![]() |
#1 |
![]() Abdülhamid'i tahttan indiren 31 Mart Vakıası'nın arkasındaki güçler ne kadar yerliydi? 100. sene-i devriyesinde Jön Türk Hareketini derinlemesine ele alan çılışma...17 Nisan 2009 16:43
Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit'i tahttan indiren Jön Türkler hakkında bu zamana kadar bir çok şey yazıldı çizildi. 2'inci Meşrutiyet'in ilanı ve ardından meydana gelen 31 Mart Vakası'nın baş kahramanı olan "yenilikçi hareketin" temsilcileri olan Jön Türkler ne kadar yerliydi peki... Arkalarında kimler vardı. Abdülhamit'i yıllarca önce indirmeyi planlayan güçler Jön Türklerler nasıl bir işbirliğine girdi? İngilizler ne kadar etkili oldu? Sosyal ve siyasala anlamda bir çok yeniliğe imza atmasına rağmen Abdülhamit'i, Jöntürklerin karşısında güçlenmesine neden engel olamdı? Ve daha bir çok soru... Araştırmacı Necmettin Alkan Abdülhamit'İn tahttan indidirildiği "Jöntürk ihtilalinin" 100'üncü Senei-i devriyesinde detaylı bir araştırma ile okurlarının karşısında. Selis Yayınları'ndan çıkan; "Mutlakiyetten Meşrutiyete, II. Abdülhamit ve Jön Türkler" kitabıyla 100 asır öncesinin olaylarını, bir asır gerisinden başlayarak ele alan Alkan aynı zamanda sorularımızı cevapladı... Jöntürk İhtilali’ni hazırlayan sebepler nelerdir? 1908 Jöntürk İhtilâli’ne zemin hazırlayan nedenlerin kaynağını, ihtilâlin patlak verdiği günler, aylar veya yıllarda değil çok daha öncesinde aramak gerekiyor. İhtilâl aslında uzun ve hareketli bir dönemin sonucu/sonuçları olarak tezahür etmiştir. Bu bağlamda ihtilâl sürecinin başlangıcı, Sultan II. Abdülhamid’in saltanat yıllarının öncesinde; 19. yüzyılın ortalarında aranmalıdır. 19. yüzyıl sadece söz konusu olan bu ihtilâl için değil, başta Osmanlı tarihi olmak üzere Avrupa tarihi açısından da çok önemli gelişmelerin yaşandığı bir zaman dilimi olmuştur. Bu bağlamda genel olarak 19. yüzyılda Batı Avrupa’daki gelişmeler, Osmanlı Devleti’ni ciddi olarak etkilemiş ve Batı Avrupa tarzında yenileşme faaliyetlerinin başlamasına; bu faaliyetlerle girilen süreç de Jöntürk Hareketi’nin doğmasına neden olmuştur. Bu sürecin son aşaması olarak ise, 1908 İhtilâli patlak vermiştir. Konuyu açıklamaya, Batı Avrupa kara kıtasında cereyan eden Aydınlanma (17.-18.yüzyıl), Fransız İhtilâli (18.) ve Sanayi İnkılâbı (19. yüzyıl) gibi felsefî, siyasî ve iktisadî üç önemli gelişmenin neden olduğu çok geniş boyutlu neticelerle başlamak gerekiyor. Aydınlanma’nın sonucunda “bilimsel ve siyasî”, Fransız İhtilâli’yle “modern millet, devlet ve ordu” ve nihayet Sanayi İnkılâbı’nın ardından “iktisadî” kazanımlarıyla birlikte Batı Avrupa Medeniyeti son kıvamını almış; diğer coğrafyalar ve milletler karşısında büyük bir avantaj yakalamıştır. Nitekim bu sürecin bir neticesi olarak, Batı Avrupa’nın gücünü temsil eden başta İngiltere olmak üzere, Fransa, Avusturya ve siyasî birliklerini daha geç tarihlerde sağlayarak bunların arasına katılan Alman Kaiserreich’ı ile İtalya gibi Düvel-i Muazzama diye adlandırılan Büyük Devletler’in bu sürecin ardından takip ettikleri sömürgeci siyaset, dünyanın diğer bölgelerini ve milletlerini her alanda ciddi olarak tehdit eder olmuştur. Bu sömürgeci devletlerin karşısında etkili olamayan ve direnemeyen bölgelerin önemli bir kısmı doğrudan, geri kalanlar ise dolaylı olarak bunların hâkimiyeti altına girmişti. Bu süreçte işgal edilen coğrafyalardaki milletler fizikî olarak ciddi bir kıyıma maruz kalmışlar, mahallî kültürleri ve birikimleri târ ü mâr edilmiş ve nihayetinde yer altı ile yer üstü kaynakları acımasız bir şekilde sömürülmüştü. Batı Avrupa’nın bu geniş boyutlu saldırısının ve kuşatmasının ağır sonuçlarını yeryüzünde yaşamayan/hissetmeyen hiç bir bölge kalmamış gibiydi. Batı Avrupa’nın bu sömürgeci açılımı/tehdidi karşısında etkisiz kalan Osmanlı Devleti başta olmak üzere Çin, Japonya ve İran gibi ciddi bir tarih ve devlet geleneğine sahip olanlar, bu tasallut karşısında kendi geleneksel devlet ve askerî sistemleriyle duramayacaklarını gördükleri için çareyi, modern Batı Avrupa’yı kendilerine model almakta bulmuşlardı. Bu bağlamda ilgili devletlerin Batı Avrupa tarzındaki yenileşme faaliyetlerinin aşağı yukarı aynı tarihlere denk gelmesi ve ilgili teşebbüslerin muhteva olarak örtüşmesi tesadüfî olmasa gerekir. Bütün bunlar ortak tehdit ve müşterek endişelere işaret etmektedir. Osmanlı devletini yönetenler, Batı Avrupa’daki bu gelişmelerin tehdit edici boyuta ulaşması üzerine ne gibi tedbirler almışlardır? Nitekim “düşmanın silahıyla silahlanmak” zorunda olduklarını gören devlet adamları, öncelikle askerî alanda Avrupa’daki gelişmelerin ışığında ciddi bir takım ıslahat teşebbüslerine girişmişlerdi. Böylece başlayan Osmanlı ıslahat hareketlerinin birinci aşamasında, “geleneksel” diyebileceğimiz yenileşme faaliyetlerinde özellikle de ağırlıklı olarak askerî alandaki aksaklıklarıın giderilmesine yönelik bir takım icraatlar yapılmaya gayret edilmekteydi. Bu aşamada, Batı Avrupa henüz daha her alanda tam anlamıyla bir model olarak alınmamıştı. Fakat yapılan bu teşebbüslerin istenilen neticeleri vermediği görülünce, ıslahat teşebbüslerinin muhtevası ve yoğunluğu takip eden yıllarda ciddi bir değişime uğrayarak, “Batı tarzında yenileşme faaliyetleri” şeklini almıştı. Bu şekilde, Düvel-i Muazzama’nın tasallutundan ve saldırılarından kurtulabilmek; devletin ömrünü uzatabilmek için son çare olarak Batı tarzında yenileşme faaliyetlerine yoğun olarak müracaat edilmişti. Başlangıçta padişahların önayak oldukları, daha sonra devlet adamlarının devam ettirdikleri bu ıslahat teşebbüslerinin diğer bir anlamı ise, hiç şüphesiz devletin Avrupa karşısındaki “iddialı” klasik duruşundan; yani Avrasya’nın Avrupa alt kıta merkezine yönelik yapmış olduğu fetih hareketi ve hâkimiyet iddiasından vazgeçtiğini resmî olarak ilan etmesidir. Nitekim bundan sonraki süreçte öncelikli amaç, Avrupa’nın tasallutu karşısında artık devletin ömrünü uzatmaktı. Nitekim bu eksende Avrupa karşısında devletin varlığını sürdürebilmesi için selefleri Sultan III. Selim’in (1789-1807) Nizâm-ı Cedid faaliyetleri bir geçiş süreci olarak kabul edilirse, Sultan II. Mahmud (1808-1839) ve Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemlerinde bu yönde çok ciddi ve radikal atılımlar yapılmıştır. 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilanıyla birlikte Osmanlı yenileşme faaliyetlerinde artık Batı Avrupa Osmanlı Devleti için resmen bir “model”olmuştur. 1856 Islahat Fermanları ise, bu yönde yapılan icraatları yeterli görmeyen Düvel-i Muazzama’nın daha fazla faaliyetin yapılması için bunları kendi kontrollerine alması, özellikle de Gayrimüslimler lehine çok daha radikal iyileşmelerin yapılması anlamı taşımaktaydı. Özellikle de Sultan II. Mahmud’la başlayan sürecin ardından Mustafa Reşid Paşa, Âlî Paşa ve Fuad Paşa’nın sadaret dönemlerinde, Osmanlı Devleti adeta tepeden tırnağa yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. Bu şekilde devlet kurumları muasır modellere göre yeniden şekillendirilirken; klasik müesseseler ya sınırlandırılmış ya da kademeli olarak kaldırılmıştır. Bu süreci takip eden yıllarda, yani kurumsal anlamda batılılaşma belli süre sonuçlarını vererek, klasik Osmanlı toplumunda rastlanmayan modern zümrelerin ve fikirlerin tezahür etmesine neden olmuştur. Bunu aslında kaçınılmaz bir sonuç olarak kabül etmek gerekiyor. Her dönem kendi yönetici ve aydın prototipini ortaya çıkarır. Bu değişimle birlikte Osmanlı tarihinin klasik döneminde devlet aygıtının temel kurumlarını ellerinde tutan “kalemîye”, “ilmîye” ve “seyfîye/askerîye” görevlerini üstlenen üçlü saç ayağının yerini, Batı Avrupa’a alaka duyan ve onu yakından takip eden “sivil bürokrat”, “sivil aydın” ve “mektepli modern subay” üçlüsünün işgal ettikleri modern sınıflar almıştır. Bu durumu Osmanlı yenileşmesinin en önemli bir sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Çünkü takip eden yıllarda cereyan pek çok olay, bu kesimlerin ortak teşebbüsleriyle şekillenmiştir. Bu şekilde âdeta devletin geleceğini belirlemişlerdir. Jöntürk hareketinin özellikle birçok yeniliklere imza atmış olan II. Abdülhamid döneminde yükselip onu devirmeyi başarması süreci nasıl gerçekleşmiştir? II. Abdülhamid’in cülûsunun ilk senesinde, 1876 yılında Kânûn-ı Esâsî’yi ilan etmesi ve Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla meşrutî yönetime geçilmesi, Jöntürklerin daha sonra gündeme getirecekleri siyasî talepleri için önemli bir birikim sağlamıştır. Her ne kadar da şehzâdeliği sırasında Mithat Paşa’yla yaptığı görüşme neticesinde kendisinden zikredilen konuda söz alınarak padişah olmuş olmasa da, önemli olan bu faaliyetlerin altında kendi mührünün bulunmasıdır. İlk Osmanlı anayasanın böylece ilan edilmesi ve yine ilk meclisin açılması, daha sonrası için çok önemli bir tecrübe olmuştur. Nitekim Jöntürk Hareketi, bu tecrübe üzerine mücadelesini başlatmış ve neticesinde tekrar geçerli olmasını sağlamıştır. Meclis bağlamında belirtilmesi gereken diğer bir husus ise, II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebûsanı tatil etmesi neticesinde Jöntürkler için yeni bir mücadele alanının ortaya çıkmasıdır. Bilindiği gibi, Jöntürkler II. Abdühamid’e karşı yaptıkları eleştiride üzerinde durdukları en önemli noktalardan biri meclisin tatil edilerek Kânûn-ı Esâsî’nin askıya alınması idi. Gündeme getirdikleri taleplerin başında ise, Meşrutiyet’in tekrar ilan edilmesi ve meclisin açılması gelmekteydi. Böylece II. Abdülahmid’in olumsuz bu icraatı kendilerine bu mücadeleyi başlatma imkânı vermiştir. II. Abdülhamid döneminde azımsanmayacak oranda inşa edilen demiryolları, posta ve telgraf gibi ulaşım-iletişim alanlarında yapılan iyileşmeler ve atılımlar, bu süreci tamamlar bir şekilde görev ifa etmiştir. Nitekim bu vesileyle oldukça modern geniş ulaşım ve iletişim araçları, Jöntürklerin en kritik dönemlerde kendi aralarında irtibat sağlamalarına; fikirlerinin geniş Osmanlı coğrafyasına yayılmasına yardımcı olmuştur. II. Abdülhamid’in yurtdışına, özellikle de Avrupa’nın önemli başşehirlerine kaçan Jöntürklerin pazarlıklar yapılarak devlet kademelerinde bazı memurluklar karşılığında mücadeleden vazgeçirmeyi denemesi, bu bağlamda zikredilmesi gereken ilk teşebbüsüdür. Nitekim 1897 yılındaki bu denemesi başarılı olmuş ve yurtdışında bulunan Jöntürklerin bir kısmı geri dönerek kaymakamlık, mektupçuluk, mutasarrıflık, ma’ârif, şura-yı devlet üyeliği gibi önemli görevler almışlardır. Sultan II. Abdülhamid’in, böylesi bir metodu tercih etmesini kendi ağzından Ali Vehbi şu şekilde anlatmaktadır: “Bunlar yolunu şaşırmış kuzular gibidir. Onlara karşı sert davranmak evvelce tatbik edilmiş ve çok zararları görülmüş usuldür. Bu usulü tekrarlamaktan ise, avare kuzuları tatlılıkla sürüye katmak, aynı zamanda kötülüğe karşı iyilikle mukabele etmek demektir. Bu suretle ve kendilerine memuriyet verilerek olanları minnettar bir hizmetkâr haline getirmek de mümkündür.” Öte yandan Abdülhamid, kendisine karşı örgütlenen Jöntürk mensuplarını sürgüne göndermekten de geri durmamıştır. Bu ilginç uygulamanın Jöntürkler lehine, ama II. Abdülhamid yönetimi aleyhine neden olduğu gelişmelerin daha somut örneklerini şu şekilde sırlamak mümkündür. 1890’lı yılların ortalarından itibaren, özellikle de 1896 yılında gerçekleştirilmesi düşünülen Sultan’ın tahttan indirilerek, yerine Veliaht Mehmed Reşad’ın geçirilmesiyle alakalı ilk ihtilâl planlarının ortaya çıkmasıyla buna karışanlar başta olmak üzere, “muzır” yayınları dağıtan Jöntürkler belli bir tutuklama ve sorgulamanın ardından sürgüne gönderilmişlerdir. Burada ilginç bir ayrıntı olarak, şunu da zikredebiliriz: 1905 senesinde, Bayur’a göre 1904’ün başlarında, askerî okuldan mezun olan Mustafa Kemal, Bâyezid’e yerleştikten sonra siyasî faaliyetlerinden dolayı arkadaşlarıyla birlikte tutuklanmıştı. Birkaç ay sorgulanan ve hapis yatan Mustafa Kemal, Şam’daki Beşinci Ordu’ya tayin edilerek bu şehre sürgün edilmiştir. Şam’a tayin edilen Mustafa Kemal, burada faaliyetlerine ara vermemiş ve arkadaşlarıyla birlikte “Vatan ve Hürriyet” adıyla bir cemiyeti bir yıl sonra kurmuştur. Daha sonra bu tür faaliyetlerin merkezi olan Selânik’e tayin olmuş ve burada da aynı şekilde cemiyet çalışmalarına devam etmiştir. Fakat bu sürgünler Jöntürk hareketinin fikir planında daha geniş bir alana yayılmasını sağlamış, Abdülhamid’in aleyhine dönecek bir uygulama olmuştur. Eğer Abdülhamid Jöntürkleri çeşitli bölgelere sürgün etmeyip oldukları yerde yargılayarak ağır cezalara mahkum etseydi, sonuç daha farklı olabilirdi yorumları yapanlar vardır. II. Abdülhamid, bu uygulamasıyla Jöntürklerin sonunu hazırlamamış, aksine bunların vatan sathına yayılarak kontrol dışına çıkmalarına ve kendisi karşısındaki muhalif cephenin daha da genişlemesine neden olmuştur. II. Abdülhamid’in 1908 İhtilâli’nin patlak vermesinin ardından almış olduğu iki kritik kararı da aynı kurgu içinde zikredilebilir. Sultan, 3 Temmuz 1908 tarihinde Resneli Niyazi Bey’in isyanıyla başlayan ihtilâl sürecinde çok fazla direnmemiş, birkaç başarısız karşı teşebbüsün ardından geri adım atmış ve II. Meşrutiyeti ilan etmiştir. Tartışmalı olan ve hâlen de tam olarak aydınlatılamayan süreçte patlak veren 31 Vak’ası’na müdahale etmek için Rumeli’den gelen Hareket Ordusu karşında da pasif davranmış ve kendi kontrolündeki askerî birliklerini bunlara karşı kullanmamıştır. Kendisi halen meşru Sultan olduğu ve gerek İstanbul’da ve gerekse Yıldız Sarayı’nın çevresinde emri altında askerî birlikler bulunduğu halde, Rumeli’den gelen Hareket Ordusu ve gönüllü birliklere karşı askerî birlikleri ihtilâlcilerin karşısına çıkarmamış ve âdeta eli kolu bağlı bir şekilde Yıldız Sarayı’na kadar kendisini tahttan indirmeye gelmelerini beklemiştir. II. Abdülhamid’in bu “teslimiyetçi” davranışı, Jöntürk İhtilâli’nin nihaî olarak başarıya ulaşmasında etkili olmuştur. Bu, kendisinin “dolaylı” olarak Jöntürklere yaptığı son yardım olarak düşünülebilir. Jöntürk ihtilalinin yerli vasfının sorgulanması gerektiğini söylüyorsunuz. Bunun gerekçesi nedir? Başta Selanik Mason locaları olmak üzere diğer localar, Avrupa ve Osmanlı sınırları dâhilinde Jöntürklerin icra ettikleri faaliyetlere verdikleri maddî ve manevî destekler oldukça önemlidir. Hatta Mason üstadlarından Kemalettin Apak, bu desteği Masonluk’un İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’ne yapmış olduğu “hizmet” şeklinde ifade etmektedir. Kemal Karpat ise, Mason localarının ve Selanik’te meskûn olan Musevilerin İttihâd ve Terakkî’nin özellikle de “ideolojisi ve siyasetinin biçimlenmesinde” önemli rol oynadıklarını belirtmektedir. Bu genel tespitlerin ardından daha öncelikle yurtdışında bulunan Jöntürklerin Masonlar’la olan irtibatlarını tespit etmek gerekiyor. Paris’teki Jöntürklerin, buradaki Mason localarına gittikleri bilinmektedir. Mustafa Turan, bu bilgilere destek vererek, Paris ve Cenevre’deki Jöntürkler Fransa Meşrik-i Âzamı himayesi altına girdiklerini yazmaktadır. Osmanlı sınırları dâhilinde ise, özellikle de Selanik’te bulunan ve kapitülasyonlar nedeniyle dokunulmazlıklara sahip olan İtalyan, İspanyol ve Fransız localarının bulunduğu mekânlarda toplantılarını rahatça yapmaktaydılar ve bu localara kayıt olmakla II. Abdülhamid karşısında güvenliklerini daha da artırmaktaydılar. Dönemin şahitlerinden Kâzım Nâmi de benzer şekilde locaların hareket için ne kadar önemli olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “Mason locası, toplantılarımızı gizlemeye vesile oluyordu; […] ” Bu şekilde Sultan II. Abdülhamid’in takibinden kurtularak rahatça faaliyetlerini yapabilmekteydiler. Yine aynı şekilde Makedonya’da birçok kazada kaymakamlık yapan ve Jöntürk Hareketi’ne mensup olan Süleyman Kâni de Selanik’te Masonlar’ın harekete yaptıkları yardımlardan bahsetmektedir. Buna göre Jöntürkler, “masonluğun hafî ve kuvvetli teşkilatından çok istifade” etmişlerdir. Benzer bilgileri Tahsin Paşa da hatıratında vermektedir. Tahsin Paşa’nın yazdığına göre, “Selanik’te mason cemiyetine mensup ve maruf bir takım zevatın bunlara yardım etmekte oldukları ve masonluğun gayet hafî ve fakat son derece kuvvetli teşkilatından ihtilâlciler çok istifade” etmişlerdir. Danişmend, Jöntürk-Mason irtibatının çok farklı bir boyutuna işaret etmektedir. Posta-Telgraf Başkâtibi Talat Bey, Askerî Rüşdiye Müdürü Tâhir Bey, Fransızca öğretmeni Nakî Bey, Mithat Şükrü ve Ömer Nâci Bey gibi Jöntürklerin özellikle de 1904 yılından itibaren Mason localarında propaganda faaliyetlerine başladıktan sonra Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuşlardır.ü Hanioğlu ise bu cemiyetin “iki önemli mason locası örgütlenmesine” dayandığını belirtmektedir. İleride görüleceği gibi, 1906’da kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kurulması, 1908 ihtilâli yolunda çok önemli bir kilometre taşlarından biridir. İtalyan Iacovella, eserinde Danişmend’in verdiği bu bilgileri destekler veya daha doğru bir tabirle tamamlar mahiyette şu ilginç nokta üzerinde durmaktadır: İtalyan masonluğunun Büyük Üstadı E. Nathan, yardımcısı E. Ferrari’yi, “Türkiye’deki locaların yirmi yıllık “uykularından” uyanmaları” ve bunları cesaretlendirmek için 1900 senesinin sonbaharında İstanbul, İzmir ve Selanik’e göndermiştir. Bu ziyaretlerin ardından Makedonya locası yeniden canlandırılmıştır. Ferrari yıllar sonra vermiş olduğu bir konferansta, bu gezisi sırasındaki faaliyetlerini anlatarak, bunların neticesinde “Jön Türkler topluluğunun ajitasyon örgütünün ilk grubunu”n kurulmuş olduğunu iddia etmiştir. İacovella bu bilgileri verdikten sonra kendini kanaatini belirtirken, Makedonya locasının canlanışı ile İttihâd ve Terakkî Cemiyeti’nin doğuşu arasındaki bağlantının “olayların ve belgelerin ışığında, hiçbir kuşkuya yer” bırakmadığı şeklindeki ifadeye yer vermektedir. Ferrari’nin belirttiği “ajitasyon örgütü” 1906 da kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti olsa gerekir. Nitekim Şerif Mardin’in de Jöntürkler arasında “siyasî masonluk” konusunun 1906’da rastlandığını ifade etmesi, bu bilgilerle paralellik arz etmektedir. Bu yöndeki bilgilere bir destek de Alman Friedrich Wichtl’dan gelmektedir. Wichtl, Masonluk ve Masonlar’ın dünya siyasetindeki etkinliklerini ele aldığı kitabında Jöntürkler ve Jöntürk İhtilâli üzerindeki Masonlar’ın rolü hakkındaki şunları demektedir: “Jöntürkler Sultan II. Abdülhamid’i çoktan devirmeyi kararlaştıran Masonlar’dan yardım görmüşlerdi. Rahatlıkla çalışabilecekleri ve yardım alabilecekleri pek çok Mason locası Selanik’te bulunmaktaydı. Bunlar Avrupalı diplomatların koruması altındaydı. Jöntürkler, ihtilâli hazırlayabilmek için bu localara girmişlerdi. Loca üyeleri, Jöntürklerin gizli komitesini kuvvetlendirmişlerdi. Türk hükümeti, bu gizli faaliyetleri öğrenmesine rağmen, hafiyeler localara girme müsaadesine sahip olmadıkları için her hangi bir müdahalede bulunamıyorlardı. Jöntürkler, ihtiyaten İtalyan Elçiliği himayesinde olan İtalyan Büyük Şark locasına müracaat ediyorlardı. Bu arada pek çok Mason’un Jöntürk hareketine girmelerinden dolayı, İttihat ve Terakkî hemen hemen sadece Masonlardan oluşur hale gelmişti. Bunlar arasında en önemli yerleri Yahudiler işgal etmekteydiler. Bu gerçeklerden dolayı “Giornale d’İtalia” Masonluğu Jöntürk Hareketi’nin ana merkezi olarak adlandırmaktaydı. Makedonya kolordusundan pek çok subay da Mason olmuşlardı. […] Mason “Acacia” Eylül 1907’de Sultan’ın tahttan indirileceğini önceden haber vermişti.… İhtilâlci Masonluk böylece Osmanlı Devleti’nde de kazanmıştı ve bu zaferini iyi kullanmasını bilmişti. Kısa bir süre sonra 45 Türk locası temsilcileri bir araya gelerek “Grant Orient Ottoman”ı kurmuşlar ve Talat Paşa, Mithat Şükrü Bey, Rahmi Bey, General Galip Paşa ve Emanuel Karasu gibi Jöntürkler burada idareci mevkileri almışlardı. Grant Orient Ottoman aynı zamanda pek çok önemli Yahudi üyeye sahipti.” Jöntürk ihtilalinde İngilizlerin rolü nedir? Haricinde Selanik Merkez Komutanı Nâzım Bey’e yapılan başarısız suikast teşebbüsü de bu sürecin devamında cereyan etmiştir. Nitekim Nâzım Bey’in, cemiyet üyeleri hakkında çalışma yaparak belli sonuçlar elde etmesi üzerine cemiyet tarafından suikastla öldürülmesine karar verilmişti. Bunun üzerine 29 Mayıs 1908 tarihinde, İngiliz Büyükleçisi’nin raporuna göre ise 11 Haziran 1908, harekete geçen İsmail Canbolat Bey, Nâzım Bey’in evine gelerek onu vurmak istemiştir. Fakat bu sırada başka bir subay Mustafa Necip Bey, daha erken davranarak dışarıdan Nâzım Bey’e bir kurşun sıkarak yaralamıştır. Yaralı olan Nâzım Bey İstanbul’a götürülerek tedavi edilmiştir. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçi Lowther, bu hadiseyi “yaklaşan devrimin ilk belirtisi” olarak adlandırmış ve olayların bundan sonra “ileriye” doğru artarak “hızla” gelişmeye başladığını raporunda belirtmektedir * Frankfurter Zeitung, Enver Bey’in İngiltere kamuoyunu rahatlatmaya yönelik İngiliz gazetesi Daily News’e yaptığı bir açıklamayı haber yapmıştır. Buna göre, Jöntürk Komitesi’nin bütün Osmanlı Devleti’nin tamamına hâkim olduğunu belirtmiştir. Enver Bey, devamında İngiliz gazetesine, kendileri tarafından gündeme getirilen bütün taleplerinin Sultan tarafından kabul edileceğinden Jöntürkler’in emin olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, bu gelişmeler sırasındaki İngiliz halkının davranışının komite tarafından büyük bir sevinçle karşılandığını ve “komitenin şu anda liberal devletlere müracaat etmeyi gerekli görmediğini ve şayet böyle bir ihtiyaç hâsıl olursa, şüphesiz ilk olarak İngiltere’nin düşünüleceğini” eklemiştir. * Kölnische Zeitung’un İstanbul muhabirinin bildirdiğine göre, İngiltere’nin yeni Büyükelçisi Sir George Lowther’in İstanbul’a geldiğinde Jöntürklerden oluşan kalabalık bir kitle tarafından büyük bir heyecanla karşılanmıştı. Aralarından bir tanesi konuşma yapmıştı. Kalabalık arabanın etrafını çevirerek, şu tezahüratlar altında binaya kadar arabaya eşlik etmişlerdi.“Yaşasın İngiltere! Yaşasın Birinci Büyükelçi!“ Bu şekilde hiç bir Büyükelçi karşılanmamıştır. * II. Abdülhamid’in Meşrutiyet’i ikinci kez ilan etmeden kısa bir süre önce Sadrazam değişikliğine gitmesi, Vorwärts tarafından Alman-İngiliz siyasetinin değişmesi bağlamında ele alınmıştır. Sultan, Alman Siyah Kartal madalyası taşıyan ve Alman taraftarı olan Ferid Paşa’yı azlederek, yerine İngiltere taraftarı Said Paşa’yı bu göreve getirmiştir. Reuters’in İstanbul’daki muhabiri de Vorwärts’e paralel bir şekilde, Sadrazam değişikliğini Düvel-i Muazzama arasındaki ilişkiler bağlamında yorumlamıştır. Buna göre bu değişikliğin asıl nedeni, İngiliz devlet kurumlarının, özellikle de İngiltere’nin kuvvetli konumunun olduğunun altını çizmiştir. Devamında ise, İngiltere’nin halkın yanında yer alırken, Almanya’nın ise eski düzenle özdeşleştiğini ve yeni düzenin başlamasıyla daha önceden hâkim olan Alman nüfûzunun sona erdiğini belirtmiştir. "Mutlakiyetten Meşrutiyete, II. Abdülhamit ve Jön Türkler" kitabıyla ilgili teknik bilgi ve sipariş şartlarını görmek için tıklayın... (Haber 7)
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|