![]() |
#1 |
![]() Fikri Akyüz
![]() İsmi lazım değil, kaldı ki soyadı da lazım değil! Evet, sağıma bakıyorum, "basmakalıp" cümleler... Soluma bakıyorum, "klişe" kelimeler… Önüme bakıyorum, "mumyalanmış" fikirler... Arkama bakıyorum, "bayatlamış" hatta "küflenmiş" düşünceler... Gökyüzüne bakıyorum, "uçan"(!) adamlar... ![]() SEVDİĞİM bir fıkradır: Adamın biri karısına hitaben, "Karıcığım, Allah sana elem ve keder vermesin, bana versin. Allah sana hastalık vermesin, bana versin. Allah seni dul bırakmasın, beni bıraksın..." demiş. Karısı da bu "bozuk sevgi sinyalizasyonu" üzerine sevinçle kocasına sarılıp "Canım benim, beni ne kadar çok sevdiğini zaten biliyordum" demiş. "Klişe" cümlelerin bazı insanların duygularını ne kadar çok okşadığını gösteren bu fıkra, bazı fikirleri düşünmeden onaylayan insanların hazin durumunu gayet güzel bir şekilde yansıtıyor. Evet, sağıma bakıyorum, "basmakalıp" cümleler... Soluma bakıyorum, "klişe" kelimeler… Önüme bakıyorum, "mumyalanmış" fikirler... Arkama bakıyorum, "bayatlamış" hatta "küflenmiş" düşünceler… Gökyüzüne bakıyorum, "uçan"(!) adamlar... Bir ülke ki, hukuk, ayaklar altına alınıyor, alınmakla kalınmayıp iyice "çiğnenerek" bir "pespaye vodvil"in aktörü olunabiliyor. İşte adına "Sarıkız"ından tutun, “Balyoz”una kadar ne kadar tıynet kirliliği varsa teker teker ortaya çıkıyor. "Sarıkız" deyince tam burada durmak lazım… Biliyorsunuz, “sarıkız” ineklere verilen bir isim veya sıfattır. Bununla birlikte, dersine çok çalışanlara da inek denildiği malumunuzdur. Gerçi çalışkan öğrenciler ile bu darbe "müteşebbis"leri arasında şu fark var: Çok çalışkan öğrenciler "çok ders çalıştıkları" için kendilerine inek deniliyor. Oysa bu darbe girişimini başlatan bazı isimler, bırakınız çok ders çalışmayı "hiç ders almayanlardan" oluşuyor! Bu şahısların inekten hareket ederek birilerine "Öküzün trene baktığı gibi bakmayın. AK Parti treni yol almış gidiyor. Bu treni raydan çıkarın. Ey makinist neredesin?" demeye çalışıp çalışmadığını ise yakında daha iyi göreceğiz. Evet, hiç ders almadan "müderris" olduğu vehmine kapılan bu isimlere göre, memleketin "pisliklerden arınmış" olması gerekiyordu. Çünkü 1961'deki idamlardan sonra "memleketimize bahar gelmişti" ve çünkü "hoppala yavrum yaz da gelmişti" ve ayıptır söylemesi “çarşıya kiraz da gelmişti” çünkü... Hoşgörü "limited" ama karar mekanizmaları "anonim" Elbette bu koruma ve kollama işi "münferit hezeyan"ın dışa vurumudur. Ve bu, tipik bir "kollektif heyecan"ın yansımasıdır. Gerçi hoşgörü "limited" ama karar mekanizmaları "anonim"... Heyhat ki, 28 Şubat muhtırasından sonra bazı emekli generallerin 1000 yıl süre ile olmasa bile 2-3 yıl süre ile görev aldığı yerler ise birer "batık holding"ti! Evet, mesele, bir takıntı meselesidir ve takıntılı olmak neticede kişilik bozukluğudur. İsmi lazım değil, ki soyadı da lazım değil; bir ara bir yazar çok lazımmış gibi lüzumsuz bir yazı yazmıştı. Demişti ki: "Marmara Boğazı'ndaki tüp geçit çalışmalarında kullanılacak olan büyük burgu aletine hükümet köstebek sıfatını koymuş; bu köstebeklerden birine Fatih, diğerine ise Atatürk ismini vermiş. Oysa köstebek demek, yer sıçanı demektir. " Bir insanın bir isimden hareketle bir sıfatı "kemirmesi" ancak bu kadar olur Ve yazar manidar bir "boldlama" da yaparak Fatih ismini açık, Atatürk ismini ise koyu harflerle yazmıştı. Eh bu açık-koyu harfleri görünce, bana da "Niyekine?" demek düştü! Yani yazar demek istiyor ki: "Hükümet, Atatürk düşmanıdır; bunlar Atatürk'e açıkça ‘yer sıçanı’ diyemediği için yer sıçanına Atatürk adını veriyor." Yani bir insanın bir isimden hareketle bir sıfatı "kemirmesi" ancak bu kadar olurdu. (Kaldı ki Ulaştırma Bakanlığı, burgu aletlerine değil, o burguların açtığı tünellere Fatih ve Atatürk ismini koymuştu.) O zaman ben de paranoyadan enstantane sunarak şöyle mi demeliyim: "Bu yazar, Fatih'in adını açık harflerle yazmak suretiyle Fatih'in Açık Toplum taraftarı olduğunu; Atatürk'ün adını ise koyu harflerle yazmak suretiyle Atatürk'ün karanlık bir lider olduğunu ima ediyor(!)” İşte böyle bir paranoyaya geçenlerde yine tanık olmuştum; uzaktan tanıdığım bir yazar, arkadaşıma dert yanıyor ve diyordu ki: "Bu Özal var ya bu Özal, kendisi tam manasıyla bir gafil ve haindi. İkinci köprüye Fatih Sultan Mehmet'in adını vererek kendisinin bu sıfatlara müstahak olduğunu kanıtladı. Kardeşim, sen nasıl olur da ayyaşların, fahişelerin, uyuşturucu satıcılarının üstünden geçtiği bir köprüye Fatih adını verirsin? Fatih’in adının üstüne ayaklarını basarak geçmek Türklüğe ihanettir!" İşte bu "kafadaki" insanlara hitap eden "anti-sıçan" yazarın, köstebek misali beni yerin dibine sokan yazısından sonra, Özal düşmanı yazarın artık tüp geçitten de geçmeyeceğini anladım ve kendisine boğazın karşı tarafına "uçmasını" tavsiye ettim. Demagoji yapmak her insanın harcı değildir. Ama demagoji yaparak insanların haysiyetini kemirmek de kimsenin haddine değildir Çünkü ben, yazının başında da resmetmiştim ya hani; ben böyle acayip derecede "uçan" bir adam görmemiştim! Evet, demagoji yapmak her insanın harcı değildir. Ama demagoji yaparak insanların haysiyetini kemirmek de kimsenin haddine değildir. Çünkü Marmara Boğazı tarla olmadığı gibi, Marmaray Projesi de patates değildir. Görünen o ki, "adı geçmeyen" adı geçen yazar böylesine büyük bir projenin faydasını görmek yerine işi bilmeyen bir çiftçi misali, patatesin kendisiyle değil işe yaramayan sapı ve yaprağıyla uğraşıyor. Sorunları analiz etme yerine lafı eğip bükme konusunda Süleyman Demirel'e öykünmenin de bir yararı yoktur. Hani gazeteci, Demirel'e sormuş: "Sayın Demirel, Yunanistan Ege'yi bir Yunan gölü haline getirir mi?" Demirel'in cevabı şu olur: "Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Çünkü Ege bir göl değildir..." İşte köstebek meselesi, daha doğrusu köstebeği mesele haline getirme meselesi de bu minvaldendir. Zira orta yerde, Atatürkçülüğü "Karanlıktan Aydınlığa" isimli bir piyes düzenleyip başörtülerini çıkarıp yere attıktan sonra üstünde tepinmek olarak algılayan kayda değer bir güruh var. Bu öylesine zihinsel bir alabora ve öylesine bir eblehlik anaforudur ki bu alabora ve anafor, Atatürk gibi Cumhuriyet'i kuran bir büyük lidere övgüde de yergide de aşırılık hastalığının tetikleyicisi olmaktadır. O kadar ki bir tarafta 10. Yıl Marşı'nı yazan Behçet Kemal Çağlar'ın Atatürk'e ithafen "Adın besmeledir, her işimizde... Allah yazmadı, sen yazdın alın yazımızı..." diye insana "Bismillahirrahmanirrahim" çektiren bir şiiri… Diğer tarafta, aynı marşı Çağlar’la birlikte yazan Faruk Nafız Çamlıbel'i Yassıada'da vatana ihanetten yargılayan "27 Mayıs Atatürkçüleri"… O arada, Çamlıbel’in “güfte partneri” Behçet Kemal Çağlar ne mi yapıyordu? O dönemde “murahhas azalık” yapılacak bir müstakbel batık banka bulunmadığı için Kurucu Meclis’te “muhasara azalığı” yapıyordu!
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|