![]() |
#1 |
![]() ![]() İslam ve milliyetçilik arasındaki ilişkiyi anlamak, hep sorunlu olmuştur. Özellikle Türkiye`de olduğu gibi İslam`ı kullanan milliyetçi ve milliyetçiliği kullanan İslami grupların çok olduğu ülkelerde bu ilişki daha karmaşık bir hal alır. Zira bu süreçte oluşan batıl inançlar ve hurafelere dayalı ezberler oldukça güçlüdür. Hem tarihsel hem de teorik olarak İslam ve milliyetçilik çatışırken, hatta birbirini tehdit olarak görüyorken, başta Türkiye, Mısır ve İran olmak üzere bazı Müslüman Ortadoğu ülkelerinde ve halklarında bu iki kavramın yan yana kullanıldığını görüyoruz. İslam`da makul ölçüde bir patriyotik duygudan bahsetmek mümkün olsa bile dil, renk, ırk, kan ve soy birliğine dayalı milliyetçilik yoktur. Aksine inanca dayalı bir ümmet birliğini hedefleyen İslam, bu tür taassubiyetleri tehdit olarak algılar, reddeder ve yasaklar. İslamdaki yurtseverlik ölçüsünü şu ayette görebiliyoruz: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.” Ölçü açık; kişinin milliyeti tanışma unsuru olmaktan öte bir şey olarak algılanmamalı, ötesi milliyetçilik hatta ırkçılığa kadar gider. İSLAM`DA BİRLİĞİN TEMELİ İNANÇTIR İslam`da birliğin temeli veya kaynağı kan veya soy değil, inançtır, zira Hucurat Süresi 10. ayette “Müminler ancak kardeştir” denirken, Tevbe süresi 71. ayette de Müminlerin birbirinin dostu ve velisi olduğu vurgulanmaktadır. Bir Hadiste; “Milliyetçilik yapan, onun için savaşan veya onun yolunda ölen bizden değildir” denirken, başka bir Hadiste milliyetçilik için “onu bırak, o kokuşmuş bir leştir” denmektedir (Buhari ve Müslim). Başka bir Hadiste “Müslümanlar bir vücut gibidir, bir organı ağrı çektiğinde, diğerleri de acı çeker” (Müslim). Yüzyıllarca süren putperest Arap toplumunun milliyetçi yapısı, İslam`ın gelmesiyle sarsılmış ve zamanla ortadan kalkmıştır. Evsli bir genc İslam öncesi dönemde Hazreç kabilesinin mağlup edildiği bir savaş üzerine şiir yazmış ve bu şiir Müslüman iki kavim arasında hoşnutsuzluğa neden olmuştur. Bunun üzerine Hz. Muhammed, milliyetçiliğin ve ecdadıyla övünmenin bir paganizm ve cahiliye geleneği olduğunu ve her Müslüman`ın bundan kaçınması gerektiğini emreder. Selman`ı Farisi (İranlı), Etiyopyalı siyahi Bilal ve Romalı Süheyb`i “yabancı” olarak tarif eden Geys bin Mutabebe`ye Hz. Peygamber çok kızar ve der ki; “Sizin babanız (Adem) ve dininiz birdir. Övündüğün Arapçılığın (milliyetçiliğin) Annen ve Babanla (Adem ve Havva ile) bir ilgisi yoktur” ve ekler “milliyetçilik yapan, onun için savaşan veya ölen bizden değildir”. Tam bu noktada bir duruma izahat getirmekte fayda var. Kimisine göre, bu hadislerin işaret ettiği milliyetçilik veya kavmiyetçilik bugünkü milliyetçilikten farklıydı. Oysa yukarıdaki hadiste vurgulanan Arapçılık bugünkü milliyetçiliğin tam da karşılığıdır. Geys Bin Mutabebe`nin Selman, Bilal ve Süheyb`i “yabancı” algısı, bugünkü milliyetçilerin “yabancı algısı”ndan hiç de farklı değildir. MİLLİYETÇİLİK: ÇOCUKLUK HASTALIĞI Albert Einstein`in bir çocukluk hastalığı olarak tanımladığı milliyetçilik, üstünlük fikrine ve hakim olma veya hegemonya düşüncesine dayanır. Oysa İslam bütün insanların eşit olduğuna vurgu yapar. Bir Hadiste bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu vurgulanır. Veda Hutbesi`nde ise Hz. Peygamber, bu düşünceyi güçlendirecek şekilde, Arab`ın Arap olmayana ve beyazların siyahlara bir üstünlüğünün olmadığını ifade eder. Peki bütün bunlar kendisini Müslüman ve milliyetçi olarak tanımlayanlar için bir şeyler ifade etmiyor mu? Milliyetçilik de şüphesiz İslam`ı tehdit olarak algılar. Bu nedenle, İslam toplumlarındaki milliyetçiler, İslam öncesi tarihlerine ve efsanelerine vurgu yaparlar. Türk milliyetçileri Metehan, Asena ve Kürşad vurgusu yaparken, Arap milliyetçileri Faraoh`u ve cahiliye dönemi şair ve kahramanlarına; Fars milliyetçileri Sirus, Daryus ve Mazdaka`yı; Kürt milliyetçileri Rustem-i Zal ve Dehak`ı öne çıkarırlar. Böylece toplum hafızasına İslami figürler yerine, milli figürleri yerleştirmeye çalışırlar. Milliyetçiler aynı zamanda çocuklarına İslami isimler yerine milli(yetçi) isimleri tercih ederken, kafası karışıklar da ikisini birden koyarlar. SEKÜLER VE DIŞLAYICI BİR İDEOLOJİ İslam, milliyetçiliği yasaklarken, doğası gereği modern ve seküler (laik) bir ideoloji olan milliyetçilik de İslam`ı reddediyor, hatta en büyük düşman olarak görüyor. İslam diğer dinler gibi evrensel, kapsayıcı ve barışçıl bir dünya düzeni öngörürken, milliyetçilik (modern kabilecilik de denmektedir) dışlayıcı, güce dayalı ve kaotik bir dünya düzeni öngörmektedir. Bu nedenle, milliyetçilik aslında sadece İslam`ı değil, diğer bütün dinleri ve aynı zamanda liberalizm ve sosyalizm gibi eşitliği ve adaleti öngören evrensel ideolojileri de düşman olarak algılar. Ulus devletin ideolojisi olan milliyetçilik, bu yönüyle sömürgeci, gayri ahlaki ve gayri insanidir. Ulus devlet vatandaşlarının kendisi dışında başka hiçbir güce sadık olmasını istemez. Radikal ulus devletlerin ideolojisi olan milliyetçilik, tıpkı din gibi - sahte bir din- vatandaşların kendisine kul olmasını ister. Sembolleri, mitleri ve figürleri ile hegemonyasını pekiştirecek fanatik milliyetçi grupları oluşturur ve bu kültürü topluma yaymaya çalışır. Bu nedenle, demokrasiye, evrensel ve çağdaş değerlere ters olmasına karşın, vatandaşın dil, giyim-kuşam, kültür ve yaşantısının her alanına müdahale eder. Aynı şekilde, gerçek sekülarizm yerine, demokrasi ve çağdaş değerleri yok sayan, radikal sekülarizm veya laikçiliği de araç olarak kullanır ve dini sadece devlet işlerinden değil, toplumsal hayattan çıkarma arzusundadır. Öncü liberal düşünürlerden Hayek, milliyetçiliği medeniyetin önündeki en büyük engellerden biri olarak değerlendirir. Aynı şekilde, bazı siyaset bilimciler de milliyetçiliği son yüzyılların vebası olarak görürler. Bu iddiaları haklı çıkaracak milyonlarca tarihi vaka da vardır şüphesiz. Bu tespitler bazı kafası karışıkları hoşnut etmeyebilir, fakat yukarıda verilen ayet ve hadisler yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz herkesin dini kendinedir, fakat bugünkü bazı Müslümanların peşinde koştukları ideolojileri ve din diye dayatılan resmi tezleri sorgulaması gerekir. Popüler kültürün cazibesine kapılan bazı Müslümanların Peygamber tarafından kokuşmuş leş ve cahiliye adeti olarak tanımlanan milliyetçilik yarışına girerken, aslında ne yaptıklarını düşünmesi, toplumsal gelişimimiz açısından önemlidir. Evrensel olan dini bu tür ilkel bir ideolojiye alet ederken, dinin kendisine ne kadar haksızlık yaptıklarını da anlamaları gerekir. * Dr.; Siyaset Bilimci, Genç Siviller Üyesi Yeni Şafak
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|