![]() |
#1 |
![]() Ankara’da 1920 yılında kurulan Büyük Millet Meclisi'nde Cumhuriyetin İlanı’ndan önce ve sonra
yaşanan çalkantılı süreç boyunca, muhalefet çeşitli aşamalarla tasfiye edildi. Cumhuriyet Halk Partisi, 'deolojisini, 1925-1945 yılları arasındaki bu teksesli dönemde aşama aşama oluşturdu ve uygulamaya koydu. Ancak söz konusu ideolojinin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’ye ithal ettiği bu sosyal, kültürel, politik ve ekonomik uygulamalar bütünü hakkında bir kitap ya da manifesto kaleme alarak düşüncelerine temel teşkil eden noktaları açıklama gereği duymadı. 1 Kemalizm adına bir temel eserin yazılmamış olması, Atatürk’ün Altı İlke konsepti çerçevesinde tam olarak neleri kast etmiş olduğu konusundaki birincil kaynakları, CHP parti programları, partinin Atatürk dönemindeki uygulamaları ve Atatürk’ün söz ve demeçleri ile sınırlı kılıyor. Bu üç birincil kaynak arasında, CHP parti programlarının ve bu programlar çerçevesinde gerçekleştirilen uygulamaların, Kemal Atatürk'ün söz ve demeçlerine nisbeten daha muteber olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zira pragmatist bir lider olan Kemal Atatürk'ün, farklı dönemlerde (ya da aynı dönemde farklı kitlelere hitaben), birbiriyle çelişmek bir yana, tamamen zıt istikamette olan çok sayıda sözüne rastlamak mümkün. Zaten Kemalizm (ya da genel anlamda Kemal Atatürk) konusundaki kafa karışıklığının temel nedeni de bu. Zira Türkiye'de önemli bir çoğunluk, Kemal Atatürk hakkında öğrenegeldiği (doğru ya da yanlış) bilgiler doğrultusunda 1 Her ne kadar Kemalizmin doktrinleştirilmesi yönündeki bir teklife Atatürk'ün karşı çıkarak, 'O zaman donar kalırız' şeklinde yanıt verdiği rivayet edilse de, aksi yönde onca delil varken sırf bu cümleden hareketle Kemalizmin dogmalaşma eğilimine sahip olmamış olduğunu iddia etmek mümkün değil. - 3 - oluşmuş olan bir Atatürk kavramına sahip. Gerek Kemal Atatürk'ün kitlelere tanıtılması esnasında tarihi verilerden hareket edilmeyip ululayıcı söylemlere sığınılması, gerek mevcut verilerin kullanılması konusunda seçici davranılarak tek yönlü bir portre çizilmesi, gerekse Kemal Atatürk'e ait olan pek çok sözün birbirine tamamen zıt argümanlar içermesi nedeniyle, birbiriyle çelişkili çok sayıda Atatürk miti aynı anda toplumda kendine yer edinebiliyor. Sadece konu hakkında birincil kaynaklardan hareket eden bir insan ululayıcı propaganda söyleminden ve de tarihi verilerin tek yanlı kullanılmasından önemli ölçüde korunmuş olsa da, Kemal Atatürk'ün çelişkili ifadeleri daha derin bir analizi gerekli kılıyor. Bu duruma örnek olarak, Mustafa Kemal'in 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi'nin açılmasından dört gün sonra 'Padişahı azam, Halife ve Hakanı akdesimiz Efendimiz' olarak hitap ettiği Sultan Vahdettin'e sadakatlerini bildirdiği telgraftaki ifadeleri dikkate alınabilir: 'Padişahımız! Kalbimiz hissi sadakat ve ubudiyetle [kullukla] dolu, tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz. İctimaının [toplanmasının] ilk bu sözü Halife ve Padişahına sadakat olan Büyük Millet Meclisi son sözünün yine bundan ibaret olacağını südde-i seniyyelerine [yüce kapınıza] büyük tazim ve huşu ile arz eder.' 2 Sultan Vahdettin'in kızı Sabiha Sultan ile evlenme talebinde de bulunan (ancak reddedilen) Mustafa Kemal'in, aradan sadece iki yıl geçtikten sonra mecliste yapmış olduğu bir konuşma ise şöyle: 'Nasıl ki, kanunen idamı lazım gelenlerin bile ipini çekmek için kalb ve vicdan-ı ulviyeti insaniyeden mücerret bir mahluk aranır. İdam hükmünü verenlerin böyle adi bir vasıtaya ihtiyacı vardır. O kim olabilir? Türkiye devletinin istiklaline hatime veren, Türkiye halkının hayatını, namusunu, şerefini imha eden, Türkiye'nin idam kararını ayağa kalkarak ve bütün endamiyle kabul etmek istidadında kim olabilir? (Vahdettin, Vahdettin! sadaları, gürültüler.) Maatteessüf bu milletin hükümdar diye, sultan diye, padişah diye, halife diye başında bulundurduğu Vahdettin… (Allah kahretsin! sadaları).' 3 Mustafa Kemal'in, Sultan Vahdettin hakkında farklı dönemlerde söylenmiş olan, tamamen zıt yöndeki iki ifadesi, söz ve demeçlerinin tetkik edilmeden yakın tarih adına delil kabul edilemeyeceği konusuna iyi bir örnek olabilir. Zira bu tür bir metodolojik yanlış ile Atatürk'ün saltanat yanlısı olduğu sonucuna dahi varılabilir – ki böyle bir iddianın hiçbir yönüyle makul olmayacağı açık. Profesör Taha Parla, bu konuda, Atatürk'ün 1920 tarihli demeçlerinde 'sultanlardan, halifelerden, Osmanlı tarihinden, Müslümanlık tarihinden, saray tarihçisi üslubuyla ve en kuvvetli, ululayıcı sıfatlarla' 4 söz ettiğini belirttikten sonra, Atatürk'ün siyasal anlamda son derece tehlikeli biri olarak kabul edilmesini mümkün kılan bir noktaya dikkat çekiyor: 2 Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi: 37/40855; T.B.M.M. Zabıt Ceridesi; 1920, s. 123-124'ten aktaran: Parla, Taha. [1992] 1995. Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Cilt 3: Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP'nin Altı Ok'u. İstanbul: İletişim
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|