04-07-2013, 08:47 | #21 |
tekfirin kuralları ile ilgili yaptığım araştırmalarımda bir hatamı tespit ettim.Küfür sisteminde oy vermek bir küfür amelidir bu kesinlikle doğrudur fakat bunu her yapan kafir olmuyor.Bu noktada haklı olabilirsin çünkü tekfire engel olan durumlar var(cehalet,ikrah,tevil hatası) gibi ama şu kesin bir gerçek ki bu sistemde oy vermek asla caiz değildir.İnsanları caiz olmayan birşeye davet etmeyin.Sp veya başka hangi parti olursa olsun böyle bir şey islama uygun olmaz.
Konu Ebu yahya tarafından (04-07-2013 Saat 09:21 ) değiştirilmiştir.. |
|
04-07-2013, 23:38 | #22 | ||||
Alıntı:
Dünya çapında gerçekleşen mali krizin birinci sebebi faiz sistemidir. Yüce Rabbimiz’in haram kıldığı faiz sistemi, sırf menfaate dayalı toplumlar içinde cazip gösterildiği için pervasızca uygulanmış ve insanlar bundan zarar görmeyeceklerini, hatta mutlaka yarar elde edeceklerini düşünmüşlerdir. Faiz sistemi özendirici bir görünüm altında insanlara sunulduğundan, insanlar üretim veya yatırıma yönelmektense, paralarını bankaya yatırmaya teşvik edilmişlerdir. İnsanların paralarını bankalarda, yastık altlarında veya kasalarda sakladıkları bir sistem içinde ise üretim olmadığı, piyasalarda para döngüsü gerçekleşmediği için, pahalılık, enflasyon, ekonomik çöküş gibi mali sıkıntıların oluşması elbette beklenen sonuçtur. Nitekim söz konusu küresel mali krizde de bu durum yaşanmış, üretimin durması, para döngüsünün olmaması, paraların faiz için bankalarda tutulması ekonomiyi çökertmiştir.Bunlar hep laik sistem üzerine kurulu devletlerin yaptıkları işlerdir. Oysa Cenab-ı Allah ayetlerinde faizden kaçınmayı öğütlemiş ve faizin getireceği belaları kullarına haber vermiştir: Ey iman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah'tan sakının, umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 130) Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 275-276) Ayetlerden de anlaşıldığı gibi faiz açıkça haram kılınmıştır. İnanların da Allah'ın bu ayetlerinin hükmüne uyması ve alternatif çözümler araması gerekmektedir. Benim dikkatimi çeken bir yatırım çeşidi ise Hayvancılık. Bir firma ....... diye bir uygulama başlatmış. Paranız kadar koyun satın alıyorsunuz. Onlar sizin yerinize koyunları besliyor kuzulatıyor. Sizde ondan kar payı alıyorsunuz. Detaylarını çok iyi bilmiyorum ama İslami kesime hitap ettiği kesindir. Ayrıca faizden 2 kat daha fazla kazandırdıklarını söylüyorlar. AŞAĞIDA Kİ VİDEOYU İZLEYİN SIRASIYLA,1'DEN 7'YE KADAR YOUTUBE'DAN SABIRLA TAKİP EDEREK DEVAM EDİN! BAKALIM SİYONİSTLER NASILDA FAİZ SİSTEMİNİN ÇARKINI DÖNDÜRÜYOR KENDİ GÖZLERİNİZLE GÖRÜN
Konumuza dönelim... :Siyonistler,masonlar,Jön Türkler ve İttihad ve Terakki Cemiyeti Osmanlı'yı siyasetle batırmadılar mı? CİHADIN NASIL OLACAĞINI VE ÇEŞİTLERİNİ BURADA ANLATMAMA GEREK YOK!.UNUTMA Kİ RAHMETLİ ERBAKAN HOCA'NIN KURDUĞU, MİLLİ GÖRÜŞ'Ü SİYONİZMİN BAŞINI EZMEK VE HAKK'I HER ZAMAN ÜSTÜN TUTMAK İÇİN KURULMUŞTUR.4 KEZ PARTİSİ KAPANDI.NİYE, ÇÜNKÜ SİYONİZMİN ALEYHİNE OLDUĞU İÇİNDİR. SEN HALA AYNI YERDE ÇAKILIP KALMIŞSIN.BİRAZ DÜNYAYA AÇILIN VE FAİZ SİSTEMİNİN NASIL YOK EDİLECEĞİNİN MÜCADELESİNİ VERİN.. Konu MEÇHUL ADAM tarafından (04-07-2013 Saat 23:41 ) değiştirilmiştir.. |
|||||
04-08-2013, 00:05 | #23 |
AK Parti ilk ortaya çıktığında "Yenilikçiler" olarak ortaya çıkmıştı.
Erdoğan'ın başbakanlığı bittiği vakit ya da reisicumhur olduğu vakit AK Parti herhalde politika değiştirmeyecektir. Yine yenilikçi ve tüm vatandaşlarını kucaklayıcı politikalarına devam edecektir. Fakat yine de iyi bir lidere ihtiyaç var elbette. İslam ve demokrasi konusuna gelirsek. Laiklik yanlış anlaşılıyor bence. Türkiye'nin tanıdığı laiklik laiklik değildir, laikçiliktir yani din düşmanı olan, halkın inançlarını göz ardı eden, sert bir laikçiliktir; din düşmanı bir harekettir. Normal laiklikte devlet dine karışmaz ve muhafazakar demokratlıkta da devlet halkının inançlarını göz ardı etmez ve bu konuda vatandaşlara yardımcı olur, gerek Müslüman vatandaşların camileri konusunda, gerek Hristiyan vatandaşların kiliseleri konusunda. Bu noktada ateist olmayan herkes mağdurdur bu Kemalizmden. Doğru düzgün bir demokrasi oturursa eğer memlekette o vakit her vatandaş özgürce yaşayabilecektir bu memlekette fakat Kemalisti kendi devrimini yapıp kendisi gibi yaşanmasını ister ve kendi diktasını kurarsa bu sefer böyle yaşamak istemeyenler karşı devrime geçecektir, e İslamcılar da kendi cihadını yapıp kendi diktasını kurarsa bu sefer yine aynı şey olacak kendisinden olmayan herkes özgürce yaşayamayacaktır. Demokraside böyle bir şey yoktur. Herkes istediği gibi yaşayabilir. Devlet İslamcı'yı Kemalistten Kemalisti de İslamcıdan korur. Devlet eliyle ayrımcılık olmaz. Çokkültürlülük, demokrasi, insan hakları kutsanır. Aksi halde Müslüman kendi yaşayışını, inancını tehlikeye atar ve öbür kesim de aynen öyle. Nitekim Evren hem sağcılardan hem solculardan asmamış mıdır onlarca insanı? Kendi doğrusunu dikte etmek için yaşayanlar, mücadele edenler kendilerini ve geleceklerini tehlikeye atmış oluyorlar. Fakat bu insanlar demokratik şuurdan yoksunlar. Demokrasinin tesis edilmesiyle kimsenin geleceği tehlikeye girmez, bunun farkında olmak lazım. İnsanlar istediği gibi inançlarını sağlıklı bir şekilde yaşayabilirler. Fakat Kemalizmin dayattığı laiklik laiklik değildir, din düşmanı, katı laikçiliktir. Laiklik, demokrasi, meclis, İslam alet edilmiştir din düşmanlığı yapmak için. Laiklikte din özgürce yaşanır, muhafazakar demokratlıkta ise halkının inancına daha bir değer verilir ve daha bir yardım edilir. İslam'da demokrasi yoktur demek abesle iştigal. E ona bakılırsa, eğer bu mantıkla konuşulacaksa İslam'da mushaf da yoktur o zaman çünkü henüz ayetler mushafa geçilmemişti, Hz. Peygamber vefat ettikten sonra geçilmişti. O zaman ne olacak kağıtlardan, mushaftan Kuran okumak küfür mü olacak? Akıl bu kadar da hayattan çıkarılmamalı. Akıl ve kalp dengesi olmalı. Sırf kalp ile hareket etmek sarhoş sufilik yaratır, hayal dünyasıdır. Sırf akıl ile hareket etmek de materyalizmi, mantıkçılığı doğurur. En doğrusu akıl ve kalp dengesidir. |
|
04-08-2013, 07:24 | #24 | |
Alıntı:
Bir de bu tipitipler AK PARTİLİ görünüp sahtekarlık yapmayı da KARAKTERLERİNE yedirebiliyorlar. Münafıklar misali bırak takiyye yapmayı ne isen onu söyle Demokrasi İSLAM dışıdır diyenin kendisi İSLAMIN dışındandır. Meşveret istişare hepsi İslamın mesajına uygun. Kanun koyucu Allah mış? Ne demek bu? Ne yapacak şimdi haşa Allah gelip Sanayi ÜRETİMİNİ artırmak İÇİN KANUN mu yapacak? Ahmaklıkta da sınır tanımıyorlar |
||
04-09-2013, 10:48 | #25 | ||
Alıntı:
Alıntı:
İSLAM VE DEMOKRASİ ARASINDAKİ 33 FARK! 1- İslam’ın kaynağı Kuran ve sünnettir. Demokrasinin kaynağı ise halktır. 2- İslam da belirleyici ve ölçü kuran ve sünnettir. Demokraside ise çoğunluktur. 3- İslam Hakkın yani bütün kainatın sahibinin koyduğu kanun ve yasalardan ibarettir. Demokrasi ise halkın kendi istek ve arzusuna göre koyduğu kanun ve yasalardır. 4- İslam da görev istenmez verilir. Demokraside ise görevler istenerek alınır. 5- İslam da halifeyi Ehlil-Hal ve Al-Agd veya önceki Halifenin tavsiye ettiği kişi veya kişiler içinden seçilir. Demokraside ise yöneticiyi, seçim vasıtası ile halk seçer. 6- İslam’ın geliş kaynağı, bizleri yaratan tarafından, Dünya ve Ahiret kurtuluşumuzu sağlamak için Cibril vasıtası ile göndermiş olduğu vahiydir. Demokrasi ise Yunanlılardan bizlere gelmiş olan bir sistemdir. 7- İslam da, İnsanlara yapılan muamele Müslüman olup olmadığına göredir. Demokraside ise herkes aynı eşittir. 8- İslam da sorumluluk, Rabbe karşı ve ayrıca İslam’ın helal ve haramlar karşısında yani İslam yasaları karşısında sorumluluk vardır. Demokraside ise sadece kanunlara karşı sorumluluk vardır. 9- İslam da hürriyet anlayışı(Akide, Fikir, Yaşantı) sadece Rabbin koyduğu ve belirlediği sınırlar dahilindedir. Demokraside ise yasalar çiğnenmediği müddetçe sınırsızdır. 10- İslam da partiler ve onların ortaya atmış olduğu veya savunduğu planlar, projeler, yeni kanun tasarıları ve düşünceler yoktur, İslam toplumu yek vücut birdir aralarında farklı dine, ideolojiye, fikre veya anlayışa sahip olan yoktur. Bu nedenledir ki İslam’da partilerde yoktur çünkü herkes ilahi kanunlara uymak mecburiyetindedir. Demokraside ise Yönetime talip birçok partiler ve gruplar vardır. Ve bu partilerin her birinin ortaya atmış olduğu veya savunduğu planlar, projeler, yeni kanun tasarıları ve düşünceler vardır. Ayrıca bu partiler her zaman bir birleri ile çekişirler ve karalarlar ve eksik ve ayıplarını ortaya çıkartırlar, deşifre ederek halkın gözünden düşürürler. 11- İslam da hiç kimse İslam dininden çıkamaz eğer İslam dininden çıkarsa öldürülür. Demokraside ise yaşamış olduğu Devletin kanunlarına uyduğu müddetçe herkes din seçme konusunda hürdür, istediği dini veya dinsizliği seçebilir. 12- İslam da Müslüman olmayanlara has (cizye, şahitlik, dinini izhar etmeme v.s) uygulamalar vardır. Demokraside ise kanunlar karşısında Müslüman olan veya olmayan herkes eşittir. 13- İslam da kadının şahitlik yapabileceği konular belli ve sınırlıdır. Demokraside ise kadın her konuda şahitlik yapabilir. 14- İslam da kadın genel yönetici olamaz. Demokraside ise kadın genel yönetimin başına geçebilir. 15- İslam da Gayrimüslim asla yönetici olamaz. Demokraside ise Müslüman olmayan bir kişide yönetici olabilir. 16- İslam ve Demokrasi arasında kanunlar konusunda sayamayacağımız kadar farklılık vardır.İslam da birçok yasak olan zina, faiz, içki, iffetli kadınlara iftira atma gibi ve birçok şeyi haram ve yasak kılmıştır. Demokraside ise hürriyet ve özgürlük anlayışı hakim olduğu için bu tür şeylerin çoğu serbest veya basit cezaları vardır. 17- İslam İnsanların arasını açabilecek veya nefsi hastalıklara yol açabilecek, toplumun arasını açacak (Gıybet, süi-zan v.s)bazı şeyleri de yasaklamıştır. Demokraside ise beşeri akıl ile üretildiği için bu tür hassas ve ince manevi yasaklar yoktur. 18- İslam da cezalar dünyevi ve uhrevidir. Bu nedenle insanlar yasakları çiğnemede daha çekingen ve korku içindedirler. Demokraside ise cezalar sadece dünyevidir. Bu nedenle birçok insan bu beşeri kanunları çiğneme konusunda cesaretli ve cüretkardır. 19- İslam da cezalar caydırıcılığı ve kökten çözüme gitmeyi hedefler. Demokraside ise cezalar basit ve caydırıcı olmadığı için her gün binlerce suç işlenir. 20- İslam insanların beş ana unsurunu (Din, Can, Mal, Irz, Akıl) korumayı hedeflemektedir. Demokrasi ise Din ve nesil gibi kavramları korumayı hedeflemez. 21- İslam da yönetici İslam dan çıkarsa yani din değiştirirse Müslümanlar güç hazırlayarak bu kafirin yerine Müslüman bir yöneticiyi getirmeleri vaciptir. Demokraside ise yönetici ne olursa öyle ki dinini değiştirse dahi fark etmez. 22- İslam da Yöneticinin, belli bir müddeti yoktur kendisi delilik gibi, görevini yerine getiremeyecek müzmin bir hastalık veya irtidad gibi durumlar olmadığı müddetçe lider olarak kalır.Belirli bir süresi yoktur. Demokraside ise yöneticiler kanunlarındaki belirtilmiş mevcut müddetler için seçilirler.Daha sonra müddetleri bittikten sonra tekrar seçim yapılır. 23- İslam kanunlarının hükümleri ve yasaları ilahi olduğu için asla değişmez. Demokrasi ise, kıt ve dar olan İnsan aklının ürünü olduğu ve ileriyi göremediği aynı zamanda bütün insanların maslahatını gözetip kavrayamadığı için her bir yönetim veya parti değiştiğinde onlarca kanun değişikliğine gidilir ve yeni kanunlar çıkartılır. 24- İslam, küfrü ve Tağutu inkarı, ondan beri olmayı, buğz etmeyi, savaş açmayı ve onun ortadan kaldırılması ve Allah’ın dininin hakim kılınması için hazırlık yapmayı emreder. Demokrasi ise Yunan kafirlerinin ortaya atmış olduğu zatında küfür olan bir sistemdir. Bu nedenle böyle bir şey söz konusu değildir. 25- İslam da Halife Müslüman olduğu müddetçe, Müslümanların ona itaat etmesi farzdır. Demokraside ise halkın yöneticiye itaat etmesi gibi bir şey söz konusu değildir.. 26- İslam da halife Allah’ın kanunlarını tatbik ettiği ve bu kanunları değiştirmediği veya başka kanunlar koymadığı ve Allah’ın hudutlarını koruduğu müddetçe halk buna itaat eder ve eleştiremez veya protesto edemez.. Demokraside ise halk yöneticiyi beğenmediği ve icraatlarını doğru bulmadığı durumda eleştirebilir veya protesto edebilir. 27- İslam da Allah’ın dini, kanunları tam ve eksiksizdir bu nedenle yeni kanun ve yasalar çıkarmak için meclis veya parlamento diye bir şey yoktur.Gerektiğinde Halife etrafındaki Alimler ile istişare edebilir. Ayrıca bu istişare, Halifeyi bağlayıcılığı yoktur. Demokraside ise genel olarak yönetimler değiştikçe kanunlarda değişikliğe uğrar ve bunun içinde parlamentoya ve meclise ihtiyaç duyulur. 28- İslam da bir kimseye görev verilmesi konusunda adam ayırtma veya belli bir ideolojiye ve fikre sahip olması gözetilmez. O göreve en uygun olan kimse, o göreve getirilir. Demokraside ise hangi parti iktidarda ise o parti mensupları veya o partinin ideolojisine sahip insanlar üst makamlara veya görevlere atanırlar. Böylece ehil olmayanlar makam ve mevkii sahibi olurlar ve büyük haksızlıklar ve zulümler zuhur eder. 29- İslam da ceza kanunları ve medeni kanunlar ve diğer kanun ve yasalar tamamen ilahi yani, ilmi ile olmuşu, olacağı, nasıl ve ne zaman olacağı, nerde neyin olacağını ilmiyle kuşatmış ve her şeyi bilen rabbimiz tarafından konulmuştur ve dolayısıyla adilanedir. Bu nedenle hakim karşısına gelen davalar çok kısa bir süre içinde sonuca bağlanır. Demokrasi ise, aciz ve duygusal heva ve hevese, kısa kıt bir ilme sahip olan insanlar tarafından konulduğu için bazen bir birine ters ve zıt olan veya adil olmayan birçok kanunlar içermektedir nitekim bir davanın çözümü, icraatları ve resmi işlemleri nedeniyle senelerce sürebilmekte ve hatta bazen zaman aşımı gibi bir saçma kanunla dava düşebilmektedir. 30- İslam toplumunun bir biri ile kaynaşması ve yardımlaşması, birbirlerini sevmeleri kardeş olmaları, İslam da ki El-Vela ve El-bera (Allah için sevmek ve Allah için buğuz etmek) ile gerçekleşir. Demokraside ise sosyal bir dayanışma kaynağı yoktur ancak bu tür aktiviteler sivil dayanışma dernekleri veya örgütler tarafından genel olarak maddi bir sebep veya çıkara dayalı bir şekilde gerçekleşir. Asla manevi bir güç ve dayanak yoktur. 31-İslam da Ümmet anlayışı vardır. bunun içindir ki toplum içindeki azınlıklar veya farklı milletlere mensub olan insanlara devletin yaklaşımı eşittir.Kimsenin kimseye veya bir milletin diğer millete üstünlüğü söz konusu değildir.Üstünlük takva iledir. Demokraside ise milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik, ulusalcılık gibi bir çok cahilliye kavramları ve düşünceleri mevcuttur. Dolayısıyla farklı ırk veya milletlere mensup olan azınlıklara veya topluluklara çoğu zaman haksızlık ve kötü muamele yapılması söz konusudur. 32-İslam da hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır. Aksini iddia eden kafir olur. Demokraside ise hakimiyet kayıtsız şartsız Milletindir. 33- İslam da, Rab yani kanun koyucu ve yasa çıkartıcı bir olan Allah tır. Demokraside ise birçok Rabler yani kanun koyucu ilahlar vardır. Mesela T.C de 550 tanedir. Kur'an; laiklik için bu dünyaya gelsin diye nazil olmadı.Onun içinde muhkem ayetleri vardır.Bunlar vicdanlara saklanmaz.Din, toplumsal olarak herkese lazımdır.Öyle Kur'an'ı 3-5 hatim indirip de rafa kaldırılacak da değildir. Dine dayalı devlet sistemi var mı yok mu iyi öğrenin!... Öncelikle Maide Suresi- 44,45, 46 ve 48'e müracaat ediniz. Bu ayetlere göre hadis-i şerifler aşağıdadır. Yahya b. Husayn (r.a)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Ninemi şöyle derken işittim: Rasûlullah (s.a.v)’i veda haccında işittim şöyle diyordu: “Sizi Allah’ın Kitab’ı ile idare edecek Habeşli bir köle dahi başınıza getirilmiş olsa onu dinleyin ve ona itaat edin.” (İbn Mâce, Cihad: 39; Tirmizî, Cihad: 27) Ka’b b. Ucre (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Biz dokuz kişi idik, Rasûlullah (s.a.v) yanımıza gelerek şöyle konuştu: “Benden sonra haksızlık yapan idareciler olacaktır. Onların yalanlarını tasdik eden ve haksızlıklarına yardım eden Benden değildir. Ahirette de havuzumun başında yanıma gelemez. Kim de o haksızlık yapan idarecilerin yalanlarını tasdik etmez ve haksızlıklarına da yardımcı olmazsa o bendendir. Ben de ondanım ve o havuzumun başında bana gelecektir.” (Tirmizî, Fiten: 72) Ka’b b. Ucre (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Biz dördü Arap, beşi acem olmak üzere dokuz kişi iken Rasûlullah (s.a.v) yanımıza geldi ve “Dinleyin! Benden sonra zalim idareciler çıkacağını işittiniz mi? Kim onların yanına girer çıkar, yalanlarını tasdik eder, yaptıkları haksızlıklarda onlara yardım ederse benden değildir, ben de ondan değilim. Kıyamet günü havuzumun başında da yanıma gelemeyecektir. Kim de onların yanına girip çıkmaz, yalanlarını tasdik etmez, haksızlıklarına karşı yardımcı olmazsa o bendendir bende ondanım, havuzum başında benimle birlikte olacaktır.” (Tirmizî, Fiten: 72) HİLAFET KALDIRILINCA TÜM DÜNYA MÜSLÜMANLARI PERİŞAN OLUP BÖLÜNDÜLER ZATEN MAKSAT İSLAM'IN GÜCÜNÜ KIRIP MÜSLÜMANLARI SÖMÜRMEK İÇİN HİLAFET KALDIRILMIŞTIR.BUNUN BAŞKA İZAHI YOKTUR.HIRISTİYANLARIN PAPASI VAR, YAHUDİLERİN HAHAMBAŞISI VAR, BİZİM NİYE İMAM-I KEBİR'İMİZ (HALİFEMİZ) YOK?!DEMEK Kİ GAVURLARI YÖNLENDİRENLER BAŞINDA Kİ DİNİ LİDERLERDİR.BİZDE Kİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI HALİFE DEĞİL T.C CUMHURİYETİNİN KUKLASIDIR.DEVLET NE EMREDERSE ONU YAPAR.DEVLETİN ÖN GÖRMEDİĞİ FETVAYI DA VERMEZ.HALİFE İSE ÖYLE DEĞİLDİR.HALİFEYE TÜM MÜSLÜMANLARIN İTAAT ETMESİ FARZ-I KİFAYEDİR.YUKARIDA Kİ HADİSLER BUNA DELİLDİR. Konu MEÇHUL ADAM tarafından (04-09-2013 Saat 11:10 ) değiştirilmiştir.. |
|||
04-09-2013, 11:21 | #26 |
İslam devletinde öncelikle anayasalar Kur'an şeriatına göre düzenlenir.Bunun haricinde o devletin tebasına göre kanunnamaler çıkartılıp yürürlüğe sokulur.Çünkü her müslüman bir ülkenin kendine has yaşantı biçimi, örf ve adet geleneği vardır ki bun göre yasalar konulur.Gayri müslimlerin haklarına asal tecavüz edilmez.Tıpkı Osmanlı'nın yaptığı gibidir.osmanlı Hak ve adalet le yönetilmekte idi.Sonrasında siyonistler ve yahudiler onu tarikten silmiştir.İşbu günüz müslümanlara göre bu kanunnameleri meclis isterse değiştirebilir.Lakin şeriat hükümlerini değiştiremez.Eğer değiştirecek olursa o devlet İslam devleti olmaktan çıkar ve sadece (Türkiye gibi) halkı müslüman olarak kalır ki işte laiklik buna denir.Yani Kur'ansız yönetilen bir devlet laiktir.Müslümanların laiklikle işi olmaz.
|
|
04-09-2013, 16:04 | #27 |
33 saçmalık
Her biri bir diğerinden ilkel Bu yazdıkların çok avamaca Neymiş müslümanların Halifeye itaati farzmış mış Allah mı? haşa Halife yöneticidir doğru olan şeyi yaparsa itaat edersin yanlış olan şeyi yaparsa boynunu vurursun. Saçmalamada da bir sınır olmalı ama nerede bu anlayış. İslamda görev istenmezmiş verilir miş demokraside görev istenirmiş miş Çok aradın mı la bu saçmalığı Ahanda ben görev istedim İslam dışına mı çıktım Yazık sizin gibileri ADAM yerine koyup bir de SEÇMEN pusulası gönderiyorlar.. |
|
04-17-2013, 19:28 | #28 | |
Alıntı:
NİSA SURESİ-59.Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir. Buhârî'nin Enes (r.a.)'ten kaydettiği bir rivâyette: "Üzerinize, başı, kuru üzüm gibi siyah Habeşli bir köle bile tâyin edilse dinleyin ve itaat edin" denmektedir. Müslim'in kaydettiği bir rivâyette, Ebû Zerr: "Halîlim (Hz. Peygamber) bana: ‘Kolları kesik bir köle bile olsa emîri dinleyip itaat etmemi’ tavsiye etti" demektedir. Bazı rivâyetlerde emîre itaat Allah'a itaatle aynı ayarda tutulmaktadır: "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana isyân ederse Allah'a isyân etmiş olur. Emîrime kim itaat ederse bana itaat etmiş olur. Emîrime kim isyan ederse, bana isyân etmiş olur." (Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 33; Nesâî, Bey’at 26) (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/64-65) Biat Şartı İtaat: Bir kısım rivâyetler, ilk Müslümanlar ile biat akdi yaparken, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in onlara her hâl ü kârda itaat etmeyi şart koştuğunu göstermektedir. Müslümanlığının kabul edilmesi için teklif edilen ilk şartlar arasında bunun zikri, otorite ve itaatten yoksun o devir Araplarının nazarında itaatin ehemmiyetini tesbit gâyesini gütmelidir: Übâdetü'bnü's-Sâmit der ki: "Biz, Allah Rasûlü'ne, kolaylıkta olsun, zorlukta olsun; gönlünümüzün hoşuna giden şeylerde olsun, hoşuna gitmeyen şeylerde olsun... itaat etmek üzere biat ettik." (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/65) Hoşa Gitmese de İtaat: Sâdece yukarıda kaydettiğimiz Übâdetü'bnüs-Sâmit rivâyetinde değil, başka sahâbîlerden de gelen biatla alâkalı pek çok rivâyette, Hz. Peygamber'in itaat şartını koşarken, verilen emir hoşa gitse de, gitmese de, içinde bulunulan şartlar bolluk veya darlık her ne olursa olsun, imamdan küfrünü gerektiren bir hâl zâhir olmadıkça "itaat etmek" şartını çok vâzıh olarak duyurduğunu görmekteyiz (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/65). Allah İçin Biat: Her hâl ve şartta itaatin gerçekleşmesi için, Hz. Peygamber (s.a.s.) bey'at (biat) ve itaatin sırf Allah rızâsı için yapılması, buna dünyevî bir maksad dâhil edilmemesi için başkaca tenbihlerde bulunmuştur. Allah rızâsından başka, dünyevî bir maksatla bey'atta bulunanlar hakkında şiddetli tevbih ve kınamalar gelmiştir: "Üç kişi vardır ki, Allah Kıyâmet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, onlara acıklı bir azâb vardır... (Bunlardan biri de : Sırf dünyevî bir menfaat için bir imama biat eden kimse; öyle ki, dünyalıktan istediklerini verirse biatında sâdıktır, vermezse sâdık değildir." (Buhârî, Şirb 2, Hiyel 12; Müslim, İman 173, h. no: 108; Ebû Dâvud, Büyû' 62, h. no: 3474, 3475; Nesâî, Büyû' 6, h. no: 7, 247). Yani, özetle, Müslümanların imâmına, mâsiyet olmayan, yani Allah’a isyâna götürmeyen hususlarda itaat farzdır. "Ülü’l-emr, ümerâ ve vâlilerden, itaat edilmesi Allah tarafından vâcip kılınmış olan herkestir." Ve bu târifin, halef ve selef -müfessir, fakîh vs. her çeşit âlimin ortak görüşü olduğunu belirtir. Ömer Nasûhi Bilmen, fıkıh ıstılâhı olarak ülü’l-emr'i şöyle târif eder: "Ya İslâm cemaatinin intihâbiyle veya kendisinin kuvvet ve nüfûzuyla hâkimiyyet makamını ihrâz edip, Müslümanların bir emniyyet ve selâmet dâiresinde yaşamalarını te'mine muvaffak olan herhangi bir müslim zattır." Burada görüldüğü gibi, umûmiyetle devlet reisi kastedilmekle birlikte, yerine göre, bugünkü tâbirle "otorite" denilen devleti temsil durumundaki etkili ve yetkili herkes için ülü’l-emr tâbiri ıtlak olunabilir ve olunmaktadır. Şu halde imam, halife, emîr, âmil, me'mur, âmir vs. gibi kelimelerin her biri ülü’l-emr mefhumunu ifade eder (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 5/62-64). EN BÜYÜK İDARECİ HALİFEDİR. Hilâfet, İslâm Şer’iatının hükümlerinin uygulanması ve İslâm Davetinin tüm dünyaya taşınması için bütün Müslümanlara ait genel başkanlıktır. Şer’iatın hükümlerinin uygulanması ve tüm dünyaya davetin taşınması, Hilâfet makamının uğruna var olduğu iki husustur. Bu iki husus Hilâfet makamının amelidir. Halifeden başka birisinin bu iki hususu üstlenmesi doğru olmaz. Halifeye, bu iki hususu kendi yerine üstlenecek bir kimse tayin etmesi caiz olmaz. Çünkü bu iki husus üzerine biat edilmiştir, biat sözleşmesi bu iki husus hakkında kendi şahsına yapılmıştır. Dolayısıyla halifeye bu iki husus hakkında kendisine vekil tayin etmesi caiz olmaz. Çünkü her sözleşme, sözleşme yapan şahıs üzerine yapılır, ücretli, vekil, ortak gibi. Sözleşme yapan şahsa, hakkında sözleşmenin yapıldığı işin uygulanması hususunda başkasını vekil tayin etmesi caiz olmaz. Hilâfet sözleşmesi de belirli bir şahıs üzerine yapıldığına göre; bu şahsın, Hilâfet sözleşmesinin kendi şahsı hakkında yapıldığı hususta yerine başkasını vekil tayin etmesi caiz olmaz. Hilâfet sözleşmesinin hakkında yapıldığı husus ise; Şer’iatın hükümlerinin uygulanması ve davetin taşınması için Müslümanlara ait genel başkanlıktır. Bundan anlaşılıyor ki; davetin taşınması, Hilafetin uğruna kurulduğu hususlardandır. Yani Hilafetin uygulanması uğruna var olduğu hususlardandır. Dolayısıyla bu işi, Müslümanlardan her şahsın yapması sahih olsa da, halifeden başkasının üstlenmesi caiz olmaz. Buna binaen davetin taşınması, her ne kadar bütün Müslümanlara farz olsa da Müslümanlardan her ferdin onu yapma hakkı olsa da, halifeden başka birisinin onu üstlenmesi caiz olmaz. Halifenin davetin taşınmasını üstlenmesinin belirli bir yolu vardır, o da cihaddır. Cihad da ancak mücahitlerle, savaş için hazır kuvvetle ve savaşın kendisi ile var olur. Onun için ordunun var olması, donatımı ve yaptığı işi, davetin tüm dünyaya taşınması için metoddur. Bundan dolayı halife, ordunun komutasını üstlenir. Çünkü davetin taşınmasını üstlenen odur. Böylece cihadı üstlenen odur. Dolayısıyla ordunun komutasını başkası değil, O üstlenir. |
||
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|