale kumandanı çocuğa hayretle bakarak:-kimdir? Diye sordu. Babası öne çıktı ve:-Oğlumdur efendim. Moskofa karşı harpi duyunca yanımdan ayrılmadı. Din ve devlet uğrunda ölmeye geldi.Bu sahne bütün askerlerin gözlerini yaşarttı. Kumandan çocuğu okşadı. Harpte Anadolu çocuğu babasından ayrılmadı beraber savaştı. bir hücumda babası esir düşerken onu kurtarmağa muvafak oldu.



PADİŞAH MEMLEKETE HAİNLİK ETMEZ

Sultan Abdülhamid in son senesinde İttihad ve Terakki iktidarı ele geçirince, halkı padişah aleyhinde kışkırttılar Dr. Nazım, Aydın’da tütün tüccarı sıfatıyla ileri gelenlerle görüşü yordu. meşhur efeler Çakıcı Mehmed in yanına da gitti. Efe’ye:“Sultan Abdülhamid devlete hainlik ediyor. ortalığı hafiyelerle doldurdu. Bunların dağıtılması lazım” demesiyle Efe, Nazım Bey’e dönerek:“Padişah hainlik etmez. Hafiye işine gelince, ben eşkıyayım. Dağda gezemem için jandarmadan haberdar olmam lazım. köylerde yirmi den fazla hafiyem var. onlar olmasa dağlarda dolaşamam. eşkıyanın hafiyeye ihtiyacı oluyor da devletin padişahının niçin olmasın. Onun hafiyeleri olmasa, bir gün bile devlet ayakta kalamaz. münasebetsiz laflar etmeyin ve derhal burayı terkedin” diyerek Nazım Bey’i kovdu


ASİL RUH

1854 kışında Silistre kalesini kuşatan Ruslar, bir avuç Osmanlı karşısında zordaydı Ağır kış şartlarında erzak tükenmiş, açlık ve soğuktan kırılıyorlardı Zabitlere:-Açız!... ekmek,. diye bağırdıklarında, zabitler:-İşte kale... zaptedin karnınızı doyurun... diye cevap veriyorlardı. aç kalan Rus askerleri Osmanlı siperine yanaşarak:-Ekmek... diye el uzatıyor Osmanlı askeri asil ruhlarıyla süngülerine ekmek takıp Rus siperine uzatıyorlar ve kana susamış Rusların aç karınlarını doyuruyorlardı. Rusların cevabı ise şu oldu: şehri zaptedemiyeceklerini anlayınca yağlı paçavraları ateşe verip, şehirde yangın çıkardılar. yangınlar bir felaket oldu bir derviş:-Ey Müslümanlar korkmayın!... Moskof Kadir gecesi kaçacak, Müslümanlar muzaffer olacaktır, diyerek askerin maneviyatını arttırdı.Kadir gecesi Ruslar Silistre muhasarasını bırakıp, mağlup vaziyette gittiler. Silistre müdafileri kale burçlarında ezanlar okuyarak zafer şenlikleri yaptılar.

PATRONA HALİL VE SULTAN AHMED

18. Yüzyılda, Osmanlı teknolojide geri kaldığını görerek, dinin emrini yerine getirmek için memleketi geliştirmek istediler. Buna ilk öncülük yapan, Sultan Üçüncü Ahmed idi.Lâle Devrindeki
yenilik lere orduyu da ilâve etmek isteyince ilimden uzaklaşmış, rezaletin hakim olduğu Yeniçeriler telaşlandı nizâmi ordu için Fransızlar getirtilerek kışla kurdurulması, bozulmuş
Yeniçerileri ve yenilikleri yanlış anlayanları ve Osmanlı düşmanlarını hareketlendirdi.kışkırtıcılığa müsait olan Patrona Halil 1730 da isyâna başladı. Bâbıâlî’nin tâtil olduğu ve Sultan Üçüncü Ahmed in İran Seferine Hareket etmesi isyancıların işini kolaylaştırdı. İsyana, Yeniçeri Ağası Hasan Ağa, 300 kadar kuvvetle karşı koymak istediyse de, kardeş kanı dökülmemesi için geri çekildi. Bu âsîlere güç verdi. İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa, isyânı haber alır almaz, pâdişâhı haberdâr etti. Sultan Ahmed İstanbul’a geldi Lâle Devrinin barış, ve huzûruna alışan devlet adamlarının kardeş kanı dökülmesini istememeleri, isyâncıları cesaretlendirdi. Âsîler 41 kişinin teslimini istediler. Listede; Sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa, Kaptan-ı deryâ ve İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa, Şeyhülislâm Abdullah Efendiyle otuz yedi kişinin daha isimleri vardı. Sultan Ahmed, âsîlerin istediği şahısları vazifeden alıp, İstanbul’dan uzaklaştırarak, hâdiseleri önlemek istedi. Vezirliğe Silâhtar Mehmed Paşa tâyin edildi. Dâmâd İbrâhim Paşa, âsîlerin eline geçince, Kaymakam Mustafa ve Mehmed paşalarla berâber hunharca öldürüldüler Sultan Ahmed tahtını; katliamları önlemek için yeğeni Şehzade Mahmûd’a bıraktı. Birinci Mahmûd 15 Kasım 1730 da Patrona Halil ve ekibini imhâ ettirip, İstanbul’da âsâyişi sağladı. Devlete tâyinlerde bulunup, isyâncılardan eser bırakmayarak, devlet otoritesini tesis etti. devlet isyandan büyük zarar gördü. idareciler yeniliklere yönelemedi

SULTAN III. SELİM VE KABAKÇI MUSTAFA

On sekizinci yüzyılda Osmanlı iç ve dış düşmanla mücâdele ediyordu. 1789 Fransız ihtilâlinden sonra Avrupa’daki olaylar Osmanlıyı etkilemedi. Sultan Üçüncü Selim“Nizâm-ı Cedîd” adlı askerî, mülkî, idârî, ticârî, içtimâî ve siyâsî ıslâhâtlara girişerek devlete hayât ve canlılık getirdi. Bu durum Rusya, Fransa ve İngiltere’nin hoşuna gitmedi. Osmanlının toparlanmasını istemiyorlardı. Selim Hanın kurduğu modern Nizâm-ı Cedîd ordusunu istemeyen Yeniçeriler ile menfaatçi ve Osmanlının yıkılmasını isteyen hâinleri harekete geçirdiler. Akka mağlubiyetini unutamayan Fransızların İstanbul Sefîri Sebastiani’nin teşvik ve Selânikli dönme Sadâret Kaymakamı Köse Mûsâ’nın tahrikleriyle âsîler ayaklandı Haseki Halil Ağa’nın parçalanarak öldürülmesiyle isyân başladı. Kabakçı Mustafa lider seçildi. Kabakçı Mustafa yıllarca Balkanlarda dolaşmış, Rusya’da ihtilal eğitimi almış profesyonel bir ihtilalciydi. Türk tarihinde ihtilaller devri başlıyordu. Sultan Üçüncü Selim Müslüman kanı dökülmesini istemedi. “Bu işlere sebep, benim hilmim yumuşak huyumdur” demesi üzerine, Nizâm-ı Cedîd askerleri kaldırıldı Köse Mûsâ ile Çardak ve Unkapanına gelen âsîlerle, Yeniçeriler birleşip, Nizâm-ı Cedîd taraftârı devlet adamlarını katlettiler. Pâdişâhı istemiyoruz diye bağıran âsîler, 29 Mayıs 1807’de Sultan Üçüncü Selim i tahttan indirip, yerine Sultan Dördüncü Mustafa yı geçirdiler. Bütün ilerleme ve yenilikler durduruldu. Kabakçı Mustafa Turnacıbaşılıkla Boğaz’a tâyin edildi. Hükûmetde nüfûz sâhibi oldu. Temmuz 1808’de Boğaz’daki evinde öldürüldü. isyanın bedeli ağırdı. Devlet, elli sene kaybetti. Teknolojide, Batıya yetişmek hayal oldu.*yeniliklere devam edildi. Batı Osmanlının ilmi ve teknik ilerlemelerine mani olmak; ve zayıflatmak için bütün güçleriyle çalıştı Osmanlıya gönderilen sefirler, tüccarlar, bilgin ve ajanlar azınlıkları tahrik ederek, devlet adamlarını kullanarak Osmanlıyı tarihten silmek istediler. Okumak, ilim irfan sahibi olmak için Avrupa’ya gönderilen Türk gençlerinin beyinlerini yıkayarak, bedeni Türk; fakat düşünüşü, anlayışı ve yaşayışı itibariyle tam bir Avrupalı haline getirdiler. Osmanlı Padişahları ve Osmanlı elitleri, örf ve âdeti muhafaza ederek, Batı’nın sadece teknolojisini istiyordu. Fakat beyni yıkanmış Batı hayranları teknolojiyi değil, Batı’nın rezilliklerini getirdiler.

BENDEN BUNLARI İSTEMEYİNİZ

Sultan Abdülmecid zamanında, Rus işgaline karşı Lehistan’da, Avusturya baskısına karşı Macaristan’da ayaklanmalar olmuş, fakat şiddetle bastırılmıştı isyanlara karışanlar Osmanlıya sığınmışlardı. Avusturya ve Rusya, kaçakların iadesi için Osmanlıyı sıkıştırı yordu. mesele büyüdü. Rus sefiri bizzat padişahtan mültecilerin verilmesini istedi. Fakat Sultan Abdülmecid şu sözlerle reddetti:
“Benden bunları iadeyi asla beklemeyiniz. Ben, kendisine sığınmış adamlardan bir tanesini geri vermemek için devletini feda eden Yıldırım Han’ın torunuyum. size yüzlerce kahramanı verip namusumu kirletir miyim sanıyorsunuz?


MAHMUD HAN ZAFERE ULAŞTI

Sultan Birinci Mahmûd İrana ordu gönderdiğinde, Mehmed Emin Tokâdî hazretleri talebesi İshakzâde Yahyâ Efendiye gitti. Mübârek gözleri kan çanağına dönmüştü. "Benim için bir oda ayırınız!" dedi. tefekküre, başladı. ikindi namazı için dışarı çıktı. Talebesi; "Bir mikdâr yemek yeseniz münâsib olurdu deyince; "Yok Yahyâ Efendi. Ben Ertesi gün neşelice dışarı çıkıp; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ duâlarımı kabûl buyurdu. Mahmûd Han zafere ulaştı. Sultan Mahmûd'dan çok ikrâm gördüm. ona duâ ederek zaferine vesîle olduk. hakkını ödedik. Bu günü bu saati bir yere yazınız." buyurdu.Sultan Mahmûd'un zafer haberi geldi. Tam Mehmed Tokâdî hazretlerinin zaferi müjdelediği gün ve saate rastlıyordu.

ŞEHİD SULTAN GENÇ OSMAN

26 Şubat 1618 de babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa’nın rahatsızlıktan tahtı bırakmaya mecbur olunca genç Osman sultân oldu.İkinci Osman’ın tahta çıkışıyla İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi. 1620 de Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini geçerek Otrantodan Adriyatik’e geldi. Dırazda iki İtalya gemisini ele geçirdi. Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi İtalya’ya asker çıkardı. Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa zaferini Pâdişâha ve şeyhi Üsküdarlı Azîz Hüdâi hazretlerine bildirdi hayır duâ aldı.Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya cephe almıştı. İhânetiyle azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlıya saldırdı. Özi Beylerbeyi İskender Paşa, harekete geçip bu kuvvetleri Turlada imhâ etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet alındı.

Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya cephe almıştı. İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, harekete geçip kuvvetleri Turla Nehrinde imhâ etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahîre ganîmet alındı. Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, için bir donanma kurrak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, Akdeniz ve okyanus donanmalarıyla çembere almak gâyesiyle 21 Mayıs 1621’de Cumâ namazınıdan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621’de Hotine varıldı ve kale kuşatıldı 35 gün devâm eden muhârebede kale düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itâatsizliği ve devletteki geçimsizlikler, kesin netîcenin elde edilmesine mâni oldu Nogay tatar beyi Kantemir Mirzâ Kırım Hânının oğlu Nûreddîn, Lehistana akınlarda bulunarak ganîmetle döndüler. kış gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü.

Lehistan Seferinde muvaffak olamadığına Sultan, asker lerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve ıslâhâtlar istiyordu. Kapıkulu ocakları nı kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişâh emirlerine itâat eden bir ordu istiyordu. saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında
esaslı değişiklik düşünüyordu. Ancak onun ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı çok çekimser davranıyordu. Osmannın hacc arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandı lar. Osman Hanın haçtan vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. isyan Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu.İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren câniler, ağır ve kötü sözlerle Orta Câmiye Genç pâdişâhın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu. Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan koymuştu.

İkinci Osman, kendisine eziyet eden ocak ağalarına“Dün sabah pâdişâh-ı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına ihânet ettiler.” diyerek yalvardı ise de, sözlerin cânilerde tesiri olmadı.Orta Câmide Genç Osman’ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi. Yeniçeriler, Sultan Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı., çok hâin bir kimse olan yeni Sadrâzam Dâvûd Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldu Osman Hana kasd eden Dâvûd Paşaya; “Behey zâlim, sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı.Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, Sultan Osman’ı Yedikulede boğmalarını emretti. sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyreden halk, o târihte kadar görülmemiş bir kalabalıktı

Yedikule’ye vakit akşama yaklaşıyordu. Dâvûd Paşanın emriyle cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin. Yarına kalmasın.” dedi.Sultan Osman, perişân, aç ve uykusuz olduğu hâlde kendisini son nefesine kadar müdâfaaya karar vermişti. On cellâdın ilk hücûmu netîce vermedi. Bire on olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemedi Kementten başka silâh kullanmak istemiyorlardı. Çünkü hânedânın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen, balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. arkasından gelen bir cellat, baltası ile omuzuna vurarak yaraladı. cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü. câniler üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622). Şehit Sultanın cenâzesi Topkapı Sarayına götürüldü. cenâze törenine hazırlandı. Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi.

Genç Osman’ın şehit edilmesi târihimizin en acıklı olayıdır. Anadolu’da bâzı isyânlara sebep oldu. Millet, pâdişâhın öldürülmesini hazmedemedi kâtillerini nefretle andı.Sultan İkinci Osman Han güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı iyi bir binici, silâh ve harp âletlerinde mâhirdi. binicilikte akranı pek azdı, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı, kendisine hâzin sonu hazırlamıştı. Niyyeti hidmet idi saltanat ü devletine Çalışırdı hâsid ü bedhâh onun eceline nekbetti Sultan Genç Osman dînî ve fennî ilimlerde âlimdi. Fârisi mahlasıyla dîvân’ı vardır.


BU DEVLETİN AYAKTA KALMASI İÇİN

Sultan II. Mahmud Han zamanında Harput’ta yetişen büyün alimlerden Abdurrahmân-ı Harpûtî, İstanbulda bir vazîfe verilmemesi üzerine memleketine döndü. dersler verdi . Bir müddet sonra memleketini terk ederek İstanbul'a gitti. vakit namazı için girdiği Ayasofyada bir levhaya gözü takıldı. Bu levhadaki ibâreyi,kim doğru hâllederse, mükâfatlandırılacaktır." yazıyordu. ibâreyi çözen Abdurrahmân-ı Harpûtînin kâğıdları sultânın huzûrunda tetkik edildi Abdurrahmân Efendinin yüksek bilgilerle donatıldığı anlaşıldı ve saraya dâvet edildi. sultânın huzûruna çıkarıldı. İkinci Mahmûd Han; "Siz hocamsınız." diyerek onu yanına oturttu büyük iltifâtlarda bulundu. Üsküdar'da ev verildi ve evlendirildi.

Osmanlı Devletinde yeniçeri isyânları önlenemez olmuştu Tâlim ve eğitim istemiyorlar, savaşı reddediyorlardı. harp öğretilmesini isteyen din ve devlet adamlarına karşı harekete geçtiler. İkinci Mahmûd Han vezir ve ulemâyı topladı. Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri de bunlar arasında idi. Yeniçeri zorbaları isyân ederek devletten kelle istemeye başlamışlardı. bid'at yuvası hâline gelen bektâşî tekkeleri yenicerileri tahrik ediyordu. ulemâ bunların öldürülmeleri câizdir diye fetvâ verdi. Savaşın başlangıcı sancak-ı şerîfin çıkarılması kararlaştırıldı.

Osmanlıda sancağı şerîfin açılması önemliydi. dönüşü yoktu. Yeniçeriler ile yapılacak mücâdelede son kestirilemiyordu. herkeste tereddüd vardı. devlet adamlarının çekingen ve kararsızlığı sırasında Abdurrahmân Harpûtî hazretleri Bu din ve devletin ayakta kalması Allahü teâlânın istediği şeyse yeniçerileri yok ederiz. Değilse biz de bu din ile berâber batıp gideriz, diyerek kalplerdeki şüpheleri giderdi. Herkes tek bilek tek yürek oldu. inanç ve îmânla harekete geçilerek yeniçeri ocağı ortadan kaldırıldı bozuk bektaşî yuvaları kapatıldı Kürd Hoca ünvânı ile de meşhûr olan Abdurrahmân-ı Harpûtî hz leri sonradan Şam'a giderek Emevîyye Câmii İmâmı Saîd Efendinin derslerinde bulundu. Nakşibendiyye yolunu Muhammed Sâdık Erzincânî'den öğrenerek icâzet ve diploma aldı.Abdurrahmân Efendi 1851 de Üsküdar'daki evinde vefât etti. Karacaahmet mezarlığındaki türbesine defnedildi.

HEDİYE BASTON

1897 Osmanlı-Yunan harbi zaferle neticelenmişti. Sultan II. Abdülhamid sevinç içndeydi. Harpte yaralananların hepsini İstanbul’a getirtmiş, Gümüşsuyu hastanesi ile yeni yaptırdığı Şişli Etfal hastanesine yerleştirmişti. Hergün yaralıların vaziyetini öğreniyordu. Sultan Abdülhamid’in marangozluğa merakı vardı. Yıldız Sarayında marangoz atelyesi vardı ve yorulduğu zaman dinlenmek için buraya gelir, her biri sanat şaheseri olan ahşap eşyalar yapardı. atelyede marangoz Mehmed Usta ile karşılaştı. ustaya Haydi Mehmed Usta! 150 tane baston ağacı kes...-Ferman efendimizin. Lakin bu kadar baston ağacı ne olacak? -Araştırdım, gazilerimizden 150 kadarı ayaklarından yaralandı iyi olsalar da yürümek için bastona muhtaç kalacaklar. Bunlara baston yapacağım ve hastaneden memleketlerine giderken kendilerine hediye* edeceğim.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-21-2018, 22:47   #96
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

SALTANAT TAHTINA OTURACAKTIR

Sultan İkinci Selîm’ın oğlu Şehzâde Murâd, Manisa'da vâlisi idi. Şehzâde Murâd, Hüsâmeddîn-i Uşâkî hz lerine sultân olup olmayacağını anlamak üzere, bir elçi gönderdi. haberci mektubu Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine vermeden Uşâkî hazretleri Git! Şehzâdeye söyle İstanbul'a hareket etsin. Filan gün saltanata oturacaktır." dedi.

Sultan İkinci Selîm’ın oğlu Şehzâde 3.
Murâd Hüsâmeddîn-i Uşâkî hz lerinin tahtı müjdelemesiyle tahta çıkmıştı Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine hürmeti çoğaldı onu İstanbul'a dâvet etti. Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Uşak'tan İstanbul'a geldiğin de; Pâdişâh, erkânı ve halk onu hürmetle karşıladı. Aksarayda bir ev tahsis edildi. Uşâkî hazretleri, Pâdişâha yakınlığından istifâde isteyenlerin verdiği sıkıntıyla Uşak'a dönmeye karar verdi Pâdişâh, büyük zâtın İstanbul'da kalması için ricâda bulundu. Uşâkî hazretleri, Sultan Üçüncü Murâd ın ricâsını kabûl edince Kasımpaşada Hüsâmeddîn-i Uşâkî'nin adına bir dergâh inşâ edildi. çok talebe yetiştirdi talebelerini Anadoluya , halka doğruyu göstermesi için gönderdi.


SELİM DAHİ EVLİYANIN DIŞINDA DEĞİLDİR

Yavuz Sultan pâdişâh olmadan Trabzon'da vâliyken Halîmî Çelebinin talebesi oldu Gece-gündüz huzûrundan ayrılmadı ve devamlı sohbetde bulundu. Abdülhalîm Efendiye pekçok ihsânlarda bulundu. Allahü teâlânın ihsâniyle Osmanlıya pâdişâh olunca, onu yanından ayırmadı. Devamlı ilmî sohbetlerde bulundu. Halîmî Çelebi, Yavuz Han ile birlikte Mısır Seferine katılmışdır

Sultan Selîm Han zamânında, Molla Şemseddîn diye bir saray hocası vardı. Teheccüd namazı kılan, iyi huylu bir zâttı. Yazması süratliydi ki, on günde bir mushaf-ı şerîf yazıp bitirirdi. Yavuz Han, Mısır feth olununca, hocası, Halîmî Efendiye buyurdu ki: "Şemseddîn bize Tarih-i Vassâf yazsın." emriyle Şemseddîn Efendi yirmi beş gün mühlet aldı, Halîmî Çelebi'yi ziyârete gelenler Molla Şemseddîn'le tanıştı ona sık sık uğrar ve çalışmasına mâni olurdu. O da odasını kilitleyip hızla yazmayı sürdürürdü

Sultan Selîm zamanında Molla Şemseddîn diye bir saray hocası vardı. Sultan selim tarafından tarih yazmak ile görevlendirilmişti yine bir gün tarih yazarken âniden bir kimseyi yanında oturur gördü. Korkup heyecanlandı. Bunun üzerine "Korkma, biz de senin gibi insanız. Seni ziyârete geldik." dediler. Molla Şemseddîn, kapıları kilitli görüp, bu kimsenin gâipten olduğunu anladı. sohbete başladılar. Ve sordu: "Arap diyârı fethedilip Osmanlıya katılacak mı? Yoksa tekrar başka milletlere mi geçecek?" O zât dedi ki: Yavuz Hân bu vazife ile vazifelendirildi. Mübârek beldelerin, Mekke ve Medîne'nin hizmeti ona ve nesline verildi İslâm pâdişâhları arasında makbûl olan Âl-i Osman'dır. Selîm Hân evliyânın dışında değildir." dedi.


SAVAŞIN ZORLUKLARINA KATLANMADAN ZAFERE ULAŞILAMAZ

Şehzâde 3. Murâd tahta çıkmak üzere Manisa'dan İstanbul'a gelirken, Sâdeddîn Efendi de berâberinde idi. O zaman Sultan Murâd'ın özengi ağası olan Tiryâkî Gâzi Hasan Paşanın naklettiğine göre, şehzâde yolculuk sırasında yanında göremediği Hoca Efendiyi sordu. Yanındakiler onun bindiği atın ham olması dolayısıyla biraz geride kaldığını söylediler. Bunun üzerine Sultan Murâd derhal kendi yedek atlarından birini altın işlemeli eğer ve süslü takımlarla donatarak ona gönderdi ve yetişinceye kadar bekledi."

Şehzâde 3. Murâd hocası Sâdeddîn Efendiye Hâce-i sultânî (sultan hocası) ve Reîs-ül-ulemâ ünvânları verildi. Devletin iç ve dış siyâsetine yardımcı oldu. Üçüncü Mehmed Han tahta çıktığı zaman (1595) hocası Nevâlî Efendi, vefât etmişti. pâdişâh hocalığı makâmı Sâdeddîn Efendide kaldı. İki sultâna hocalık yaptı kendisine Câmiü'r riyâseteyn denildi. Aynı ünvânı şeyhülislâmlardan Erzurumlu Seyyid Hacı Feyzullah Efendide almıştır

Osmanlı ile Avusturya 1595 de savaşlarda ağır kayıplar vermiştir Estergon, İbrail ve Kili düşmana geçmiş Sultan 3. Mehmed, hocası Sâdeddîn Efendinin tavsiyesi ile Avusturya seferine çıkmıştır Sultan Süleymânın vefâtından 30 yıl geçtiği hâlde, hiçbir pâdişâh başkomutanlık etmemiştir. 21 Haziran 1596 da Hoca Sâdeddîn ve, 100.000 kişilik bir ordu İstanbul'dan hareket edip Dîvân kurmuşlar vezirlerin Viyana'yı kuşatma teklifine karşılık Hoca Sâdeddîn; Viyana merhum Kânûnî zamânında kuşatıldı. Fakat alınamadı Viyanada düşman bizimle karşılaşmayacak biz Viyana'yı kuşatırken, onlar arkamızdan çekilme yolunu kapatacaklardır. Müşküle düşebiliriz Viyana'yı değil, Eğri kalesini teklif ederim. Eğri kalesini alırsak Avusturya ile Romanya yollarını ele geçirip, düşmanı, dize getirmek mümkün olacaktır." deyince Hoca Sâdeddîn Efendiye güvenen Sultan 3.mehmet Eğri kalesini, 20 günde fethetmiştir


Sultan 3.mehmet Eğri kalesini, fethedince Haçovada Alman ve Macar ordusu ile karşılaşmış Hoca sadettin efendinin isteğiyle savaşa çıkmıştır Sultan rahatsız olunca. İstanbul'a dönmek istemiş Hoca Sâdeddîn sultânım rahatsızlığınızı biliriz. Unutmamalılıki, meşakkatsiz zafer olmaz küffârı ezmeden dönmek, yılanın kuyruğuna basıp kaçmaktır. Kur'ân Düşmanlarınız aman dileyip silah terkedinceye kadar savaşınız Düşmana sırt çevirmeyiniz." buyrur. Düşman aman dilememiştir etmemiştir. Düşmana sırt çevirirsek Allahü teâlâya ne yüzle varırız. Osmanlı düşmanı imhâ etmeden, gazâyı terketmez Ecdâdımız ayıplar. Dîn ve devletin şerefini göklerden düşürmemek için Din düşmanları ile savaş farzdır. can verinceye kadar savaşmak Allahü teâlânın emridir. biz düşmanı yok etmezsek, onlar bizi yok edecekler." diyerek Sultânın dönmesine mâni olur.


Sultan 3.mehmet ile macar alman ve diğer devletlerden kurulu iki ordu haçovada harp vaziyeti alır Osmanlı sancağı savaş meydanında dalgalanır Sultânın sağında vezirler, solunda kadıaskerler ile Hoca Sâdeddîn Efendi bulunmaktadır. Muhârebenin başlamasıyla düşman Pâdişâha saldırır. Pâdişâh, otağında sırtına efendimizin hırka-i şerîfini giyip, eline mızrağını alır düşman ise ordumuzun içine girince Vaziyet tehlikeli bir hâl alır Sultan 3. Mehmed Hoca Sâdeddîn Efendiye; ne yapmamız gerek?" diye sorunca, Hoca Efendi; "Sultânım lâzım olan,sebat ve karar etmektir. Ecdâdın muhârebelerinde Resûlullah efendimizin mûcizeleri ile inşâallahü teâlâ zafer ve nusret ehl-i İslâmın olmuştur der

Haçovada macar ve almanların düşman ordusu osmanlı ordugahına girince panik başlamış Düşmanın çadıra girdiğini gören seyis, aşçı, deveci, katırcı, ve hizmetçi grubu, düşmana kazma, kürek, balta ve odunla hücum etmiş, Düşman kaçıyor." diye bağırınca osmanlı, askeri geri dönmüştür ön kol kumandanımız Çağalazâde dgizlendiği pusu dan çıkarak süvârileriyle yirmi bin düşmanı, imhâ etmiştir, Sultan 3. Mehmed atının üzerinde Kırım atlılarıyla düşmana korkunç bir darbe indirmiştir. elli bin düdman öldürülmüş Haçova savaşı büyük bir zaferle netîcelenmiştir. On bin duka altın ile Alman topları ele geçirilmiştir

Târihçi Hammer haçova savaşı için; "Hoca Sâdeddîn'in cesâret ve tesiriyle kazanılan Haçova savaşı, Mohaç ve Çaldıran savaşı ile mukâyese edilen parlak zaferdir." demektedir Hoca Sâdeddîn Efendi, Eğri seferinden sonra kendisini ilme ve eğitime verdi. ulemânın Kutbu" hâline geldi talebeleri meşhûr oldular. talebeleri onun irfân halkasından olmakla övünüyorlardı. Mevlânâ Ali Nakîb, Molla Ali, Seyyid Kâsım Gubârî ve Azmizâde, Hoca Sâdeddînin yetiştirdiği talebelerdendir Sultan 3. Mehmed Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendinin vefâtı üzerine 1598 de, Sâdeddîn Efendiyi şeyhülislâmlığa getirdi. Hoca Efendi bir yıl sekiz ay şeyhül islâmlık yaptı. müslüman halkı ihmâl etmedi fetvâ hazırlamakta mahâret gösterdi. Her Cumâ müslümanların dertlerini dinledi. Türkçe, Farsça ve Arabça cevaplarla halkı memnûn eddi. halk arasında, hocası Ebüssü'ûd Efendiyi hatırlatırdı

Şeyhül islam Hoca Sâdeddîn Efendinin kardeşleri de kendisi gibi âlim idi. Hoca Efendinin vâlidesine; "Senin çocukların bu şerefe ne ile kavuştu?" diye sorulduğunda vâlide Ben hiç birisini abdestsiz emzirmedim. Hepsinin akîkasını kestim. her Cumâ her birine bir koç kesip fakirlere sadaka dağıtırdım." demiştir.1599 da merhum 3. Murâd Hanın vefâtının dördüncü yılı Ayasofya Câmii şerîfinde hatim ve mevlid duâsı okunacaktı. Hoca Sâdeddîn Efendi evinde abdest tazelerken fenâlaştı. Öylece câmiye gitti. Duâsı biterken vefat etti. Tâbutu şeyhülislâm ve kazaskerliğe yükselen dört âlim oğlu taşıdı. Fâtih Câmiindeki cenâze namazından sonra Eyyûb Sultan'da yaptırdığı Dârü'l-kurrâ bahçesine defnedildi. 1599 da vefât ettiğinde 63 yaşında idi. Sevgili Peygamberimizde o yaşda, Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu


FATİH VE HOCAZADE

Sultan Fâtih âlimlere muhabbeti ve lütf-uyla ün salmıştı meşhur âlimlerden Hocazâde onun yanında şeref kazanmak istedi. talebesinden borç aldı pâdişâhın otağına vardı Molla Seyyid Ali, ve Molla Zeyrekte Pâdişâhın yanındaydı Hocazâde ilimdeki üstünlüğünü ortaya koydu. Pâdişâh ona ihsânda bulunmamıştı Hocazâdenin talebeleri ileri geri konuşmaya ve hizmet görmemeye başladı. bir gün Hocazâdeye dergâh-ı âlî kapıcılarından üç kapıcı geldi Hocazâde şu ağaç altındaki eski giysili kişidir diyince kapıcılar onun herkes gibi çadır ve çardağı olacağını düşünerek îtibâr etmediler. Onu âlemlere gölge olan Pâdişâh istiyor, diyerek azarladılar. mecburen Mollaya selâm verdiler. hürmetle eğilip elini öptüler ve Devletlü Pâdişâha hoca oldunuz deyip tebrik ettiler.

Fatih Han zamanında saraya hoca olarak istenen Hocazâde buna inanmadı. Pâdişâh konakçılarının gelip çadır at ve on bin akçesini görünce şüphesi kalmadı. Onlar buyurun yüce Pâdişâh bekler dediler. Hocazâde ona saygısızca davranan talebelerinin yanına vardı sözünü sakınmayıp; bağırdı. Talebeleri büyük bir devlete erişen Molla'nın hemen ayaklarına kapanıp özür dilediler Hocazâde Pâdişâh ihsân borcunu fazlasıyla ödedi diyerek gönül rahatlığı ile pâdişâhının elini öptü. Hocazâde'nin Pâdişah katındaki değeri arttı. bâzıları hasedlendi Fâtih Han Edirne'deyken Vezir Mahmûd Paşa, Hocazâde'nin kazaskerlik istediğini Sultana bildirdi. Sultan "Bizi sohbetden mahrûm etmek mi istiyor?" diyerek üzüldü. onu Edirne'ye kazasker tâyin etti.

Fatih Hanın hocalarından Hocazâde'nin babasına, oğlunun kazaskerlik haberi ulaşınca inanmadı. oğullarıyla oğlunu ziyâret için, Bursa' dan Edirne'ye yola çıktı. Babasının geldiğini duyan Hocazâde, babasını âlimlerle karşıladı. Baba-oğul kucaklaştı Babası Hocazâde'den özür dileyip kusurlarının affını isteyince; hocazade Olsun, siz öyle yapmasaydınız, biz böyle olmazdık." diyerek, babasına güzel muâmele etti. Babasına ziyâfet hazırladı ileri gelenler ve âlimler rütbeye göre oturunca, kardeşlerine yer kalmayıp, hizmetçilerle birlikte ayakta kaldılar. ilim ehline verilen önem ortaya çıktı. Molla Velî Şemseddîn'in sözlerini hatırladı.Cenâb-ı Hakk'a şükretti.
Hocazâde Sultan Mehmed tarafından Bursa Sultaniye Medrese sine, ve İstanbul'daki Sahn-ı Semân Medresesine müderris tâyin edildi. İstanbul' da Sultan Mehmed'in emriyle Tehâfüt-ül-Felâsife adlı eseri yazdı. Edirne kâdılığı ve İstanbul müftîliği yaptı.

Fatih Hanın hocalarından Hocazâde
İznik müftîliğine ve müderrisliğine tâyin edildi. Sultan Mehmed vefât edinceye kadar İznik'te kaldı. Sultan İkinci Bâyezîd tahta geçince, İstanbul'a geldi. Bursa Sultâniye Medresesine müderris tâyin edildi iki ayağı ve sağ eli felç oldu. Sol eliyle yazıyordu Sultan İkinci Bâyezîd'in emriyle Şerh-i Mevâkıf adlı eserini yazdı. 1488 de vefât eden Hocazâde, Bursa'da Emir Sultan medreseleri karşısına defnedildi.

YAVUZ SULTAN VE İBRAHİM GÜLŞENİ

Memlûkler Safevîleri destekleyince Osmanlılarla arası açıldı. Sultan Gavri, İbrâhim Gülşenî hz lerinin karşı çıkmasına rağmen, devlet adamlarının ısrarıyla Sultan Selîmin üzerine yürüdü. savaşta hayâtını kaybetti. Onun yerine tahta çıkan Tomanbay, İbrâhim Gülşenîden duâ istedi. Şeyh dedi ki: "Siz duâya kâbiliyet ve istidâd hâsıl eyleyin ki duâ size ulaşsın. Sultanların duâya istidâdı adâlettir. Allahü teâlânın kitâbı ile hüküm vermektir. Her kim Allahü teâlânın emri üzere hüküm etmez ise zâlim dir. Sultanım Eğer makâm-ı selâmette istersen, Selîm'e tâbi olasın." Bu nasîhate rağmen Tomanbay Ridâniye'de Yavuz'un karşısına çıktı. Bozguna uğradı yakalanarak îdâm edildi.

Sultan Selîm Mısır'ı fethettiğinde, İbrâhim Gülşenî hz leri onu Azîzim ömrümün vârı gönlümün sultânı safâ geldin. diyerek karşıladı. Yavuz Han büyük âlime hürmet gösterdi yeniçeri ve sipâhiyle onun, duâsı feyz ve bereketinden istifâdeye çalıştı Mısır'da Gülşenî hazretlerinin talebeleri çoğaldı. Nâmı Kânûnî Sultana erişti. Sultan onu İstanbul'a dâvet etdi. ikrâmda bulun du. Gülşenî yüz dört yaşındaydı. Gözleri zayıflamıştı. Sultanın emri ve Allahü teâlânın izniyle gözleri açıldı Gülşenî sıhhate kavuşunca, Atik İbrâhim Paşa Câmiinde vâaz verdi İstanbulun gönlünde taht kurdu devlet erkânı ve halk ona talebe olmakla şereflendi. Pâdişâh, şeyhülislâm, âlimler onun ilimdeki üstünlüğünü takdir etti Bir müddet İstanbul'da kalan Gülşenî hz leri, Pâdişâhın iziniyle Mısır'a döndü.

FETİH VAKTİDİR

Sultan 3. Mehmed Hanla Eğri Seferine çıkan Şemseddin Sivasi hz leri bir gün talebesi Receb Efendiyi çağırıp; "Din düşmanlarının müslümana baskı ve zulümü haddi aşmıştır İçimde sefer arzusu belirdi." buyurdu. Recep efendi
ihtiyâr olduklarını zayıf bünyenin sefere çıkmaya engel olacağını ve pâdişâhtan haber gelmediğini söyledi . Şemseddin Sivasi hz leri işâret ve tenbih olundu ki: "Sefer hazırlıklarını tamamla! Fetih ve zafer mukarrerdir." buyuruldu. Recep efendi "Şüphesiz ben hak dîne boyun eğip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış Allah'a çevirdim ve ben ortak koşan müşriklerden değilim." meâlindeki En'âm sûresi 79. âyetini okudu sivasi hz leri Bize müjde verildi güçlü bir pâdişâh gazâ edip, fetihlerde bulunacak ve müminlerin kalpleri sevinçle dolacaktır." buyurdu. Çok geçmeden 3. Mehmed Han, Osmanlı pâdişâhı oldu.

3. Mehmed zamanında şeyh
Şemseddîn Sivasî hazretleri, bir at satın alıp, sefer hazırlığını tamamladı. mübârek bir günde şehir ahâlisi Şeyh Sivâsî'yi uğurlamaya toplandı bir kapıcıbaşı pâdişâhtan Eğri Seferi için ferman getirdi Şeyh Şemseddîn hazretleri: İşittik ve itâat ettik. iki senedir hazırlıklıydık. Bismillah, hemen gidelim." diye el kaldırıp duâ buyurdu. Oradakiler onu duâ âmin ve, gözyaşıyla uğurladı Üsküdarda onu genç Azîz Hüdâyî onu karşılayıp, elini öptü. Şeyh Sivâsî, Hüdâyî'ye; "Oğlum siz yegâne ve bir tânesiniz diye duâ edip, çok büyük bir velî olacağını müjdeledi. Azîz Hüdâyî; "Yaşınız seksen vücûdunuz zayıftır. Kendinize eziyet etmeseniz, nefsiniz ile cihaddasınız." diyerek, seferden alıkoymak istedi. şeyh sivasi "Peygamberimiz aleyhisselâmın bütün emirlerine uymak lâzımdır. Büyük cihâdı yaptık.küçük cihâd kalmıştı. Bu emire ihtiyâr olarak uymak isteriz." buyurdu

Şemseddin Sivasi hz leri pâdişâh 3. Mehmed tarafından gönderilen bir kadırga ile Ayasofyaya yerleşdi. Sultan onu Sinan Paşa köşküne dâvet eddi. pâdişâh, Şemseddîn Sivâsî'ye; sizi sefere dâvet eden kapıcıbaşımız sizi sefere hazır bulmuş. bu işin sonunu bilirsiniz. bizi müjde ile sevindirmenizi isteriz." dedi. Şemseddîn Sivasî; "Hadîs-i şerîfte; "Amellerin en fazîletlisi, müminleri sevindirmektir." buyurdu. Eğri Zaferi kazanılacak Düşman yenik ve perişân olacaktır. müjdesini verdi.

Şemseddîn Sivâsî hz leri eğri zaferini pâdişâh, 3. Mehmed e müjdeleyince ona samur kürkünü giydirildi. iki yüz altın sikke, ihsân edildi Şeyh hazretleri; "Allahü teâlânın emriyle her geleni Allahü teâlâdan bilip, hediyeleri ve ihsânları kabûl etti pâdişâh ve orduyla Eğri Kalesine ulaşıldı Kale fethedilip, harab yerler tâmir edildi düşman kale yakınındaydı Küffârın sayısı çoktu yedi yüz bin kişiydi İslâm ordusu küffâr ordusuyla karşılaştı. İslâm ordusunda bozgun başgösterdi. Pâdişâh 3. Mehmed Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır dök. Ayaklarımıza kuvvet ver, bizi kâfire muzaffer kıl." meâlinde Bakara sûresini okudu. Ancak Hazîne ve cephâne düşmana geçmişdi. her şeyin bittiğini zanneden pâdişâh, Sivâsî hazretlerine Söylediklerinin tersi oldu." deyince, Sivâsî; söylediklerim doğrudur. Kafirin hezîmetine yarım saat kalmıştır. kuvvet sâhibi ortaya çıkmak üzeredir. Bu fethin başlangıcıdır. diye cevap verdi.

3. Mehmet döneminde eğri kalesinin fethini Şemseddîn Sivâsî hazretleri müjdelemişti savaş kaybedilmek üzere
İken Sivâsî hazretlerinin târif ettiği bir zât ortaya çıktı. şeyh,pâdişâha çıkarak; "Fetih vaktini müjdeledi. Ortaya çıkan zât, dağılan orduya "Ey müminler! Nerede İslâm ve Peygamberimizin gayreti? Nerede cömertler cömerdi sultan gayreti?" diye nida edip; "Şehid olmak, dîni yüceltmek isteyen yanıma gelsin!" buyurdu. birkaç bin kişi düşmana hücûm ettiler düşman neye uğradığını şaşırdı osnanlı düşmanı bozguna uğratıp, zafer kazandı o zâtın kim olduğu Şemseddîn Sivâsî'ye sorulunca, Hızır aleyhisselâm olduğunu haber verdi.


Şeyh Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri eğri zaferini müjdelemek için pâdişâh 3. Mehmete gelir Pâdişâh "Buyur ey gönül sultânı." der Şemseddîn Sivâsî hz leri "Vâdini yerine getiren, kuluna yardım eden ve kâfiri hezîmete uğratan Allah'a hamd olsun diyerek dua eder ve sultana şu nasîhati eder pâdişâhım üstâdım. Hakk sözü söylerim Allah halîfesinin niyeti rızâ kazanmaktır dayanıp güvendiği, Allah olmalıdır asker çokluğuna değil kudret sâhibi Allaha tevekkül gerekir. Âyet-i kerîme düşmana güç yettiği kadar, kuvvet ve cihâd için atlar hazırlayın." (Enfâl sûresi: 60) ve îmân edenler! Düşmana karşı cihâda hazır olun birlik hâlinde savaşa çıkın toptan seferber olun." (Nisâ sûresi: 71) savaşta Allahü teâlâya tevekkül gerekir. Allahü teâlâya güvenmeyip asker ve cephâneye güvenilir ise sonu hezîmet ve yenilgidir Hakk'a tevekkülle zafer mukadder olur. hüznü gideren Allah'a hamd olsun

Şeyh Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri eğri zaferi kazanılınca sultan 3. Mehmede
pâdişâhım! Bilesin ki, deden Fâtih Han, İstanbul'un fethinde Akşemseddîn'in duâsının bereketiyle müyesser oldu. Akşemseddîn hazretleri; pâdişâhım! fethin şükrü olarak nice câmi, mescid, medrese ve hamamlar inşâsı gerekir." buyurmuştu. Sultan Mehmed nice hayır ve hasenât yapmıştı sizin de isminiz Sultan Mehmed, duâcınızın ismi Şemseddîn'dir. Bu güzel fethin şükrü olarak halk ve fukarâ üzerinden sıkıntıyı kaldırıp, İslâm askerine ihsânda bulunup, her makâma dindar, adil kimseler tâyin etmeniz gerekir." buyurdu. nasîhatları can kulağıyla dinleyen pâdişâh Üçüncü Mehmed şu cevâbı verdi: "Bin can ile kabûl ettim ve nasîhatinize riâyet edeceğim."


Pâdişâh 3. Mehmet hocası Şemseddîn-i Sivâsîden İstanbul'da kalmasını ricâ ettiyse de kabûl ettiremedi. Sivasî ihtiyârlığınıda, seferlerinden zayıf düşmüştü son anlarını yaşadığını anladığından, rûhunu âilesi ve sevenlerinin yanında teslim etmek istedi Sivas'a döndü. amcazâdesi ve dâmâdı olan Receb Efendiye vazifesini bıraktı Sivâsî hz leri vefâtında talebelerini çağırdı. Allahü teâlânın zikri ile meşgûl oldu ve son duâsını edip, rûhunu teslim etti.


HAMDOLSUN İSLAM ASKERİ

Sultan 1. Mahmûd un vezîr-i âzamı
Yeğen Mehmed Paşa, 1737 de Nemçe Avusturya seferiyle görevlendirildi. Aksaray da kızının evini Mehmed Emîn Tokâdî hz lerine tahsis eddi Emîn Tokâdî teşrif etti. Burada ikâmetinde Yeğen Mehmed Paşa sık sık onun , sohbetinde bulunurdu. pâdişâhın huzûrunda gibi hürmet gösterirdi. Mehmed Efendi, ona latîfe
Ederdi o dâimâ edeble huzûrunda dururdu. Yeğen Paşa, çıkacağı Avusturya seferi için duâ istedi. Mehmed Emîn Efendi, gözyaşıyla zafer için duâ etti. Yeğen Paşa, Mehmed Emîn Efendinin, tahsis ettiği evde ikâmetini arzuluyordu. Sefer için tekrar ziyâretine geldi. Emîn Efendi, evine döneceğini söyledi. Yeğen Paşa üzülüp, tahsis ettiği bu evde kalmasını ve duâ etmesini, böylece zafere kavuşacağını ümid ettiğini söyledi.

Sultan 1. Mahmûd un vezîr-i âzamı yeğen mehmet paşa amca ve hocası Mehmed Emîn Tokâdî hz lerine kızının evini tahsis etmişti avusturya seferine çıktığında dua istiyor tahsis ettiği evden ayrılmamasını arzuluyor aksi halde vazifesinden istifâ edip, seferden vazgeçeceğini söylüyordu Mehmed Efendi, Vezîr-i âzam Yeğen Paşayı bağrına bastı. ağlayarak zafer için duâ etti. Fâtiha-i şerîfe okudu. Mehmed Paşaya; "Bizi eve dâvet edmeni kim tavsiye etti?" dedi. O da; "İş çokluğundan hatırıma böyle bir şey gelmemişti. Fakat İstanbul vâlis Beşîr Ağa birâderiniz hatırlattı." dedi. Yeğen Paşa, çok sevdiği hocası Emîn Efendinin duâsını alarak, Avusturya seferine çıktı

Osmanlı Vezîr-i âzam Yeğen Mehmed Paşa komutasında Avusturya seferine çıktı, Mehmed Emîn Efendi, orduya ve zafere duâlar etti. Allahına yalvardı. Bu hâl yirmi gün sürdü. rahatsızlandı. Talebesi Seyyid Yahyâdan ilâçlat istedi, talebelerinden Kafesdâr Abdülbâkî Efendiye gittiğinde talebesi, Mehmed Emîn Efendiyi neşeli görünce bana; "Hamdolsun İslâm askeri mansur ve muzaffer olmuştur. İnşâallah birkaç güne fütûhât haberi gelir!" dedi.
dostlara ziyâfet ve sadakalar verdi. Dört gün sonra Tatarlar, Ada kalesinin İslâm ordusu tarafından fethedildiği haberini getirdiler. İslâm askeri İstanbul'a geldi. gazâ tebrik edildi.

Sultan 1. Mahmûd un vezîr-i âzamı
Yeğen Mehmed Paşa, hocası Mehmed Emîn Efendiyi ziyârete geldi, ağlayarak mübârek ayaklarına kapandı. Paşa, Efendisine seferi anlattı. iki atlas kese altını, seferde fakir lere adamıştı fakirlere dağıtmalarını ricâ etti. Emîn Efendi adağını övdü kendisinin dağıtmasının daha kolay olacağını söyledi. "Haftada iki gün tebdîl-i kıyâfetle çık. cebini doldur. Yedikuleden başla. Orada çok fakir evi vardır. Kim çıkarsa elindekini ver. Ve İnşâallah iki haftada dağıtırsın. Şimdi biz versek,Geç verilir. Çok versek halk alışır. Hep umar. Bu bize yakışmaz" buyurarak, keseleri zorla Paşaya vermişdir

SULTAN AHMED VE MEHMED TOKADİ

Cennetmekân Üçüncü Ahmedin vefâtında ulemadan biri şöyle bir rüyâ görür Geniş sahrada orduyu hümâyûn kurulmuştur Bir tepede sultan çadırı çadırda ise büyük bir kalabalık vardır Kalabalıktan biri kumandan kimdir?" diye sordu Âhir zaman Peygamberi Muhammed aleyhisselâmdır." dedi. Cehennem'e götürülecekler büyük çadıra götürülüyor, şefâat edilirse Cehennem'den kurtuluyordu. Peygamber efendimiz nerede bulunuyor?" diye sorulduğunda; "Tepedeki büyük çadırda" dediler
kapıya varıldığında, Emîn Tokâdî hazretleri çadırın kapısında Şefâat istiyenleri çadıra götürüp, getiriyor du. Biz bu zâtı anlayamamışız diye çok üzüldüm. elleri bağlı birini çadıra getirdiler "Bu Sultan 3. Ahmed'dir deyip Tokâdî hazretlerine teslim ettiler. O da çadıra girdu Peygamber efendimiz ona iltifât buyurdu. Çadırdan çıktıklarında Emîn Tokâdî hazretleri; "Şefâat buyurulup affolundun, müjde olsun!" diye bağırdı.

Cennetmekân Üçüncü Ahmedin vefâtında ulemadan biri şöyle bir rüyâ görür kıyamet günü peygamberimizin çadırı önünde sultanlara layık bir at duruyordu. Mehmed Emîn Tokâdî hazret leri ise bu çadıra geleni cennete yolcu ediyordu sultân 3. Ahmetide hürmetle çadırdan çıkarıp, süslü ata bindirip tebriklerle cennete uğurlamıştı. rüyâyı gören Emîn Efendinin talebesi
hocası Emîn Efendinin elini öptü Hocayı buyur etti rüyâsını anlatdı Emîn Efendi ağladı. şükredip bana; "Ben hayatta iken ilâhî sırları yayıp hâlimizi teşhire rızâ göstermem. Vefâtımdan sonra anlatmanda mahzûr yoktur." buyurdu.


TAYİNİM DERHAL YAPILDI

Seyyid Yahyâ Efendi anlatır: "Sultan Bâyezîd Hân Câmi-i şerîfiinde ilim-irfân sâhibleri sohbet eder çok kıymetli sohbetler olurdu hoş bir sohbette iyi bir kâdı dükkana geldi. Kâdıasker, kâdıya, Ben kâdıasker olduğum müddetçe, sana kadılık vermem!" diyerek yemin etti Dükkandakiler çok üzüldü Emîn Efendi, hakîkati gören gözleriyle, yardım için gelen kâdıya vermek üzere, oyma ustası İbrâhim Halebîden bir duâ istedi. Ve mağdur olan kâdıya verdi. kadı, Emîn Efendiye büyük hürmetle memnûniyeti arzetti. Kâdı Beni görünce değişdi. Feryâdla "Kâtibi çağırın." dedi. Bu kâdı için münâsib bir yer varsa hemen tâyin edelim, çektiğim sıkıntı ve ağırlığı bilmezsin!" dedi.ve tâyini derhal yapıldı."

Mehmed Emîn Efendinin yazdırdığı duâlar onun en büyük kerametiydi ondan başkası yazamazdı her ay on beş kuruş geliri vardı. Koynundaki Keseyi çıkarmadan açardı içine para koyulmadığı her ay o keseden üç yüz kuruş sarfeder, fakirlere sadaka dağıtırdı. aslâ kendisine soramaz ve ifşâ etmezdik.. Emîn Efendi, hâl ve şânlarını halktan gizler, talebelerini bu tarz yetiştirirdi. Ömrünün sonlarında arkadaşı merhum Tatar Ahmed Efendi, 1743 de vefât eddi, fetvâ makâmındaki eski şeyhülislâm Seyyid Mustafa Efendi, Tatar Ahmedin dergâhına, Mehmed Emîn Efendiyi tâyin ettirdiler.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-25-2018, 08:24   #97
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vehbi tülek.com

Osmanlı alimi Mehmed Emîn Efendi, büyük bir kırgınlık ile şeyhülislâma Sultânım ben erbâb değilim dyerek şeyhlik nişânlarını vermek ve bir medreseye müderris olmak istedi özür dileyip dergâhta görev istedi şeyhülislâm kardeşim pîrdaşımızsınız. Ömür sona yaklaştı Mızrak çuvala sığmaz, tevcih pâdişâhındır görevi Kabûl etmemek, ülu'l-emre itâatsizlik deyince; Mehmed Emîn Efendi görevi
evde oturmak şartıyla kabûl eddi ağlayarak şeyhülislâmla vedâlaştı tekkeye taşınmayıp evde kaldı Resûlullah efendimizin mihmândârı Eyyûb el-Ensârî hz lerinin türbesinde türbedârlık vazife aldı. Fakat ziyâretçilerin hallerini beğenmeyip, ayrıldı.Bir defâ Kâbe'de bir kerre Mısır'da ve bir kerre de İstanbul'da Fâtih Câmiinde Hızır as ile görüştü
Yüzüğünde "Emîn-i sırr-ı Hak ârif Muhammed" yazılıydı.

ASIL KAHRAMAN BUNLARDIR

Gazi Osman Paşa ve ordusunun yenilmez olduğuna inanan Ruslar, orduyu kuşatarak, açlık ile teslime karar verdiler. Plevne’de Süleyman Paşa ve Mehmed Ali Paşanın irtibatını kesip osmanlıyı yeneceklerine şeref ve namuslarını Osman Paşa’yı esir almakla kurtarabileceklerine inandılar Plevnede kanlı çarpışmalar oldu Hafız Ahmed Paşa ile 53 zabit ve 2235 askerimiz Ruslara esir düştü. 2000 askerimiz şehid oldu Rusların zayiatı da 118 zabit ve 3203 askerdi. Rus generali Gorko, esir alınan Hafız Paşa’yı getirterek elini uzattı sizi bir kahraman tanırım, dedi. Hafız Paşa yerde kanlar içindeki şehidlerimizi göstererek, Asıl kahraman bunlardır, dedi.

GAZİ OSMAN PAŞA VE ROMAN PRENS

Gazi Osman Paşa esir edilince karargahına götürülüyordu. Romanya Prensi Karol kendisini tebrik etmek istedi Osman Paşa, Karol’e sert sert baktı. Prens elini uzatırken Paşa şiddetle reddetti. Çünkü Romanya asırlarca Osmanlı hakimiyetinde kalan isyan edmişti osman paşa şahin bakışlarını Karol’e dikti Rus başkumandanı Grandük Nikola, Gazi Osman Paşaya yaklaştı. Osman Paşa’nın elini sıkı sıkı tuttuktan sonra:-Plevne’yi müdafaada gösterdiğiniz iktidardan dolayı sizi tebrik ederim. Bu müdafaa, tarihin en parlak vak’alarındandır, dedi.


NE DEDİLER

Rusya ile Osmanlı arasında anlaşmak için Avrupa elçileri İstanbul’a gelmişdi. 23 Aralık 1876 da konferansa, Osmanlı hariciyesi Saffet Paşa başkanlık ediyordu.yüzlerce top gümbürdedi Saffet Paşa Atılan toplar, Osmanlıda meşruti idare ve anayasayı müjdeliyor, dedi. Yabancı elçiler, hiçbir ilgi göstermediler.Meşrutiyetin öncüsü Midhat Paşa, heyecanla yabancı elçiler meşrutiyet için ne düşündüklerini sormak istiyordu. Saffet Paşa’ya Ne dediler, Deyince, Saffet Paşa:-Ne diyecekler, çocuk oyuncağı dediler, cevabını verdi.

SENİN GİBİ BİR KUMANDANIN KILICI ALINMAZ

Plevne kahramanı Osman Paşa, kaleyi büyük kuvvetlerle kuşatan Ruslara esir düşmüştü. Topallayarak merdivenden çıkarken Rus Çarı II. Alexandr onu odada bekliyordu Çar ve Osman Paşa bakıştılar. Herkes çarın huzurunda heyecanlıydı çar. Alexandr Kumandan! Plevne’den nereye gidiyordunuz? Rus askeri sizi muhasara etmişti, dedi.* Osman Paşa:-Biliyorum. Fakat askerinizi yarıp çıkacaktım.-Niçin silahlarınızı teslim etmediniz?Devletim , düşmanı gördüğün zaman silahını terket demedi. Buraya beni kavgaya gönderdi. düşman çok olduğu halde yine harp kazanılır. sizinle olan muharebelerimiz gibi.Bu sözler Rus Çarı’nın hoşuna gitti siz Osmanlı ordusuna şeref veren Hakikatli ve cesur bir adamsınız. üniformanızı, kılıcınızı ve nişanlarınızı taşımak hakkına sahipsiniz. Sizin gibi bir kumandanın kılıcı alınmaz. Rusya’da kılıcınızı taşıyın bir Mareşal gibi kabul olnacaksınız

BİZİM SİLAH FABRİKAMIZ YOK

İstanbul’daki Ermeni isyanından sonra Sultan II. Abdülhamid’i ziyaret eden Avrup elçileri Sultanı sorguya çekmeye kalkışmışlardı. Elçilerle görüşmeye kalkan Abdülhamid Han, Ermeni meselesinin konuşulmak istendiğini görünce elçileri salona götürdü. Ermeni komitacılarından toplanmış silahları gösterdi efendiler Rus tebeası Ermeniler, tebea-yı şahanem olan Müslüman lara bu silahlarla tecavüz etmişdir. Sonra sefirleri ikinci bir odaya götüren padişah, bir yığın sopayı gösterip ve: tebeam da bu sopalarla kendilerini müdafaa etmişdir. Bu değnekler ormanlarımızdan tedarik edilmiştir.*

AVRUPA'DAKI OSMANLI KORKUSU

Fransa Kralı I. Fransuva, 1525 te Almanlara esir düşünce, annesi Osmanlıdan yardim ister Kânûnî'nin krala gönderdiği mektup Avrupa devletlerine bakışını çok güzel ifade eder Ocak 1526 tarihli mektup şöyledir: Sen Françe kralı Françesko'sun. Hükümdarların sığındığı kapıma uzattığın tezkereden mâlûmum oldu memleketin düşmanlarca zaptolunup, sen dahi onlara esir bulunmaktasın Kurtulmak için bizden yardım dilemektesin dünyanın sığındığı, padişahlığıma yakışan her halinden haberdar oldum. Yüce selefleri miz, Allah kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanı kahretmek ve fetihlere ermek maksadıyla her vakit cihat için kılıç çekme fırsatını kaçırmayıp, ben onların açtığı çığırda harekete geçip, zorlu kaleler ve şehirler feth etmiş bulunmaktayım. gece ve gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanmıştır.

"Fransa'da dans icat edildiğinde Padişaha bildirilir. Padişah der ki: "Ben 48 krallığın Imparatoru Sultan Süleyman'ım. memleketinizde, dans namıyla, kadın erkek sarılmak suretiyle, halk önünde seviştiği haber olmuştur. hududumuzda bu rezalete son verilmediği takdirde ordumla bizzat gelip bu rezaleti men ederim Hammer bu mektupla, Fransa da dansın yüz yıl yasak edildiğini belirtir Kanuni Bir mektupla bir bir kralı kurtarır ve bir ülkede ki ahlaksızlığı önlerdi tüm dünya ile savaştı ve galip geldi Selimiye'yi inşa eddi onunki Fas'tan Hindistan'a, Avusturya'dan Yemen'e , ayrı ırktan, ayrı kavimden, ayrı dilden, ayrı dinden milyonlarca insanı kardeşce yaşatan bir ruhtu

Çarlık Rusyası Balkanlar'ı Osmanlı'dan koparmak için Balkan milletlerine gizli silah dağıtıp, fitne tohumlarıyla halkı ayaklandırmıştır Rus generali Çirmayev'in 1877 de Bulgaristan'dan Çar'a gönderdiği raporda:" Buraya ordular meydana getirdim. askerlerimi ölüme gönderiyorum. Fakat insanları sendeleten bir engel var; Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmuyor hâtıralardan korkuyorlar Türklerin tarihlerini yenmek lazım. Onlarda sihirbaz zekası var. Bir değil, bir kaç istila, onları yıkmaya kâfi gelmeyecektir." diye itirafta bulunur.

okullarımızda Kızıl Sultan diye gençlere öğretilen Cennet mekan II. Abdülhamit Han Hz lerinin, dinimize ve kitabımıza küfredenlere amansız mücadelesi Dışişleri bakanlığı arşivinde şu şekilde ifade ediliyor:"Hz Muhammed'in nam-ı kudsiyetlerine tertip olunan oyuna Fransız yazarlardan Marki de Bornier "Muhammet" isimli manzum bir dram yazmıştır Komediyi kabul ettirmiş ve sahnelettirmiş (1890). Piyes, Hz Muhammed ve islamı aşağılamaktadır. Sultan Abdulhamid derhal mudahale eder bütün Fransa da oyunun sahnelenmesini yasaklattırır islam ve Müslüman düşmanı yazar, emeline Fransa'da ulaşamayınca, ingiltere'de ulaşmak ister. Oyunun Londrada hazırlanınca Abdülhamid, devreye girer oyunu bozar

1900'de Paris'te "Muhammed'in Cenneti" isimli piyesin ismi değiştirilmiş, islam karşıtlığı piyesten çıkarılmıştır. 1893'te Roma'da "II. Mehmet isimli piyesle ilgili italyadan Fatih’i, ve islam’ı küçültücü hususların yasaklanacağı garantisi alınmıştır. Markide Bornier,, 1893'te Fransız akademisi'nde hain emelinden vazgeçmemiş Londra'da islamı küçültücü bir oyun sahneye koymaya çalışmış Sultan Abdülhamit ve hariciyemiz bu hain oyuna engel olmuştur ve fransız yazar Bornier hain emeline ulaşamamıştır

İKİNCİ BAYEZİD HÂN’IN TUĞLASI

Sultan II. Bayezid her sefer dönüşü elbisesine bulaşan tozları toplar bir kavanozda biriktirirdi Hanımı Gülbahar Hâtun, sordu:— Pâdişâhım, hoş görün, tozları niçin biriktirdiğinizi sorabilir miyim? Pâdişah:— Elbette Hâtun, diye karşılık verdi senden gizlim yoktur. Bu tozlardan bir tuğla döktürüp mezarıma koyulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah, ayakları Hak yolunda tozlananları cehennemden koruyacağını buyurmaktadır. Hak yolunda küffarla savaşırken üstümüze bulaşan tozları topluyoruz. Vasiyetimdir öldüğümde tozları kabrime koysunlar.Sultan II. Bayezid, biriktirdiği tozlardan tuğla yaptırdı. Ve, vasiyetinde, öldüğünde kabrine konuldu.

EY CESUR YENİÇERİ BU TARAFA YETİŞ

Fatih'in torunu Sultan Selim zamanında* Bizans soyluları Bisans’ı ihya sevdasına düşmüştü Yavuz öfkelenmiş Bizans halkının müslüman olmalarını veya Istanbul'u terkini emretmişti. Bu emirle sıkıntıya düşen devlet ricali Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi'ye müracat etmişdi. Zembilli Yavuz'a dedesi Fatih'in bunlara eman verdiğini bu uygulamanın uygun olmayacağını fetva verdi.Bu hadise Yavuz adalet timsaliydi hukuku üstün tutar ve korurdu ve rum halkına sonuna kadar inanç özgürlüğü tanıdı

Sultan Süleyman Devleti ihtişamın zirvesine çıkaran cihangir bir Padişahtır son seferi zigetvarda şehit düşmüştür şehadetten önce Şeyhülislâm Ebussud Efendi'yi çağırmış bir çekmece vererek bu çekmece ile defnedilmek istemiştir Kanûninin vefatında alimler islâm'da eşya ile gömülmek caiz değildir demişlerdir çekmece açıldığımda Kanunî'nin idareyi devraldığı andan vefatına kadar verdiği kararlar ve Şeyhülislâm fetvaları bu çekmecede durmaktadır Ebussud Efendi gözyaşlarını tutamaz ve " Ah Süleyman, kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?"demiştir.

adâlet ve mülkün temelsilcisi osmanlıda ahâli mes'ud ve bahtiyar olmuştur Tarih şahittir…Osmanlı gerileme döneminde dahi adaletin koruyucusudur 1758 de Rus ve Avusturya baskısındaki Prusyalılar, müslümanları adaletin koruyucusu olarak görüyorlardı müslümanları imdada çağıran ibret dolu şu şiiri 1761 de Imparator II. Frederic yazmıştır ve Osmanlı medeniyetini göz önüne sermektedir:"
Baskı altında olanların dostu, mazlumun kırbacı,
Şark'ın zafere aşina çocuklarına
Ey cesur yeniçeri yetiş
zaferinle yakala düşmanı
Kazan harp meydanında zaferi
zaferlerin düşmana korku sarıyor Çekiyor kötülüklerinin cezasını Zaferinle zilletimiz sona eriyor
Talihin cesaretini mukafatlandırsın
Hilal, Tuna'yı hakimiyet altına alsın Yetiş, yetiş korkusuz elinle
Avrupa'nın günahları Asyanın faziletine kurban

OSMANLI'NIN AHLAKI VE HOLLANDA

Osmanlı medeniyetini, tekke-medrese kışla üzerine kurup doğruluk ve adaleti cihana ışık saçmıştır, Hollandada oylar eşit çıkınca, oda reisi "Içinizde Türklerle alış veriş eden var mı?" diye sormuş ve onun oyunu, imtiyazlı olarak iki oy kabul edilip karara varılmıştır. Türklerle alışveriş eden Avrupa'da itibar ve güven kazandırırdı imtiyazlı konuma gelirdi Osmanlı ticaret ve her alanda dürüst ve ahlaklıydı Yabancı bir tacir Osmanlıdan kumaş almak istedi mal sahibinin bir top kumaş ayırdığını görüp sebebini sormasıyla Osmanlı esnafı " Onu veremem, kusurludur" cevabını verir. Yabancı tacirin önemli değil" demesine rağmen Osmanlı o kumaşı vermemekte direterek: " Ben malımın kusurunu söyledim, Fakat siz onu memleketinizde satarken, alıcı bilmeyecekdir. müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım Osmanlı'nın gurur ve şerefi rencide olacak, bizi hilekâr sanacaklardır. Onun için bu kumaşı asla veremem…" diyerek kumaşı satmaz

XVIII. asrın sonlarında Türklerle çeyrek asır yaşayan d.'Ohsson, şöyle der: "Osmanlılar, kur'âna doğruluk, ahlâk ve namusa çok bağlıdır münasebetleri , iyi niyet ve şefkate dayanır. Başka ülkeler gibi yazılı anlaşmaya luzum görmezler. İyi niyet ve söz, herşeyi halleder. Osmanlaılar, sözünün esiridir tutumları, yalnız dindaşlarına değil Hangi dinden olursa olsun, yabancılara karşı böyle hareket ederler. Söz tutmada, müslim ve gayri müslimin hiç bir farkı yoktur. Gayri meşru her kazancı, ahlaksız ve dine aykırı görürler. Gayri meşru servetin, dünyada ve öteki dünyada da insanı bedbaht edeceğine inanırlar."

Osmanlı'nın son dönenmi 1850 de Istanbul'da uzun yllar kalan batılı bir tarihçi Ubicini'nin şehirdeki değişik milletlerin karakterini hatıralarında: Ermeniye istediği paranın yarısını, Ruma üçte bir, Yahudiye dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslümanın istediği fiattan emin olunuz ve istediğini veriniz" diye yazar.1717- 1718 de Istanbul'da Ingiliz elçiliği yapan Montagu'nun hanımı Lady Montagu'nun, Osmanlı ticaret ahlâkını şöyle anlatır "İngiltere'de yalancılar yaptıklarıyla övünürler. Osmanlı'da ise yalancının alnına kızgın demir basılırdı. Bu kanun bizde uygulanırsa güzel yüzlüler bozulur, kibar kişiler kaşlarına inen perukla dolaşmaya mecbur kalır ibret olur diye yazar. Türkiye'deki ticaret ahlakını esnaf diyoloğunu düşünürsek Osmanlı torunu olmakla ve 600 yıllık Osmanlı tarihiyle övünebiliriz Osmanlı'da ki ticaret ile günümüzde ki ticareti karşılaştırırsak kutsal değerlerimizin kaybolduğunu
Görebiliriz

KANUNİ'NİN BÜYÜKLÜĞÜ

Halk içinde mûteber bir nesme yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.Saltanat dediklari bir cihan kavgasıdır.Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.Batılıların üzengisini öpmek için yarıştıkları, 30 Eylül 1520 de 27 yaşında Osmanlı tahtına çıkan Muhteşem Süleyman vefat tarihi 9 Eylül 1566'ya kadar 45 yıl 3 ay 7 günlük saltanatında tam 10 yıl 3 ay 5 gününü 2745 gün at sırtında i'la-yı kelimetullah adına ömrünü seferlerde geçirmiştir. Sultan Süleyman hükümdarlığında, devlet 15 milyon kilometre kareye yayılmış 21 eyalet ve 250 sancaktan oluşan Osmanlı Devleti'ni dünyanın en büyük gücü olmuştur Kanûnî devrinde Osmanlı zenginleşmiş Kırk altı yıl İslamiyet diyardan diyara yayılmıştır

Kanuni Han 'ın islamdan başka düşüncesi olmamış bunu halazadesi, Gâzi Bâli Beye yazdığı mektupta çok güzel ifade etmişdir. Yâdiğarım ve muhterem Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden tuğ arzu eylemişsin. zamanı değildir. Sana Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in fetih tuğunu verdik. Bu ihsân üzerine iyilik olmaz. şükrünü bilip, yerine getir bey olmak iki kefeli terâzidir. Bir kefesi Cennet bir kefesi Cehennem'dir. Bir an adaletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibâdetten efdaldir. Âhireti hatırdan çıkarma Serasker olduğun yerde zulüm ve düşmanlıktan sakınasın. Âhirette yakana yapışırım. "vilayetleri kılıcımla fetheyledim." Demiyesin. Memleket, Allahü teâlâ hz lerinindir. Sakın nefsine gurur getirmeyesin mal ve erzâkını islam askerlerine dağıtasın. İslâm askerini ihtiyar baba, kardeş ve gençleri bilesin. Babalara hürmet oğullara şevkat gösteresin.

1526 da kazandığı Mohaç zaferinde Macarları yokeden Semendire Sancak Beyi Gazi bali Bey, Mohaçtan yıllar sonra sancak alametinin yükseltmek ister bunu sultan süleymandan rica eder Terfi nin yaş, ve hizmetle olduğunu bilen Kânûnî, Gâzi Bâli Beye şu ibretlik cevabı verir Yâdiğarım ve muhterem Berhudar ol yüzün ak olsun. Nimeti bol ver. hazinen tükenirse sana göndermekten aczim yoktur. Halkı rencideden kaçın halkımıza küffar imrensin muhabbeti bize olsun kimsenin evvelki haline itimat etme Çok kimseler elinde fırsat olmadığı zaman zâhidlik ve iyilik gösterip, eline fırsat geçtiğinde Firavun ve Nemrut olur. O kimseleri göre evvelki hâli son hâle uygunsa hizmetinde kullan Gâzi Bâli Bey atın yürüğünü, kılıcın keskinini ve bahadırı sakla Allahü teâlâ yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye seni küffâra muzaffer eyleye Sultan Süleyman'ın ibretli cevabını bütün Devlet Başkanları ibretle okumalıdır


büyük bir karekter ve kişilik sahibi Sultan Süleymana dönemine büyüklüğünden dolayı " Türk Asrı" Süleyman Asrı" denir ."Capitol" Amerika meclis binasıdır. ilk Cumhurbaşkanı Washington tarafından inşa ettirilmiştir Binayı yenilemek amacıyla 1945 te Temsilciler Meclisine, ünlü kanun yapıcıların portrelerinin koyulması kararlaştırmıştır. tarihin büyük kanun yapıcılarından 23'ü tesbit edilmiştir mermer plakalar üzerine işlenen kabartma portrelerde biri de, Kanunî Sultan Süleyman'a aittir. Osmanlı padişahı, dünyanın en büyük kanun yapıcılarındandır Portre, heykeltraş Joseph Kiselewski tarfından yapılmıştır.

YUNAN SUBAYININ İNTİKAMI

Yunan askerleri Bursa’ya girince başlarında Venizelos’un oğlu Sofokles vardır tarih 600 sene öncesinin intikamını alır gibi bursa şehrini Tutsak alırlar Sofokles bir manga askerle Osman Gazi’nin türbesine gider kapıya saldırıp kırarlar venizelosun oğlu sofokles türbeye girerler.askerler tüfeklerini mübarek türbeye doğrultur Osman Gazi nin sandukası öylesine haşmetlidir ki irkilirler. Hain Sofokles sandukayı tekmeler Koca Osman Kurduğun devleti yıktık. Seni öldürmeye geldim...diyerek kılıcıyla dolaşır sanki zafer kazanmış gibi bir ayağını sandukaya koyarak utanmadan Fotoğrafcısına seslenir:“ Çek bakalım bir Bursa hatırası...Sofokles fotoğrafa şu satırları yazar Ordularımız Bursa’ya hakimdir Osmanlı kurucusu Osman ayağımın altındadır. Bizans’ın intikamını aldım.sıra Osman Gazi’dedir., o mezarından kalkamasada Bizansa soktuğu kılıç sandukasının tekmelenmesiyle, yeni bir dirilişin kıvılcımını oluşturur


ŞEYH EDEBALİ’NİN NASİHATLERİ

Ey Oğul Yükün ağır, işin çetin. Allah yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın.

Hakk yolunu yararlı etsin, Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin, Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin.

“Ey Oğul!Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen savulur gidersin.

Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!..

Sabır çok önemlidir. Bir bey Sabretmesini bilmelidir.

Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır.

Bilgisizlik ve kılıç tıpkı ham armut gibidir. Millete sırt çevirme. Her zaman duy varlığını.

Toplumu yöneten ve, diri tutan irfandır.

Oğul Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmiş gizlilikler senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır.

Ananı ve atanı say! Bilki bereket, büyüklerle beraberdir.

inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.

Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme bildir, deme

Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye yani cahiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene acı!..

Unutma yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli korkusuz, kahraman derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır.

Düşman, insanın kendisidir.

Dost nefsi tanıyanın kendisidir.

Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir.

Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur.

atalarımız devletlerini oğul ve kardeşleri arasında bölüştürdüler. Bunun için yaşayamadılar, yaşatamadılar.

İnsan bir kere oturdu mu, kalkamaz. kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar, laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca gayri iflah etmez.

Dost, düşman olur, düşman, canavar kesilir...

Kişinin gücü günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar.

Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur.

Savaşı sevmem. Fakat bu yaşatmak için olmalıdır.

kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir.

Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz.

Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!

Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz, Yalnız başına kalsa da... Yeter ki, toprağı bilebilsin

Sevgi davanın esası olmalıdır.

Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez, Osman!

Geçmişini iyi bil ki, nereye gideceğini unutmayasın...Osman



Osman Gazi nin oğlu Orhan Gazi’ye nasihatleri

Her işin başında emirlere dikkat ve riayet et, ihtimam göster.

Devlet’in kuvvet ve kudreti dinle mümkündür.

İslâma ihtimam ve riâyet olmayanı bozuk fikir ve mezheplere meyledeni büyük günahdan kaçınmayanı devlette çalıştırma.

Zira Allah’tan korkmayan kulundan da korkmaz.

Büyük günah sahiplerinin sadâkati olsaydı, ümmeti ve peygamberine olur islâma uyar ve din dışına çıkmazdı.

Bütün işlerinde Hakkı ve adaleti gözet

başka pâdişahların idaresinde bulunanlar, senin idarene saâdet ve mutluluğuna gıptayla senin idarene girmenin yollarını arasınlar.

Zulümden ve istibdattan çekin, zulm ve istibdada teşvik edenleri yanından uzaklaştır. bunlar devletin zevalini istiyenlerdir

Daima cihatla ülkeyi genişlet.

Uzun müddet harp etmeyen askerin şecaâti yiğitlik ve cesareti kaybolur, idareci ve kumandanların görüş ve tedbirleri zayıflar.

muharebe tecrübesi olmayanların tedbirleri noksan olacağından mağlubiyete sebep olurlar.

Devlete sadâkatle ömür geçirenleri gözet. Vefatlarından sonra çoluk cocuklarını himaye et, mallarını koru.

Askere ve askerde olanların ailelerine yardımı eksik etme. Böyle yaparsan gönüllerini kazanmış olursun

Alimlere ve faziletlilere iyilik ve ikrâmı ziyâde eyle.

Bir yerde âlim, sanatkar veya kemâl ehli birini işitirsen davet et, iyiliklerde bulun.

saltanatında âlimler çoğalırsa islâm hakiki temsilcileri vasıtasıyla nizam bulursun.

Sakın mal ve asker çokluğuna mağrur olma. Islâm âlimlerine uzak kalma.

Benden ibret al bu diyâra zayıf gelmişken, haddimiz olmayarak, Allah’ın sayısız nimetlerine nâil oldum.

benim yolumda gidip islâma ve idarendekilere mürüvvet eyle


ÇEŞME FACİASI

1768’de ki Osmanlı-Rus Savaşında Rus donanması İngiliz Amirali ile Ege Denizinde harekâta girişmişti. 18 parçalık Rus Donanması Otuz parçalık Osmanlı Donanmasına Çeşmede hücûm etti. Ruslar, Osmanlı gemisini ateşe verdi kendi gemileri ateş aldı ve Rus kalyonu havaya uçtu Cafer Beyin filosu Çeşmeye girdi Cezâyirli Hasan Bey tehliketi Kapdân-ı deryâya söylemiş, fakat iknâ edememiştir. 6 Temmuz 1770 de Ruslar Çeşmede Osmanlı gemilerini topa tuttu, İngiliz ateş gemileri limana girdi. Osmanlı donanması mahv oldu. ateşten kurtulan gemiler, Rusların eline geçti. Kaptân-ı Deryâ Hüsâmeddîn Paşa, görevinden azledildi. Cezâyirli Hasan Paşanın gemisi havaya uçtu kendisi kurtuldu. Çeşme Savaşında Limniyi kuşatan Orlov, Cezâyirli Hasan Paşaya yenilerek çekilmek zorunda kaldı

DÜNYANIN EN DÜRÜST MİLLETİ

Ecdâdımız Osmanlı bütün milletlerden medenîydi. Avrupalı bir yazar içinde para dolu bur torba ile beyoğluna gidiyordu paraları rıhtıma dağıldı onun yardımına koştular paralarını torbasına doldurdular. Paranın sahibi endişeliydi. Paranın çalınacağından korkmaktaydı. Ancak denize düşen paralar dahi kendisine teslim edildi adam büyük bir iyilikte bulundunuz. soğukta denize dalıp paralarımı çıkardınız. zahmetiniz karşılıksız kalmamalı. borcumu ödemem lâzım, dedi Ancak Bize borcun yoktur, vazifemizi yaptık. kim olsa, yapardı.Adam iyilik karşılıksız yapılır mı diyince Neden olmasın? İnsanlık yardımı gerektirir. ne yaptık ki?.. dediler Adam defalarca teşekkür eddi ve şunları düşündü Acaba halkın en fakir tabakasındaki incelik ve zarafet yalnız Türkler’e mi mahsustu? bu ulvî karakterler onlara şeref verirdi. ahlâk bakımından Türk siyâseti ve medenîyeti bütün cihana örnek olacaktı


HACI BAYRAM-I VELİ’NİN SULTAN MURAD’A NASİHATİ

Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun.

İlim sâhiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster.

Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş,

iyilerle düşüp kalk. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma.

İnsanlığında kusûr etme, sırrını hiç kimseye açma,

iyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme.

Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme.

bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı meseleler görüşülürse, onlara hemen muhâlefet etme.

Sana bir şey sorulursa, herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra görüş ve delillerini söyle.

Seni dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur

Sana bu görüş kimindir diye sorarlarsa, fakîhlerin de. Onlar, cevâbı benimserler ve sürekli yaparlarsa, kadrini daha iyi bilir ve mevkiine hürmet ederler

Seni ziyârete gelenlere ilim öğret, faydalansınlar. Herkes, öğrettiğini belleyip tatbik etsin.

umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. güven ver, ahbablık kur. Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar.

Bâzan yemek ikrâm et. İhtiyaçları temin et. değer ve îtibârları iyi tanı ve kusur görme.

Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster. bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran."


Kaynak islam ansiklopedisi android programı

RESULULLAH'TAN HİKAYELER


ATEŞTEN BİR ÇUKUR

İbni Abbas ra anlatıyor:*

Ebu Cehil Peygamber aleyhisselamın "namazını kastederek Muhammed, sizin karşınızda yüzünü toprağa sürüyor mu? diye sordu. Kendisine «Evet» denince Lat ile Uzza'ya yeminle onun boynunu ayaklarım altında ezeceğim, dedi. Peygamber as namaz kılarken onun yanına geldi. Ebu Cehil önündeki bir şeyden korkunca ne oluyor, ey Ebu Cehil? diye soruldu. Cehil:*— Benimle Muhammed arasında ateşten bir çukur, korku ve kanatlar var, dedi. Allah'ın Resulü şöyle buyurdu:* o bana yaklaşsaydı, melekler onu paramparça edeceklerdi.. .*Allahü Teala «Muhakkak ki, insan taşkınlık gösterir Asla boyun eğme!» (Alak Suresi) ayetine kadar olan ayetleri inzal buyurdu.*

Ibni Abbas ra anlatıyor :*Allah'ın Rasulü namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil — Ben sana bunu yasaklamamış mıydım? dedi. Peygamber as kendisine ağır söyledi Ebu Cehil:*—'burada ailemden kalabalık bir aile yoktur, dedi. Allahü Teala «O, ailesini çağırsın, biz de zebanileri çağırırız...» (Alak Suresi) ayetlerini buyurdu.*Allah'a yeminle Cehil ailesini çağırsaydı, Allah'ın zebanileri onu helak edecekdi.*

CEHENNEMDE BİRAZ SU

Ebu Leheb ölünce kendisini çok kötü bir vaziyette gördü kendisine:*
— Ne ile karşılaştın? diye soruldu. Ebu Leheb:*— Sizden ayrıldıktan sonra iyilik ile karşılaşmadım. Ancak Suveybe Peygamber as ı emziren kadın ı azad ettiğimden cehennemde biraz su içirdiler, dedi.*

EBÜ LEHEB'İN ATEŞİ

İbni Abbas ra anlatıyor:*En yakınına onlardan ihlas sahibi topluluğu dine davet et akibeti bildir.» (Şura Suresi) nazil olunca, Peygamber as Safa'ya çıktı ve:*Allah'ın Resulü şu dağın dibinden bir at çıkacak desem tasdik eder misiniz? diye sordu, insanlar
Senin yalan söylediğine rastlamış değiliz, diye karşılıkta bulundular.*
Peygamber as şiddetli bir azabı size haber veriyorum, dedi Ebu Leheb:*
— Kuruyup helak olaydın, yuh sana!.. Bunun için mi bizi topladın? dedi Peygamber as kalkınca Ebu Leheb'in iki eli kurusun. Ve yuh olsun, kuruyup helak olsun. malı ve kazandığı bir şeyi kendisinden defedemeyecek O, alevi şiddetli ateşte yanacak Odun taşıyan karısı da boynunda bükülmüş ip olduğu halde mealli Tebbet Suresi nazil oldu.*



DENİZDE BİR ŞEHİD

Ümmü Haram ra anlatıyor:* Peygamber as bir gün kuşluk uykusuna yattı. Uyandığında, gülüyordu.— Babam, anam sana feda olsun, ey Allah'ın Resulü, niçin gülüyorsun, diye sordum.*
Peygamber as Rüyamda ümmetimden cihad eden bir kavmin, melikler tahtında rahat oturdukları gibi, denizde vasıtaya bindiklerini gördüm, diye cevap verdi.*— Allah'a dua et de, beni o kimselerden kılsın! dedim.*Resulullah sen onlardansın, buyurdu. Sonra yine uyudu. Ümmü Haram ra ile Ubade bin Samit ra evlendi denizde harbettiler. Ümmü Haram a bir katır getirildi ve katır onu düşürdü ve Ummü Haram ra şehide oldu. Şehide olduğu yer Kıbrıs'tır ve Peygamber as halası olduğundan «Hala Sultan» diye anılmaktadır.


AMEL NİYETE GÖREDİR

Ümmü Kays ra Mekke'nin güzel ve varlıklı kadınlarındandı. Bir adam evlenmek teklif etti. Ummü Kays Medine'ye hicret etmek şartı ile kabul etti. Ummü Kays ra Muhacirlerle, Allah ve Resulünün rızası için Medine'ye hicret eddi evlendiği adam hicretini Allah ve Resul rızası için yapmış gibi gösteriyordu. Peygamber as buyurdu:*
Ameller niyetlere göredir. Kişiye niyetinin karşılığı verilir. Kimin hicreti Allah ve Resulü için ise, hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de bir dünyalık, veya evleneceği bir kadın için ise hicreti o kadınadır.*


DEVENİN AĞLAMASI

Allah'ın Resulü, Ensarın bahçesine girmişti. bir deveye rastladı. Deve Peygamber as mı görünce, inledi ve gözlerinden yaşlar aktı Resulullah devenin ensesini, yahut okşadı, deve sustu.*Allah'ın Resulü:* devenin sahibi Allah'ın sana mülk olarak verdiği bu hayvan için Allah'tan korkmuyor musun bu hayvan, senin kendisini aç bıraktığını çok yorduğunu söyleyerek şikayetçi oldu, buyurdu.*


KALBİNİ YARDIN MI?

Üsame bin Zeyd ra anlatıyor::*
Resulullah aleyhisselam bir seriyye bazı kabileler gönderdi. Onlar bizden kaçtılar. birisini yakalayınca, «La ilahe illallah = Allah'tan başka ilah yoktur» deyiverdi. kendisini öldüresiye dövdük. Allah'ın Resulü:*Kıyamet de,bu tevhid karşılığında sana kim yardımcı olacak? dedi. Ey Allah'ın Resulü, adam bunu silahtan korktuğu için söyledi, dedim.*
Peygamber as Kalbini mi yardın ki, bilesin?! Kıyamet de «La ilahe illallah»'ın karşısında kim senin yardımcın olacak? buyurdu. o kadar tekrar etti ki, müslümanlığa o günden evvel girmemiş olmayı arzu ettim.*

GANİMET BU ÜMMET İÇİNDİR

Peygamber as savaşa giderken kavmine dedi ki; Bir kadınla nikahlanıp zifafa girmeyen Bir bina inşa edip tavanlarını tamamlamayan gebe develer alıp, doğumlarını bekleyen harbe gelmesin...» buyurmuştur Peygamber as fethetdiği şehre yaklaştı.*Güneşe hitabederek:* Sen memursun, ben de dedi ve Allah'ım, güneşin durdurt, diye niyazda bulundu. Allahü Teala fethi müyesser kılıncaya kadar güneşi tuttu. ganimetler toplandı Ganimeti yemek için ateş kaçındı.* Peygamber as hıyanet var, her kabile biat etsin! dedi. üç el Peygamberin eline yapıştı.*Peygamber:*Hıyanet sizde, dedi. bunlar Peygambere inek başı kadar bir parça altın çıkardılar, Ateş bunu yedi.»*peygamber as bizden önce kimseye ganimet helal değildi. Allahü Teala za'fımızı ve aczimizi gördüğü için ganimeti helal kıldı.*



Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Hayberde Peygamber as ile beraber harbe çıktık. ganimet elde etmedik. Allah'ın Resulü, Kura Vadisine yöneldi. Kendisine Mid'am isminde bir zenci köle hediye edilmişti. köle, Peygamber as ın hayvanını hazırlarken ok isa-betiyle öldü. «Cenneti mübarek olsun!» dediler.*Allah'ın Resulü Asla, dedi. Hayatımı kudreti ile tutan zata yemin ederim ki, Hayberde ganimetler paylaştırılmadan önce, gizlice aldığı örtü, ateş olarak üstünde yanıp parlayacaktır, buyurdu.*Müslümanlar bunu işitince, Peygamber as a
iki nalın kayısı getirdi ateşten ibarettir, bende kaldığı takdirde kıyamette beni yakan ateş olurlar, dediler


Peygamber as Kabe'de namazdayken Ebu Cehil ve arkadaşları devenin rahim zarını secdede iken Hz Muhammed'in omuzlarına koydular*müşrikler güldüler. Peygamber as secdeden kalkmıyordu. küçük bir kızcağız olan Hz Fatıma pisliği Resulullahın üzerinden attı. eşkiyalara sövüp saydı. Peygamber as namazını tamamlayınca yüksek sesle müşriklere beddua etti. Allah'ın Resulü beddua ettiği ve, dua ettiği vakit üç kez tekrar ederdi.*Peygamber as üç defa:*Allah'ım, Kureyş'in hakkından gel! diye beddua etti. Ebu Cehil ile arkadaşları gülmeyi bırakı sus - pus oldular.*Peygamber as Allah'ım, Ebu Cehil Utbe Şeybe Umeyye Ebi Muayt'ın hakkından gel diye beddua etti. Resulün beddua ederken isimlerini saydığı şahıslar Bedirde öldürüldü Kalib-i Bedir kuyusuna atıldılar


İŞKENCE ETSELER BİLE

Hazreti Aişe ra Allah'ın Resulü, Uhud gününden şiddetli bir gün geçirdin mi? diye sordu. Peygamber as Kavmimin işkencelerine uğradım. en şiddetlisi Akabe günüydü idi. o gün Abd-i Yalil'in oğluna islamı tebliğde bulundum. cevap vermedi. Üzgün bir çehre ile döndüm. Karn-i Sealib'e geldiğimde beni gölgelendiren bir bulut ile karşılaştım. Cibril as bana nida ederek Allahü Teala, kavminin, seni nasıl reddettiklerini işitti ve sana dağlara hükmeden meleği gönderdi; ne emredersin, diye.*sordu dağlara hükmeden melek Ey Muhammed, muhakkak Allah kavminin söylediklerini işitti. Ben dağlara hükmeden meleğim.. Rabbin beni emretmen için gönderdi.. emret; iste Ebu Kubeys dağı ve dağları yıkıvereyim, dedi.*Peygamber as aleyhisselam Hayır, istemiyorum; aksine, onların neslinden bir olan Allah'a şirk koşmayan iman ve ibadet edecekleri çıkarmasını istiyorum, buyurdu.*
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-27-2018, 19:08   #98
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak islam ansiklopedisi android programı

RESULULLAH'TAN HİKAYELER

BEDİR'DE MELEKLERİN YARDIMI

Hz Ömer ra anlatıyor:*Bedirde Allah'ın Resulü ve sahabileri üç yüz on dokuz
Müşrikler ise bin, kişiydiler Peygamber as kıbleye döndü ellerini kaldırıp şu duayı etti Allah'ım vaadini yerine getir;
Allah'ım, müslüman halkdan küçük bir topluluk helak olsa, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz Allah'ın Resulü Rabbine yalvarırken. Cübbesi düşmüştü. Hz Ebu Bekir cübbesini kaldırdı ve Ey Allah'ın Peygamberi, Rabbin sana olan vaadini yerine getirecektir! dedi.*Allahü Teala: «Hani Rabbinizden yardım istiyordunuz da o size meleklerin binlercesi ile yardımda bulunmuş duanızı kabul buyurmuştu. mealli Enfal Suresi indirdi. Ve Allahü Teala meleklerle Resulüne yetişti.*
(Buhari, Müslim, Tirmizi)


İbni Abbas ra anlatıyor:* müslüman biri müşrikler karşısında güç vaziyette kalmıştı, birden bire müşriğin üzerinde bir kamçı darbesi duydu müşrik sırt üstü yıkıldı. adamın burnu kırılmış, yüzü yarılmıştı Allah'ın Resulü:*bu' üçüncü kat semadan gelen yardımdır! buyurdu.*(Müslim)

Bera ra anlatıyor:*Uhudda müşriklerle savaştık. Resulullah bir okçu bölüğünü geçitte bıraktı. Başlarına Abdullah bin Cübeyr ra ı kumandan tayin etti Mevkiiden ayrılmayın. Bizim galib görseniz de ayrılmayın; onların galebe ettiklerini görseniz de bize yardıma çıkmayın mevkide kalın! diye emir verdi.*taarruzumuz karşısında müşrikler bozulup kaçdı.müslüman askerleri
Ganimeti konuşdular okçu kumandanı Abdullah bin Cübeyr ra Peygamber as mevkii terk etmeyi tenbih etti, dedi. okçular dinlemediler ganimet için yerlerini terk ettiler. düşman saldırıp galib geldiler. Bu saldırıda müslümanlar yetmiş şehid verdi

Uhud savaşında müşriklerin lideri Ebu Süfyan bağırdı:*— Muhammed aranızda mı? Peygamber as Cevap vermeyin, dedi.*Ebu Süfyan Ebu Kuhafe içinizde mi? diye sordu. Peygamber Cevap vermeyin, dedi.*Ebu Süfyan Hattab'ın oğlu aranızda mı? diye sordu.*
cevap alamayınca, bunlar muhakkak öldürülmüş, yoksa cevap verirlerdi, dedi. Hz Ömer, kendini tutamadı Yalan söylüyorsun, ey Allah'ın düşmanı, Allah sana perişanlık verecekleri yaşatacak dedi. Süfyan Yüksel Hübel! diye bağırdı. Peygamber as Allah yücedir, o en yücedir buyurunca Süfyan Bizim Uzza'mız var, dedi. Peygamber as
Allah bizim mevlamızdır, sizin mevlanız yok, buyurdu (Buhari)

Enes ra anlatır:*Enes ra nın amcası Bedir savaşına katılmamıştı.* Peygamber as ın ilk harbinde bulunamadım, Allah Resulü ile beraber bir savaşta bulunmak nasib ederse, müşriklere nasıl muharebe edeceğimi göstereceğim dedi.*Uhud harbinde müslümanlar yenilince Rabbim, müslümanların hareketi yüzünden sana özür beyan eder, müşriklerden uzaklaşıp sana yönelirim, dedi ve kılıcı ile Sa'd bin Muaz ra ile karşılaşınca Nereye ey Sa'd? Ben Cennet kokusunu Uhuddan duyuyorum! diye bağırdı.*
Düşmana taarruz eddi ve şehid düştü. O kadar yara almıştı ki, Kızkardeşi, kendisini beninden tanıyabildi. Vücudunda seksenden fazla mızrak, kılıç ve ok yarası vardı.*(Buhari)


Ebu Zer ra, Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatıyor Allahü Teala üç kişiyi sever, üç kişiye buğz eder. Allah'ın sevdiği üç kişi şunlardır bir adam Allah rızası için bir şey istemiş, fakat kavimi vermemiştir. kavimden bir adam gizli olarak vermiştir.*Bir topluluk yolculuğa gece vakti devam etmiş uyku her şeyden sevgili olunca, hepsi uyudukları halde birisi sevgisini hissederek Allah'ın ayetlerini okumuş, ibadet etmiştir.* O kimse müfrezede Düşmanla karşılaşmıştır ve şehid veya gazi oluncaya kadar düşmana taarruz etmiştir.*Allahü Teala'nın buğz ettiği üç kişi şunlardır:*1 — Zina eden ihtiyar.*
2 — Kibir sahibi fakir.*3 — Zulüm yapan zengin.*(Tirmizi, Hakim)


Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Adamın biri:*
— Ey Allah'ın Resulü, insanlardan iyi muameleye en layık olan kimdir? diye sordu. Peygamber as— Anan, sonra anan, sonra yine anan sonra da babandır. Bunlardan sonra akraba ve en yakınındır buyurdu.*(Müslim)

Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Peygamber as, torunu Hazreti Hasan'ı öptü. Yanındaki sahabi Akra' on tane evladım var hiç birini öpmedim, dedi. Peygamber as kendisine Şefkat ve merhamet göstermeyene, Allah da rahmetini ihsan etmez, buyurdu.*
(Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)

*
Eyyub Ensari ra nın bir bodrumu Hurmalarını koyardı. Gül cinlerinden biri hurmaları kaçırdı. Ebu Eyyub ra Peygambere şikayet etti.*Allah'ın Resulü Git ve cinni gördüğün vakit; «Allah'ın adı ile Resulullah as git» diye söyleyi buyurdu.*Ebu Eyyub ra cinni yakaladı cin tekrar gelmeyeceğine yemin ettiği için bıratı Resulullah as
esiri ne yaptın? diye sordu. Ebu Eyyub gelmeyeceğine yemin etti, dedi. Peygamber as yalan söylemiş, buyurdu. Ebu Eyyub ra cinni 2. Defa yakaladı. yine bıraktı Ebu Eyyub ra cinni 3. Kez yakaladı ve Seni Resule götürünceye kadar salıvermem, dedi.*
cin Evinde Ayetü'l Kürsi'yi oku, ne cin, ne şeytan yaklaşabilir, dedi. Allah'ın Resulü şöyle buyurdu o cin Yalancı olduğu halde, bu defa sana doğru konuşmuş.*(Buhari, Tirmizi)


Kaynak islam ansiklopedisi android programı

RESULULLAH'TAN HİKAYELER
*
Ibni Abbas radıyallahu anh anlatıyor:*
Resulüllah as ın sahabilerinden biri bilmeyerek, çadırını bir mezar üzerinde kurdu. mezardaki Tebarekellezi biyedihi'l mülk Suresini okuyordu sahabi — Ey Allah'ın Resulü! Farkına varmadan bir kabire çadır kurdum mezardaki Tebareke suresini sonuna kadar okudu diyince Peygamber as şöyle buyurdu O sure koruyucu ve kurtarıcıdır; kabir azabından kurtarır.*
(Tirmizi)

Enes ra anlatıyor Abdullah bin Selam ra bir arazide meyvelerini toplayıp Allah'ın Resulüne gelir ve Ben Peygamberden başkasının bilemeyeceği üç şey soracağım der ve 1 — Kıyametin ilk alametlerini 2 — Cennet ehlinin ilk yemeğini 3 — Çocuğun erkek ve kız olmasını sağlayan nedir diye sora
Peygamber as — Onları şu anda Cibril haber verdi, buyurdu. O, melekler içinde yahudilerin düşmanıdır, dedi.*
Allah'ın Resulü«Kim Cibril'in düşmanı olursa kahrından helak olsun çünkü o, Kur'an'ı senin kalbine indirdi Ayet-i ni okudu.*ve buyurdu:*Kıyamet alametlerinin birincisi, insanları doğudan batıya toplayan ateştir.*
Cennet ehlinin ilk yemeği Hut ismindeki balığın ciğerine bitişik parçadır. Çocuğun erkek veya kız olması ise, münasebette erkeğin menisi kadınınkinden önce gelirse erkek aksi olursa kız doğar, buyurdu.*

Abdullah bin Selam, «Allah'tan başka ilah olmadığına, ve peygamberimizin Allah'ın Resulü clduğuna şehadet edip Kelime-i Şehadet getirip müslüman oldu dedi ki:*— Ey Allah'ın Resulü, yahudiler kavgacı ve iftiracıdır onlara sormadan müslüman olduğumu öğrenirlerse bana iftirada bulunurlar, dedi.*Yahudiler geldiklerinde Peygamber as Abdullah nasıldır diye sordu. Yahudiler O, en hayırlımız ve en hayırlımız efendimizin oğludur, dediler. Peygamber as Abdullah'ın müslüman olduğunu düşünebilir misiniz? dedi. Yahudiler:*— Allah, korusun, dediler. Abdullah ra Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet eddi yahudiler en kötümüz, en kötümüzün oğlu! diye bağırıp etmedikleri kötülük bırakmadılar.*Abdullah ra korktuğum bu idi, ey Allah'ın Resulü, dedi.*(Buhari)

Ebü Said ra Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatır Kıyamette Nuh as çağırılacak Allahü Teala emirlerimi tebliğ ettin mi?? diye soracak. Nuh as
Evet, ey Rabbim, diye cevap verecektir.*
Allahü Teala, Nuh as ümmetine:*
size tebliğde bulundu mu? diye soracak. Nuh as ümmeti Hayır, akıbeti gösterecek kimse gelmedi, diye cevap verecek Allahü Teala Ey Nuh, sana şahidlik edecek kimse var mı? diye soracak.*Nuh as Muhammed as ile ümmetini gösterecek ve ona şehadet edecekler ve Böylece sizi, insanlara şahid olasınız ve Resul de size şahid olsun diye, adaletli ve hayırlı bir ümmet yaptık» (Bakara Suresi) mealindeki Ayet-i Kerimedeki şahidlik budur.*
(Buhari, Tirmizi)

Ebu Ümeyye Şabani ra Ebu Sa'lebe ra a «Ey iman edenler, kendinize bakın, siz doğruyu bulunca, sapmış olanlar size zarar vermez.» (Maide Suresi) Ayetini sordu Ebu Sa'lebe ra — Allah'a yemin ederim ki, Peygamber as a bunu sormuştum şöyle demişti— «Muhakkak iyiyi emredecek, kötüyü menedeceksiniz cimri ve zalimi, insanlar arasında nefse uymanın yaygın hale geldiğini, dünyanın ahirete tercih edildiğini, herkesin yalnız kendine hayran kaldığını görünceye kadar böyle yapın Bunları gördüğünde insanları bırak, dünya ve ahirette sana faydalı şeylerle meşgul ol ve haramdan uzak dur. sizden sonra öyle bir zaman gelecektir ki, o zaman dine sarılan ateşi eline almış kimse gibidir iyi amel işleyene salih amel işleyen elli adamın sevabı vardır.»*(Tirmizi, Ebu Davud)

Bir Rum şehrinde büyük bir asker safına karşı Müslümanlardan biri Rumlara hücum etti insanlar Subhanallah kendisini tehlikeye atıyor diyince Eyyub Ensarri ra dedi ki insanlar, siz «...elinizle kendinizi tehlikeye atmayın...» ayeti Ensar hakkındadır Allahü Teala islamı zafere erdirince yardımcılar çoğalmıştı mallarımız zarara uğradı dediniz Halbuki islam muzaffer kılınmış yardımcılarımız çoğalmıştı mallarımızın yanında kalıp ziyan olmasın demiştiniz Allah bizi reddetti ve «Allah yolunda mallarınızı harcayın, cimrilik ve israfla kendinizi tehlikeye atmayın; mücahidlere maddi ve manevi yardımda bulunun. Allah iyilik ve ihsanı sever Bakara Suresini inzal etti. Ve malların yanında kalıp savaşa katılmamak tehlike oldu.*Eyyub ensari ra a şehidliğe erip Allah yolunda kendisini savaşın ön saflarına attı.*
(Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace)

Enes ra Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatır Allahü Teala yeri yarattığı zaman yer hareket ediyordu ve dağları yarattı. Dağları yer yüzüne oturtunca, yer karar buldu. Melekler dağın şiddetine hayret ettiler— Ey Rabbimiz, yarattıkların arasında dağdan kuvvetlisi var mı? diye sordular. Allahü Teala demir, diye cevap verdi. Melekler demirden kuvvetlisi var mı? dediler.*
Allahü Teala: "*ateş, buyurdu. Melekler:*
ateşten kuvvetlisini sordular Allahü Teala rüzgar var, buyurdu.*Melekler rüzgardan kuvvetlisini sorunca
Allahü Teala sağ eli ile sadaka verirken sol elinden gizleyerek veren Ademoğlu daha kuvvetlidir.* buyudu(Tirmizi)

Cabir ra anlatıyor:*Peygamber as
üzüntümü sordu Ey Allah'ın Resulü, babam Uhudda şehid oldu. Bir çok kız evlad ile büyük de bir borç bıraktı, diye cevap verdi Peygamber as Sana Allah'ın babanı nasıl karşıladığını müjdeleyeyim mi? dedi müjdele, ey Allah'ın Resulü! dedim. Peygamber as
Allahü Teala hiç bir zaman perdesiz konuş-mamıştır. Ancak babanı diriltip, kendisi ile perdesiz konuştu ve: __ Ey kulum, dilediğini dile vereyim, buyurdu. Baban:*Rabbim, beni bir defa daha dirilt de senin yolunda ikinci olarak öldürüleyim, dedi. Allahü Teala
insanların' öldükten sonra ikinci defa dünyaya tekrar dönmeyeceklerine hükmettim, buyurdu, ve Allah yolunda öldürülenleri öldüler zannetmeyin, onlar Rablerinin nezdinde diridirler, cennet nimetleri ile rızıklanırlar» Al-i Imran Suresi Ayet-i Kerimesi nazil oldu

«Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. onlar diridirler, cennet nimetleri ile rızıklanırlar.» (Al-i Imran Suresi) Onların ruhları cennette yeşil kuşlar içerisinde dilediği yere uçarlar, Arşa asılı kandillere konarlar, ortadan perde kalkar ve bizzat Allahü Teala kendilerine hitab eder— Nimetinizi artırmamı istiyor musunuz fazlalaştırayım ? diye sorar. Onlar:*
Ey Rabbimiz, ne isteyeceğiz? Cennette bulunup dilediğimiz yere uçuyoruz, diye cevap verirler.*Allahü Teala ikinci defa Bir şey istiyor musunuz diye sordu.*
Onlar, Ey Allahım, ruhlarımızı bedenlerimize iade et dünyaya dönelim ve bir defa daha senin yolunda öldürülelim, dediler.*(Tirmizi)

Ebu Hureyre ra, Peygamber as ın şöyle buyurduğunu anlatır:* İbrahim as kıyametde babası Azer'le yüzü tozlu ve karanlık bir halde karşılaşıp bana isyan etme! dememiş miydim? diye soracak Babası bugün sana isyan etmiyorum, diyecektir ibrahim as Rabbim, sen kıyamette beni mahzun etmeyeceğini vaadetmiştin babamın perişanlığından büyük bir sıkıntı var mı diyecek
Allahü Teala:*Ben, kafirlere cenneti haram kıldım, buyuracaktır. İbrahim as denilecek ki Ey İbrahim, ayaklarının altına bak, ne var?*İbrahim as ayaklarının altında ayaklarından tutulup cehenneme atılan kanlar içinde boğazlanmış bir hayvan (ki, bu Azer'dir) görecektir.*(Buhari)

Kaynak islam ansiklopedisi android programı

RESULULLAH'TAN HİKAYELER
*
Ebu Said ra Peygamber as ın şöyle buyurduğunu bildiriyor:*Kıyamette ölüm, ak ve kara renkli bir koç şeklinde getirilir ve cennet ile cehennem arasında bırakılır.*Ey cennet ehli diye nida edilir.*Cennettekiler başlarını kaldırınca aynı ses Şunu tanır mısınız? diye sorar. Cennet ehli, Bu ölümdür, diye cevap verir aynı ses Ey cehennem ehli! diye nida eder Onlar da Bu ölümdür, diye cevap verir.*koç yatırılarak boğazlanır aynı ses sahibi:*
burada ebedilik var, asla ölüm olmayacak diyecektir.*Peygamber as a «Sen onları hasret gününde ilahi emrin yerini bulacağı ile korkut. dünya ehli gaflet içindedirler. «Ve iman etmiyorlar» (Meryem Suresi)
(Buhari, Müslim, Tirmizi)


Yennar bin Eslemi ra anlatıyor:*
Elif, Lam, Mim, Rum Arap topraklarına çok yakın bir yerde mağlub oldu. Rum mağlub olduktan sonra, bir Kaç senede galib gelecekdir.» (Rum Suresi) Ayet-i Kerimeleri nazil olduğunda Fars iranlılar üstündü Müslümanlar Rumların irana galib gelmesini istiyordu. Çünkü onlar da kitap ehli idiler.* Rum'un Fars'a galib geldiği günde müminler sevindi Allah dilediğine yardım eder. Allah düşmanlarına galib, dostlarına rahmet edicidir.» (Rum Suresi) Ayet-i kerimesi de bunu ifade eder

Kureyşliler ise İranlıların ruma galib gelmesini istiyordu. Kureyş gibi iran da kitap ehli değildi ve öldükten sonra dirilişe inanmıyorlardı. Rum suresi nazil olunca Hazreti Ebu Bekir Rum mağlub oldu...» diye sevindi Kureyşliler Ebu Bekir ra bu, sizinle bizim aramızda bir meseledir. —Peygamber Sahibiniz, Rum'un Fars'a galib geleceğini zannetti. Seninle bahse girelim mi? dedi.*ve
Girdiler bahse girmenin haram kılınmasından evvel idi. Ortaya yüzer deve koyuldu.* Ayetteki bir kaç sene tayin edildi. Rumlar iranlılara galib gelmeden altı sene doluverdi müşrikler Ebu Bekir ra ın yüz devesini aldılar, yedinci sene geldiği zaman, Rumlar galib geldiler. Hz Ebu Bekir onlardan, verdiği yüz deve ile birlikte yüz deve daha aldı.*Bu hadise sebebiyle birçok kişi müslüman oldu (Tirmizi)

Cabir ra anlatıyor:*Resulullah ile beraber muharebedeydik öğle vakti bol dikenli ağaçlı bir vadiye indik, insanlar, gölgeye dağıldılar. Allah'ın Resulü bir ağaç altına oturdu ve uyudu. yanındaki kılıcını sıyırdı «Seni benden kim kurtarır?» dedi.*Resulullah Allah dedi
adam kılıcı kınına sokuverdi ve Peygamber as adamı afvedip ceza vermedi.*(Buhari)

Enes ra anlatıyor:* Yahudi biri Peygamber as ile sahabilerin yanına geldi Es - Samu aleykum, dedi.*
insanlar yahudinin selamını aldılar.*
Peygamber as, yahudinin ne dediğini biliyor musunuz? diyince Allah ve Resulü daha iyi bilir. O, selam vermişti ya Resulallah! dediler.*Peygamber as
Hayır, selam vermedi onu bana çağırınız! diye emretti. Yahudiyi çağırdılar. Peygamber as — Es-Samu aleykum (ölüm size!) mi dedin! diye sordu. Yahudi — Evet, diyince Peygamber as Size ehl-i kitab selam verdiğinde «aleyke ma külte - sana da dediğin gibi olsun!» deyin, buyurdu ve «Yahudiler geldikleri zaman, Allah'ın selamlamadığı bir şekilde selam verirler.» (Mücadele Suresi) ayetini okudu.*(Tirmizi)


Ebu Hureyre ra anlatıyor:*Bir adam
Ey Allah'ın Resulü, bana açlık isabet etti, dedi. Peygamber as bu adamı hanımlarına gönderdi, ancak adam yiyecek bulamadı Peygamber as
Bu adamı, misafir edecek yok mu? Allah rahmet ve ihsan buyursun! diye dua etti. Ensardan biri— Ben varım, ey Allah'ın Resulü! dedi Zevcesi— Allah'a yeminle çocukların azığından başka yok, diye cevap verdi*Ensar Çocuklar yemek istediği zaman, uyut bu gece kemerimizi sıkarız, dedi ve misafiri ağırladılar. ertesi gün Allah'ın Resulü Allahü Teala filan adam ile filan kadına hayran kaldı,, buyurdu. Bunun üzerine Allahü Teala onlar başkasını kendi nefislerine- tercih ederler, ihtiyaçları olsa dahi.» (Haşr Suresi) Ayet-i Kerimesi inzal buyuruldu.*

Peygamber as Hz Aliyi Hah Bahçesine bir kadında bir mektup almaya gönderdi mektubta eshabdan Beltea Allah'ın Resulünü Mekkeli müşriklere ihbar ediyordu.*beltea Ey Resul hükmde acele etme, Ben Kureyştenim nesebim onlardan değildir Muhacirler malımı onlara iyilik yapıp yakınlarımı himaye etmek. İstedim diyince Peygamber as eshaba Hatib doğrudur buyurdu. Hz Ömer onun boynunu vurmak isteyince Allah'ın Resulü
Olmaz, O, Bedir harbine katılmıştır, Allah Bedir'e iştirak edenleri afvetmiştir buyurdu ve Ey iman edenler düşmanlarımı dost kabul etmeyiniz (Mümtehine Suresi) nazil oldu.*


Enes ra anlatıyor:*Bir adam Resulullaha Kıyamet ne zamandır? diye sordu. Peygamber as ne hazırlık yaptın? dedi. Adam:*Kıyamet için namazdan, oruçtan ve sadakadan çok fazla hazırlamadım, fakat Allah'ı ve Resulünü severim, dedi. Allah'ın Resulü:*sevdiklerinle berabersin, buyurdu.*Buhari, Müslim,
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-28-2018, 05:55   #99
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak kuraan mucizeleri android prog

MUCİZEVİ SIVI: KAN

Bilim adamları kanın benzerini üretmek için çok çalıştı. Ancak başaramayıp vazgeçti çünkü kan taklit edilemez damardan alındığı anda hemen pıhtılaşır ve yapısı bozulur. Cam tüpte kanı saklayamaz inceleyemeyiz Çünkü kan hücreleri tüpte canlı kalamaz bilim adamları kan hücrelerini ayrı ayrı incelemiştir bu kadar bilgiye rağmen taklit dahi edilemeyen mükemmel madde kendiliğinden tesadüfen oluşmaz bu dünyadaki en akıl ve mantık dışı açıklamadır Allah, kanı örneksiz bir madde olarak yaratmıştır.
Olağanüstü birçok kabiliyete sahiptir kan hücreleri, Allah`ın sonsuz aklının vücudumuzdaki örneklerinden yalnızca bir tanedir.


Vücuddaki litrelerce kan nasıl olur da aşağı ve yukarı, hiç durmadan hareket eder bunu hiç düşündünüz mü? bir nesnenin sürekli hareket edmesi için bir motora ihtiyaç vardır. Arabalar, uçaklar hatta bir oyuncak dahi motor sayesinde hareket eder. durmadan hareket eden kanın bir motoru olmalıdır Kanı, gece-gündüz, aylar, yıllarca hareket ettiren bu motor kalbdir.
Parmaklarınızı bileğinize koyduğunuzda Kalbinizin kanı pompaladığını hissedeceksiniz Kalb dakikada 70 kere atar ve tüm hayatınız boyunca 300 milyon litre kan pompalar. Bu miktar 10 bin adet petrol tankerini doldurabilir. bu rakamlar hayret verici değil mi bir dakikada 70 defa bir kovadan bardakla su boşalttığınızı düşünün. kol ve el kaslarınız ısınır dinlenmeniz gerekir işte kalp bu işi hiç dinlenmeden tüm hayatımız boyunca yapar. Yeryüzünün en mükemmel pompası

Yeryüzünün en mükemmel yaratılışa sahip pompası, sol göğsümüzün hemen altında çalışır. Kalp akıl almaz tasarımı ve durmak bilmeyen atışlarıyla, 1 günde vücudumuzdaki kanın 1.000 tam devir yapmasını sağlar. Kalp görünüş olarak yumruk büyüklüğünde, etten bir pompadır. Ancak kapasitesiyle dünyadaki en güçlü, en uzun ömürlü ve en verimli iş makinesidir Kalbin gücü muazzamdır. Bu güçle kalp, kanı 3 metre yukarı sıçratabilir. Kalb bir saatte orta boy bir arabayı yerden bir metre yukarı kaldırmaya yetecek kadar enerji üretir


Yumruk büyüklüğünde bir kastan oluşan kalp iki bölümden oluşur iki ayrı pompası vardır. Soldaki pompa güçlüdür ve temiz kanı vücuda pompalar. Sağ taraftaki ise zayıftır kirli kanı akciğere pompalar. Kalpten akciğere olan bu yolculuk kısa sürelidir küçük dolaşım" olarak adlandırılır. Diğeri ise "büyük dolaşım" adını alır.
Kalbin iki bölümü de ikiye ayrılır. kan, kapakçıklar sayesinde diğer bölüme geçer. Bu pompalar durmaksızın büyük bir enerjiyle çalışırlar ve damardaki kan günde 1.000 kere vücutta tur atar


Sürekli çalışan bir makine düzenli bakıma ihtiyaç duyar. Makineyi oluşturan parçaların bakımdan geçmesi ve değişmesi gerekir makine yağlannmazsa aşırı sürtünmeden aşınabilir. kalb Makine gibi hiç durmadan çalışır bakıma ihtiyacı vardır. Ancak kendi bakımını kendisi yapar, kendini yağlar. Peki sizce kalp kendini nasıl yağlar? Bunun cevabı kalbin yaratılışında gizlidir. Kalb dışı iki katlı zardan oluşan bir kılıfla kaplıdır. Bu iki zarın arasında kaygan bir sıvı bulunur. Bu sıvı motor yağı görevi görerek kalbin kolayca çalışmasını sağlar. Buda Allah`ın yaratma sanatının ne kadar mükemmel ve eksiksiz olduğunu gösterir.

Vücudda toplam 206 kemik vardır. Bu kadar kemiğin fazla olduğunu düşünebiliriz, ancak Parmaklarınız tek bir kemikten oluşsaydı, siz kitab dahi tutamazdınız. dimdik duran bir kemiği bükemezdiniz eğer zorlarsanız kemik kırılır. Parmaklarınızı bükemez kavrayamaz, tutunamaz, yazamaz yiyemezdiniz bir kitabı rahatça tutup meyve suyu içmenizin sebebi parmak ve vücuddaki birbirine bağlı tam 27 tane kemiğin olmasıdır. vücudda, toplam 206 kemik bulunur. hepsi çok akıllı bir planla yerleştirilmiştir. Bu kusursuz planla öne doğru eğilir, dizlerinizi bükebilir, başınızı çevirebilirsiniz.

Vücudumuzda kemiklere yardımcı eklemlerimiz bulunur. Bu Eklemlerle kolumuzu rahatça büker, bacak kaldırır, parmaklarımızı kullanırız Eklemler kemiklerimiz için çok önemlidir misal
Tahtadan bir kukla yaptığınızı düşünün. kuklanın kollarını oynatması için ne yapması gerekir? Elbette ki omuzuyla kolun birleştiği yere oynak bir parça takmadan kuklanın kolları hareket etmez kol ve bacak yapımında kullandığınız tahtaların aralarına oynar parça yerleştirirseniz kuklanın kolları dirseklerinden, bacakları dizlerinden bükülebilir. kemiklerimizin fazla oluşu ve aralarına eklem yerleştirilmiş olması bizim rahat hareketimizi sağlar.


Kemiklerimizin arasındaki Bazı eklemler kemiklerin ileri geri bazıları ise yanlara hareket etmesini sağlar.
Kemiklerimiz vücudu taşır ve korur zor görevleri yerine getirecek sağlamlıkta yaratılmışlardır. Kemiklerimiz hafiftir içleri bal peteği gibi deliklidir. Bu delikli yapı sayesinde çok hafif ve çok serttirler öylesine serttirler ki çelikten 5 kat daha fazla dayanıklıdırlar bacaklardaki uyluk kemiği dik dururken 1 ton ağırlığı kaldırabilecek muazzam bir kapasiteye sahiptirler her adımda kemiğe, vücut ağırlığının 3 katı yük biner ancak kemiğin dayanıklılığı sayesinde hiçbir şey olmaz.
Peki kemikleri bu kadar kuvvetli kılan nedir? Bu kemiklerin benzersiz yaratılışında gizlidir.

Kemikler son derece sağlam, ve rahatlıkla kullanılabilecek hafifliktedir kemiklerin iç ve, dışı sert ve dolu olsaydı, kemikler çok ağır olurdu. esneklik kalmaz en küçük bir darbede, kol dolaba çarpsa bile kemik kırılıp, çatlardı Allah çok merhametli olandır kemiklerimizi rahat edip zarar görmeyecek şekilde yaratmıştır. kemik Çok hafif ve çok dayanıklıdır kendini tamir eder 5 yaşından 20 yaşına gelindiğinde boy uzunluğu aynı olmaz buna kemik büyümesi deir bu büyüme orantılıdır. Bacak büyürken, kol da büyür, ve tam zamanında durur bu tüm insanlar için geçerlidir Bilim kemikleri oluşturan maddeyi üretememiştir bu üstün maddenin benzerini dahi geliştirememiştir bu üstün maddeyi yaratan Rabbimizdir Rabbimizin merhametiyle, kemikler son derece ve çok zor hareketleri kolaylıkla ve hiç acı duymadan yapmamızı sağlar

Kemiklerin birbirlerine eklendikleri yerde eklemler bulunur dirsek ve dizlerimizi, eklemler sayesinde sürekli büküp, düzleştiririz. eklemler sürekli hareket eder ve yağlanmaya ihtiyaç duymaz Oysa ki çalışan bir makine bir bisiklet dahi yağlanmak zorundadır çünkü yağı azalır ve hareketi zorlaşır eklemler sürekli kullanılsada yağını yenilemek gerekmez. Neden bilim şu gerçeği keşfetmiştir Eklem yüzeyi ince ve deliklidir Yüzeyin altında kaygan bir sıvı bulunur. Kemik, ekleme baskı yaparsa bu sıvı deliklerden fışkırır ve eklem yüzeyi yağ gibi" kayar insan bedeni çok mükemmel bir tasarım ve çok üstün bir yaratılış ürünüdür bu mükemmel tasarım çok farklı hareketleri büyük bir hız ve rahatlıkla yapar Kemiklerimizi yaratan Rabbimiz Kuran`da, kemiklerin yaratılışını şöyle bildirmiştir: Kemiklere bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, ve et giydiriyoruz?.(Bakara Suresi, 259)


Kemiklerin çok sert ve güçlü bir yapıya sahiptir ancak kemiklerde kırılırlar. Ve Kemik kendi kendini tedavi eder. Doktorlar kırılan kemiği alçıya alırlar. Bunun dışında yapacak bir şey yoktur. zaten kemik kendi kendini tamir eder Bir kemik, kırıldığında kendisini tamire başlaması ve eskisinden sağlam olması olağanüstü bir olaydır. mucizevi olay şöyle gerçekleşir kırılan kemiğin etrafındaki kan pıhtılaşır "hematom" adlı dev bir pıhtı oluşur. Bu derideki yara üstündeki kabuk gibi tabakadır. Kemik yapıcı hücreler salgıladığı minerallerle pıhtıyı sert bir kemiğe dönüştürür işlem bitince kemik yıkıcı hücreler devreye girer. profesyonel bir heykeltıraş gibi eritici asit olan hidroklorikle yeni kemiği törpüler şekil verir. Bu kemik eski haline gelinceye kadar devam eder kemiğin kırılmasından 1 yıl sonra dahi kemik eritici hücreler siz farkında olmadan kemiğin eski şekline dönmesi için sabırlı bir heykeltıraş gibi törpüleme işlemine devam ederler.


gözle göremediğimiz kadar küçük varlıklar olan kemik hücrelerinin yaptığı tüm işlemler üstün bir şuurdur hücrelerin gören gözleri yoktur ancak kemiği yenilerler kırılan boşluğu anlayıp, işlerine ne zaman son vermeleri gerektiğini biliirler kemik yıkıcı hücreler kemiğin kabasını fark edip, kemiği törpülerler sert kemiği parçalayacak güçlü bir asit kullanırlar, bu asidi gerektiğinde fazla, gerektiğinde az kullanarak kemiği en uygun şekle getirirler kemik hücreleri neyi, nasıl ve nerede yapacağını çok iyi bilir Kemiklerimizin tamiri için kurulan sistem mükemmeldir ve kemiğin kendi kendini tamirini sağlar. bilim yıllardır, büyük bir hayranlıkla bunu taklide çalıştı Ancak başaramadılar.


İnsanların taklit edemediği yeteneği kemik hücreleri nasıl kazanmışdır? Kırılan kemiği tamir için ne malzeme gerektiğini, nasıl işlemler yapılacağını nereden bilirler? Hücrelerden kimileri kemik yıkma özelliği kazanmış kimi şekil verme görevini üstlenmiştir. Bu görev dağılımını yapan kimdir? Nasıl olup da karışıklık çıkmaz, hepsi tam gereken zamanda görevlerini yerine getirir Kemik hücreleri bunları kendileri mi öğrendi bu imkansızdır. tesadüf mümkün değildir. Kemik hücrelerimiz yaratan ve üstün akıl sahibi Allah`ın ilhamıyla hareket ederler Allah kemiklere şekil verendir

Vücuddaki Hücrelerin Kemikleri Nasıl Oluşturduğunu Düşündünüz Mü?
Vücuddaki 206 kemikdeki farklılık ilk ortaya çıktıkları anda anne karnında başlar hücrelere vücudun neresinde olmaları öğretilmiştir Kimi hücreler kemikleri kimiside karaciğer böbrek ve gözleri oluşturur farklılaşıp vücudda uygun yere gidip şekil alırlar profesyonel bir işçi gibi parmaklar ayak kemikleri oluştururlar. Kafatasını oluşturan kemik hücreleri beyini saran kusursuz bir kemik tabakası meydana getirirler. Ne küçük yapıp beyni sıkıştırır ne de büyük yapıp kafanın taşımasını zorlaştırırlar şekillerini çok iyi bilirler kemikleri kusursuz biçimi ve hücrelerin şuuru nereden kaynaklanır?
Onlara ilham eden Rabbimizdir. Allah`ın eşsiz ilmi için ayetler buyurur Gök ve yerdekiler O`nundur; hepsi gönülden boyun eğmiştir` Yaratmayı başlatan, O`dur; Göklerde ve yerdeki en yüce misal O`nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 26-27)

Kaslar vücudun güç istasyonudur enerjiyi güce çevirir ve bunu hayat boyu eksiksiz yapar Biz bunun olmayız. bazı kasları çaba harcamadan çalışır. Kalp ve mide kası gibi Onları kontrol edemeyiz kontrolümüzdekiler iskelet kaslarıdır. vücudumuzda 650 tane vardır. hareket ettikçe kasılıp gevşerler Kasları, kan damarları ve sinirler çalıştırır. Kan damarlarıyla kaslara oksijen ve besin gelir sinirler kas hareketini sağlar. Sadece kalp kasının denetimi bize bırakılsaydı tüm zamanımızı kalp kasına ayırmanız gerekecekti kalp kasınızın bir an durması hayatın sona ermesidir Uykuda kalbin denetleyemeyecek yaşamımızı yitirecektik Ancak vücuddaki mükemmel kontrol sistemiyle bunları düşünmeyiz yapmamız gereken sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Rabbimize şükretmek Allah yalnız Kendisine kulluk etmemizi ayette emremiştir Rabbimiz Allahtan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, O, herşeyin üstündedir Enam Suresi

Kaslarınız Büyük Bir Uyumla Çalışır
Güldüğümüzde yüzde aynı anda 17 kas birden kasılır bir tanesi kasılmasa gülümseyemeyiz üstelik yüzümüz çirkin bir hal alır. Yüzümüzde mimik yapmakla görevli 28 ayrı kasın kasılmasıyla binlerce farklı ifade oluşur Kızgınlık, şaşkınlık, sevinç gibi ifadeler kaslar sayesindedir Yüz kasları diğer kaslar da büyük bir uyum içindedir tek bir adım atmak için ayaklarda ve sırtda bulunan 54 kas aynı anda çalışır. yüzlerce kaslar sayesinde yaparız ve bu bize çok olağan gelir. Ancak durup daha düşünün biz kaslarımızın çalışması için hiçbir şey yapmayız. Eğer kaslar eksik çalışsaydı koşmak, yüzmek, bisiklete binmek adım atmak imkansız olurdu unutmamamız gereken Allah vücudumuzda kusursuz bir sistem yarattı Bu Rabbimizin bir hediyesidir. Allah`ın sonsuz merhametini düşünüp, Allah`ın büyüklüğüne, şükretmemiz gerekir.


Kitabın sayfalarını çevirmek, arabanın kapısını açmak, el yıkamak… Bunları ellerimizle, hiç zorlanmadan ve çok sık yaparız. Elimizi yüzlerce işte kullanırız
Elimiz o kadar güçlüdür ki yumruk sıkmadan bir nesneye elimizle 45 kg güç uygulayabiliriz. elimizi çok ince ve hassas işlerde kullanırız iğne deliğinden iplik geçiririz bazen kuvvet bazende ince bir ayar gerekir. Ancak biz elimizin ne kadar önemli bir işi başardığını fark etmeyiz düşünmeyiz. Tüm bunları otomatik yaparız. Allah kusursuz yaratmıştır. Elimizdeki bu eşsiz kabiliyet Allah`ın benzersiz yaratmasıyladır

Bilimin en büyük çabası yapay el üretmektir robot eller; elimizdeki dokunma hassasiyet ve kabiliyete sahip değildir bilim, insan elinin yapılamayacağını düşünür "Karlsruhe Eli" adlı robot eli yapan mühendis Hans J. Schneebeli şunları söylüyor:
Robot ellerde ne kadar çalışırsam, insanların ellerine o kadar hayran oluyorum. İnsan elinin bir kısmına bile ulaşmak için çok zaman geçmelidir teknoloji ile bir benzeri dahi yapılamayan ellerimizi Allah, özel tasarlamıştır. Ellerimiz Allah`ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu gösterir.
Allah`tan başka yaratıcı yoktur. Allah gerçeği görmeyenlere ayetlerle seslenir De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi "Allah`tır. yarar ve zarar da sağlamayan ilahlar mı edindiniz?" De ki görmeyen a`ma ile gören basiret sahibi eşit mi? karanlıkla nur eşit olabilir mi?" De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır tektir ve kahredici olandır." (Rad Suresi, 16)
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2018, 19:06   #100
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak kuraan mucizeleri android prog

Her gün farkında olmadan nefes alıp veririz. Burun, nefes borusu ve akciğerin üstlendiği bu görevde birçok işlem gerçekleşir. nefes demek, vücuddaki hücrelerin oksijenle beslenmesidir. Hücreler oksijenle beslenmezse yaşayamaz çok kısa bir süre nefessiz kalabiliriz. Ancak süre uzarsa hücrelerin ölmesiyle vücudda ölür. Nefesle birlikte burna dolan hava temizlenir burnumuz bir klima gibi çalışır burunda filtre işlevi gören tüycükler kirli, sıcak, soğuk nemli havayı akciğerlerimize uygun hale getirir havayı süzer, temizler, nemlendirir, ısıtılır ve bakterilerden arındırıır. Burnumuzdaki küçük tüycükler her gün yaklaşık 20 milyar yabancı maddeye karşı vücudumuzu korur Burnumuzun bu kadar yabancı maddeyi tanıyıp, ayırt etmesi çok detaylı bir işlemdir. tesadüfen olamaz Bu Allah`ın yaratma gücünün büyüklüğünü ortaya koyar

bazı kişiler Evrime inanıp vücudun tesadüfen oluştuğunu öne sürer Neden Allah`ı inkar ederler tesadüf saçmalıktır burnumuz dahi Allahın eşsiz yaratma sanatına örnektir vücudumuzun kusursuz bir parçasıdır. mükemmeldir tesadüfen olması imkansızdır Bir klima nasıl tesadüfen oluşmuyorsa kusursuz çalışan bir klimayı bile bir akıl sahibi yapmıştır işte klima gibi çalışan burnumuz da bütün klimalardardan üstündür klimaların en üstünü burnumuz tesadüfen oluşmamıştır. dünyanın taklit edilemeyen en iyi kliması burnumuzu Rabbimiz yaratmıştır Allah yaratandır, en güzel ve kusursuzca var edendir, `şekil ve suret` verendir. En güzel isimler O`nundur. Gök ve yerdekiler O`nu tesbih eder O, Aziz ve Hakimdir. Haşr Suresi,

Solunan havada toz gibi vücuda zararlı maddeler vardır. Ve havanın akciğere ulaşmadan kontrolü gerekir. Bunu sağlayan ve solunum yüzeyini kaplayan kaygan tabaka mukus tabakasıdır tabakayı oluşturan mukus maddesi, hava ve soluduğumuz toz gibi küçük maddeleri tutarak, akciğere girişi engeller. Bu maddelerin sadece mukus tarafından tutulması yeterli değildir biriken maddeler vücuttan atılmalıdır Bunun için devreye giren mekanizma nefes borumuzun iç yüzeyini kaplayan silya adlı tüycüklerdir. nefes borusundan yukarıya yani ağzımıza sürekli olarak hareket eder. Bunu rüzgarlı arazide buğday başaklarının hep aynı yöne hareket etmesine benzetebiliriz. Bu tüycüklerin ağzımıza doğru olan hareketleriyle yabancı maddeleri tutan mukus tabakası nefes borusundan yukarıya doğru ilerler. Ve bir yutma hissi oluşur bize zarar veren maddeler yutular mideye iletilir ve mide asitinde parçalanıp yok edilir.

Nefes borumuzdaki tüycüklerin görmek ve düşünmek için beyinleri yoktur. Ancak kendilerine km lerce uzakta olan ağzımızdaki yutağın yerini tespit eder zararlı maddeleri bilip, vücuda sokmaz Bilimin tüm araştırmalarına rağmen tüycüklerin çalışma mekanizması keşfedilememiştir unutmayın insanların çözemediği bu tüycükler bedenimizdeki herşey gibi, yeryüzünde ilk insan var olduğundan beri kusursuz çalışır Soluduğumuz hava önemlidir? nefes alamayan insan ölür Vücudu oluşturan hücrelerin en temel besini oksijendir. eldeki kas hücreleri sürekli oksijenle beslenir. Bunun için nefes almak şarttır.

Nefes aldıktan sonra nefes borusundan akciğere gelen temizlenmiş ve nemi ayarlanmış hava kullanılabilir haldedir. Akciğerlerden kan yoluyla hücrelere gider ve onları besler hücredeki atık madde olan karbondioksiti alır. Biz nefes verirken hücrede toplanan karbondioksiti vücuddan dışarı atarız
nefes almayı basit zannedebiliriz ancak vücudda büyük bir oksijen karbondioksit alışverişi yapılır. Tüm bunlar Allah`ın yaratıp hizmetimize verdiği nimetlerdir. düşünün, sadece nefesi kendiniz ayarlayacak olsaydık bunu şaşmadan ve karıştırmadan yapmaya gücümüz yetmezdi. yorulur ve bırakırdık Rabbimiz buna güç yetiremeyeceğimiz için bize, kusursuz çalışan bir solunum sistemi vermiştir. Bu, Allah`ın nimetlerinden biridir. Allah ayette buyururki Size her istediğinizi verdi. Allah`ın nimetini saymaya güç yetiremezsiniz. insan zalim ve nankördür. (İbrahim Suresi, 34)


vücudda biz farkında olmadan işlemler yapılır her organ ve hücremiz akıl almaz bir hız ve mükemmellikle çalışır. büyük bir uyum içinde verilen emri yerine getirir .Kan, hücreleri besin taşır. Mide ve bağırsak besinleri küçülterek hücrelere uygun hale getirir. Sinir hücreleri vücuda uyarı gönderir, beyim uyarıyı değerlendirir ve biz görür duyar işitiriz Sinir hücreleri hasar görse, el ve kol tutmaz; mide zarar görse sindirim olmaz; dil hasar görse tad alamayız. özel hastalıkları dışında bunların hiçbiri olmaz. Vücudumuz, hiç durmadan çalışır işte bu kusursuzluk mükemmellik Allah`ın şefkati ve merhametiyledir

küçük bir mekanizma kendi kendine çalışmaz. televizyon ve bilgisayarın tasarımcı ve üreticisi vardır. Bir uçak bir araba kendi kendine çalışmaz. Bunları çalıştıran onları tasarlayıp, üreten mühendisdir insan bedeni kusursuzdur tesadüfen meydana gelemez O halde bazı insanlar nasıl olur da vücudun tesadüflerle kusursuz çalıştığını düşünür bu en mantık dışı iddiadır. Vücudumuzdaki mükemmel düzen ve kusursuzluk bize üstün bir akıl sahibinin vücudumuzu tasarladığını gösterir.Vücudumuz çok üstün bir Yaratıcının eseridir.Bu üstün Yaratıcı Rabbimiz olan Allah`tır. Allah Kuran`da kullarına şefkatini bildirir Allah`ın şefkat ve merhametine karşılık O`na boyun eğmeli,Kuran`da ki emirleri eksiksiz yapmalı tüm güzelliklere şükretmeliyiz. Allah ayette buyurur
Rabbiniz olan Allahdan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır O`na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 102)


insan kemiklerin cansız bir madde olduğunu zanneder ancak kemikler dış tabakaları hariç canlı dokulardır. içinde mikroskobik damarlar, sinir ağları ve kemik iliği bulunur. kemikler birer banka gibi çalışır Kalsiyum ve fosfor gibi hayati maddeler depolar ihtiyaç olduğunda depoladıkları maddeleri vücuda geri verirler. vücutta kalsiyum bulunmasa ne olurdu Kalsiyum vücutta, çevreden toplanan uyarıların sinirlere ulaşmasını sağlar bu son derece önemli bir görevdir. Kalsiyum olmadan uyarılar sinirlere ulaşamaz. Bu insanın felç olması ve iç organlarının çalışmaması anlamına gelir ölümle sonuçlanacak bir durumdur.


Kalsiyumun vücut için önemi saymakla bitmez. Bir yerimiz kesildiğinde, kısa süre sonra kesik bölgede kan pıhtılaşır, kanama durur ve kan kaybından ölmemiz engellenir. Bu çok hayati bir önlemdir. Eğer kan pıhtılaşmasaydı Altı delinmiş bir fıçının içindeki bütün suyun, fıçı boşalana kadar delikten akması gibi, vücuddaki küçücük bir delikten bile bütün kan akar giderdi. kanın pıhtılaşmasını sağlayan mucizevi bir mekanizma vardır. Bu mekanizma insanı ölümden korur bu mekanizmayı harekete geçiren en önemli faktör kalsiyumdur. Kemikde depolanan kalsiyum olmasa kan pıhtılaşmazdı.


Kemik hücreleri birer kalsiyum ve fosfor deposudur Gözü veya duyu organı olmayan kemik hücresi, kandaki binlerce madde arasından kalsiyumu ve fosforu kolaylıkla ayırt eder hiç şaşırmadan atomları yakalar.
Bir insan dahi farklı element tozlarını eğitimsiz ayırt edemez. Ancak hiç bir duyusu olmayan, ve hiçbir eğitim almayan kemik hücresi çok zor bir iş başarır Kemik ve tüm vücut hücreleri Allaha itaat eder "kalsiyum depolar kendisine "depoladığın kalsiyumu bırak" dense hemen itaat eder Kemik hücresi yüksek şuur, kabiliyet, sorumluluk ve disiplinle gece gündüz Allahu Teala ya boyun eğer


kemik iliği yağ, su, alyuvar ve akyuvardan oluşur sarı ilik yağdan meydana gelir Kırmızı ilik vücudu besler enfeksiyonda vücudu savunup kan hücreleri üretir ve depolar kırmızı ilikteki kan üretimi azalsa oksijensiz kalıp ölürüz kemik iliğindeki üretim sürekli olmak zorundadır. aksama olmaması için vücut önlem alır. Bu savaştaki stratejilere benzer vücut enfeksiyonla savaşırken kırmızı ilikteki kan hücrelerini kullanır düşman saldırıya geçtiğinde vücutta savunma ve saldırıya geçmelidir burada sarı ilik devreye girer. sarı ilik sadece yağdan oluşur. asıl görevi yağ depolamaktır kırmızı iliğin yetersizliğinde savunma yapan kan hücreleri üretir. Amaç düşmana karşı işbirliği ve tek bir kuvvet oluşturarak savaşı kazanmaktır. bu yaratılışı gösterir. Allah`ın üstün yaratışı Allah`a yönelmek ve yüceliğini kavrama vesilesidir üstün özelliklerle yaratılan insana düşen kendisine kusursuz bir vücut veren Allah`a şükretmektir.

Kemikler taş kadar serttirler ancak kimi zaman kırılır. Ve kendi kendini tedavi eder. Kemiklerin kırıldığında kendi kendine tedavi özelliklerinin olmadığını varsayalım. bu son derece acı ve sıkıntı verici olurdu. Kırık kemik kaynamaz sakat kalmalar ve hayati bölgedeki kemiklerin kırılmasıyla ölüm meydana gelirdi. Ancak insanoğlunun farkında bile olmadığı hiç düşünmediği nimetlerle birlikte yaratılmıştır. ciddi kazalarda bile kemik kolay kolay kırılmaz. Ve kırılan kemik kaynar.
kendisini hemen tamire başlar kemiğin tamirden sonra eski halinden sağlam olması son derece olağanüstüdür
Bilim kemiklerin benzerini üretmeye çalışmış ancak hiçbir mühendis kemik kadar güçlü hafif verimli ve kemik gibi devamlı büyüyen, kendi kendini yağlayan, bir hasarda kendini tamir eden bir madde geliştirememiştir.


Vücuttaki kemik hücrelerinin görevleri farklıdır. Ama ortak çalışırlar Kemiklerin yenilenmesini sağlayan kemik yapıcı osteoblast hücreleridir. Osteoblast proteini mineralle sertleştirir kemikleri yeniler Osteoklast adlı kemik hücresi kan ve kemik dokularında besin alışverişi sağlayıp, kemikdeki atıkların dışarıya çıkarılmasını sağlar.Osteoklastların kemiğin iç yüzeyinde, kemik iliği boşluğunda ve kemik dokusundaki boşluklarda yıkıma yol açarak, kemiğin biçiminin ve boyunun değişmesini erişkin boyutlara varmasını sağlar. dış yüzeyde kemik çıkıntılarının küçülmesini sağlar gövde kalınlığının her bölgede aynı kalması sağlanır.


Osteoklastların kemikte yaptığı yıkımda osteoblast hücreleri boş durmaz ve iskelet için yeni kemik yapar Çocukken osteoblastların işi ağırdır büyüme hızlı olduğundan kemik yapımı yıkımdan fazla olmalıdır iskelet bir olgunluğa erişince yapım ve yıkım birbirlerini dengeler. kemiğin biçimi ve boyutları değişir, kanda ve dokularda kalsiyum oranı ayarlanır bu Her insanda aynıdır Hepsi kemik yüzeyinin nasıl küçüleceğini Kafatasındaki kemiklerle uyluk arasındaki farklılıkları bilir kemiklere nasıl şekil vereceklerini, ne zaman uzamanın duracağını, incelik ve kalınlığı bilir Çocukluğumuzdan haberdardır Bu dönemde daha fazla hareket ederler. Kalsiyum oranıni bilir
kemik hücreleri birbirlerini çok iyi tanır ve planlı hareket ederler. Ne zaman üretime, geçmeleri gerektiğini çok iyi ayarlarlar. Bu fabrikadaki üretim programına benzetilir.

Kemik hücrelerimiz mükemmel bir
üretim yaparlar bu Program kusursuz çalışan bir fabrikaya benzer amaç ne fazla üretim yaparak malı depoda biriktirmek ne de ihtiyacı karşılamayan az üretim yapmaktır bir Fabrikada ki planlamacılar günlük ve haftalık programla fabrikada dengeli üretime çalışırlar. İşte Kemik hücrelerinin kalsiyumu dengede sabit tutmaya çalışmaları buna benzer. Burada makinaların yerini kemikte üretim yapan osteoklast ve osteoblast hücreleri alır öylesine dengeli çalışırlar ki, osteoblast üretim yaparken, osteoklast fazla üretimi engeller Birbirleriyle haberleşmeleri mükemmeldir. Hiçbir zaman denge bozulmaz ve yeterli miktarda kalsiyum her zaman için kemikte bulunur.


Kemik hücrelerinin, üretim yeteneklerini ve denge koruyan özelliklerini kendi akıl ve iradeleriyle kazanmaları ya da tesadüfü iddia etmek mantıksız ve bilimden uzak bir iddiadır Hücre planlama yapamaz. Karar veremez. Vücuttaki dengeden haberdar olamaz. İhtiyaçlara önlem alamaz. öğrenemez. Ancak insanın trilyonlarca hücresi her biri şuurlu bir insan gibi davranıp insandan daha yüksek bir akıl gösterir hücreler üstün bir güç tarafından yönetilir ve yönlendirilir Hücrelere neler yapacağını ilham eden büyük kudret sahibi olan Allah`tır. düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları hak ile belirlemiş ve eceli yaratmıştır. insanlardan çoğu Rabbine kavuşmayı inkar ediyorlar. Rum Suresi

Omurga birçok parçadan oluşur. omur" denilen 33 küçük yuvarlak kemik birbiri üzerine yerleştirilmiştir. Bu kemiklerde omurilik isimli -beyin ve organlarda koordinasyonu sağlayan- çok önemli bir iletişim ağı döşenmiştir. kemikler öyle bir yapıdadır ki, vücudun dik durmasını sağlar 33 küçük kemiğin oluşturduğu büyük yapıya kaburga ve iç organlar bağlanır ve yeryüzündeki en büyük mühendislik harikası omurga ortaya çıkar Omurganın en önemli görevi yük taşımaktır. Vücud ağırlığı omurganın üzerindedir. Her adım atışda omurgamızı meydana getiren omurlar birbiri üstünde hareket eder. Omurgayı oluşturan 33 kemiğin hareketiyle sürtünme doğar. Ve aşınma meydana gelir. Hayati bir yük taşıyan omurga için aşınma önemli problemler çıkarır. Peki üst üste binmiş 33 diskten oluşan bir omurga, ezilme ve sürtünmeye karşı nasıl korunmaktadır?

omurgaya en mükemmel koruma sistemi yerleştirilmişdir Omurgayı oluşturan kemikler arasına kıkırdak yapılı birer disk yerleştirilmiştir. Bu otomobil tekerleklerindeki yükü emen amortisörler gibidir Omurga üzerine binen yükü taşımaya yardım edecek şekilde yaratılmıştır. bu özel şekil yükün eşit dağılımını sağlar. Her adımda vücut ağırlığı nedeniyle yerden vücuda doğru bir tepki kuvveti gelir. Ve omurganın sahip olduğu amortisörler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekille vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasa, bu kuvvet direk kafatasına iletilirdi omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beyne girerdi.
Ancak Allah`ın insan vücudunda yarattığı mükemmel mühendislikle mükemmel bir yaşam sürdürürüz.

Kemiklerdeki kusursuz tasarımın örneği ayak kemikleridir. İnsanın ayağı 26 kemikten oluşur vücut kemiklerinin dörtte biri ayaklardadır. Ayak, mekanik fonksiyonlar için tasarlanmış çok özel bir yapıdır. Ayağın mükemmelliğini ve ayaktaki taban yapısını köprü ayakları gibi vücut ağırlığına karşı, kemiklere destek verir otomobilin gaz pedalına basıldığında pedal kaldıraç gibidir ayaklar da parmak ucunda kalkma hareketi yapıldığında hidrolik bir kriko görevi görür Zıplarken bedeni fırlatır koşma hareketinde bacaklar için birer yastıktır Bütün hareketlerde ayağa dokulara, damarlara kaslara hiçbir zarar gelmez. örneğin el ve ayakları ağırlık kaldırma bakımından kıyaslayalım. Her ayağa kalkışda ayağa uygulanan ağırlığın ellerinizede uygulandığını varsayalım.elinize 80 kilo yük yerleştirdiğimizi varsayalım. dokular ezilir, damarlar patlar kemikler parçalanırdı insanı taşıyan ayaklarda ne damar patlar, ne doku ezilir. ayaklar Allah`ın sonsuz şefkatinin delilidir

Allah insan için en rahat edeceği, hiçbir sıkıntı duymayacağı, tüm ihtiyaçlarını karşılayacağı şekilde bir tasarıma sahip olan bedeni yaratmıştır nimeti gösterir Görebilenlere Allah`ın ayetleri her yerdedir. Önemli olan bu ayetleri düşünerek herşeyin hakimi Allah`a yönelmektir. Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, denizde yüzen gemilerde, Allah`ın yağdırdığı ve yeryüzünü ölümden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip yaymasında, rüzgarlarda gökle yerde boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen için gerçek ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

İnsan mükemmel bir kemik yapısı ve kusursuz bir iskelete sahiptir. rahatça yürür, koşar Evrimciler iki ayaklılığın maymundan evrimleştiğini iddia eder Bu gerçekleşmesi mümkün olmayan bir iddiadır. insan ve maymun arasında uçurum vardır. yürüyüşler çok farklıdır. İnsan iki ayağı üzerinde dik yürür. Bu sadece insana özgüdür Diğer canlılar öne eğik bir iskelete sahiptirler ve dört ayakları üzerinde yürür İki ayak üzerine sadece ihtiyaçda kalkar bu da çok sınırlı bir hareket kazandırır. Evrimciler kendi içlerinde de çelişirler. evrimde iyiye yöneliş vardır iyiyi ve avantajı bırakıp geriye dönmek anlamsızdır Maymunların dört ayaklı yürüyüşü avantajdır. hız ve verim sağlar. İnsan ile hayvan hareketini karşılaştırırsak insanın ağaçtan ağaca atlaması çita gibi saatte 125 km. koşması mümkün değildir. evrime göre maymunların iki ayaklı yürümesinin faydası yoktur ve İnsanların iki ayaklı olması evrimi geçersiz kılar


Darwinizm`in iddisına göre dört ayaklı yürüyen bir canlı bir süre sonra hem dört hem iki ayaklı yürüyüp iki ayaklı bir yürüyüşe ulaşmıştır. Ancak bu senaryo mümkün değildir. paleo antropolog Robin Crompton bir canlının ya tam dik ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebileceğini söyler Dik ve dört ayakla yürüyüş enerji kullanımının aşırı artması nedeniyle mümkün değildir
Dört ayaklı yürüyen maymun ile , iki ayaklı yürüyen insanım maymuna evrimleşmesi imkansızdır bu ispatlanmıştır. Gerçekten habersiz olan evrimciler insanın ortaya çıkışını sır olarak nitelendirir evrimci paleo antropolog Elaine Morgan insanın evrimiyle ilgili dört önemli açıklayamadıkları sırrın olduğunu itiraf eder İnsanlarla ilgili en önemli dört sır şudur 1)Neden iki ayak üzerinde yürürler? 2)Neden vücutlarındaki kılları kaybettiler? 3)Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4)Neden konuşmayı öğrendiler Bu sorulara verdikleri cevaplar şöyledir bilmiyoruz.

Kafatası beyni çevreleyen ve son derece güçlü bir kemikten bir zırhtır. 8 ayrı kemiğin birleşimiyle oluşur vücuttaki kemikler bulundukları yer ve işleve göre farklı özelliktedir Kafatasının kendine özgü bir tasarımı vardır Kemiklerin birleşim noktası diğer kemiklerden farklı olarak girintili çıkıntılı bir yapıdır kafatası kemiklerinin birleşim noktaları birbirlerine oturur Yetişkin insanda sert ve güçlü bir yapı olan kafatası, yeni doğmuş bebekte bambaşkadır Anne karnından çıkan bebeğin kafatası kemik halini almamış, yumuşak bir yapıdır kafatasını oluşturan 8 kemik birbirine tam oturmamıştır. Kemiklerin birleşim noktalarında boşluk vardır. bebeğe bir dezavantaj gibi görünen bu durum, doğumda bebeğin hayatını kurtaran önemli bir özelliktir.

Bebek kafatası tam olarak kemiksi sert bir yapıda olsaydı ve boşluklar olmasaydı, doğumda bebeğin kafası ezilebilirdi Fakat bebeklerde kafatası kemiğini oluşturan kıkırdaksı yumuşak yapıdan dolayı kemikler esneklik kazanarak, eğilme ve bükülme özelliği taşır Ancak Kafatasının esneyebilmesi için bir alana ihtiyaç vardır bu alan doğumda tam kapanmamış olan kafatası aralığıdır. Kafatası kemikleri sıkışarak bu boşluğu doldurur birbirlerinin üzerine çıkarlar ve kafa hacmi küçülür. Böylece bebek, baş hacminin yarısı kadar olan doğum kanalından geçerek sağlıklı doğar.

Bebek kafatası ve kemikleri esnek olsaydı arada boşluk olmasaydı ya da tam tersi, yani kemiklerin arasında boşluk olsaydı, kemikler esnek olmasaydı… bebeğin beyni büyük hasar görürdü. Yani doğumda bu iki özelliğin de birarada bulunması şarttır. Hamile kadınlarda leğen kemikleri, hamileliğin son aylarında gevşer ve birbirlerinden ayrılır. Bu son derece önemlidir bu gevşeme sayesinde bebek, başı ezilmeden doğabilir. İnsan vücudundaki her özellik insanı korumak ve zararı engellemek için tasarlanmıştır. Bu tasarımın tek bir cevabı vardır benzersiz tasarım evrendeki herşeyi yaratmış ve düzene koymuş olan Allah`a aittir. Allah üstün aklın sahibidir. Allah`ın sonsuz aklını görüp sonuç çıkarabilenler kurtuluşa ulaşacakdır. İnsana düşen Allah`ın nimetlerini görüp şükretmektir. Allah şükredenleri sever.
Allah, insanlara karşı büyük ihsan sahibidir, ancak insanlar şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)


Bir otomobili tek bir motor yürütür. Uçakları 2 veya 4 motor uçurur. kitabı elinizde tutup veya tek bir adım atmayı Milyarlarca küçük motor" sağlar
Milyarlarca küçük mikroskobik motor hareketi yapabilmek için güç üretir bu motorlar "kas lifleridir. Vücudda 6 milyardan fazla motor vardır. Bize su içirir, konuşturur, kalbini attırır, nefes aldırır, yemek yedirir, vücuttaki tüm hareket küçük motorların gücüyle gerçekleşir. Kaslardaki motor büyüklüğü kullanıldıkları yere göredir Bazı motorların büyüklüğü santimetrenin yüz binde biri kadar bazı motorların büyüklüğü ise 3 cm dir
Bu Küçük motorlar yani kas lifleri birleşrek büyük güç tribünleri yani kasları oluşturur. kolumuzu kasmayı sağlayan ön kol kası milyonlarca küçük motordan oluşmuştur.

İnsan vücudunda irili ufaklı 400 tane güç tribünü kas bulunmaktadır. Bazıları göze giren ışık miktarını ayarlar küçüktür. Bazı kaslar -insan ağırlığını taşıyan bacak kasları gibi- büyüktür. Ancak her kasın çalışması aynıdır: Milyarlarca küçük motor çalışarak kasların hareketini sağlar elinize bir kalem alıp, gözle yazdıklarınızı takip etmeniz esnasında 100`den fazla kas faaliyete geçer. hareket edebilmemiz için kaslarımızın uyumla çalışması gerekmektedir. Kasların en önemli özelliği yaşamımızı devam ettiren bir kontrol sistemine bağlı oluşlarıdır.

İnsan kasları kontrol edilen istemli
kaslar ve kontrol edilemeyen istemsiz
kaslar olarak ikiye ayrılır. Kontrol edilen kasların hareketi için düşünmek ve karar vermek gerekir kolunuzu bükmek istediğinizde, beynden gelen emirle kaslar kasılır ve hareket eder
İstemsiz kasların kontrolü bize bağlı değildir. görevleri çok hayatidir özel bir sistem olan otonom sinir sistemiyle kontrol edilir kalb mide ve bağırsaklar görevlerini iradeniz dışı gerçekleştirir Bu insan için alınmış son derece hayati bir tedbirdir. kasların kontrolü bize bırakılsaydı Vücuddaki istemsiz kaslardan tek biri olan kalp kasının denetimi bizde olsaydı bütün vakti hiçbir iş yapmadan- kalp kasının kasılması ve gevşemesine ayırmak gerekecekti kalp kası, çalışmasında bir an bile aksama olmaması gerekir uykuya daldığınızda Kalbiniz çalışır ancak hız yavaşlar. kalp kasınızın çalışmasını duruma göre ayarlamak gerekir. uykuya daldığınızda kalbinizi denetleyemez ve yaşamınız son bulur


Sadece tek bir örnek bile yani kaslar insan yaratılışının ne kadar hikmetli ve kusursuz olduğunu gösterir Vücutta istemli ve istemsiz çalışan kaslar vardır insan kasları kimi zaman kişinin kontrolünde, kimi zaman kontrol dışındadır göz kapağını isteyerek ve irade dışında refleks olarak açıp kaparsınız. diyafram kası kontrol edilebilir Ancak otomatik çalışır ve nefes alıp vermeyi sağlar kasların kendine özgü bir çalışma şekilleri vardır. İnsan bunların ne gibi şartlarda çalışmasından haberdar dahi değildir. Vücutta yaratılmış mükemmel bir kontrol sistemi vardır insana düşen sonsuz bir şefkat ve merhamet sahibi Rabbimize şükretmek ve Allah`ın hoşnut olacağı davranışlarda bulunmaktır. Rabbimin ayetlerine sırt çeviren ve amellerini unutandan daha zalim kimdir? Biz, kalplerine kavrayıp anlamayı engelleyen bir perde kulaklarına da ağırlık koyduk. hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)


kas lifleri bir motora benzer %25 verimle çalışır bu otomobil motorlarının verimine yaklaşık ve eşdeğer bir orandır. bir motor varsa motoru çalıştıracak yakıta ihtiyaç vardır. Kasların yakıtı kan dolaşımı ile taşınan şeker glikojen dir Kasların içinde ki yüksek oktanlı benzin glikojenin bir kısmı depo edilir. Oto motorunda hareket için pistonlara yakıt püskürtülür. Dışarıdan sağlanan kıvılcım buharlaşmış benzini ateşler, piston hareket eder ve patlamalarla hareket süreklilik kazanır. bunlar endüstriyel bir tasarımla motorlara kazandırılan özelliklerdir bir kas hücresinin endüstriyel tasarımdan çok üstündür. küçük motor hem ateşleme hem de piston görevini yerine getirir. Hücre şeker molekülündeki enerjiyi çıkarır ve enerjiyi kasılmada kullanır. hem kimyasal molekülden enerji çıkması hem de enerjinin fiziksel güce dönüştürülmesi kas hücresinde gerçekleşir

Kas hücresinde üretilen enerji, Proteinleri birbirine çeker hücre kasılarak kısalır. Binlerce hücrenin bu hareketi yapmasıyla bütün kas dokusu kasılmış ve kısalmıştır. Tendonlarda kemiklere bağlı kaslar bu kısalmayla kemiği çekerler.kasılma oldukça büyük bir güç üretir. açık olan bir kolun dirsekten bükülmesi için, önkol kasları 2 cm kasılır Bu kasılma ön kol kemiğini çeker ve kolun bükülmesine yol açar
Hareket için kullandığımız kasların işleyişi bu sıralama dahilindedir En basit hareketlerden olan göz açıp kapamak için bile çok sayıda kas çalışmalıdır


kolunuzu kasmak istediğinizde beyinden bir elektrik yola çıkar sinyal önce omuriliğe uğrar. Oradan mesajın iletilmesi gereken organa yol alır. Elektrik akımı kas yüzeyinden geçer ve kası oluşturan milyonlarca kas lifinin- kontağını çevirir. lifler derhal tepki verir ve kasılır kol kasılarak bükülür. Tüm işlemler biz göz açıp kapayıncaya kadar biter. Bu çok kısa bir zamanda gerçekleşir. Yani kaslardaki elektrik akımı saniyenin binde biri kadar bir hızla ilerleyerek kas liflerinin kontağını çevirir Kaslara ulaşan emirler sinir sisteminde üretilmiş ve yine sinir sisteminde taşınmıştır. kas sistemi sinir sisteminin emrindedir Kasların uyumla çalışması vücuttaki koordinasyon sayesindedir


Vücuttaki Kasların çalışması için vücutta muhteşem bir haber ağı vardır bir hareketi yapmak için hareketle ilgili vücut konumunu ve organları bilmek gerekir bilgi göz kas, eklem ve deriden gelir. Her saniye milyarlarca bilgi işlenir ve karar verilir. Kas ve eklemlerde vücuda ait bilgi veren milyarlarca küçük mikro algılayıcı vardır algılayıcılardan gelen mesajlar sinir sistemine ulaşır ve kaslara emirler verir.Yalnızca elinizi havaya kaldırmanız için omzunuzun bükülmesi, ön ve arka kol kaslarınızın kasılıp gevşemesi, dirseğiniz ve bileğinizdeki kasların bileği döndürmeleri, eli ve parmakları kontrol eden kasların elinize şekil vermeleri gerekir. Hareketin her aşamasında kaslardaki milyonlarca alıcı, kasların konumlarını merkeze bildirir. Merkezden kaslara ne yapmaları gerektiği bildirilir insan bu reaksiyonlardan habersizdir, yalnızca elini kaldırmak ister ve kaldırır.

Konuşmak için çaba harcamayız. sözcüklerin ağzımızdan dökülmesi için, ses tellerinin titreşmesini, ağzımızdaki, dilimizdeki yüzlerce kasın hangi sıra ile kaç defa, kasıp gevşeteceğimizi, ciğerlerimize almamız gereken havayı hesaplamayız. Sinir sistemi kaslardan iç organlardan haberdardır. uykuda bile hayati organlar sinir sistemindem alt beyin ve omurilikten- gelen emirler sayesinde çalışır Kalb atar, akciğer çalışır ve nefes alırız. Vücudun çalışmasında hiçbir bilgisayarın ulaşamayacağı bilgi-işlem hızı vardır. En basit işten en zora kadar her ne yaparsanız yapın vücudda akıl almaz hesaplamalar yapılır. bu sonsuz bir yaratılış sayesindedir sonsuz kudret tüm evreni yaratan üstün güç sahibi Allahtır göklerde ve yerde ne varsa O`nundur, O`na gönülden boyun eğmişdir. (Bakara Suresi, 116)

Küçük bir tebessüm ve gülücük için 17 kas aynı anda, görev yapar biri çalışmasa gülümseme gerçekleşmez yüz ifadesi anlamsızlaşır yüzde mimikle görevli 28 ayrı kas bulunur. kasların kasılmasıyla, Kızgınlık, şaşkınlık gibi binlerce yüz ifadesi yapılır Basit bir adım için bile ayak ve sırtta 54 ayrı kas uyumla çalışır tutmak ve içmek 27 kemik mükemmel kas ve sinir sisteminin yardımıyladır
İnsan rahatça yaptığı gülme, konuşma, göz açıp kapamaya alışmıştır ancak Tüm kas kemik ve hücreler insandan bağımsız işler. İnsan vücuduna organ ekleyemez buna güç yetiremez. İnsan sisteminin benzerini teknoloji yapamaz insan her anın vücuddaki kusursuz sistemi Allah`a borçludur bunu akıldan çıkarmamalı ve şükretmelidir. Allah kusursuz yaratmış. düzen ve biçim vermiştir." İnsan vücudu Allah`ın güç ve sonsuz ilminin kanıtlarıdır Aklını ve vicdanını kullanan herkes gerçeği görür. Ey insan, `üstün kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatan nedir?

Kaslar, kimyasal enerjiyi güce dönüştüren biyolojik makinelerdir
Her hareket için enerji gerekir Kandaki glikoz, makineyi çalıştıran yakıttır enerji sağlar. glikozun karbondioksit ve suya ayrışmasıyla açığa çıkan enerji kas proteinleri tarafından büzülmek amacıyla kullanılır. kimyasal reaksiyon oksijen gerektirir. oksijen sağlamak için Kaslar, glikozu oksijensiz laktik aside dönüştürür ve enerji çıkartır Kasları çalıştırmadaki, sınır zorlanırsa, hareket olanaksızlaşır. Bunun nedeni, kas kasılmasıyla kasda laktik asit birikimi ve aşırı laktik asidin kasları yorması ve kramplara yol açmasıdır laktik asitten kurtulmada oksijen gerekir yorgunluktan sonra solumaya başlarız. Kasları yoran madde temizleninceye kadar kas çalışamaz. Kolumuzu kaldırırsak dirsek bükülür, yemek yediğimizde çene kası çalışır, koştuğumuzda bacak kasları hareket eder yorulursak kaslar tedbir alır. Bunları gerçekleştiren kasdaki mikroskobik hücrelerdir

1998 de Nobel Fizyoloji Tıp Ödülü`nü alan üç bilim adamı damardaki nitrik oksit (NO) molekülünü gevşeticiliğini buldular Bu molekülle damar gerginliği düzenlenir Damarın gevşemesi için kandaki uyarıcı hormonlar devreye girer damardaki alıcılara bağlanarak ilk domino taşını düşürürler İlk taş harekete geçince kandaki uyarıcı hormon damardaki alıcıya bağlanır hücre zarı yapması gerekeni "anlar nitrik oksit üretir Üretildikleri anda yapması gerekeni "bilen" nitrik oksit damarın düz kas hücrelerinde GTP enzimiyle birleşir damarın gevşemesi için Nitrik oksit GTP ile birleşip cGMP enzimini üretir. yeni madde miyozini harekete geçirir. Miyozin, kas hücrelerinin kasılıp gevşemesinde etkendir. Artık sona gelinmiştir. Miyozinin harekete geçmesiyle son domino taşı düşer ve kas hücreleri gevşer.

Kas hücrelerinin gevşemesinde
rol alan hormon ve hücreler bilinçli hareket eder hormonlar damardaki uygun yere giderek, o bölgeyi etkiler ve gevşeme sürecini başlatır. Her uyarı, kapkaranlık insan bedeninde asla yolu şaşırmaz hep doğruya gidip başarı elde ederler Peki hücre hormon ve moleküllerin şuurlu hareketi nasıl gerçekleşir? Bu bilinç kendilerine ait olamaz. hücrenin ne zaman, ne üreteceğini bildiren, hormon ve molekülün doğru adrese gidmesi için yol gösteren, adres bildiren, ve yönlendiren akıl ve şuur sonsuz akılla hücreyi, hormonları, molekülleri yaratan ve onlara nasıl hareket etmeleri gerektiğini emreden Allahtır

Kas gevşemesinde Uyarıcı ve hormonlar atardamardaki alıcılara bağlanarak nitrik oksit (NO) açığa çıkar. NO molekülleri düz kaslara ilerler ve guanil siklaz (GC) enzimini harekete geçirir GC, guanozin trifosfatı guanozin monofosfata çevirir (cGMP) cGMP, kalsiyumun hücredeki depolara gitmesine neden olur. Azaltılmış konsantrasyonlu kalsiyum iyonları (Ca++), aktin ve miyozin kayarak birbirinden ayrılır Düz kas hücreleri gevşer vr
Kan damarları genişler. KURAN ALLAH SÖZÜDÜR


Kuran öyle bir kitaptır ki, verilen tüm haberler doğru çıkmıştır. Bilimsel konularda, gelecekten haberlerde matematiksel şifrelemelerde hiçbir insan tarafından bilinemeyecek gerçekler ayetlerde haber verilir Bu bilgilerin bilgi ve teknolojiyle edinilmesi mümkün değildir. bu elbette Kuran`ın insan sözü olmadığının apaçık ispatıdır. Kuran yoktan var eden ve ilmiyle tüm varlıkları kuşatan Yüce Allah`ın sözüdür. Allah ayetinde, Kuran`la ilgili olarak, o, Allah`tan başkasından kuşkusuz çelişkiler olacakdı" buyurur. (Nisa Suresi, 82). Kuran`da hiçbir çelişki yoktur, içindeki her bilgi, İlahi kitabın mucizelerini ortaya koyar.
İnsana düşen Allah`ın indirdiği İlahi kitaba sarılmak ve onu yol gösterici kabul etmektir. Allah ayetinde şöyle seslenir: Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitap`tır. O`na uyun korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.„
(Enam Suresi, 155)


kimi zaman bacaklarınızı hareket ettirerek vücuddaki kas ve kemiklerin çalıştır. lokmaları çiğnerken aklınıza yediklerinizin nasıl sindirildiği gelmez kalbinizde yedek bir jeneratörün olduğunu düşünmezsiniz gazete okurken ellerinizdeki kaslar aklınıza geldi mi sayfa çevirirken parmaklar yaptığı hareketleri takip ettiniz mi düşünün bedeninizde gerçekleşen mucizevi olaylara yanlış bakış açısını ortadan kaldırın çünkü evrim senaryoları bilimsel gerçekmiş gibi anlatıldı "tesadüf masalı"nı ortadan kaldırın Evrimcilerin hezimetleri bilimsel olarak ortaya konulmalıdır evrim teorisinin maskesi sahtekarlıktır
Evrimin yok edilmesi ve yaratılış gerçeğinin görülmelidir Allah insanı kusursuz yarattığını ayetlen bildirmiştir


Vücudumuz bizim için bir nimettir 24 saat hiç durmadan çalışır. İnsan Mucizesi sadece bizim bedenimizde değil, dünyadaki tüm insanların vücudunda da gerçekleşir Geçmişte yaşamış insanların vücutlarında da bu sistemler eksiksiz olarak vardı. Gelecekte yaşayanlarda da Allah`ın izniyle olacak. Bu, tüm alemlerin Rabbi Allah`ın yaratışıdır… Allah`ın gücü sınırsızdır. Aklını ve vicdanını kullanan kişi açık gerçeği görür ve yalnızca Rabbini hoşnut etmek için yaşamını sürdürür Dünyadaki tüm insanlar, basit bir sperm hücresi olarak rahme atılmış özel yaratılmış şartlarla yumurtayla birleşip ardından tek bir hücre olarak hayata başlamışdır. tüm insanlar, mucizevi aşamalardan geçmiştir
Allah insanların bedenlerini şekilendirmiş, onları tek bir hücreden düzgün bir insan olarak yaratmıştır. gerçeği düşünmek her insanın görevidir görevimiz, Allah`a şükredici olmaktır.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 6 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 6 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi