04-23-2009, 08:53 | #1 |
Kaostan zaferle çıkmak!
--------------------------------------------------------------------------------
Bu dönemde ekonomi üzerine yazmak, özellikle de küresel ekonomik krizin yol açtığı, açabileceği sorunlar üzerine tartışmalara katılmak son derece riskli. Çünkü, birçok uluslararası nitelikli gelişmede olduğu gibi, küresel kriz konusunda da hemen her tartışma iç politik söyleme kurban gidiyor. Krizi Türkiye boyutlarının ötesinde analiz etmek, önümüzü görmeye çalışmak, en azından bazı "merkezler"de konuşulanlara kulak kabartmak pek kimsenin ilgisini çekmiyor. Yazacağınız her cümle, basit gündelik tartışmalarla birlikte değerlendiriliyor. İster inanalım ister inanmayalım; "kriz hangi ülkeyi ne kadar vuracak", "Türkiye'yi ne kadar etkileyecek", "Türkiye kriz sonrası nasıl bir ekonomik sıçrama yapacak" tartışmalarının da ötesinde çok ciddi gelişmeler var. Bugünkü durumun küresel denklemde derin bir sarsıntıya yol açtığı, sarsıntının önümüzdeki dönemde daha da etkili olacağı, ciddi eksen kaymalarına yol açacağı, varolan uluslararası sistemin bu güç kaymalarına göre yeniden şekilleneceği, krizi çözmeye yönelik anlaşmazlığın bu noktalarda düğümlendiği, merkez ülkelerin geçmişi koruma ve değişime direnme hırçınlığı yüzünden çözüme yaklaşılamadığı, bu durumun çatışmayı daha da sertleştirdiği, yeryüzünde nüfuz mücadeleleriyle krize bakışın birbirine paralel olduğu, zoraki de olsa bir kansensus sağlanamazsa ciddi travmaların yaşanacağı gibi hassas, derin sorunlar var karşımızda. Türkiye'nin insanları, siyasileri, ekonomistleri, düşünce adamları, bu yeni dünyanın kuruluşuna, şekillenmesine tanıklık etmek ve süreçte etkili olmak zorunda. Krizi dar anlamda finans krizi olarak algılayıp, o dar aralıkta sıkışıp kalmak; daha sonra başkalarının dünyasında yaşama, onun zorunluluklarına bağımlı olma, onların tayin ettiği rolleri üslenme gibi küçük düşürücü, Türkiye'yi merkezden uzaklaştırıcı sonuçlar doğuracak. Bugünün Türkiye'sinde hiç kimse böyle bir geleceğe razı değil. Razı değilsek, siyasi olarak yakın çevremizde birtakım hesaplar içine girmeye de çalışıyorsak, krizin olumsuz yanlarına ağlamak yerine doğuracağı fırsatlara odaklanmamız gerekiyor. Burada kastettiğim, kriz sonrası ekonominin canlanması değil sadece, bu kritik sürece müdahil olmak. Çünkü güç, zenginlik kriz sonrasında değil, kriz sırasında kazanılacak. Bu güç; sadece ekonomik iyileşme değil, siyasi bir güç, merkez olma gücüdür. O zaman, ekonomik planlamaların ötesinde planlamalar yapmak, daha büyük hesaplar yapmak, bölgesel-ulus üstü ortaklıklar tesis etmek, yeni denklemin siyasi ve ekonomik başkentlerinden biri olmaya hazırlık yapmak bir zorunluluktur. Bu değişim ABD'nin gücünü sınırlandıracak. Avrupa'nın gücünü sınırlandıracak. Almanya'nın, Japonya'nın, Rusya'nın hatta Çin'in gücünü sınırlandıracak. Bazılarının küresel gücünü bazılarının bölgesel gücünü daraltacak. Bu daralma bir çok bölgede ciddi anlamda boşlukların oluşmasına yol açacak. Türkiye yakın çevresinde bunların hesabını yapmak durumunda. Çünkü yeni dönemde her merkez birbiriyle sıkı etkileşim içinde olacak, birbirini önemli ölçüde dengeleyecek, dünyanın ağırlık merkezi olmayacak, transatlantik eksen bugüne kadar tartışılamaz görülen konumunu belli oranda kaybedecek, merkez bir çok bölgeye dağılacak. Bazılarına inanılmaz gelecek ama ABD'nin sadece ekonomik alanda değil siyasi alanda da muhafazakarlaşması, içine kapanması, yeryüzüne dağılmış gücünü geri çekmesi, askeri stratejilerini yeniden gözden geçirmesi muhtemel görünüyor. İşsizliğin resmi rakamların çok ötesinde; 14-64 yaş aralığında yüzde 20 olduğu, borçlarını ödemek için yakında para basmaya başlayacağı, daha şimdiden sosyal huzursuzlukların kendini göstermeye başladığı bir Amerika'dan söz ediyoruz. Avrupa Birliği'nin "birlik" ruhunun yara alması, birlik içindeki bazı ülkelerin imparatorluk geçmişlerine yönelmesi, birbirinden ayrışması da aynı ölçüde muhtemel görünüyor. Bugün ekonomik anlamda hem ABD hem de Avrupa bir "kara delik" haline geldi. Yeryüzünün zenginlikleri buralardan kaçıyor kaçmaya da devam edecek. Atlas Okyanusu'ndan, Baltık Denizi'nden Doğu Akdeniz'e uzanan yeni Roma imparatorluğu çatlıyor ve motivasyonunu kaybediyor. Bu gerçek daha belirgin biçimde hissedildikçe Avrupa sertleşiyor, tahammülsüzleşiyor, agresifleşiyor, hoşgörüsüz bir hal alıyor. Bir yanda; IMF'yi dünyanın merkez bankası yapmaya, gücünü artırmaya, her ülkenin ekonomisine müdahil kılmaya, hiçbir gücün üzerinde egemenlik kuramayacağı bir güve dönüştürmeye, IMF kontrolünde "küresel kur" oluşturmaya çalışılırken diğer yandan bir çok ülke ulusüstü orgütlerden kaçmaya, küresel kur'dan ve dolardan uzaklaşmaya, küreselleşmeyi tersine döndürmeye, yakın çevre politikalarına yönelmeye, yerel para birimleriyle ticarete yöneliyor. Bir yandan G20 zirvesinde offshore piyasalara sıkı denetim gelirken diğer yanda yeni offshore piyasalar açılıyor, Küba yeni offshore bölge yapılmaya çalışılıyor. ABD hazine bonolarından kaçan ülkeler dünyanın her bölgesinde madenlere yöneliyor, altına yatırım yapıyor, metal piyasası oluşuyor, tuhaf biçimde bakır yeni standart olarak öne çıkıyor. Rusya eski Başbakanı Mikhail Kasyanov, krizin Rusya'da kaosa hatta rejim değişikliğine bile sebep olabileceğini söylerken, ekonomik spekülasyonlar artık kontrol edilemiyor. İşte bu kaosta, karmaşada isabetli kararlar alma, büyük hesaplar yapma, yeni sözler söyleme zamanı. Eski defterleri karıştıranların bu yeni dünyada yeri olmayacak… İnsanlık bu kaostan zaferle çıkanı alkışlayacak… İbrahim Karagül - Yeni Şafak
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|