07-18-2011, 04:18 | #1 |
Kibirini Çıkar Aczini Giy
Bir gün Hz. Süleyman (as) yüz binlerce insan, cin ve hayvan huzurunda öyle bir yükseldi ki, meleklerin göklerdeki tesbih seslerini işitti. Sonra öyle alçaldı ki ayakları deniz sularına değmeye başladı. Bu sırada bir nida duydu: "Eğer Süleyman'ın kalbinde zerre kadar kibir olsaydı, onu yükselttiğim nispetten daha çok aşağı düşürürdüm." Bu sese kulak vererek biz de iç dünyamızda bir seyahate çıkalım isterseniz. İnsan kimi zaman sahip olduklarıyla kendini olduğundan çok daha farklı yerlerde görebiliyor. Birer imtihan vesilesi olan mal mülk, evlat, güzellik, şan, şöhret kişiyi kendi gözünde büyüttükçe büyütüp kibir hastalığına yol açıyor. Bu hastalık kalbimize girdiği andan itibaren tüm benliğimizi kuşattığı gibi nefislerimizi de esir alıyor. Kendimizi Kaf dağında görmemizi sağlayan kabiliyet ve nimetlerin bize 'verilmiş' birer emanet olduğunu unutuveriyoruz. Oturuş, kalkış nefes alıp veriş, gülüş, konuşma, hatta jest ve mimiklerimiz bile farklılaşıyor. Kibir sadece insanın hal ve beden dilini değil, başkalarıyla iletişimini de etkiliyor. Kimseyi beğenmediği için dostluk kuramayan 'burnu büyükler', bulduklarıyla yetinmediğinden mutlu olmayı da beceremiyor. Kibirli kişilerin, çevreleri üzerinde etkili oldukları ve hatta sözlerinin dinlendiğine dair kabul edilmiş bir zan olsa da, işin özünde toplum tarafından sevilmedikleri bir gerçek. Zira kolay kolay beğenmeyen ve sürekli şikâyet halinde olan bu kişilerin memnuniyetsizlikleri sadece sözlerine değil, bakışlarına ve çehrelerine de yansıyor. 'Burnu havada', 'kendisini dev aynasında görüyor', 'insanlara üstten bakıyor' ifadeleri bu kişileri nasıl da güzel tasvir ediyor. Her bir hareketi 'beni görün, çünkü ben farklıyım' diyor. Oysaki 'ben' demeye başlayan kişi, kendini hak ve hakikate kapatıp şeytana ve küfre açık hale geliyor.
Bu yönüyle kibir aynı zamanda imanımızın da önünde devasa bir set teşkil ediyor. Peki Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve selem) "Kalbinde zerre kadar büyüklük hissi bulunan kimse cennete giremez." diyerek ümmetini uyardığı kibrin, gerçekten de 'zerre'sini bile kalbimizden arındırmak mümkün mü? Gelin, reçetemizi Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nden alalım: "Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır..." Bu noksanlığı yaşamama adına aczini ve fakrını idrak eden kişiye kapının tokmağına dokunup, kalbinde zerre kadar kibir olmaması için dua dua yalvarmak düşüyor. Rabb'imizin Bayezid-i Veli Hazretleri'ne hitabı bizim için çok şeyler anlatıyor aslında: "Ey Bayezid! Benim huzuruma gelirken hazinemde bol bol bulunan ibadetlerle, ikramlarla, ihsanlarla, faziletlerle gelmeyi kâfi bulma. Bunların yanında benim hazinemde olmayanlarla da gel." Bayezid-i Veli bu ihtar üzerine çaresizce düşünmeye başlar ve en sonunda feryat eder: "Ey Rabb'im senin hazinende olmayan var mı ki, ben olmayanlarla geleyim?" Şöyle cevap gelir Sultan'ül-arifin'e: "Evet, Ey Bayezid! Benim eşsiz zenginlikteki ha*zinemde olmayanlar da vardır. O olmayanlar, acz, fakr, zaaf ve çaresizliktir! Sen de aczinle, zaafınla, fakrın ve çaresizliğinle gel. Kendini bunlarla bil. Bunları giydiğin elbise, sarındığın gömlek, örtündüğün cübbe gibi benimse. İşte o zaman seni haddini bilmiş, durumunu anlamış, makamını tayin ve tesbit etmiş bir kul olarak kabul eder, huzur-u izzetime buyur ede*rim!.." Ariflerin Sultanı unvanına layık bir veliye bile böyle bir ikaz geldi ise bizim de Allah karşısında kibir elbisemizi çıkarıp acz ve fakr gömleğimizi giyerek, yine O'nun (cc) "Yeryüzünde kibirli kibirli yürüme" (İsrâ, 17/37) ayetine tabi olmamız boynumuzun borcu oluyor. İnsana verilen her istidad gibi 'kibir' de aslında onu kullanma niyetine göre şekilleniyor. Fethullah Gülen Hocaefendi kibri insan fıtratına; İslam'ın izzetini, Kur'an'ın şerefini, dinin haysiyetini, cemaatini, ulvî görülen şeyleri, ırzını, namusunu ve benzeri kıymetlerini korumak için yerleştirilmiş bir duygu olarak tanımlıyor. Ancak bu duygunun suistimal edilmesi geri tepen bir silah gibi kişinin aleyhine işleyerek azgınlığa, sapkınlığa ve küfre düşmeye sebep olabiliyor. Allah'ın sıfatı olan 'büyük' olmaktan ferde tecelli edecek şeyin; Allah, İslâm, Kur'an ve Rasûlullah'ın izzetini, şerefini ve haysiyetini koruma uğruna başını eğmemek, küfür adına yapılan her şeye karşı tavır alarak başını dikme şeklinde tezahür etmesi gerekiyor. Hocaefendi'nin işaret ettiği bu ölçüye, Hz. Ömer'in yürüyüşünde gurur ve kibir olan bir delikanlıyı görünce söyledikleri örnek olsa gerek: "Kibir ve azametle yürümek sadece Allah yolunda, cihatta caizdir, çünkü burada düşmanın korkutulması söz konusudur." Yani üstünlük ve alçaklık da bizim değer yargılarımıza göre değil, Rabb'imize göre şekillenir. Aksi düşünce insanı garip hallere sokar. Tıpkı şu nükteli hadisede olduğu gibi: Yahya Efendi isimli birisi, Niyazi-i Mısrî'yi devrin padi*şahına gammazlar. Niyazi-i Mısrî bir adaya sürgün edilir. Bir müddet sonra Yahya Efendi denilen şahıs da aynı akıbete uğrar ve aynı adaya sürgüne gönderilir. Tevafuk, aynı binada, Niyazi-i Mısrî'nin üzerindeki kata yerleştirilir. Niyazi-i Mısrî, Yahya Efendi'ye "Ne haber, sen de sürgüne geldin!" der. "Öyle, ama ben üst kattayım." diye cevap verir Yahya Efendi. Niyazi-i Mısrî, nükteyi patlatır: "Ne fark eder? Tebbet de İhlas'ın üstünde." Üstünlük ancak Allah katında olduğu gibi bu gaye de ancak O'nun (cc) için olursa anlam bulur. Allah herkese Necip Fazıl'ın "Ben dünyanın en üstün adamı olmak isterdim; O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinden en hakir ferde ait dereceyi belirtmek, O'nun ümmetinden olmanın şeref payını göstermek için..." ifadesindeki gibi kibrin böyle kâmil makamını nasip etsin! (Buket Davulcu)
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-18-2011, 04:36 | #2 |
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
38:31 - Hani kendisine bir zaman akşam üstü iyi cins ve rahvan atlar gösterilmişti.38:32 - "Ben, dedi, at sevgisini, Rabbimi anmaktan ötürü tercih ettim." Nihayet atlar perdenin arkasına gizlendi.38:33 - "Geri getirin onları bana!" dedi ve artık onların bacaklarını, boyunlarını silmeye başladı.38:34 - Andolsun ki Süleyman'ı imtihan da ettik ve tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü.38:35 - Süleyman: "Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın. Şüphesiz, bütün dilekleri veren sensin." dedi. |
|
09-23-2017, 20:10 | #3 |
Allah razı olsun sağol gardaş.
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|