AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 08-27-2018, 14:13   #131
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU yazıları

Suriye ve Irak’tan Anadolu’ya

Büyük*Selçuklu Devleti kurulmadan önce Oğuzlar'dan kopan boylar Azerbaycan, Güneydoğu Anadolu ve Irak'a gitmişlerdi. Göktaş, Buka, Mansur ve Anasıoğlu idaresindeki Türkmenler, Cizre ve Diyarbakır ile Musul'u ele geçirmişlerse de uzun süre hakim olamadılar Azerbaycan'a geri döndüler.
Kendilerine yurt, hayvanlarına otlak arayan Türkmenler, Büyük Selçuklu topraklarına geliyirdu Selçuklular Türkmenleri, kargaşa ve otlak sıkıntısına sebebiyet vermemek için Anadolu'ya sevk etti. Türkler, Suriye ve Irak'a da gidip, yerleşmişlerse de iç bölgelere girmemişlerdi. iklim ve otlak durumunun hayvanlar için uygun olmaması, Türkler'in buralarda yayılmasına engel oldu. Anadolu iklimi ve geniş otlakları ile Türkler'in hayat tarzına uygundu. Anadolu'nun yoğun bir nüfusa sahip olmaması ve Türkler'e direnecek askeri organizasyonun bulunmaması Türkmenler'in buraya gelmesini teşvik edici unsurlardı


Malazgirt Alparslan’a babasının vasiyetiydi
Erhan afyoncu

Çağrı Bey’in, 1018’de yaptığı seferle Türkler Anadolu’ya ilk adımı attı. Anadolu’da kendilerine karşı koyacak güç olmadığı yönünde bir rapor veren Çağrı Bey’in oğlu Alparslan 1071’de Bizans’ı mağlup ederek Anadolu’yu Türk yurdu haline getirdi Moğollar'dan, Kıtaylar'ın 924'te Orhun havalisine hakim olmalarıyla bu bölgede Türk boyları birbirlerini sıkıştırarak batıya göçetti Kıtay baskısıyla Türkler'in batıya göçü büyük bir sel halini aldı Kay ve Kıpçak baskısı ile Oğuzlar yurtlarından ayrıldılar. Şamanî Peçenek ve Oğuzlar, Doğu ve Orta Avrupa'ya, Balkanlar'a; Müslüman Oğuzlar ise Maveraünnehir'e, Horasan'a ve İslâm ülkelerine göç ettiler. Büyük Selçuklular, Karahanlı ve Gazneliler karşısında tutunamayınca, Çağrı Bey 3000 süvariyle 1015'te Anadolu'ya keşif seferine çıktı.

Çağrı Bey, büyük mesafeleri ve tehlikeleri aştıktan sonra, Azerbaycan'da Türkmenler'i de alıp 1018'de Doğu Anadolu'ya girdi. Ermeni kaynaklarında "mızrak, ok ve yaydan ibaret silâhları çekili, beli kemerli, uzun ve örülü saçlı, rüzgâr gibi uçan Türk atlıları" karşısına çıkan Bizans birlikleri "yağmur gibi atılan oklar" karşısında mağlup oldular. Çağrı Bey, Van gölü civarını Nahcivan civarını kontrole aldı. Bizansı yenilgiye uğrattı. Çağrı Bey, başarılı akınlarıyla uzun mesafeleri geçip, 1021'de Tuğrul Bey'in yanına döndü. Anadolu'da kendilerine karşı koyabilecek bir kimseye rastlamadığını bildirdi. "Biz çok güçlü devletlerle mücadele edemeyiz, ancak Azerbaycan ve Anadolu'ya gidip hükümran olabiliriz. Oralarda bize karşı koyabilecek hiçbir kuvvete rastlamadım" diyerek Selçuklu ailesini Anadolu'ya sefere teşvik etti.

Oğuzlar, 1040'da Dandanakan'da Selçuklular'ın idaresinde Gazneliler'i yenip, devletlerini kurdular. Selçuklular, Gazneliler'i mağlup ederek Maveraünnehire hakim olduklarından, Anadolu'ya gitmediler. Ancak Orta Asya'dan yüz binlerce Türk, Moğol kabilelerinin zoru ile batıya göç ediyordu. Maveraünnehir onlara yetmemiş ve yeni bir yurt aramışlardı. Büyük Selçuklular sel hâlinde Türkmenler'i Anadolu'ya gönderdiler. 1048'de pasinler zaferinden sonra Anadolu'da yayılan Türkmenler 1059'da Sivas ve Malatya'yı ele geçirdiler. Çağrı Bey 1059'da vefat etmişti oğlu Alparslan, amcası Tuğrul Bey'in ölümünden sonra taht mücadelesini kazanarak 1064'te Büyük Selçuklu tahtına geçti. 1064'te Alparslan, Kars'ı fethetti.

1067 de Kayseri, Niksar ve Konya fethedildi Afşin Bey, 1068'de Anadolu'yu geçerek, İstanbul Boğazı'na geldi. Türkmenler Anadolu'nun doğu ve orta kısımlarına yayıldı ancak burası emin bir yurt değildi. Türkmenler'in Bizanslamücadele edecek güçleri yoktu.Bizans orduları üzerlerine gelince Türkmenler, Kafkaslar'a çekiliyordu Anadolu'nun fethedilememiş müstahkem mevki ve kaleleri vardı. Buraların yeterli silaha sahip olmayan Türkmenlerce ele geçirilmesi zordu. Selçuklu orduları Türkmenler'i himaye edemiyordu.
Bizans imparatoru Diogenes, 1068'den sonra Anadoluda Türkmen meselesini gündeme almıştı. 1071'de büyük bir orduyla Türkmenler'i Anadolu'dan atmak için harekete geçti.

26 Ağustos 1071 Cuma günü iki ordu Malazgirt Ovası'nda karşılaştı. Bizans ağır bir yenilgiye Ordusu kılıçtan geçirilmiş, imparator ve generaller esir alınmış, askerler kaçmıştı Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan kendisinden büyük bir orduyu uyguladığı akıllı planıyla mağlup etmişti. Malazgirt zaferi Bizans ordusunu çökertti Anadolu'nun kapılarını Türkmenler'e açtı. Bizans'ın yediği büyük darbe Türkmenler'in Anadolu'ya sel hâlinde dolmalarını sağladı. Anadolu "Türkiye" oldu.

Türkler Anadolu’ya ne zaman geldiler?

Türkler'in*Anadolu'ya gelişini MÖ 3000-2000 yıllarına çıkaranlar varsa da, bu iddia tarihçilerce kabul görmüş fikirler değildir. Anadolu'ya Türkler'in ilk gelişi 4. yüzyılın sonlarında Avrupa Hunları tarafından gerçekleştirildi. Hunlar Balkanlardan Trakya'ya yürürken, diğer taraftan Batı Hunları Kafkas dağlarını aşıp, Anadolu'ya girdi. Kursık ve Basık isimli iki komutan ve Hun atlıları Erzurum üzerinden Malatya'ya ulaştılar. Çukurova'ya indiler, Urfa ve Antakya'yı kuşattılarsa da alamadılar. Kudüs'e inen Hunlar, fazla kalmadılar ve 396'da tekrar Kafkaslar'a döndüler. İki yıl sonra tekrar Anadoluya girmişlerse de, yerleşmediler Hunlar'dan sonra Türkler'in Anadolu'ya ikinci gelişi Sabarlar'la oldu. İdil, Don ve Kuban ırmaklarında devlet kuran Sabar Türkleri 6. yüzyılda Kafkaslar'ın güneyine kadar olan toprakları ele geçirdiler. Kayseri, Konya, Ankaraya şiddetli akınları oldu.


Savaşları kazananlar da kaybedenler de öldürülürdü Mehmet barlas

Okulda tarih dersini insanların öyküleri değil de ezberler dizesi olarak beyinlere sokan eğitim programları yüzünden, geçmişimize ilgi duymadık. Dün 947'nci yılını kutladığımız Malazgirt Savaşı'nın iki aktörünün, Sultan Alparslan'ın ve İmparator Diyojen'in savaştan sonra başlarına gelenleri merak etmeyiz. Anadolu'nun*"Türkiye" olması*yolundaki ilk büyük*adım, 1071'deki*"Malazgirt*Savaşı"nı Bizansa karşı*zaferle sonuçlandıran coğrafyayı değiştiren Malazgirt Savaşı'nın muzaffer komutanı Alparslan'ın karşısında, Bizans İmparatoru Diyojen vardı.Diyojen savaştan*sonra Bizans'a, yani İstanbul'a dönmeden*bir darbeyle devrildi. Bir ordu toplayarak iktidarı almaya çalıştı*ama başarılı olamadı. Adana'danaya kadar katır sırtında götürüldü. 29 Haziran 1072'de*Kütahya'da gözlerine mil çekilerek kör*edildi. Sürgün edildiği Kınalıadada 4 Ağustos 1072'de öldü.

Sultan Alparslan Malazgirt'ten*sonra ordusuyla Türkistan'a sefere*çıktı. Karahanlılar'a ait Barzam*Kalesi'ni zapt etti. Barzam Kalesi kumandanı Yûsuf*Hârizmî çizmesine sakladığıküçük bir hançerle Alparslan'ı yaraladı. Dört gün sonra 24*Kasım 1072'de vefat etti.
Sultan Alparslan'ın ölümü, 300*yıl sonra aynı şekilde öldürülen Osmanlı Sultanı 1'inci Murat'ın öyküsünü*akla getiriyor... Alparslan Anadolu'yu Türkiye yapmak yolundaki*ilk büyük adımı attıysa, 1'inci Murat*da Balkanlar'ı Osmanlı yapmak için ilk*büyük adımları atmıştı. 1'İNCİ*MURAT'IN ÖLÜMÜ Sultan 1'inci Murat Osmanlı'yı*durdurmaya çalışan Haçlılar'ı 1364'te "Sırp Sındığında Savaş sonrasında Edirne*başkent yapılmıştır. Bulgarlar, 1369'da Osmanlı egemenliğini tanıyarak vergi*vermeyi kabul etmişlerdir. Sultan*1'inci Murat Haçlıların Osmanlı'ya*karşı ikinci girişimini de 1389'daki"Kosova Savaşı"nda bozguna uğrattı...Zaferden sonra savaş alanını gezen 1'inci Murat bir Sırp askeri tarafından hançerlenerek öldürüldü. Savaş sonucunda Tuna'ya kadar olan Balkan toprakları Osmanlı'nın eline geçmiştir.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2018, 06:02   #132
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak sabah.com.tr

ERHAN AFYONCU
Osmanlı’nın ‘cankurtaran madalyası’

Dünyada her yıl 400 bin, Türkiye’de ise yaklaşık 900 kişi boğularak hayatını kaybediyor. Osmanlı döneminde hayatını tehlikeye atarak, boğulanı kurtaranlar “cankurtaran madalyası” ile ödüllendirilirlerdi yazın boğulma haberleriyle sık karşılaşırız. Ülkemizde trafikten sonra en fazla ölüm boğulma vakalarında meydana gelir Osmanlı da boğulma vakaları gündemin en önemli meselesiydi. Türkler, asırlarca bozkırda yaşamış Anadolu'ya geldiğimizde, denize karşı mesafeliydik sahillere yerleşen Türkmenler zamanla denizlere alıştılar. Batı Anadoluda turgut ve Barbaros kardeşler, gibi büyük denizciler çıktı. Türkler'in denize mesafeliydiler yüzme bilen azdı.

Osmanlı boğulmaları önlemek için özel alanlar dışında denize girilmesini yasaklamıştı. Boğulanı kurtarana madalya verilirdi. 18. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı da madalya verilmeye başlandı Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde tahlisiye","tahlis-i can"isimleriyle madalyalar ortaya çıktı. Tahlis kurtarmak demekdi. bu madalyaya cankurtaran madalyası denirdi. yalnızca, boğulanları kurtarana değil, yangın, kaza, sel gibi felaketlerde insanları kurtaranlara verilirdi. 1862'de çıkmıştı. Her başvurana madalya verilmezdi. meydana gelen hadisede tehlikeye düşenlerin kurtarılması ve kurtarıcının kendi hayatını tehlikeye atması önemliydi. şahit olanların şehadetnamesi istenirdi.

Madalya dört çeşitti. can kurtaranlar madalyanın üst derecesinde olanını alırlardı. İlk defa cankurtarana yeşil kurdele ile madalya verilirdi. İkinci defa için kırmızı, üçüncüsünde beyaz dördüncüsünde üç renkten kurdelenin olduğu madalya verilirdi.KAHRAMAN CANKURTARANLAR
28 Ağustos 1904'te Haydarpaşa Vapuru, Pendik'ten İstanbul'a yola çıktı. Kartal iskelesinde yolcu Yanko, denize düştü. yardım etmek zordu. Boğulmak üzereyken bir bahriyeli, Samsunlu Hâmid elbiselerini çıkarmadan denize atladı. Yanko kurtulmuştu. Haydarpaşa Vapuru'nun kaptanı hükümetten bahriyeliye mükâfat talep etti . Üç gün sonra Kartal zabıta memuru Kartal kaymakamlığına aynı yazıyı yazdı. 6 Eylül 1904'te Kartal Kaymakamı İstanbul Belediyesi'ne haber verdi. Denizin dibinden boğulan birini çıkarmanın her yüzme bilenin yapabileceği bir iş olmadığını anlattı. Ve Bahriyeli Hâmid'e tahlisiye madalyası verdiler.

Madalya yalnız İstanbul'a mahsus değildi. 31 Temmuz 1906 da Seyhan Nehri'ne yıkanmak için giren Harputlu Ermeni Kasbar oğlu Bağdasar, yüzme bilmediği için boğulmaya başladı. Şekerci Mahmud'un oğlu Musa, derhal nehre atladı. Musa, Bağdasar'ı yakalayıp, çıkardı. Belediye Doktoru Abdurrahman Efendi çağırıldı. ve şekerci Musa'nın kahramanlığını anlatan bir yazı karakola verildi Adana Valisi Süleyman Paşa, 29 Ağustos 1906'da durumu Dâhiliye Nezareti'ne, yazdı. Ve Musa'ya kahramanlığı karşısında madalya verildi.
Gümüşten*yapılan tahlisiye madalyası 36 mm. kalınlığında ve 24 gram ağırlığındaydı. Madalyanın yazısını Naif Efendi yazmış, Hüsrev Efendi tuğrasını çekmiş, James Robertson nakışlarını yapmıştı.

Madalyanın ön yüzünde çiçekli bir daire deseninin ortasında Sultan Abdülmecid'in tuğrası, arka tarafında İnsanlara tehlikeye düştüğü*zaman yardım edenler, övgü ve takdirle anılırlar"*manasına gelen bir beyit vardı. Madalyanın Can kurtarmak hususunda gayret ve insaniyet gösterenlere verilirdi tahlisiye madalyası, gümüşten imal edilmiş olup sahipleri, istediği zaman göğüsüne takabilirdi.*Yangın sırasında kendilerini kurtarmayı başaramayıp ateşte kalanların, kaza ile deniz,nehir ve göllere düşüp tehlikede bulunanların, ansızın yıkılan bina ve duvarların altında kalıp
kurtulamayanların ve afet meydana geldiğinde tehlikeye maruz kalanların canını kurtarmak için kendini tehlikeye atarak gayret ve başarı gösterenlere tahlisiye madalyası verilirdi

Osmanlı*döneminde şimdiki plajlar yoktu. Ancak insanlar denize girmek istiyorlardı. Osmanlı güneş banyosu ve yüzmeden yararlanamıyordu. Deniz hamamı adlı kapalı ve dışdan görülemeyen özel banyo yerleri Osmanlı döneminde İslamî anlayışa uygun olarak ortaya çıktı. Osmanlıda açıkta denize girilmezdi. Halkın deniz ihtiyacı için deniz üzerinde dört tarafı kapalı, ortası havuz şeklinde üstü açık kulübe binalar yapılmıştı. Bunlara deniz hamamı denirdi. Kadın ve erkeklerin deniz hamamları ayrı ayrıydı. İnsanlar, buralarda yüzer, eğlenir ve güneşten yararlanırlardı.

Kaynak sabah.com.tr

NİHAT HATİPOĞLU Üşüyen yürekleri Kur’an ısıtır

Sonbahardayız. Mevsim değişti. Soğuk günler bekliyor bizi. Dereceler eksiyi gösterecek. Kar yağmur, ve dolu inecek. yapraklar sararacak. zemheri dudakları çatlatacak. şimşekler, yıldırımlar, boranlar göreceğiz. Üşüyeceğiz. kalın ve koruyucu elbiseler giyeceğiz. Ancak kalbimiz kadar sevecen, sıcak, ılımlı değiliz. her rüzgâr, her ses, her söz üşütüyor bizi. Kur'an'la ahdi yenileme zamanı. ısınma zamanı. okuyun. Düşünün ibret alın yıkılmayın. Surelere sığının. Bazen 'Kamer'e, bazen İnşirah'a, bazen Duha'ya, bazen Yusuf'a, sığının. İnsanların aymazlığı mı sizi daralttı işte beni oku diyor. Vefa yerine cefa mı gördün; Yusuf Suresi buradayım diyor. Zafer uzak mı diyorsun; Fetih suresi sen benden, ben senden hicret ettik diyor

Efendimizi mi arıyorsun Efendimiz'in Hucurat'ını hatırla. Efendimiz (s.a.v.) daralınca başını göğe çevirirmiş; dilersen göğü anlatan Şems'e dilersen - Kamer'e dön.Soran büyük, sorulan çok büyük bir hatıra mı aradın - Mümtehine'ye, Mücadeleye - bak. Dağıldık mı, aramıza tefrika girdi mi diyorsun, 'Saff' suresine sığın. Ahiret korkusu daraltıyor mu seni, Haşr suresinde yolculuk et. İnsanların aymazlığından, hicranından, düşüşlerinden şikayette misin Teğabun suresinde ısın Münafık simalılar ve nifaka batmış kalpler mi seni umutsuz kılıyor 'Münafikun' suresine bir uğra. Ahiret yurdunu ihmal etmiş kara suratlar mı gördün. 'Hakka' suresinde senin derdine cevap var. Sevgili Efendimizin silkinişini, kalkışını, ibadete ve yola koyuluşunu mu özledin; Müdessir ve Müzemmül sureleri bütün haşmetiyle seni bekliyor.İmansızların dünya üzerinde çalım atıp yürüyüşleri mi seni öfkelendiriyor: Naziat'ı anlatan sureyi oku. Meleklerin öfkesini gör. Karanlık ve dipsizlik gönlünü aşağıya mı savurdu Kur'an'da ne yer almışsa senin ilacın orada. Bu kış kalbini Kur'an'la ısıt.

Kaynak hürriyet.com.tr İLBER ORTAYLI

1868 yılı 1 Eylül’ünde Osmanlının eğitim tarihindeki en önemli kurumlardan biri açıldı. Bu okul, imparatorluğun reformcu kadrosu Mehmed Emin ve Fuad Paşa gibi 19. asrın önemli devlet adamlarıyla Sultan Abdülaziz Türk tarihinde özensiz ve bilgisiz değil Türkiyeye öncü sayılan bir devlet adamıdır. Kardeşi Sultan Abdülmecid’in hükümdarlığı (1839-1859) nda okulun kuruluşunu tasarlamıştır. KURULUŞ 1 EYLÜL 1868 olan
okulda eğitim Türkçe ve Fransızcadır. Osmanlıda Fransız okulları vardı, Katolik rahipleri tarafından kurulmaktadır. dersler Fransızcaydı 19. yüzyıldan beri Maarif Nezareti’nin kurduğu ilk ve orta dereceli okullar Türkçe tedrisat yapmaktaydı Galatasaray ismi Galata Sarayı Enderun Okulu’nun adını taşırdı. Enderun okullarının en yükseği Topkapı Sarayı’ndadır. Galatasaray Sultanisi imparatorluğun idaresi için Fransızcaya ve Avrupa eğimine önem veren bürokratlarca kurulmuşturtek emeli vardı: Fransızca ve Fransız eğitimini misyonerlere değil kendi mekteplerimize yaptırmaktı

Galatasaray Lisesi’nde seçmeli olarak Arapça, Farsça, Yunanca, Bulgarca, İtalyanca gibi diller okutulurdu Bunun gibi bir müesseseyi 1812 de Çar I. Aleksandr, Petersburgda kurdu. büyük şair Puşkin, Rus diplomat dışişleri bakanı Aleksandr Mihayloviç gibi dâhilerin yetiştiği okulda Fransızcayı ve Batı eğitimini Rusya kendi vermek istedi Bugün mektebin adı Alexander Lisesi değil Puschkin Gymnasium’dur. Batılılaşan ülkelerde çifte karakterli, çifte dilli eğitim mümkün değildir. Galatasaray Lisesi Petersburg’daki Puschkin Gymnasium ile bir kardeş lisedir Osmanlıdaki eğitim kurumları içinde Galatasaray Lisesinde her dilden çocuk okutulurdu dini eğitim ihmal edilmiş ve zayıftı. okul açılırken Ermeni Rum ve Osmanlı Yahudilerinin hahambaşısı karşı çıktı Müslümanlar protesto ettiler.

Her şeye rağmen Sultan Abdülaziz’in bilgili bürokrat ve teknik adamlar yetiştirme konusundaki özlemi bu eğitimi gerçekleştirdi Galatasaray ilk müdürü Mösyö Salve’den beri laik Fransa’nın seçkinleriyle gelişti ve yaşadı Okulun yabancı okullardan en büyük farkı: Eski Galatasaray’ın mensupları Fransızcayı Türkçe kadar iyi bilirdi Fransızca ve bu dili bilenler için Türkçe öğretilirdi. Bu özellik zamanla zayıfladı. 14 Nisan 1992 de Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand ile 8. Cumhurbaşkanımız Özal arasındaki protokolle 1994 de yürürlüğe giren sayılı kanunla Galatasaray Üniversitesi, ilk ve orta-lise eğitimini hayata geçirdi. Gelecek sene 25. yılı kutlanacak. 2000’lerde Fransızca eğitimi yeniden kuvvetlendi.

Coşkun Kırca Galatasaray Üniversitesi kanununu kaleme alan ve liseyi düzenleyen reformistlerin başındadır Galatasaraylılar Vakfı’nı, ve önemli yöneticileri İnan Kıraç ve Dr. Yiğit Okur’u şükranla anmak gerekir. İlk alınan 150 öğrencinin mükemmel Türkçe ve Fransızcaları mezunların devlet ve ticaretteki muvaffakiyeti muhalefeti önledi. İmparatorluk Ermenilerinin ünlü patriği Ohannes Arşaruni bu okulun mezunudur. Bulgaristan’ın Londra ve Brüksel büyükelçisi Simeon Radev bu okulun öğrencisidir. Simeon Saraybosna’da 1914 suikastını düzenleyen komite üyesi Boğdan Radenkoviç, Simeon’un lise arkadaşıdır.

Suriye’nin, Lübnan’ın, Bulgaristan’ın ve Türkiye’nin önemli bürokrat kadroları ve tüccarları Galatasaraylıdır. Galatasaray Lisesinde Türk ulusçuluğu da Fransa kültürü kadar hâkimdir I. Cihan Harbi’nin son yıllarında buradan ancak beş öğrenci mezun olmuş diğerleri. Cephelerde savaşmıştır savaşta yedek subayların yetiştiği ocaklardan biriydi.

Moğolistanda bir zamanlar Türkler ve Moğollar iç içe yaşardı. İki kavimde doğayı, botaniği, evcil hayvanları atçılığı iyi bilirdi dil ve âdetler bakımından farklılıklar vardır Moğollar zamana ve zemine göre yaşam biçimini değiştiriyorlardı Rus kültürünü benimsediler. Türkler bölgeyi zamanla terk ettiler ve Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan’a çekildiler. Ortaçağda Budizm, Nasturilik ve ilk Müslüman devletler olarak İslam kültürüne adım attılar maalesef Türk devletleri mirasıyla ve Türkistanlılarla yeterince ilgilenilmiyor. Yakın zamanda çinde Uygurlar sınır dışı edilmişti. Bunun nedeni açıklanmadı, kamuoyu tatmin edilmedi. Kalabalık bir Ülkeyiz baskılara göz yummamak gerekiyor. Taşa Kazınan bir Tarih’te Köktürk ve Uygur yazıtları bugün ayrı bir gözle inceleniyor. farklı okuma ve değerlendirmeler yapılıyor. Köktürk yazıtları kültür tarihimiz ve devletimiz açısından bir uyarıcı Türk tarihinin kendi dili ve yazısıyla ifade edildiği bu dönem ve bölge bilgimizin dışında kalıyor.


Kaynak dirilişpostası.com Senai Demirci

Milletin o hisseye hevesi yok.

O milletin gönlünden hisse alamadı çünkü.milletin iradesinden ölesiye korktular. Korktukları başlarına geldi ve millî iradeden hisseleri reddedilmek oldu.
Tenezzül etmez benim milletim o hisseye. Onun hissesi, darbelerden medet uman, tank zoruyla, dipçikle iktidar olmayı kendine yakıştırmış partide kalsın. Sakın ola ki, hisseyi alayım derken, o hisse sahibinin icraatlarını millete mal etmeye kalkmayın. Eksik olsun hissemiz ama onurumuz tam olsun. zorbalıkla dolu kirli mazileri onlarla kalsın. soykırım suçlarından, dipçik zorbalığından hisse vermeyin tüyü bitmedik yetimlere. Dinsizlikten hisse vermeyin iman ehline. Irkçılığı pay etmeyin secdeye yâr olmuşlara.

Yüzü nurlu anamı, gönlü Rabbine teslim dedemi o hisseden uzak tutun. Kirlenmesin yürekleri. Lekelenmesin namusları. Murdar olmasın yedikleri içtikleri. Hisse, hisse sahibine kefil olanlarda kalsın. O hisse ile ezan-ı Muhammedî’ susturulup yerine gürültü konmuştur; milletin hissesi olmasın zulümde. O hisse sahibini millete mal etmeye kalkmayın Tek parti zorbalığına tenezzül etmez benim milletim. Hazreti Peygamber’in aziz hatırasına hakaretten hisse istemek aklından geçmez benim milletimin. *Kur’ân’a “Muhammed’in yaveleri” diyen hisse sahibinin cürmünden kıl kadar hissedar olmaktan korkar milletim.
O hisse, hak ettiği yerde durmalı. O hisse lâyık olduğu ellerde kalmalı. Milleti hak etmiyor o hisse. Milletin helaline yakışmıyor.
Kalsın…
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-02-2018, 06:05   #133
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak sabah.com.tr

Bilmeyenlere Kanunî dersleri: Yenilmez Türk

Kanunî dönemi ihtişamlıydı ki 17. yüzyıl Osmanlı yazarları Kanunî dönemini dönülmesi gereken “Altın Çağ” olarak göstermişdi Avrupa Kanuni’yi “Yenilmez Türk” olarak görmüştü Kanunî'den itibaren Osmanlı, Avrupa için gerçek bir tehlikeydi 1522'de Rodos'un fethiyle Batı ve Orta Avrupai gözlerini Türkler'e çevirdi Osmanlı Fransuva-Şarlken çekişmesin yönünü Avrupa'ya döndü Mohaç Muharebesi ile Macaristan'ın fethiylr herkes Türkler'le ilgilendi Kanunî'ni 1529'dak Birinci Viyana Kuşatması ile avrupa osmanlının nefesini enselerinde hisseddi ve, Osmanlıya ilgisileri arttı.

16. yüzyılda özellikle İtalya, Almanya ve Avusturya'da Türklerin ve Osmanlının durdurulamaz ilerleyişinin avrupayı dehşete düşürdü Türk ilerleyişini durduramadılar başarısız oldular Avrupaya göre "Türkler yenilmez di Din adamları Türkler'in, işlenilen günahlar sebebiyle Allah tarafından gönderilen bir ceza, Tanrı'nın gazabı veya veya laneti olduğunu söylüyorlardı.
Osmanlılar, Tanrı'nın kırbacıydı. Avrupa'da "Türkler'e karşı savaşmak Tanrı'yla savaşmaktır" diyenler çıkmıştı. Avrupalılar üzerinde yılgınlık doğmuştu dünyanın Türkler'in, ahiretin ise Hristiyanlar'ın olduğu söyleniyordu. Türk korkusu tam bir kâbusa dönüştü Osmanlılar kıyametin habercisiydi.

Avrupalı yazarlar Türk korkusunu yenmek için kitaplar yazdılar. Aydınlar, Osmanlıyı nasıl yıkmak gerektiği üzerinde uğraştılar. Erasmus adlı bir yazar "Osmanlı İmparatorluğu'nun büyüklüğü insanları korkutmamalıdır. Roma ve Büyük İskender'in imparatorlukları çok büyüktü ve yenilmez oldukları sanılırdı. bugün yoklar. Yıkılıp gittiler" demektedir.
Erasmus, eserinde türkleri karanlık kökenli barbarlar olarak niteledi Türkler'in, Hristiyanların görüş farklılıkları sebebiyle Avrupayı fethettiklerini söyledi esaret altındaki din kardeşlerinin kurtarılması gerektiğini belirtti Hristiyanlığın varlığını sürdürebilmesi için Türkler'in yok edilmesi gerektiğini söylüyordu

Osmanlılar yaydıkları korku yanında bazı Hristiyanlar içinse "ümit" anlamı taşıyordu Vergi yüküyle ezilen veya dinini yaşayamayan Hristiyanlar Türk idaresini tercih ediyorlardı.
Türkler Avrupa'da kitaplara bale, tiyatro, opera eserlerine, halk şarkılarına, şiirlere, hikâyelere konu oldu haçlılar . Osmanlıya karşı halkı ayaklandırmak ve Türkleri yok etmek istiyorlardı sadece Hristiyan dünyasının sembolü Rodos'un Osmanlıya geçmesi ile ilgili 1523'te 80 tane kitap ve broşür yayınlandı. 1526-1532 de Mohaç Birinci Viyana üzerine 259 kitap ve broşür yayılandı 1541'deki Budin seferi 134 1565'deki başarısız kalan Malta kuşatması ve Kanunî'nin son seferi Zigetvar ile ilgili Avrupa'da 148 kitap ve broşür yayınlandı.

16. yüzyılda Türkler'le ilgili Avrupa'da 2 bin 463 kitap, broşür ve el ilânı basılmıştır Avrupa'nın her şehrinde Türkler'le ilgili yayın yapılıyordu.
Osmanlılar'la ilgili en çok yayın Ausburg'da yapılmıştı. kitap ve broşür sayısı 134'tü.
Kanunî döneminde doğu sınırlarının tehdit almadı asıl hedef Batıydı. Osmanlılar Avrupa'daki dengeyi yeniden kuruldu. Osmanlılar'ın, Habsburglar'a karşı mücadele etti fransa bu sayede yaşadı Osmanlılar'ın, Habsburglar'ın Alman kanadını yıprattı Protestanlık Almanya'da yayıldı
Habsburglar'ın Afrika'yı ele geçirmeleri Türk korsanları sayesinde önlendi. Barbaros kaptanıderya yapıldı deniz siyasetiyle Osmanlılar, "Akdeniz'de biz de varız" diyerek Habsburgları Kuzey Afrika'dan uzaklaştırdılar.

Kuzey Afrika'nın Hristiyan olma tehlikesi Cezayir, Trablusgarb, Tunus ve Fasın fethi ile ortadan kalktı.
Akdeniz'de ve Kuzey Afrika'da hakimiyet kuramayan Habsburglar Atlantikte sömürge aradılar. Kanunî döneminde mecbur kalınmadıkça İrana sefere çıkılmadı.hedef Batıydı İlk İran seferine 1533'te çıkıldı. Irakeyn Seferi Makbul İbrahim Paşa'nın hatalarından dolayı netice vermedi. 1548 ve 1553'te çıkılan iki İran seferi Özbeklere ve bölgedeki Sünni Müslümanlar'a yardım etme ve Osmanlı topraklarına saldıran Safevîler'e cevap verme amacıyla yapıldı
Kanunî döneminde 1555'te ki Amasya Antlaşması iki devlet arasında imzalanan ilk resmi antlaşmadır. İran seferiyle Irak'ın ve Doğu Anadolu Osmanlılar'ın eline geçti İran tamamıyla alınamasa da, Irak'ın fethi ile Hint ticaret yollarının kontrolü Osmanlılara geçti.

Kaynak sabah.com.tr

ERHAN AFYONCU
Kanunî’nın ölümü 42 gün gizlendi

Türk tarihinin en önemli padişahlarından Kanunî bundan 452 yıl önce yürüyecek hali yokken 72 yaşında çıktığı 13. seferi Sigetvar kuşatmasında s7 Eylül 1566’da şehid düştü ölümü askerlerin morali bozulmasın diye 42 gün saklandı Sultan Süleyman, 1566'da ihtiyarlığına bakmadan Avusturya'ya sefere çıktı Eyüp Sultan'ı ve atalarının türbelerini ziyaret etti. fakirlere sadaka dağıttı. 29 Nisan 1566'da büyük bir merasimle padişah ve devlet ileri gelenleri İstanbul'dan yola çıktı Padişah beyaz elbiseleriyle at üzerinde muhteşem maiyeti ile muhteşem bir şekilde İstanbul'dan ayrıldı tarihçiler onun beyaz sakallı ve beyaz elbiseli hâlini nurdan bir minareye benzeddi Kanunî, sefere çıkmıştı ama gücü yoktu.

yolda rahatsızlığı artınca Sokollu Paşa'nın yardımı ile arabaya geçti. Sigetvar'a kadar araba ile giden Kanunî padişahlığın şanını ayağa düşürmemek için tüm rahatsızlığına rağmen ata bindi
Belgraddayken niyet Eğri Kalesi'nin fethiyken Sigetvar'ın Osmanlı topraklarına büyük zarar verince ordu Sigetvar'a yöneldi. Sigetvar ın ele geçirilmesi çok zordu Etrafı su kanallarıyla çevriliydi Sigetvarda atından inen Kanunî, atından inip çadırına yürüdü 7 Ağustos 1566'da Sigetvar muhasarası başladı. Hastalığından dışarıya çıkamayan sultan kuşatmayı çadırından takip ediyordu. İhtiyar padişahın hastalığı artmıştı kale de bir türlü alınamıyordu. Kanunî kuşatmanın uzaması üzerine "Bu kale yüreğimi yaktı. Dilerim hakdan ateşlere yana" dedi. Bir süre sonra eski Sigetvar denilen yer fethedildi.

Avusturyalılar şehri ateşe vererek geri çekildiler.
Osmanlı topçuları kaleyi dövdü komutan Zriny yılmıyordu. Sokollu Paşa, kalenin fethi için büyük çaba gösterdi siperlerde askerlerle yatıyordu.
ölümden kıl payı kurtuldu. Kuşatmada padişahın hastalığı arttı. Asker arasında şayialar yayılmaktaydı. 5 Eylül de surlara tırmanan bir Türk fedaisi surlarda büyük bir gedik açtı.
Osmanlı askerleri gedikten içeri girdi müdafaa imkânının kalmadığını gören kale komutanı Zriny iç kaleye çekildi. Sigetvar düşmek üzere iken 7 Eylül gecesi "Muhteşem Süleyman" vefat etti. Sigetvar kuşatmasında sona gelinmişti. padişahın ölümü bu çabayı boşa çıkarabilirdi.

Veziriazam Sokollu Paşa, padişahın ölümünün saklanmasını ve padişahın yattığı yerin altına gömülmesini emretti. Kanunî'nin cesedi, iç organları çıkarılınca, misk ve anber kokuları ile , gizlice cenaze namazı kılındıktan sonra tahtın altına defnedildi. Bir adam padişahın yatağına hasta gibi yatırıldı. Veziriazamın son hücum hazırlıklarını yapdı. Huruç hareketini püskürten Osmanlı askerleri kısa sürede Sigetvar'ı ele geçirdiler. Böylece 7 Eylülde Sigetvar tamamen fethedildi Kütahya Sancakbeyi ve tahtın tek varisi Şehzâde Selim'e babasının öldüğünü bildiren bir mektup göndererildi İkinci Selim'in Rumeli'ye geçtiği haber alınınca veziriazam orduyu Belgrad'a hareket ettirdi Kaleye yaklaşınca, hafızlar Ku'ran okumaya başladı. padişahın yakın çevresi görevliler başlarına siyah sarıklar giydiler.
ordu ağlayıp, dövünüyordu. asker yürümeyi bıraktı.
"Hay Sultan Süleyman Han" diye feryada başladı.

Sokollu Paşa, askerlere "Kardeşler, yoldaşlar niçin yürümezsiniz. Bunca yıllık İslâm padişahını Ku'ran ile uğurlayalım. Gaza ile Macaristan'ı İslâm ülkesi yaptı. Hepimizi ihsanlarıyla besledi. Karşılığı bu mudur ki, cesedini başımız üstünde götürmeyelim.
Oğlu Sultan Selim padişahımız 17 gündür Belgrad'da sizi bekler. Merhum padişahımız vasiyet etti. Hafızlar durmayın acımızın devası Ku'ran'dır" diyerek askeri sakinleştirdi. ÜÇ DEFA CENAZE NAMAZI KILINDI İkinci Selim, siyah kaftanla şehadeti tam 42 gün gizlenen babasının cenazesini karşıladı. Kanunî'nin cenazesine dualar edildi. tabutu musalla taşına kondu ve burada ikinci defa padişahın cenaze namazı kılındı. sonra Kanunî'nin cenazesi ordudan ayrı bir kafile ile İstanbul'a yola çıkdı ve yolda halkın ağlamaları ve dualarıyla karşılandı. İstanbul'a geldikten sonra Kanunînin cenazesi, İstanbul'da Şeyhülislâm Ebussuud Efendi tarafından üçüncü defa cenaze namazından sonra Süleymaniye Camii'ndeki türbesinin inşa edilmesi düşünülen yere götürüldü.
Türbe henüz yapılmadığı için mezara bir çadır kurulmuştu. Kanunî, Mimar Sinan'ın nezaretinde hazırlanan mezarına gömüldü. bir devir kapanmıştı.

Sultan Süleyman öldüğünde 72 yaşındaydı. Tahta çıkalı 46 yıl olmuştu. En uzun süre hükümdarlık yapan Osmanlı padişahıydı. Kanunî dönemi ihtişamlıydı ki 17. yüzyılda Osmanlının buhranlı yıllarında, Kanunî dönemini dönülmesi gereken "Altın Çağ" olarak göstermişdi. Kanunî, yuvarlak çehreli, elâ gözlü, açık kaşlı, doğan burunlu ve uzun boylu idi. Âlim ve şairlerle sohbetten hoşlanırdı. Şehzâdeliğinde öğrendiği kuyumculukta mahir bir sanatkârdı. Muhibbî mahlasıyla şiirler yazdı. İyi kılıç kullanır ve avlanmaktan hoşlanırdı. Arapça, Farsça ve bazı Slav dilleri ile Tatar lehçesini bilirdi. I. Süleyman'la birlikte kullanılan "Kanunî" sıfatı onun kendisi için takındığı veya devrinin yazarları tarafından verilmiş bir ünvan değildir. I. Süleyman Avrupalı yazarlar tarafından "Muhteşem", "Büyük Türk" gibi lakaplarla anılıyordu. Kanunî" ünvanını, XVIII. yüzyılda Osmanlı tarihini kaleme alan Dimitri Kantemir kullanmıştı. Kantemir, onun kanunları üzerinde durarak bu lakabı vermişdir. sonraki yazarlar da benimseyerek, I. Süleyman'ı "Kanunî" diye zikretmiştir
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-07-2018, 18:28   #134
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak sabah.com ERHAN AFYONCU

Asya’ya geri döndük

MACAR mültecileri 15 Şubat 1850'de Kütahya'ya gitmek üzere Şumnu'dan ayrıldı Kardeşlerim! Hayatımda ilk zor adımı anavatanımı ve asil ulusumu terk etmekle atmıştım. İkincisini cesur ordumdan ayrılıp, Avrupa'dan atılıp mezarımın beni beklediği yere sürülmek zorunda kaldığım gün atıyorum. Siz güçlü ve dayanıklısınız. anavatan için silah tutmak gerektiğinde ben, gücümün azaldığını hissediyorum. Ben kaderin emrine uyuyor ve benden önce aynı kaderi yaşamış olanları takip ediyorum.

Atalarımız Asya'dan gelmişdi. Torunları olan bizler, atalarımızın geldikleri yere dönmek zorundayız. Bu, kaderin acımasız emridir.anavatana dönebilme şansına sahip olabilirseniz kemiklerimin yabancı ülkede çürümesine izin vermeyiniz. bana söz verdiğinizi ve sözünüzü tutacağınızdan eminim". Kossuth, 1894'te öldü. Macaristan'a getirilen cenazesi büyük bir törenle gömüldü. Cenazesine Macaristan yöneticilerinden pek azı katıldı. Fakat on binlerin katılması milletin Kossuth'a verdiği değeri gösteriyordu.

Savaştan dostluğa Türk-Macar ilişkileri

Türkler gibi Asya’dan gelen Turanî bir kavim olan Macarlar ile Osmanlılar asırlarca mücadele etti. Ancak Macarlar’ın Avusturyaya geçmesinden sonra Osmanlılar Macarlar’ı destekleyip savaşı göze alarak Macar mültecileri misafir ettiler 1389' Kosova zaferiyle Tuna Nehri ve Balkanlarda direniş kuvveti kalmamıştı. Güneydoğu Avrupa'da ki tek güçlü devlet Macaristan'dı.

Yıldırım Bâyezid'in İstanbul'u kuşatmasıyla Avrupa'da Haçlı seferi fikri ortaya çıktı. Macar Kralı Sigismund, Osmanlılar'ın Tunaya ilerlemesi ve Macaristan'ı tehdit edmesi üzerine Haçlı seferine sarıldı. Osmanlı topraklarına giren Haçlılar 25 Eylül 1396'da Niğbolu Kalesinde Osmanlı kuvvetleriyle savaştı Osmanlılar'ın kazandığı zafer sonrası Macar Kralı canını zor kurtardı. Osmanlı ile Macarlar arasında Balkanlarda uzun bir hakimiyet mücadelesi başladı. Macarlar zaman zaman galip geldi 1444 Varna Meydan Muharebesi dönüm noktası oldu. II. Kosova Savaşı'nda 1448 de Macarlar'a bir darbe daha vuruldu.

Fatih ve II. Bâyezid döneminde Macarlar'la mücadele devam etti. Macarlar Belgrad'a hakim oldular. Kanunî tahta çıkınca 1521'de Belgrad'ı fethetti 1526'da Mohaç'ta Macarlar'a büyük bir darbe vurdu ve Macaristan tarihe karıştı. Osmanlı ile Avusturya arasında Macaristan'a hakimiyet savaşları başladı. Osmanlı hakimiyetinde kalan Macar topraklarını kendi vatanının bir parçası olarak gördü.

1558-1560 yıllarında Osmanlı hakimiyetindeki Macaristanda 6 milyon akçe vergi toplayan Osmanlılar bu ülkeye 23 milyon akçe harcamışdı.
Avusturya hakimiyetindeki Macarlar isyan edip Osmanlıdan yardım istediler. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Protestan Macar lideri Tökeli İmre'ye yardım emri verince Budin Beylerbeyi, Avusturyalılar'ın elindeki Orta Macar (Kuzey Macaristan) topraklarını alarak, Tökeli İmre'ye verdi. Osmanlı Tökeli'yi Orta Macar Kralı olarak tanıdı.

1683'te II. Viyana kuşatmasının başarısız olması Macarlar'ı etkiledi. Viyana bozgununun önlenememesi sonucu Osmanlılar Macar topraklarını kaybetti 1715-1718 savaşlarında Avusturyayla mücadele eden Macar lideri II. Ferenc'e de yardım edildi. Avusturya'nın galip gelmesi üzerine Macarlar Osmanlıya sığındılar.
Ferenc, Tekirdağ'da yaşadı.Osmanlı yönetimi 1736-1739 da Osmanlılar'a sığınan Ferenc'in oğlu Joseph'i Erdel Kralı yaparak, Vidin'e gönderdi. onun cephede ölmesi bu teşebbüsü önledi.

1848 ihtilalleri, Avrupa'da kargaşaya sebep oldu 1848 İhtilalinde Macaristan'ın haklarına son verildi. Macar lider Kossuth. 14 Nisan 1849'da Macaristan'ın bağımsızlığını ilân etti. Avusturya'ya karşı başarılı bir şekilde savaştılarsa Rus ordularının Macaristana girmesi ile savaşın seyri değişti. Savaşı kaybettiğini anlayan Kossuth, Orsova'ya giderek sığınma talebini Sultan Abdülmecid'e gönderdi. Sultan mültecilerin kendi misafiri olduklarını, saçlarının bir teline zarar gelmektense tebaasından 50 bin kişinin kurban edilmesini yeğleyeceğini söylemişti.

Kossuth, Avusturya askerleri tarafından takip edildiği için Osmanlıya iltica etti. Macar lider ve mülteciler Vidin'de iki buçuk ay kaldıktan ve Şumnu'ya nakledildiler. Kossuth ve mülteciler gelenleri daha sonra Şumnu'dan Kütahya'ya gönderildiler. Osmanlı Avusturya ve Ruslar'ın baskısına rağmen Macar ve Polonyalı mültecileri iade etmedi. Sultan Abdülmecid, "Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat, devletime sığınanları asla geri vermem" demişti.

Osmanlılar hürriyet ve insan haklarını
savunmuş İngiltere ve Fransada büyük yankı uyandırmışdı. Batıda Osmanlı Devletine büyük bir sempati oluştu.
Kossuth, Osmanlı Devleti'nden ayrılıp İngiltere'ye gitti. İngiltere'de hayatını güvenceye alan ve kendisini düşmana teslim etmeyen Türkler'i övmüştü: "Bugünkü hayatım ve hürriyetim Avusturya ile Rusya'nın tehdidine rağmen beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türkler sayesindedir.

O Türkler ki, yüksek hislerle ve insan haklarına saygılı oluşları ile tehditlere boyun eğmediler. Türk milleti üstün bir güce sahiptir. Türkiye'nin bugün ve istikbalde mevcut olması Avrupa'nın ve insanlığın yararınadır.Ben, Türklerden gördüğüm lütuf ve saygının hatıralarıyla yaşayacağım".

Kaynak sabah.com NİHAT HATİPOĞLU

Cumhurbaşkanı’nın tarihi konuşması

Cumhurbaşkanımızın BM deki son konuşmasında mazlum, mağdur, fakir, ülkelere ve insanlara temas etmiş rahatsız edici manzaraları kürsüde dile getirmişti tarihe kaydedilen bu konuşmanın dikkati çeken sözleri şunlardı BM Güvenlik Konseyi sessiz kaldığı için dünyada zulüm devam ediyor, zalimler cesaret kazanıyor. Dünyanın en zengin 62 kişisinin mal varlığı, dünya nüfusunun yarısına 3.6 milyar insana denktir. Burada bir problem vardır.

Dünyada 821 milyon insan gece aç yatarken dünyada 672 milyon kişiye obezite teşhisi konuluyor.Demek ki sorun var.Farklı coğrafyalarda 258 milyon kişi iyi bir gelecek için ülkeden çıkıp yola koyuluyor. 68 milyon kişi yurdundan ediliyorsa burada bir sorun var Afrika'da doğan bir çocuğun ömrünün ilk aylarında ölme riski bu şehirde doğan bir çocuğa göre 9 kat fazlaysa bir problem vardır.

BM insanlığın sözcüsü olmalı.
Ezilene kalkan olacak, aç olana el uzatacak bir küresel sistem haline gelmelidir. Mevlana der ki; Adalet hakkı sahibine iade etmektir. Ve yine Mevlana der ki; Zalim, üzerine düşen görevi yerine getirmeyendir. Bu sözlerin bir devlet başkanı tarafından ilk kez söylendiğini biliyorum.kürsüde tenkitler olmuştur ama bu kadar dokundurucu, sorgulayıcı, vicdanlara seslenici bir dozda ilk kez söylendiğini biliyorum.

İmanında rahmet ve merhamet olan bir ümmetin diline ve gönlüne tercüman olduğu için Cumhurbaşkanımızı tebrik ediyorum.*Dilerim ki BM alınması gereken dersi*çıkarırlar. Yoksa zalim zulmüne*bırakılmış ülkeler sömürülmeye devam edecektir.

Kaynak hürriyet.com

İlber ortaylı

CUMHURBAŞKANLIĞI’nın Merkez Kütüphanesi’ne kitaplarımı bağışlamam tepkilere neden oluyor. Uygundur diyenlerin yanında kütüphanelerin perişan vaziyetinden haberdar olmayanların tavrı ortaya çıkıyor. Kimseyi kınamıyorum ama Üniversite kütüphanelerden kitaplar ayıklanır, yer olmadığı söylenerek istenmeyen kitaplar saf dışı bırakılır. vakıflara verilen kitaplar sahaflardan satın alınıp önünüze getirilir.

Taşra üniversitelerine kitap vermeliymişim. Önce üniversitelerin kitaba ne kadar bütçe, personel ayırdığına bakınız.Türkiye’de Bilkent Üniversitesi dışında kayda değer kütüphane ve üniversite tanımıyorum. iddiasına bakarsan 1 milyon kalemin içeride olduğunu zannedersin. Koç ve Başkent üçte bir oranla onu izliyor.
Gerisini söylemeyeceğim. Türk Tarih Kurumu üniversiteleri takip ediyor.

üniversitedeki kitap şahsi kütüphanelerle yarışacak durumda değil. Koruma tedbirlerinin olmadığını Galatasaray Üniversitesi’nde meydana getirdiğim hukuk tarihi kitaplığı gösteriyor. 5 bin 500 kitaptan oluşan koleksiyondan bir yangında hiçbir şey kalmamıştı. Benim yaşıma gelmiş insanın geniş bir kitaplığı elinde tutması uygunsuzdur. Ne kadar yaşayacağıma dair senedim yok. Bazı iyi kütüphaneler kitap kabul edemiyor. Kapasiteleri dolmuş durumda.

Bizzat bağış için müracaat ettiğim özel kitaplığın yetkilileri, “Önce evinizde kitaplarınıza bakalım” gibi gülünç bir mazeret sürdüler. İnsanlar kütüphaneci olmak için etraftaki kitap yazan ve kitapları olanları tanımalı. DEVLETLE PAYLAŞMAYA DEVAM ABD’deki Library of Congress’e kitap verecek halim olmadığına göre tüm halkımızın yararlanacağı Cumhurbaşkanlığı Merkez Kütüphanesi’ne hiçbir karşılık beklemeden, yurtdışından bavul bavul taşıdığım, 50 yıldır biriktirdiğim, birçoğu nadir olan kitapları bağışladım.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda ilk olarak 1977-1979 yıllarında Ahmet Taner Kışlalı’ya danışmanlık yaptım. Memuriyet ve maaş söz konusu değil, devletle her zaman bildiğimi paylaşmaya devam edeceğim.
*
Kaynak sabah.com erhan afyoncu

Macar lider Kossuth. 14 Nisan 1849'da Macaristan'ın bağımsızlığını ilân etti. Avusturya'ya karşı başarılı bir şekilde savaştı ancak Rus ordularına karşı Savaşı kaybedince Sultan Abdülmecid'e sığındı. Sultan mültecilere misafir olduklarını, saç tellrine zarar gelirse tebaasından 50 bin kişiyi kurban yeğleyeceğini söylemişti.

14 Nisan 1849'da macaristana bağımsızlığını kazandıran macar lideri
Kossuth, Avusturyadan kaçıp Osmanlıya iltica etti. Macar mülteciler Vidin'de iki buçuk ay kaldı ve Şumnu'dan Kütahya'ya gönderildiler. Osmanlı Avusturya ve Rus baskısına karşı Macar ve Polonyalı mültecileri iade etmedi. Sultan Abdülmecid, "Tacımı tahtımı veririm devletime sığınanları asla vermem" demiştir

macaristana bağımsızlık kazandıran lider kossuth osmanlıya sığınmış sultan abdülmecit tacımı veririm bana sığınanı vermem bunu yapmaktansa tebaamdan 50 bin kişiyi kurban yeğlerim demiştir Macar lideri Kossuth osmanlıyı şu şekilde över hayat ve hürriyetim Avusturya ve Rus tehdidine rağmen beni muhafaza eden Türkler sayesindedir.

Macaristan Tanrının kırbacı başbuğ atillanın soyundandır Avusturya ve rus tehdidine karşılık osmanlıya sığınmıştır
Sultan abdülmecit onu düşmana teslim etmemiştir macar lider osmanlıdan şöyle bahseder Türkler yüksek hisli ve insana saygılıdır boyun eğmez üstün bir güce sahiptir. Türkiye'nin mevcut olması insanlığın yararınadır Türklerin lütuf ve saygın hatıralarıyla yaşayacağım".
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-14-2018, 22:32   #135
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak sabah.com ERHAN AFYONCU

117 yıl önce ABD ile rahibe krizi

Osmanlının Makedonya bölgesinde bölücü faaliyetlerin sürdüğü 1901’de kaçırılan Amerikalı Protestan Misyoner Rahibe Miss Stone şöhret olurken, kaçıran çete de para sahibi olmuştu
Osmanlı Rusya arasındaki 1877- 1878 de imzalanan Ayastefenos Antlaşması'yla kurulması düşünülen Büyük Bulgaristanı İngiltere engelledi
Bu antlaşmanın yerine imzalanan Berlin Antlaşması'yla Büyük Bulgaristan üçe bölündü.Rusya'nın Osmanlı'yı parçalama faaliyetleri yüzünden bu antlaşma geçerli olmadı.

1885'te Doğu Rumeli'yi sınırlarına katan Bulgaristan Prensliği, Makedonya'ya göz dikti. Makedonya mücadeleleri sırasında bir Amerikalı rahibe kaçırıldı
Bulgarlar, Makedonyada faaliyetlerini yoğunlaştırdı terör eylemleriyle Makedonya'yı Osmanlı'dan koparmak istediler Çete lideri Sandanski 1901'de bir plan yaptı. Selanik'te Amerikalı Rahibe Ellen Maria Stone'u kaçırıp, fidye alacaktı. Amerikalı Protestan misyoner Miss Stone ve Bulgar misyoner arkadaşı Katerina Stefanova, 19 kişilik bir kafileyle birlikte 21 Ağustos*1901'de Selanik'e bağlı Banesko Köyü'nden yola çıktılar. Yolda önlerini kesen 16 kişilik çete Miss Stone ve hamile Katerina'yı alıp, diğer yolcuları serbest bıraktılar. Çete iki yolcuyu dağa kaldırdı

Hadise büyük bir yankı uyandırdı.
Selanik Valisi Tevfik Paşa, durumu taraftan İstanbul'a haber verirken, diğer rehinelerin kurtarılması için çalışmalara başladı. Bulgar çetesi karlı dağlarda rehineleri sakladı Miss Stone, bir bir Amerikalı doktora mektup yazarak, "25 bin lira istedi Rehinelerin çetenin yanındaki günleri dört ayı bulmuştu ki Katerina'nın doğum sancıları başladı. Bulgar komiteciler, bir kulübede çocuğunun doğmasını sağladılar.

Osmanlı Devleti, bu durumun kötü örnek olmasından ve yabancıların kaçırılıp, fidye istenmesinden çekiniyordu. Osmanlı rehinelerin bulunmasına
ödül koydu. Çobanları ve köylüleri kontrole aldı. Askerler yolları tuttu Bulgar çetesi rahibeyi kaçıranların Arnavut olduğunu yaydı çete yakalanamadan, rehinelerle birlikte Bulgaristan'a geçti. Bulgaristan Osmanlının baskısına rağmen çeteyi görmezden geldi. Amerikan elçiliği vatandaşını kurtarmak için Osmanlıyı devre dışı bırakıp komitecilerle görüştü. Ocak 1902'de Amerikalı yetkililer çeteye 14.500 lira verdiler ve rehineler Şubatta serbest bırakıldılar.

Osmanlı yetkilileri tarafından ifadesi alınan Miss Stone bilgi vermek yerine hedef şaşırttı. asla komitelerin yüzüne bakmadım" gibi inandırıcı olmayan sözler söyledi bilgi vermedi. Miss Stone'nun çeteye para kazandırırken, diğer taraftan kendisine servet ve şöhret kazanmak için bu işe girişme ihtimali kuvvetliydi. Miss Stone, macerasını anlatmak için Amerikan Magazine ile anlaştı Miss Stone ve macerasını "Eşkiyalar Arasında Altı Ay" başlığıyla resim ve çizgilerle 1902 de tefrika olarak yayınladı. Bu hadise "Amerika'nın ilk modern rehin krizi" olarak adlandırıldı

Osmanlı yönetimi rahibenin memleketine dönmesinden sonra işin peşini bırakmadı çetenin rehineleri dağlarda dolaştırmadığı Bulgaristan'da rahat günler geçirdikleri anlaşıldı toplu bir fotoğraf da ele geçirildi
Amerikan elçiliği çeteye verdiği parayı Osmanlı dan istedi. Ancak Osmanlı durumu Amerikalı yetkililere anlatıp, para vermenin kendi fikirleri olmadığını, para veremeyeceğini söyledi.

25 Şubat 1902 vali tevfik paşa hislerini şöyle özetler: "Olayın başından beri, Osmanlıyı sorumluluk altında bırakmamak için, gece gündüz çalıştık. Devamlı memur ve hafiyeler görevlendirerek, bilgi topladık. Hatta Bulgaristan ve Şarki Rumelide incelemeler yaptırdık. Osmanlı aleyhindeki yakıştırmalara kapılmağa eğilimli olan Protestan misyonerler ile yabancıların, iyi niyet ve gayretinden emin olmalarını sağladık. bütün bunlar sonuçsuz kalmamıştır. Dahiliye Nezareti'ne gönderdiğim yazılarda, bu gerçek, ortaya çıkacaktır".


19.*yüzyılda Makedonya özellik ve imtiyazı olmayan bir Anadolu vilayetiydi merkeze bağlıydı Bölge Selanik, Kosova ve Manastır vilayetlerinden oluşuyordu. Makedonya'da Türkler'in yanında Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Arnavutlar, Yahudiler yaşamaktaydılar. her topluluğun Makedonyada emelleri vardı.Osmanlının "Bulgar Fesad Komitesi" adını verdiği Makedonya'da faaliyet gösteren çeteler, iki büyük komiteden oluşuyordu Santralistler adı verilen "Dahilî Makedonya İhtilal Komitesi" Sandanski'nin başkanlığında 1893'te Selanik'te kurulmuştu ve "Makedonya Makedonyalılar'ındır" sloganıyla hareket ederek bağımsız bir devlet peşindeydi. Diğer devletlerin baskısından kurtulduktan sonra bağımsız Makedonya'yı Bulgaristan'a ilhak edeceklerdi. Varhovistler adlı "Makedonya Yüksek Komitesi" ise Mihalovski'nin başkanlığında 1895'te Bulgaristan'da kurulup Makedonya Bulgarlar'ındır" sloganıyla hareket ediyordu.


Kaynak sabah.com.tr

NİHAT HATİPOĞLU
Kıymeti bilinmeyen nimet zail olur


Biz insanların hiçbir zaman düzelmeyen manevi hastalıkları vardır. dönemde bu hastalığımızı tedavi edemedik azalttık, fakat yok edemedik.Hasetçiyiz. Haset en büyük zafiyetimiz Kıskanırız. Öldüresiye, ölesiye kıskanırız. Nimeti kıskanırız. Başkasının varlığını, mevkiini, makamını, boyunu, posunu kıskanırız.
Allah'ın lütfettiği imkânı şahsımız ve sevdiklerimize harcarız. Ama yoksulu, garibanı, düşmüşü, muhtacı ıskalarız.

İnsanların açığını ararız. Yoksa da buldururuz Bir kenara yazarız. Günü gelince de ilke ve kural tanımadan kullanırız. Bizi makama getirenden övgüyle bahsederiz. gün gelir paylaş yetkini dese, yeter, dinlen dese ondan kötüsü yoktur deriz. Yani nankörüz.
Haramı kendimiz caiz sayarız.caiz olanı Başkasına haram sayarız. Kıymeti bilinmeyen nimet elimizden alınır. Zeval bulur. Yanlışa devam edersek imanımız zeval olabilir.

çok hastalığımız var. Tedavi olmazsak, hastalık yayılır tedavi tövbedir. Akıldır. Vicdandır. Tefekkürdür. Tövbe etmeliyiz. İstiğfar etmeliyiz. düşünmeliyiz Ehil olmayan kardeşimiz olsa uzak tutmalıyız. Dünya için ahiretimizi kaybetmemeliyiz. Kimse imanımızdan önemli olamaz. Sadıkları bulmalı Salihlerle yol almalı zor gün dostunu sarmalıyız. Dün yanımızda olan bugün nerede buna bakmalıyız.

Nimeti kıstığımızda bize düşman olana bakmalıyız. Ondan uzak olmalıyız. Doğru dostu seçmeliyiz. Diyelim ki müdüre çaycısı, şefi, memuru; ulaşamıyorsa müdürün kontrolü ele geçirip buna engel olanı silkelemesi, lazım. Kısacası sorumluyuz. Her anne, öğretmen, müdür, milletvekili, imam, müftü, hepimiz sorgulanacağız.

Ölüm ve hayat, hesap ve cennet iç içe Anında gelebilir. Hiç hazır değilken. tövbe ve istiğfarı yapmadan günah ve hatana başkasını ortak etme tövbe et. Kendini günahkâr say. Herkesi kendinden daha iyi ve temiz bil.
nefsini ve firavunu durdurur Yoksa helak olursun haberin olmaz.


Kaynak türkiyegazetesi.com

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Fatih’in mirası: Bosna Hersek


Bosna-Hersek 110 sene önce elden kayıp gitti. 445 yıldır Türk yurdu idi. Bu kadar kolay nasıl kaybedildi? tarihi kaybettik. Neden ve niçin böyle oldu II. Abdülhamid Han döneminde elden çıkan yerler deyip müsebbipler gözden ırak tutulmaktadır. Bosna-Hersek, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilerek Osmanlıya katılmıştır Osmanlıların şefkatli ve adil idaresi, Bosna’daki Bogomillerin kitle hâlinde İslamiyeti kabullerine sebep olmuştur

Boşnak Bogomiller Hıristiyanlığın müsamahasızlığından İslâma sığınmışlardır. Boşnak* Müslüman olmuş bölge halkına verilen isimdir.
Tanzimat’ın ilanı ile birlikte bölgede sıkıntılar başlamıştı. 28 Şubat 1856 da Islahat Fermanı ve Hıristiyanların haklar kazanması zaten 1839’dan beri rahatsızlık içinde olan Bosna Müslümanlarını huzursuz etmişti.
Bosna’da Müslüman ahali ile gayrimüslimler arasında ihtilaflar yaşandı. 1859 da*“Bosna Çiftlikâtı Nizâmnâmesi”*bölge ekonomisine düzenlenmek istenmişse de zorluklarla karşılaşılmıştır. bölgede huzur ortamı oluşturulamadı. 1861 de ayaklanmalar başladı

İsyanı bastırmakla Ömer Lütfi Paşa görevlendirildi. Karadağ’dan destek gören asileri etkisizleştirmek için mücadele eden Ömer Paşa, Bosna’daki karışıklığı giderirken İsyankar idareciler azledildiler (1862). Tanzimatta Bosna ile payitaht arasındaki diğer mesele ise askere almada yaşanmıştı. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra askerlik sisteminde Osmanlıdan düzenli asker toplanması kararı alınmış asker temini başlatılmış ancak Balkanlarda Bosna ve İşkodradan asker toplanamamıştı.

Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa'nın, Bosna isyanında sert davranması soğukluğa neden olmuştu.Bosnada istikrarsızlık sürerken Ahmed Cevdet Paşa, isyanları incelenmesi için Bosna’ya görevlendirilecek ve başarılı bir müfettişlikle Bosnada iz bırakacaktır. bir ülkenin devlete nasıl bağlanacağını, bir milletin devletini nasıl seveceğini göstermiş olacaktır.

Cevdet Paşa, 1863 yılında Bosna vilâyetinin teftişi ile vazifelendirildi vaziyeti müşavere etti. Paşa*“Sultan Abdülaziz efendimiz hazretleri beni teftiş için gönderdi ve Kadıaskerlik rütbesi verdi. Ben Kadıaskerim, Sizlerden asker isterim. dedi. heyet bunun zor olacağını dile getirdi Cevdet Paşa başarılı olacağından emindi. Sadece yanında olmalarını istedi paşa, bir buçuk yılda Bosna’da lâzım gelen ıslâhatı yerine getirdi. masrafı bölge halkından olmak üzere iki alay asker topladı.

O yıllarda asayişin bozukluğundan çekinen Boşnaklarda askerîye neredeyse imkânsızdı askerliği kabul için Bosna dışına çıkarılmamak şart koşulmuştu. Ahmed Cevdet paşa bu durumu hükümsüz hâle getirdi.
O zamanlar, askerî elbiseler içinde en câzibi*Talia*alayları kıyafeti idi. Şâşâalı, ihtişamlı yeşil şeritlerle süslü bu elbise ile boylu poslu Boşnak delikanlılar, câzip, daha yakışıklı ve heybetli görünüyordu

Cevdet Paşa, câmideki merasimde sözü elbisedeki yeşil şeridin mânâsına getirdi ve;“Bu remzi taşımak, îcâb-ında Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’yi müdafaa gibi kudsî bir vazife uğrunda fedâîliğe işarettir. Bu yolda can vermekten korkanlar bu elbiseyi giyemez ve bu remzi taşıyamaz dedi. câmideki Boşnak delikanlılar;
Biz ne güne varız. İcap edince biz de Mekke’yi, Medine’yi ölümüne müdâfaa ederiz. Bu yolda şehit düşeriz. Bizi fedâîlik ve kahramanlık şerefinden mahrum bırakmayınız”*diyerek candan yalvarmağa başladı

Bosna büyük bir ihtilâlin kopacağını tahmin ediyordu kimvurduya gitmesinler''*diye yapılan davete icabetten çekinmiş evden çıkmamıştı.
evvelce askerden kaçanlar şimdi aşk ve gayretle öne fırlamış askerlik için yalvar yakar olmuştu devlet büyükleri hayret ve şaşkınlık içerisindeydi Avusturyalılar aleyhte propagandaya başladı Osmanlının malî sıkıntıda olduğunu ve askere para veremeyeceğinden bahsettiklerinde onlar“Para için askerlik bizim dinimize yakışmaz. Biz askerliği din ü devletimiz için ifâya borçluyuz. Erkân-ı Vilâyet böyle münasib görmüş, müftüler fetva vermiş. Biz dönmeyiz diye cevap vermişlerdi.

Padişah fermanıyla bölgeye giden Ahmed Cevdet Paşa, Bosna’yı*devletine bağlamış imkânsız problemleri kolaylıkla gidermişti. bundan sonra geçen kırk beş sene en küçük bir isyan hareketi görülmezken koskoca bir ülke bir günde nasıl elden çıkıyordu?
Gaflet mi vardı? İhanet mi olmuştu? Müsebbibi kim idi?


Kaynak türkiyegazetesi.com

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Kötü adam yurt bozar!

Büyük Türk devlet adamı Emîr Timur*“İyi adam yurt kurar, kötü adam yurt bozar”*demiştir. Ahmed Cevdet Paşa,padişahın*emri ve duası ile harekete geçmiş, Osmanlı geleneği ve zihniyetiyle hareket ederek, Tanzimatın karışıklığa düşürdüğü Bosna Hersek’teki huzursuzluğu birkaç günnde çözmüştü
Ancak 445 yıllık Türk yurdu Bosna önce Birinci Meşrutiyet'in doğurduğu 93 Harbinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun denetimine düştü. Buna rağmen Osmanlıya bağlılığı devam ediyordu.

II. Abdülhamid Han’ın 30 yıllık saltanatı boyunca Avusturya’nın denetimi işgale dönüşemedi.*Cevdet Paşa’nın düzeni sağlamasından yarım asır;*II. Abdülhamid Han’ın saltanata geçmesinden 30 yıl sonra sıkıntı dışarıda değil içerideydi. Bosna’da devleti yüceltmek ve korumakla görevli 3. Ordu'nun subayları asilerle iş birliği yapıyordu Düşmanlar onların vaziyetini kollamaktaydı. fırsatı çok geçmeden bulacaklardı.

Almanya 1878’de birliğini sağladıkta sonra sanayileşmeyle büyük bir güce erişti sömürge imparatorluklarını tehdit edti. İngiltere ve Rusya ise, Almanya’nın gelişmesinden rahatsızdı Almanya’nın durumunu görüşmek ve güç gösterisi yapmak üzere*İngiltere Kralı VII. Edward*ile*Rus Çarı Nikola,*9 Haziran 1908’de Reval’de birleşdiler. Almanya’ya karşı takip edecekleri politika Afgan hududu, İran, Girit ve Makedonya Balkan demir yolları gibi meseleler masadaydı.

Osmanlı Devleti ve II. Abdülhamid in Han’ın nasıl bertaraf edilmesini görüştüler o, Osmanlının başında iken kendilerine rahat yokdu. Osmanlı içerisinde ciddi bir güç olan ve 3. Ordu'ya hâkim bulunan*İttihat ve Terakkiciler Reval buluşmasını Rumeli’nin paylaşıldığı şeklinde yorumladılar.*tarihte akla gelebilecek en ahmakça bir yorumla bunun sorumluluğunu Sultan Abdülhamide yüklediler. Bunda mutlaka İttihatçı subaylar ve Alman ajanların etkisi vardı

İngiltere ve Rusya gibi Osmanlıda gözü olan en azılı düşmanlar geleceklerini garantiye almak üzere görüşmeler yapıyordu. Osmanlının ordu mensupları bunu padişahdan kendi devletlerine karşı darbeye girişiyorlardı.Rusya ve İngiltere buluşmasının sebebi Almanya idi. Almanya sükûnetini muhafaza ederken Osmanlıda kazan kaynadı İttihatçıların vesayet altına düştüler yabancıların uşağı hâline geldiler

İttihatçıların düşmana karşı birlik olmak gerekirken iç savaşa davetiye çıkarıyor Düşmanın ekmeğine yağ sürüyordu
İttihatçılara göre Meşrutiyet ilan olunur, Hristiyanlara eşitlik verilirse Makedonya elden çıkmaz, ülkenin bütünlüğü sağlanırdı. İttihatçılar filmin 1839 dan beri vizyonda olduğunu ve nelere mal olduğunu görmüyorlardı Hıristiyanlara hak verilmesinden yana idiler. Kendi tarihlerinde büyümeye devam ettikleri haşmetli dönemlerde gayrimüslimlere, hiçbir devletin tanımadığı hakları vermiş olduklarını ne çabuk unutmuşlardı. Onları büyüten sırdan nasıl da gafil idiler!..

Hıristiyan haklarının devleti mahvetmek olduğunu hesaplamaktan acizler.
Besle kurt enciğin derin soysun”*misali derilerini yüzdürmek için düşmanı sevindirmekten başka iş görmüyorlardı. 31 sene önce,*“Meşrutiyet gelirse, İngilizler ve Avrupa’yı yanımıza çekeriz”*diyen Midhat Paşa’nın fiyaskosu neticelenmiş senaryosu ikinci kez vizyondaydı. İttihatçıların gerçek niyeti Reval görüşmesini kullanarak Padişah’a zorla Meşrutiyeti ilan ettirmekti.

İttihat ve Terakki, Selânik ve Manastır gibi cemiyetin güçlü yerlerinde örgütü harekete geçirdi. Rumeli Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’nın, Abdülhamid Han’a,“Burada kulunuzdan başka herkes İttihatçı”*şeklinde telgraf çekmesi vahameti gösteriyordu. örgüt kendi devletine saldırıyor Kendi silah arkadaşlarını şehit ediyordu. İlk olarak*Selânik Merkez Kumandanı Nâzım Bey’i vurdular. Nâzım Bey’i vuran*Kurmay Binbaşı Enver Paşa kendisine katılanlarla dağa çıkarak mevcut idareye isyan etti.

Onu*Kolağası Niyazi Bey’in 160 askerle dağa çıkması takip etti. Askerden ve halktan birçok kimse, katıldı Suikastlar devam ediyordu.Manastır Müfettişi Sami Bey*öldürülürken, meşhur hafiyelerden*topçu alayı imamı Mustafa Efendi,*Selânik’te vuruldu.*Birinci Ferik Şemsi Paşa İttihatçıların fedaisi*Teğmen Âtıf Bey*tarafından üç kurşunla öldürüldü.*İttihatçılar kendi devletinin subaylarını öldürerek mi devlet kurtaracaklardı

İttihat ve Terakki Üskübde gösteri düzenlediler. Padişaha Meşrutiyet derhal ilan edilmediği takdirde elli bin kişi ile İstanbul üzerine yürüyeceklerini bildirdiler.Hangisi melanet gecesi?
II. Abdülhamid Han Meşrutiyetin Osmanlıyı parçalayacağını biliyordu. Zira bunu 1877 de yaşamıştı. Ancak genç subaylar tecrübeden habersiz, sonlarını hazırlayacak reçeteye neredeyse can simidi gibi sarılıyorlardı.

II. Abdülhamid Han yapılacak bir şey kalmadığını görüyordu. Selin önüne geçmek zor olacaktı. Yıllardır milletin istikbalinde rol oynamış tecrübeli Hakan’ın, Tahsin Paşa’ya söylemiş olduğu şu sözleri, geleceğin kara bulutlarını haber veriyordu “Bir hükümdar için lazım olan memleketin menfaatidir. bu menfaat Kanun-ı Esasi’nin ilanında ise o da yapılıyor; fakat iyi olunur mu, Türk’ün menfaati mahfuz kalır mı? kestiremiyorum!”

Nazırlar risk almak istemiyor, sessiz kalıyorlardı. bütün suç Abdülhamid Han’a atılacaktı. II. Abdülhamid Han, 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet kararını aldı. Dağlara çıkarak devletine silah sıkan asi subaylar Selânikte kutlamalara başladılar. Bu subaylar artık hürriyet kahramanı”*idiler. Enver Bey Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetinde askerî kanadın en önde gelen isimi oldu.
Meşrutiyet, Tevfik Fikret’e göre istibdadın uzun gecesinin bitip hürriyet şafağının doğuşuydu. Rücû”*şiirinde:
O melanet gecesinden uzaktayız şimdi
Karıştı leyl-i musibet leyâl-i nisyana
Açıldı gözlerimiz bir sabah-ı rahşana
Diye ifade ediyordu.

Her şey şiirde yazıldığı kadar kolay mıydı? Şafak mı söküyordu, yoksa gün mü batmaktaydı? Bunu görmek için fazla beklemek gerekmeyecekti. Meclis-i Mebusan toplanmadan yaşananlara bakınız: 5 Ekim 1908’de Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak etti. 445 yıllık Türk yurdu bir günde elimizden çıkıp gitti. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. 6 Ekim’de Girit Yunanistan’a katıldı Devletine düşmanlıkta kahraman olan yiğitler ve iyi niyetliler neredeyse iki günde üç ülke elimizden çıkarken nerede idiler?günümüzde, hâlâ*"Abdülhamid Han toprak kaybetti"*dedirtmek için çırpınan zavallılar ise, az değildir...Son pişmanlık fayda etmez imiş
Gussası ta ölünceye gitmez imiş

*
Kaynak türkiyegazetesi.com

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci


Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla dış borçları indirtmeye ve fâizlerini kaldırtmaya muvaffak oldu. Böylece devleti mutlak bir uçurumun kenarından aldı...Borç yiğidin kamçısıdır” derler. Halbuki Hazret-i Peygamber,*“Borç, azaptan bir parçadır”*buyurduğuna ve İslâmiyette ihtiyacı olana borç vermek çok sevab olduğu hâlde, zaruretsiz borç kötülenir

Osmanlı Devleti asırlarca*kendine muntazam bir iktisadî sistem tatbik etmiş; geliri kadar harcamış; kendi yağıyla kavrulmuştur. Bitmeyen Rus harblerinde 1775’te*iç borçlanmaya gidilmiş Gümrük, maden, liman gibi hazine gelirleri hisselere ayrılarak,*kâr getiren tahviller*gibi halka satılmışdır
beklenen fayda temin edilemedi. Müslüman*Fas Sultanlığı’ndan borç istendiyse de, vazgeçildi.

Sultan II. Mahmud zamanında siyasî hâdiseler ve harbler sebebiyle devlet malî sıkıntıya*düştü.*Sultan Abdülmecid*zamanında 1839’da ilk defa*kâğıt para*çıkarıldı. Bu yıllık %8 kârlı bir*hazine tahvili*idi.Kırım Harbi’nin mâliyeye getirdiği*yük*sebebiyle*Reşid Paşa’nın sadrazamlığında 1854’te ilk defa bir*dış borçlanma yapılarak devletin gelirleri karşılık gösterilmek suretiyle İngiltere ve Fransa’dan* borç*alındı. Bu meblağ*3 milyon* sterlindir.

dış borçlar, saraylara harcanmış değildir. Bu masraf, hazinenin geliridir. memleket bir*sanat eseri*kazanmış; para*milletin cebine*girerek binlerce ailenin yüzü gülmüştür. Saray yapmak bir israf değil, ihtiyaçtır. Sultan Aziz zamanında*askerî masrafların artması üzerine devletin borçları*200 milyon*lirayı bulmuştur. Bunun için*senede 14 milyon*re’sü’l-mal akçesi fâiz ödenmektedir. Bütçe açığı 5 milyon*liradan fazladır.

borcu borç ile ödemekten başka bir şey yapılamamaktadır. Hâricî istikraz bulunamadığı zaman, Galata bankerlerinden*ağır şartlarla*borç alınmaktadır. Bosna ve Hersek isyanı, hazinenin köküne*kibrit suyu*ekmiştir
Rusya taraftarlığı sebebiyle Nedimof*diye anılan ve hükûmete getirilen Sadrazam Mahmud Paşa, 1876 senesi Ramazanında,*Rus sefiri İgnatief’in telkini*ve Adliye Nâzırı Midhat Paşa’nın teşvikiyle bir* fâiz*kararı aldı.

Midhat Paşa ve ekibi, sarraflarla anlaşıp elindekini*satmış; 2 saat sonra iflas kararı olduğunda servet*kazanmışlardır. Diğer nâzırlar da böyle hareket etmiş; sadece*Sultan Aziz uzak durarak 2 milyon lira kaybetmiştir. Ramazan Kararnâmesi*ile dış borç faizlerinin yarısı 5 senede*tenzil*edilmiş 7 milyonun 5’i bütçe açığına, 2’si askerî masraflara tahsis olunmuştur. devletin vaziyeti geri kalanı ödeyecek hâlde değildi. O zaman için böyle bir tedbir zarurî*idi ama, alâkadar devletlerle alacaklıların resmî ve yazılı*muvafakati alınmadan*bu yola gidilmesi* felâket*olmuştur.

Devletin iflâsının ilanı olan baş alacaklılar İngiltere ve Fransa Avrupa’da büyük*infiâl*doğurdu. İç ve dışda Osmanlı hisselerini alanlar iflâs etti. padişah hakkında nefret doğdu Devletin itibarı kalmadı. Borç alma imkânı kalmadı. İgnatiyef*maksadına kavuşdu. global sermaye, Sultan Aziz’i tahtından ve canından etmiştir. Midhat Paşa’nın memleketi sürüklediği 1877-78 93 Harbi sebebiyle*Galata Sarrafları*ve*Osmanlı Bankası’ndan borç alındı.

Sultan II. Abdülhamid, gerek harb ve gerek amcasının son zamanlarından devam eden Rumeli isyanlarında artan malî buhrandan dolayı. Büyük darlık içindeki devlet hazinesinin iç ve dışta itibarı kalmamıştı. Osmanlı 93 Harbi’nde Rusya’ya*74 milyon lira tazminat* ödemişti. Padişah, bunun 40 milyonunu, Kırım Harbi’nde Rusya’nın ödemesi gereken, ancak ödenmeyen tazminata mukabil indirtti; kalanının yılda 350 bin liralık*taksitle ve faizsiz ödenmesini* kabul ettirdi.

Padişah, hazinenin*itibarını iade hem de harbi bitiren Berlin Muahedesi ile bir tesviye suretine bağlanacağı dış borçlar yüzünden devletin başına bir*gaile açılmasını*önlemek istedi. 1879’da Osmanlı Bankası ve Galata bankerleri anlaşarak, dış borçlara karşı senede 1.350.000 lira ödemek üzere*ispirto balık, tuz, ipek tütün ve evrak-ı sahiha vergilerinin hâsılâtını,*tahsildar heyete bıraktı.

umumi borçlardan*hazine lehine tenzilat*yapmak üzere ecnebi tahvil hâmillerinin gönderdiği mümessillerle müzâkereye girişti. 1881 de hicrî senenin ilk ayında Muharrem Kararnâmesi*ile borçlar birleştirildi.
O tarihe kadar devletin birikmiş dış borcu*252.801.885 Osmanlı lirası*idi. Kıbrıs ve Rumeli vergileri eklenerek, milletlerarası bir*Düyûn-ı Umumiyye*idaresi kuruldu borçlardan 146.364.651 lira*tenzil*edildi; teminat gösterildiği için borçlar*üçte birine*indi.*

vergilerin idaresi ile iç ve dış borçların tesviyesi*Düyûn-ı Umumiyye Müdürlüğü’ne bırakıldı. devletin* istiklâline uygun olmamakla beraber, borcun üçte birine inmesi, büyük bir müdahalenin ortadan kalkması ve nihayet*malî itibarın iadesi, devlet için çok mühim ve hayırlı bir kazanç olmuştur. Düyûn-ı Umumiyye idaresinde, 1’er tanesi İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Almanya ve İtalya’dan, 2 de Osmanlı olmak üzere*7 âzâ*vardı. Âzâlık müddeti 5 sene idi.

Bugün Cağaloğlu’nda*İstanbul Erkek Lisesi*olan binada profesyonelce faaliyet yürütürdü. 20’den fazla şehirde ekserisi Osmanlı 5 binden fazla memuru vardı. Osmanlı bürokratı,*malî disiplini öğrendi Gelirleri*arttırmak*adına Bursa’da ipekçilik ve balıkçılığın desteklenmesi; Gemlik Mudanya limanlarının açılması, Konya ovasının sulanarak genişletilmesi gibi faydalı projeler yürüterek memleketin kalkınmasında rol*oynamıştır. Maliyenin bozuk olması, ekonominin kötü olduğu manasına gelmez. İkisi ayrı şeylerdir.

1903’te*32.738.772 lira*borç kalmıştı. 30 senelik bu devirde dışarıdan alınan 59 milyon lira, borçların ödenmesi, bütçe açığının kapatılması, askerî ihtiyaçlar ve*demiryollarına harcandı. Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla devleti uçurumdan almıştır. Tahttan indirildiğinde (1908),*dış ticaret %4,3 fazla*vermiş;*millî*gelir %1,5*artmıştı. “Düyûn-ı Umumiyye , devletin*haysiyetini korumak, milletin*yarınını emniyete alabilmek ve borçları*bir elde toplamak*için kurulmuştu

İttihatçılar*memleketi borç batağına sürükledi;*10 senede 45 milyonu dış borç*olmak üzere*269 milyon lira borç taktılar!..*Lozan*ile bu borçlar, Osmanlıdan ayrılan devletlere*taksim* edildi. Türkiye’ye düşen 107 milyon lira*taksitlendirildi; mal*olarak ödenmesi kabul edildi. Yeni rejim, imparatorluğu reddetmiş*borçlarını kabullenmek* zorunda kalmıştır.*Bolşevikler, Rusya’da iktidarı ele geçirince,*Çarlık*borçlarını reddetmişti. 1990’dan sonra komünizmin yıkılmasıyla,* Yeltsin*zamanında Ruslar,*dış dünya*ile dostâne münasebet adına bu borçları ödemeyi kabul etmiştir.

Kaynak hürriyet.com

İLBER ORTAYLI
Ankara Yeni Türkiye de yerini alır‘*

1962 yılı ağustos sonunda büyük popülarite sahibi Johnson geldi. Kendisini karşılayan Başbakan İsmet Paşa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus dolmuş, konvoy zor ilerliyor dediler. İsmet Paşa’nın elinde iki bayrak, arabada dikildiği yer İş Bankası’nın önüdür. Johnson’ın da elinde iki bayrak vardı.
çocukluğumda ve ilk gençliğimde Ankaralıların meşgalelerinden birisi dünyanın dört köşesinden gelenleri karşılamaktı.

Devlet ve hükümet başkanları sadece komşu ülkelerden değil, uzaktan bile gelmeye başlamıştı. “Bir Çin’den geliyorlar, bir Maçin’den İlkokuldayken Çankaya’da Pembe Köşke dizildik. şehrin öbür ucundan getirilmiştik. Ellerimize Irak bayrakları verdiler. Birkaç yıl sonra feci bir akıbete uğrayacak olan genç kral Faysal, Celal Bayar’ın arabasında önümüzden geçti. Masallardaki çocuk kral imajımıza uygundu. Elimizdeki Irak bayrağını salladık.

Dwight D. Eisenhower geldiğinde Ankara’da Yer yerinden oynamıştı Amerikan hayranlığı doruktaydı.
HERKESİN ELİNDE AMERİKAN BAYRAĞI
Vardı İran Şahı Rıza Pehlevi geldiğinde millet Prenses Süreyya’yı görmeye yollara döküldü. sebebini anlayamadım; arkada bir arabada Reşide Hanım’la veya Adnan Menderes’le gelecekken İran Şahı, Prenses Süreyya ve Celal Bey’le makam arabasının arkasına sıkışmışlardı. Yine elimizde bayraklar vardı.

Kavaklıdere’nin üst kısmına okullar dizilirdi. Kızılay ve Millet Meclisi arasındaki yolun iki kenarına gönüllü karşılayıcı yığılırdı. Esenboğa’dan yola çıkan konvoyu Dışkapı, İsmetpaşa ve Ulus’ta da karşılayanlar olurdu. 1962 yılı sonunda popüler Kennedy’nin başkan yardımcısı Johnson geldi. Kendisini karşılayan İsmet Paşa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus doluymuş, konvoy zor ilerliyordu. İsmet Paşa’nın elinde iki bayrak, dikildiği yer İş Bankası’nın önüdür. Johnson’ın elinde iki bayrak vardı. Konvoy Kızılay’a geldi seyirciler Johnson’dan çok İsmet Paşa’ya tezahürat yapıyordu.

Ankara o tarihde şiddetli CHP taraftarıydı. İsmet Paşa tezahüratı kesiyordu. İkisi arabada dikilmişti, araba ilerleyemiyordu. Herkesin elinde Amerikan bayrağı vardı. İki yıl sonra İnönü, ünlü sözünü etti; başkan Johnson’un mektubu ölçüyü taşırmıştı. uğursuz biri olarak bakılıyordu. Sevilen Kennedy’nin arkasından gelmişti. Fail-i meçhul cinayette ismi anılıyordu. Doğruyu yalanı kim bilebilir.

Kıbrıs meselesi için yazılan tehditkâr, küçümseyici mektuba karşılık İsmet Paşa ünlü lafını etti: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır.” Bir müddet sonra yeni dünya kuruldu mu bilmiyorum. İsmet Paşa dış seyahatte Amerika’dayken koalisyonun Yeni Türkiye Parti’sinden ortağı Ekrem Alican ve arkadaşları koalisyonu dağıtıverdiler. Sadece bakanlarından Fahrettin Kerim Gökay istifa etmemiş ve YTP’den ayrılmıştı.

İsmet Paşa Almanları sevmedi, İngilizlere bayıldığını söylemek mümkün değil ama yeri geldiğinde tercih etmiştir. Stalin Rusyası’yla gerildiğinde Batılılara yanaştı ama bu harbe girecek ölçüde olmadı. Yakın arkadaşı olan Numan Menemencioğlu gibi diplomatlara Alman partisinde partizan rolü oynamayı telkin etti İsmet Paşa NATO’ya girmeyi herkes kadar istedi ama şu söz doğrudur: “Almak istediler de girmedik mi?”

Dünün politikası bugünkü politika değildir. Türkiye 30 senedir başka yerlerde geziniyor. tarihimizin en zor, en renkli yalpalama dönemindeyiz. Türkiye değişiyor, dış politikası değişiyor. Bir zamanlar Amerikancı diye bağırdığımız, “Morrison” adını taktığımız Süleyman Demirel Amerika’nın nüfuzunu silen, sosyalist bloka yakınlaşan bir lider olarak kutsanıyordu. Yakın tarihten uzaklaşmak doğru değil. O güne o günden bakmak lazım.

Kaynak türkiye gazetesi.com

Vehbi Tülek
Mescid-i Nebevî, takva üzere kuruldu

Resûl-i ekremin mescidinde sesi yükseltmemeli, edebi asla terk etmemeli...Nâsıruddîn ibn-i Süneyne hazretleri hadîs, ve Hanbelî mezhebi âlimidir. 1141 de Bağdad yakınlarında Samarra’da doğdu. 1219 da Bağdad’da vefât etti. buyurdu ki Resûlullahın kabr-i şerîflerini ziyâret güzel bir sünnettir. Resûl-i ekremin kabri şerîflerinin ziyâreti husûsunda âlimler icmâ’ etmişler, büyük fazilet ve sevâbın olduğunu bildirmişlerdir.

Resûlullahı vefâtından sonra ziyâret eden kimse, sanki hayâtında ziyâret etmiş gibidir. Server-i âlemin kabr-i şerîflerini ziyâret eden, O’nun yakınları arasına girer, Resûlullahın*şefaatine kavuşur. Medîne-i münevverede ikâmet eden kimse, Resûl-i ekremin bulunduğu mübârek topraktan nasîbini alır. Orada vefât eden, O’nun şefaatine kavuşur.
Medîne-i münevverede, Resûlullahın mescidine gitmeli, kabr-i şerîfi ziyâret etmeli, Resûlullaha ve iki mübârek halifesi Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’e selâm vermeli, Resûl-i ekremin mescidinde edebi asla terk etmemeli, Resûlullaha olan hürmet de Selef-i sâlihîn gibi olmalıdır.

Resûlullahın Ravda-i mutahharasından, minberinden ve mübârek ayaklarının bastığı yerlerin bereketlerinden istifâde etmelidir. Cebrâil aleyhisselâmın vahiy getirdiği o yerlere bakmakla, oraları görmekle gözleri şereflendirmelidir.
Mescid-i Nebevî, takvâ üzere kurulmuş bir mesciddir. Orada Ravda-i mutahhara vardır. Burası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Kur’ân-ı kerîm ve sünnet-i nebeviyye nûrları dünyâya buradan yayıldı. Burada bir yer var ki, Mescid-i haramdan sonra yeryüzünün en kıymetli yeridir. orada, Fahr-i âlemin mübârek vücûdu bulunmaktadır. Bu mescidde çok namaz kılmalıdır. Bu sebeple çok nimetlere kavuşulur. Burada kılınan namaz, başka yerde kılınan bin namazdan üstündür.

Bu mübarek zat, vefatından kısa bir zaman evvel şöyle dua etti: “Allahım! Senden, günahlarımın affını, vücûdumun afiyetini hüsn-ü yakîn ile dünya*ve âhirette huzur, refah ve saadeti dilerim. Ey, günah kendisine zarar vermeyen ve mağfiret kendisinden bir şey eksiltmeyen Allahım! Sana zararı dokunmayan günahlarımı bana bağışla, senden bir şey eksiltmeyen mağfiretini bana ver!”

*
Kaynak türkiye gazetesi.com

Vehbi Tülek
“Dünyada misafirler gibi bulununuz!.."


"Kalbinizi rikkate*inceliğe*alıştırınız. Tefekkür ve ağlamayı çoğaltınız."
Muhammed bin Süfyân hazretleri Kırâat, hadîs ve Mâlikî âlimidir. Tunus’ta Kayrevan’da doğdu. Hac dönüşü Medîne-i münevverede 1024 te vefât etti. Naklettiği hadisi-i şeriflerden bazıları:

“Dünyada misafirler gibi bulununuz. Kalbinizi rikkate*alıştırınız. Tefekkür ve ağlamayı çoğaltınız.

hevâlarınız*arzu ve istekleriniz olmasın. Yoksa, oturmayacağınız binalar yapar Yemeyeceğinizi toplar Ulaşamayacak şeyleri beklersiniz.”

Resûlullah efendimiz buyurmuşlardır: “Allahü teâlâ buyurdu ki:*Kim benim velî kuluma eziyet ederse, ona harb ilân ederim.

Kulum, farz kıldığım vazîfeleri eda, etmekten daha faziletli bir şeyle bana yaklaşamaz.

Kulum bana, nafilelerle yaklaşmakta devam eder. Nihâyet sevdiğim bir kul olur. Böylece ben, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.

Eğer kulum benden isteseydi ona verirdim. Benden kendisini korumamı isteseydi, onu korurdum.”

“Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra onbir defa ihlâs okuyan, kâtilini affederek ölen.

Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir kimsenin zekâtını vermediği, deve, sığır ve davarlar; kıyâmette, dünyadakinden daha büyük ve daha semiz olarak gelecekler, ona boynuzlarıyla vuracaklar, ayaklarıyla basacaklar, biri gidip diğeri gelecek, bu durum hüküm verilinceye kadar devam edecek.”

Müminin mümine üç günden fazla hicr etmesi helâl olmaz. Üç geceden sonra gidip selâm vermesi vâcib olur.

Selâmına cevap verirse, sevapta ortak olurlar. Vermezse günah, ona olur” buyuruldu.

*kaynak yeni akit.com

Yavuz Bahadıroğlu
Osmanlı’da sanat var mıydı?

Sanat silahtan çok önemlidir.* İmha”*yerine*“inşa”*eder ve kalıcı sonuçlar verir. Buna rağmen Osmanlılarda roman ve heykel yoktur?*
Rus, kendi mitini ve muhitini inşa etmiş romanla...Batı,*“hayat mücadeledir görüşünü yansıtmış romanda;* Robenson”larında,*“Seksen Günde Devr-i Alem”lerinde felsefesini aktarmış: tarihî dökmüş heykele, resme...

Dünkü Amerika serüvenciliğini yansıtmış sinemaya, sanatlan bir tarih inşa etmiş, sığır çobanlarını kahraman olarak yutturmuş dünyaya...*sanatın, romanın sinemanın gücü inkâr edilemez. Sinema, Osmanlıda yoktur: Osmanlıda heykel ve roman yoktur
Osmanlı’da romanın yahut heykelin olmaması sanatın olmaması demek değildir. Roman yerine dört bin yıl öncesinden başlayarak eski devirleri, eski hayalleri güne taşıyan Hint masalları, destanları var: Siret-i Anter, Binbirgece, ve hepsinin aktığı ibret ummanı: Kıssalar, menkıbeler...
Resmin alternatifi hat, ebru, çeşmi bülbül...*

Osmanlı’nın hayatı sanat.Heykelin alternatifi mezar taşları roman ise bambaşka bir konu.*Osmanlı uzun süre romana direnip ilgi kurmamış sebebi, romanın misyonu bu misyon teşhire datanır Roman, meraklıdır her topluluğa, her eve girmek, her aksaklığı, her kusuru bulmak ve her şeyi herkese göstermek iddiasındadır Oysa İslâm’da teşhir yasaktır, kusurları ifşa, aşırı ve gereksizdir İslâm’da teşhir yok, ifşa yok; bunun yerine tespit, isbat ve ikaz var.

Osmanlı kendini teşhir ve ifşadan kaçındı. Düzelmeyi tespitte, isbatta ve ikazda aradı. Koçi Bey Risalesi çağı içinde düşünülürse oldukça çarpıcı ve yapıcı örnekler...Osmanlı’nın namusu bütün aileyi, bütün ve mukaddesatı sarar toplumu nâmahrem sayar
insani ve İslami...yaklaşırdı Batı’nın ilk romanı Topal Şeytan”dır. Roman kahramanı evlerin çatısını açmış dünyaya sesleniyor: “Buyurun bakın!” diyor. Ve yatak odalarına, ifşa ve teşhir mızrağıyla mahremiyeti kalbinden vuruyor.*

Sonuç: Aile mahremiyetinden sonra ailenin dçöküşü...Batıda boşanma çok yüksek. İntihar ve uyuşturucu bağımlılığı da öyle.*romanın tahrip kalıbı olmaktan çıkarılıp Müslümanlaştırılması yeni yeni yapılıyor. Osmanlı’da heykel yoktur. Çünkü Osmanlı, zevklerde bile ebedîyet arayan vahiy medeniyetine mensuptur. Dünyayı ahiretin tarlası sayan bir kültürün çocuğudur Vahiy medeniyeti fani zevkler uğruna yaratıcıya nisbet gibi bir abesiyetle meşgul olmaz.*

Osmanlı heykel dikmek yerine âbideler dikmeyi seçti. Muhitini çeşme kubbe sebillerle, köprülerle, hanlarla, kervansaraylarla, aşhanelerle süsledi
*
kaynak yeni akit.com

Yavuz Bahadıroğlu
Osmanlı’da sanat var mıydı?

*
Osmanlıda ebedileşmenin ölçüsü faydasız bir heykel yontmak değil, bir mâbede imza atmak ya da insanlığın hayrına hizmet edecek bir medreseye kubbe çakmaktı.*Özenle yontup her birini sanata dönüştürdüğü mezar taşlarında bile ebediyet emelînin yansımaları görülür. bugün müzelerde zevkle seyrettiğimiz şaheser beşiklerde insana verdiği değerin ölçüsü saklıdır...

Osmanlı, «Beşikten mezara ilim» emrine uydu, san’atı beşikten mezara kadar bütün hayata yaydı faydacılığı esas aldı
Bu idrak olmasaydı, hâlâ kullanılabilir bunca tarihî eser bize miras kalır mıydı?
Osmanlı ceddimiz sanatı toplumların ebedî dinamiği görüyordu. Ebediyeti kendi çağıyla paylaştı bunu çağlar ötesine taşıyan insana sanatçı”*diyordu.
Sanat eseri ise; hem kendi çağının en güzellemesi, hem de çağlar sonrasına en muhteşem miras; ayrıca insandan insana bir büyük armağandı.

Roman bir Batı sanatı, fakat kökeni Şarklı ve Doğulu Batı’daki roman Doğudaki masalların, kıssaların, menkıbelerin köklerinde yeşerdi.
Hayatın her alanında aşandı: Doğu buldu, Batı büyüttü, ve geliştirdi. *
Batı’nın romanı”*kıssa ve menkıbe olarak İslam kültüründe var. niye mi gelişmedi?..Belki de geliştirebilirdi, ama Müslümanın hayat felsefesine aykırı unsurlar taşıdığını görüp reddetti.

roman teşhirci, meraklı, çok incitici, zaman zaman da yıkıcı bir tarz.*
Osmanlı romanla barışamadı. Yoksa hayatın her alanıyla ilgilenen bir yapı romana niye küskün kalsın? faydalı bulmadı. zararlı buldu. Roman yerine, eski devirleri, eski hayalleri güne taşıyan menkıbelerden, kıssalardan, masal ve destanlardan beslendi hayatına uygun buldu. çünkü kıssalarla menkıbeler geçmişin deneyimlerini güne taşıyor hem de faydacı kurgularıyla topluma yol ve yön gösteriyorlardı. referansları Kur’an’dı.

kıssalar, menkıbeler, destanlar fetih tefekkürünün parçalarıydı: Hep birlikte toplumun temellerini örüyorlardı...
Romanı hayalci başıboş, meraklı ve iddialı buldular. Osmanlı başıboşluk merak ve iddiayı hoş görmez. hedefsizliği büyük facia sayar. Çünkü , Osmanlı toplumu hedefini belirlemiş her şeyi disipline etmiş bir toplumdu. çok ufukluydu...Ufuklu toplumlar hayal kurmayı bilir

Osmanlının engin ve zengin hayalleri vardı: İlâ-i Kelimetullah meküresinin özüne dönüşen “Kızılelma” ideali, sınırsız hayallerin simgesidir: Sınırsız hayallerin ve geniş ufukluluk
Geniş ufku, idealleri, hedefleri ve hayalleri olan bir toplum romandan neden sakınmış, neden direnmiş?
Bunun sebebi, romanın misyonudur
Romanın misyonu teşhirdir Bu, rahmetli*Cemil Meriç’in çok yerinde bir tespiti… Roman meraklıdır. Her şeyle ilgilenir. Her yere girmek, her aksaklığı, her kusuru bulmak ve her şeyi herkese göstermek ister. hiçbir çözüm üretmez. İnsanlara kaos sunar.
*


Kaynak habertürk.com

Murat Bardakçı Timur’un huzurunda!
*
Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın Özbekistan gezisine katıldım, birçok tarihî ve dinî mekânı ziyaret eddim Türkiye’nin tarihini etkilemiş olan Timur’un kapalı tutulan kabrini görme imkânı buldum.dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kuran Timur’u Osmanlı Hükümdarı Yıldırım ile 1402 de Ankara’da giriştiği, Yıldırım’ı mağlûbiyete uğratmasından Osmanlının parçalanıp “Fetret Devri”ne girmesine yolaçan savaş ile biliriz…

Taşkent Havaalanı’nda Özbekler, misafir devlet adamlarını geleneksel “nöbet vurma” merasiminde kullanılan Türk borusu “kerney” ve “bendir” çalarak karşılıyor Bu savaşın hatırası canlılığını Ankara’nın havaalanı “Esenboğa” sayesinde muhafaza etmektedir:*
“Esenboğa”nın aslı “İsen Buga”dır, Timur’un generallerden birinin ismidir, bazı ön saftaki hücum birliklerinin yahut Timur’un Yıldırım’ı yenen meşhur fil müfrezelerinin kumandanıdır.

Ankara Savaşında karargâhını şimdi onun adıyla anılan yerde kurmuş, burada bulunan küçük yerleşim asırlarca “Esenboğa” ismini taşımış ve 31 Mayıs 1956’da inşaatı tamamlanarak sivil havacılığa açılan havaalanına bu köyün adı verilmiştir. Timur, altı asır önce yaşanan mücadelede Yıldırımı ve Osmanlıyı perişan etmiş pek sevilmemiş ve bir kesim tarafından asırlarca nefretle anılmıştır.

o Türk ve Türkçe konuşan bir devlet adamıdır, Semerkand’ı başkent yaparak büyük bir medeniyet inşa etmiş torunlarının kurduğu ve yüzyıllarca hüküm süren diğer Türk devletlerini medeniyeti zirveye taşımıştır Timur İmparatorluğu’nun merkezi Özbekistandır Timur’un başkenti Semerkanddır Binali Bey’in yaptığı Özbekistan ziyaretinde Semerkand’a gittik, Orta Asya Türk Tarihi’nin ve Türk sanatının iz bırakmış mekânlarını ziyaret ettik…

kırk seneden buyana ziyaret etmek istediğim bir türlü imkân bulamadığım bir mekânı gördüm: Timur’un Semerkand’daki “Gûr-ı Emîr” isimli muhteşem türbesinin mahzende bulunan ama ziyarete kapalı tutulan gerçek kabrini, yani “zîr-i zemîn” şeklindeki mezarını…Zeminin altı” demek olan “zîr-i zemîn”, Türk mimarîsinin önemli bir geleneğidir Selçuklular’da, Timurlarda ve Osmanlıda ilk dönemdeki mezarlar bu şekildedir Cenaze yer seviyesinin altında bulunan mahzeni andıran bir odaya kıbleye bakar şekilde defnedilir, üzerine önceden inşa edilmiş gösterişli türbenin aşağıdaki mezarın tam üzerine isabet eden yerine de sembolik bir lâhit konur, aşağıdaki asıl mezar değil bu lâhit ziyaret edilir ve dualar burada edilirdi.

Tarihimizdeki birçok önemli şahsiyetin, Hazreti Mevlânâ’nın ve Fatihin kabirleri bu şekildedir, “zîr-i zemîn”dir asıl kabre inilmez mezarın tam üzerindeki sanduka ziyaret edilir… Zîr-i zemîn” mezarların son örneği Anıtkabir’dir. Atatürk’ün asıl kabri ziyaretçilerin saygı duruşu yaptıkları mermer lâhdin yedi metre altındaki mezar odasındadır ve oda ziyarete kapalıdır.

Timur, hayattan 1405 Şubat’ında Kazakistan’da bulunan Otrar bölgesinde ayrıldı. Naaşı başkenti Semerkand’a getirildi, vefat eden torunu Muhammed Sultan Mirza için inşa ettirdiği ve bir ay önce tamamlanmış olan türbenin altındaki mezar odasına defnedildi.
“Gûr-ı emîr” ismi verilen ve İslâm mimarîsinin çok önemli bir örneği olan türbeye Timur hanedanının önemli mensupları da defnedildi. Timur ile beraber oğulları Mîrânşâh, Şahruh, astronomi tarihinin büyük ismi torunu Uluğ Bey, diğer torunları Muhammed Sultan ile Pîr Muhammed ve yanından ayırmadığı hocası Seyyid Bereke de son uykularını şimdi bu mezar odasında uyuyor

kabirlerinin tam üzerine gelen ziyaret mekânında da herbiri için sembolik birer lâhit bulunuyor.Timur’un torunu ve tarihin en büyük astronomlarından olan Uluğ Bey. STALİN MEZARI AÇTIRDI AMA BAŞINA BÜYÜK DERT AÇTI!
Timur’un hayatı ve cenazesi maceralar yaşadı…Asıl mezarının üzerine isabet eden yere devâsâ bir yeşim taşı konmuştu ve bu taş sonraki asırlarda hükümdarların gözlerini kamaştırdı:

Timur’a hayran olan İran hükümdarı Nadir Şah 1740’de bir taşı çaldırdı yeşim blok İran’a götürülürken kırılıp iki parçaya ayrılınca başına belâ gelmesinden korkan Şah taşı gönderip yerine koydurdu. Kabir, asıl derde 1941’de uğradı: Gerasimov adındaki Rus arkeologun başkanlığında bir ekip Sovyet diktatörü Stalin’in emriyle mezarı açtılar ve Timur’un kemiklerini Moskova’ya götürdüler. Maksat, kemiklerde çalışıp Timur’un fiziksel özelliklerini ortaya çıkartmaktı…

Timur’un torunu ve Timur İmparatorluğu’nun hükümdarı Uluğ Bey’in Semerkand’da 1420’ de kurduğu rasathaneden bugüne sadece yılın uzunluğunu belirlemede kullanılan bir kısım gelebildi. Semerkand’ın yaşlıları kabrin açılmasından önce Gerasimov ile adamlarına “Mezarın kazılması halinde memleketin başına bir felâket geleceği” konusunda asırlardır vârolan efsaneyi ve mezartaşındaki “Kim mezara saygısızlık eder, Allah’ın lânetinden kurtulamaz” şeklindeki kitabeyi hatırlatıp “Yapmayın!” dediler ama talimat Stalin’dendi yaşlıları kimse dinlemedi…

Askerler 19 Haziran 1941’de türbenin etrafını çevirip halkı uzaklaştırdılar, Gerasimov Timur’un kemiklerini çıkarttı ve beklenen lânet üç gün sonra, 22 Haziran’da geldi: Nazi Almanyası Moskova’ya savaş ilân edip Sovyet topraklarını işgale başladı Uluğ Bey’in gözlem sonuçlarını kaydettiği meşhur astronomi kitabı “Zîc-i Uluğ Bey” in Semerkand Rasathanesi’ndeki müzede muhafaza edilen elyazması nüshası. Yılın uzunluğunu 15. asırda en doğru hesaplayan astronomi âlimi hükümdarın ismi, bugün ayda bir kraterde yaşatılıyor. Kemikleri Moskova’ya taşıyan Gerasimov, üzerlerinde çalıştı. Timur’un boyunun 1.73 ve “aksak” denmesinin sebebinin de kalça kemiğindeki incinme yüzünden topallaması olduğunu ortaya çıkardı. kafatasında uğraştı ve ilk uygulayıcılarından olduğu “etlendirme” tekniği ile Timur’un yüz kalıbını çıkartıp büstünü yaptı!

Timur’un Orta Asya’da yapılan tabloları ile heykellerinde, Mihail Gerasimov’un kalıbı esas alınmaktadır. Kemikler seneler sonra Stalin’in emriyle tekrar Semerkand’a götürülüp Gur-ı Emîr’e defnedildi fakat mezar operasyonu Timur’un lânetini çekmiş, Alman işgali 20 milyon Sovyet hayatına mâlolmuştu…Senelerce resmî heyetlerle birçok memlekete gittim ama Özbekistan’daki ağırlamaya başka hiçbir yerde tesadüf etmedim!Lezzeti ile meşhur Özbek pilâvı kazanlarda pişiyor ve pilâvın malzemesi ile pişirme şekli askerin her zaman tok olması için bizzat Timur tarafından tesbit edilmiş

Ziyarete katılan herkes otuz çeşit yemeğin ve emsalsiz Buhara Pilâvı’nın yeraldığı, geleneksel Özbek musikisi ve Özbek raksları ile dolu davetlerin benzerini daha önce görmediklerini söylüyor bürokraside şimdiden “Özbekler iade-i ziyaret için geldiklerinde işimiz zor” endişesi hâkim!
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-23-2018, 22:47   #136
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Question
Kaynak yenişafak.com

Mezhepsiz din ayakta duramaz
Yusuf*Kaplan yazıları

O gün Peygamberimiz’in mezhebi ni sordu, mezhebsiz bir ilahiyat profesörü televizyonda, insanların gözünün içine baka baka İnsanın nutku kesiliyor gerçekten Peygamberimiz varken mezhep olur mu? Böyle insanlar İslâm’ın itibarını ayaklar altına alıyor Yazık oluyor gerçekten, çok yazık!
“Peygamberimiz’in mezhebi mi?” vardı diye sormak, en basit ifadeyle son derece ahmakçadır

Peygamberlerin mezhebi olur mu, behey zavallılar İlâhiyatlar ve Diyanet de, hadislere, mezheplere, Sünnet’e ve Kur’ân’a saldırı karşısında İslâm’ın ilâhiyatların itibarını korumakla mükelleftir. MEZHEPSİZ DİN*AYAKTA DURAMAZ, ÇAĞI YAKALAYAMAZ, ÇAĞ KURAMAZ Peygamberimiz’in de (sav), bütün peygamberlerin mesajı vardı, elbette ki. Mezheplerin en temel nedeni Peygamberimiz’den (sav) sonra değişkenleri yok etmektir

Mezhep, vahiy-sonrası bir süreçte vahiyle irtibatının kopmamasını sağlar
Mezhepsiz din olmaz din ayakta duramaz, çağı yakalayamaz ve çağ kuramaz. Mezhepler olmazsa, insanın ilâhî bağları kopar; değişkenler sâbiteleri yutar...Dinin olduğu yerde mezhep de, meşrep de, de olacaktır.
Yoksa din, donar; hayat bulamaz, hayat olamaz ve hayat sunamaz. Peygamberimiz’in (sav) elbette mezhebi filan olamazdı; o zaman da sahabe içtihatları vardı.

Peygamberimiz olmadığı için mezhep oldu. Mezhepler olmasa, din paçavraya dönerdi. Mezhepler, sağlam kaynaklar üzerinden İslâm’ın hayata aktarılmasını mümkün kıldı. Mezhepler olmasa her kafadan ayrı bir ses çıkardı, din din olmaktan çıkardı. İslâm dünyasının yüzde 80’inden fazlası 4 ana mezhebe mensuptur. diğer mezhepler, Ehl-i Sünnet in inşa ettiği gökkubbe sağlam durduğu ölçüde nefes alabilirler, gökkubbe çökerse, 4 ana mezhebin dışındaki mezheplerin de varlığı zorlaşır.

Dört ana mezhep, birbiri ile çelişip çatışmaz bizde mezhep çatışmaları ve savaşları yoktur; Batı’da mezhep savaşları ile boğuşmuş birbirini kırıp katletmiştir Çağımızda mezhep çatışmaları icat etme projeleri vardır emperyalistlerin. Ehl-i Sünneti çökertme, sonra da mezhepleri birbirine düşürme gibi şeytansı planları vardır
Müslümanlar basiret sahibidir tuzaklara düşmezler.

Mezhepler zenginliktir, Mezhepler, kurucu kaynak Kur’ân’la ve Sünnet’le irtibat kurarlar bu, çok hayatîdir kaynağı dinamize eder, hayata sâbitelerin ışığında hakikati ruhu nakşederler.
Mezhepler, insanın ilâhî kaynakla irtibatını kurarak sâbitelerin değişkenler tarafından yutulmasını önlerler mezhepler. değişkenlerin sâbitelerin önüne geçmesini önlerler mezhepler, sâbiteler ışığında değişkenleri yorumlama imkânı sunarlar.
Mezheplere saldırmak, “dinin mezhebi olmaz, bu birbirimize düşürüyor” deyip mezhepleri inkâr etmek mezhepleri ortadan kaldırmak kelle sayısı kadar yorumun, kelle sayısı kadar mezhebin zuhûr etmesiyle sonuçlanacaktır.
Bir inancın başına bundan büyük felâket gelemez! Allah korusun.

Kaynak türkiye gazetesi.com

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
İŞ BANKASI VE CHP

Gazi’nin CHP’ye vasiyet ettiği İş Bankası hisseleri münakaşa mevzuu olmuştur.
Cihan Harbi’nde Osmanlının mağlubiyeti; İngiliz ve müttefiklerinin Osmanlıyı istilası,*İngiliz işgalindeki hilâfete hürmet ve sempati besleyen hind halkının kendi perişan hâllerine bakmayarak*yardımına neden oldu

20 Mart 1919’da Bombay’da Merkezî Hilâfet Komitesi kuruldu. Reisi milyoner Seyyid Can Muhammed Çotani; yardımcısı Şevket Ali idi Çotani’nin yerine, Muhammed Ali geçti. Komite, Eylül 1919’da Anadolu’nun parçalanmasını önlemek*ve halifeliği korumak adına yardım yapmayı kararlaştırdı. Bu harekete, İsmailîlerin lideri Ağa Han adamı Seyyid Emir Ali, Şiî Muhammed Ali Cinnah ve Hindulardan Gandi de vardı İngiltere’nin Hindistan bakanı Montagu ve Bombay Vâlisi George Lloyd destekliyordu.*“
*
Komite, İzmir’in işgaliyle Londra’da muhteşem bir miting tertipledi. telgraflar çekerek,*işgali protesto*ettiler Başbakan Lloyd George, komiteden bir heyetle Parist görüştü ve*Türkiye için mücadele edildi. Komite, kurduğu Ankara Fonu, İzmir Yardımı ve Osmanlı Esirleri Fonu’nu idare ediyordu. Bu fonlar, Hind zenginlerinin yardımlarıyla, halktan toplanan paralardı 1923 Ekim’ine kadar Ankara’ya 329.774 altın sterlin*gönderildi.

122.000 sterlinlik meblağ hilâfetin muhafazası için harcamaları yapmak üzere doğrudan Mustafa Kemal’e ödendi Ancak halifelik kaldırılmıştı genede Türk*Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti yardımları kabule devam etmiştir. Buhara Müslümanları hilâfet dâvâsı için topladıkları altınları, Moskovadan Ankara’ya ulaştırmıştır.
Mustafa Kemal, Komite’ye yazdığı 9 Kasım 1922 tarihli teşekkür mektubunda, paranın “millî emellere”* göre harcanacağı teminatını verdi. Ancak örtülü ödenek gibi gördüğü bu parayı Osmanlı Bankası’na yatırdı; 250 bin lirasıyla*da İş Bankası’nı kurdu.

Ankara hareketinin hiçbir şey ödemeden sahip olduğu banka, 9 Eylül 1924’te resmen açıldı. İttihatçıların kurduğu İtibar-ı Millî*Bankası’na da*el konularak İş Bankası’na devredildi Bugün banka hissedarlarının vârisleri ile TİB mahkemeliktir.Eski düzeni ve İstanbul sermayesini temsil eden Osmanlı Bankası,*iktisadî ve siyasî gücün*Ankara’ya intikalini sembolize eden İş Bankası’nın kurulması, Kemalist inkılaplar için büyük bir adımdır.

Falih Rıfkı, iş bankasının politikacılar bankası olduğunu söyler; banka yeni rejimi desteklemek üzere kurulmuştur
Devletle iş yapacak kişilere bankada* hesap açma*ve*hisse alma*mecburiyeti getirilmiştir. İsmail Cem, İş Bankası’nın devlet eliyle fertleri, Halk Partilileri zengin etme projesinin parçası olduğu fikrindedir. İş Bankası’nın sermayesi, Hindistan’dan gelen*paradır bir kısmıda Ankara, Yalova, Silifke, Tarsusta çiftlik ve sair mülklerin alınmasında kullanılmıştır. O zaman*arazi ucuz, para ikıymetli*idi. Paranın*10 bin lirası* CHP’nin oCumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi’ye verilmiştir.

Gazi’nin yaveri Hasan Rıza Soyak paranın Hind Müslümanlarınca gönderildiğini doğrular; paranın Gazi’nin şahsına*gönderildiğini müdafaa eder. Zekeriya Sertel,Halide Edib’in bu sebeple Mustafa Kemal’e*sert çıkıp* yollarını ayırmıştır Gazi *şarap ve bira fabrikaları, atölyeler, imalathaneler, makineler, otomobiller, kamyonlar, ahırlar, seralar, mandıralar, lokanta ve gazinolar, liman ve iskeleler bulunan 155 bin dönümlük çiftliklerini 1937’de hazineye satarak*parasını CHP’ye vermek istemiş fakat İnönü dedikodudan çekinip karşı çıkmıştır

CHP, bugün İş Bankası’nın*%28 hissesine*sahiptir. Banka idare heyetine 4 âzâ*yollar. Kılıçdaroğlu bunlardan biriydi. hisselerin*kârı, Türk Tarih Kurumu ve Dil Kurumu’na ödenecektir. CHP’ye ait hisseler,*demokrasi devrinde partilerin eşit imkânlara sahip olması prensibi ışığında münakaşa olmuş;*kültür inkılabıında yıkıcı ve yanıltıcı icraat sebebiyle münevver çevrelerin tenkitlerine hedef olan bu*iki müesseseye para tahsisi abes bulunmuştur.


*Kaynak türkiye gazetesi.com

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Akli ve naklî ilimler

İslam tarihinde ilimler, akli ve naklî olmak üzere ikiye ayrılmıştı. kaynak, maksat ve değerlendirme farklılığı bulunuyordu. Akli ilimler felsefi bilimlerdi. aklı kullanmak suretiyle bilimi daha geliştirmek ve ileriye taşımaktı ilimlerde deneme yanılma deneyler tartışma, gözlemleme vs. uygulamalarla ilmi yenileme, geliştirme ve ileri götürmek vardı Fizik, kimya, matematik, tıp, mühendislik tarih coğrafya bu ilimlerdir. Şanlı Peygamberimizin,*“İlim Çin’de de olsa alınız”*hadisi bunun içindir.

Naklî ilimler dinî ilimlerdir. Akait, tefsir, hadis, fıkıh vb. Peygamber efendimizden bize gelen bilgilerdir. Kur’ân-ı kerimi gönderen ve kıyamete kadar koruyacağını vadeden Cenâb-ı Hak’tır. Onu şanlı Peygamberimize indirdi. efendimiz Eshâbına anlattı, açıkladı. Kur’ân-ı kerimin ilk müfessiri Peygamber efendimizdir. Hadis-i şerifler onun sözleridir. İbadetlerden hayatın bütün safhalarına kadar fıkhın ve hukukun temelini o göstermişdir

Ümmetimin âlimleri Benî İsrail’in nebileri gibidir”*ve*“Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir”* buyurulmuşdur Eshâbı ve müctehid İslam âlimleri hadisi şerifleri kitaplara geçirip bizlere gelmesini sağlamıştır naklî ilimler olan dinî ilim ve bilgiler, Peygamber efendimizden bize kadar nakledile nakledile gelen bilgilerdir. Naklî demek dinî bir hükmün Kur’ân-ı kerime veya Peygamber efendimize ulaşması, varması demektir. O halkada bir kopukluk varsa Peygamber efendimize ulaşmıyorsa o dinî olmaktan çıkar. Söyleyen kişinin kendi görüşü olur.

Yahudi ve Hıristiyanlar İncil’i ve Tevrat’ı kendi görüşlerine göre uydurup bozmuşlardı. onlar dinî ilimlerini felsefi ilimlere sokmuşlardı İncili tartışıyorlar ve kendilerine uygun gelmeyeni değiştiriyorlardı. çeşit çeşit İnciller ortaya çıkmıştı. Matta*İncili, Markos*İncili, Luka*İncili, Yuhanna*İncili
saf ve sağlam bir itikada ve ahlaka sahip Osmanlı Türklerine karşı üstünlük kuramayan Batı, yeni projeler geliştirdi savaş meydanları onlar için hep hüsran olmuştur

Türkleri, Müslümanları mekteplerden vuracaklardı. İnanç ve itikatlarını bozacaklardı. Batılı oryantalist ve Beyrut’un papazları efendimizin hadislerini, Kur’ân-ı kerimi okudular, kendilerince Müslüman çocuğunu aldatacak ve inançlarını sarsacak noktaları tespit ettiler. bir dönem Seyit Kutup yoluyla İslam’ın Türkler elinde dondurulduğunu, gelişmediğini ifade ettiler ve İmam-ı Gazali hazretlerine oklarını doğrulttular.

İmam-ı Gazali ki, Huccetü’l-İslam’dı. Felsefecileri ve fikirlerini mahvetmişti. İslam dinini sımsıkı yapmıştı. İslam düşmanları ona ve tüm âlimlere saldırıp. dinî ilimlerin içine felsefeyi katdılar Her şeyi tartışıp münakaşa yaparak doğruya ulaşacaklarını zannettiler onlara göre. doğru belli değildi İslam yaşanmamıştı Doğru inanç ve itikat 1400 senedir hiç bilinmemişti

1949’dan itibaren İlahiyatta pozitivizm hâkim oldu. aklı öne alan ve aklı din yerine koyan bir zihniyet ortaya çıktı bilim dinin yerini almıştı onlar için dini öğretmek değil tartışmak esastı.
ilahiyatlarda müctehid âlimler, mezhep imamları ve tasavvuf erbabı hafife alındı aşağılandı. hadisler tartışılıp ayıklanmaya başlandı. İşine gelmeyen yaşantılarına uymayan her hadis mevdu diyerek uydurma denerek atıldı. Felsefe sınır tanımıyordu! Kader var mıydı? İsa as ölmüş müydü göğe mi çekilmişti? Cinler var mıydı? Âlimler ictihad kapısını neden kapatmışlardı? Bu kapı açılmalı ve herkes kendine göre bir din ortaya koyabilmeliydi

Darbe devirlerinde Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz gibi namazı, orucu, itikadı bozanları dinledi millet. Fakat bunlar milletin TV’lerde gördüğü idi. Bunların İlahiyatta temsilcileri çoktu
felsefenin konusu en sonunda imana geldi imanı tartışanların fikirleri 40 yıldır FETÖ vasıtasıyla gençlerimize şırınga ediliyordu. 15 Temmuz 2016’da gençlerimiz işgale kalkıştı

millet dinini bozan bu tiplere ve zehirlere tepki koydu. mesele bedenlerin çiğnenmesinden ve felaket idi. İman ve ahlak yok ediliyor, zihinler öldürülüyordu. duyarlı i protesto ettiler.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün bu tepkiyi DEAŞ’la irtibatlandırması korkunçtu
DEAŞ kökü dışarıda sünnetsiz bir akımdır Ehl-i sünnet inanışını yıkanlardan temin ediliyor sahip olanlardan değil. Siz fireni patlamış kamyon gibisiniz! Milletin değerlerine, imanına, Kur’ân’ına, inancına pervasızca saldıracaksınız birileri yapmayın, etmeyin deyince DEAŞ olacak öyle mi? DEAŞ’ın ne olduğunu bile bilmiyorsunuz! DEAŞ’ın Ehl-i sünnet dışı radikallerden çıkmıştır

FETÖ’ye tek söz etmeyen, Ehl-i sünneti küçümseyen Ehl-i sünnet e saldırmayı marifet zanneden ve bendenize Afgani, Abduh, Reşit Rıza gibi mezhepsizleri tenkit ettiğim için“yalan söyleme”*diyerek sataşan Hayreddin Karaman ve avanesinin Mustafa Öztürk, Ömer Özsoy, İlhami Güler ve benzerlerine bir çift sözü var mıdır acaba?*Darbe yapmalarını mı bekliyorlar?Neden susuyorlar!


Kaynak sabah.com erhan afyoncu

II. Mahmud ve Kavalalı, Suudîler’in hayallerine son vermişti


Suudîler, 18. yüzyılda ortaya çıkan Vehhabîlik’e destek verip, Arabistan’a hakim olarak devlet kurma hayallerine kapılmışdı. II. Mahmud Kavalalı’yı görevlendirerek Suudîler’in varlığına son verip, Emir Abdullah’ı 199 yıl önce İstanbul’da idam ettirmişti Osmanlılar 1517'de Memlük Devleti'ni ortadan kaldırıp Arabistana hakim olmuşdu. çöllerde birçok Arap aşireti yaşıyordu. Suudîler Dir'iye bölgesindeydi.
18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünün azalmasıyla birlikte topraklarda isyanlar çıkmaya ve imparatorluğun uzak topraklarında merkezi otorite azalmaya başlad

ıİslamiyet'in kutsal topraklarında Osmanlıyı tehdit eden bir gelişmeler yaşandı. Vehhabîliğin kurucusu Abdülvehhab oğlu Muhammed'in düşünceleri Arabistan'a yayıldı. Abdülvehhab oğlu Muhammed'in düşünceleri Dir'iye Emiri olan Suud oğlu Muhammed ile 1744'te tanışmasıyla güçlendi. Vehhabîler ganimetleri bedevilere dağıtarak sayılarını artırdılar.

Vehhabîlik yayıldıkça Suudîler'in nüfuzu genişledi. Osmanlı gelişmelerden 1749'da Mekke Emiri Şerif Mesud'un gönderdiği bir yazıyla haberdar oldu.
Vehhabîlik çok büyümediğinden yöneticileri çok rahatsız etmemişti.
19. yüzyılda Suudî nüfuzu arttı Osmanlı yönetimi müderris Adem Efendi'yi nasihat için Necid'e gönderdi. Babasının yerine emir olan Abdülaziz tarafından Mekke'de kabul edilen Adem Efendi'nin gayret ve nasihatleri hiçbir fayda vermedi.

Suudîler nasihat yerine kafalarına göre kurdukları devletlerinin tanınmasını bekliyordu Abdülaziz Mekke'ye doğru harekete geçip oğlu Suud'u da Şiiler'in üzerine Kerbela'ya gönderdi. Suud, Mayıs 1802'de Kerbela'da matem törenleri yapan Şiiler e hücum ederek binlerce kişiyi katletti. Şubat 1803'te Taif'i ele geçiren Abdülaziz her yeri yağmaladı. Tekke ve türbeleri yıkıp, kitapları yaktırdı. Vehhabîler iki ay sonra da Mekke'ye hakim oldular. Mekke'de Hazreti Muhammed, Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve peygamberimizin kızı Hazreti Fatıma'nın doğduğu evler ve türbeler yıkıldı. Musiki aletleri ve sanat eserleri parçalandı.

Cidde saldırıları başarılı olmayınca Dir'iye'ye çekildiler. Osmanlı kuvvetleri Temmuz 1803'te Mekke'yi geri aldı Ekim 1803'te Abdülaziz Dir'iye'de öldürüldü. Suudîler'in gücü azalmadığı gibi saldırganlaştılar 1805 Haziranında Medine'yi, 1806 Ocak ayında Mekke'yi işgal ettiler. Osmanlı bu yıllarda Napolyon'un Mısır işgali, Rus savaşı, iç karışıklıklar ve diğer meselelerle uğraştığından bölgeye müdahale edemedi. Suudîler 1811'de büyük bir bölgeyi kontrollerine almışdı.

Osmanlı Rus savaşının sona ermesiyle Mısır'da otorite kuran Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı Vehhabîler'in üzerine görevlendirdi. Kavalalı, oğlu Tosun Paşa kumandasındaki orduyu Vehhabîlere gönderdi. Uzun mücadelelerden sonra Tosun Paşa 1812 de Medine'yi Vehhabîlerden geri aldı. 1813 te Mekke ve Taif'ten Vehhabîler atıldı. Kavalalı'nın kuvvetleri Vehhabîler'e nefes aldırtmadı. Kavalalı'nın oğlu İbrahim Paşa Eylül 1818'de Vehhabîler'in merkezi Dir'iye'yi ele geçirip, Emir Abdullah ve birçok kişiyi esir aldı.

Esirlerle birlikte Kâbe'nin anahtarları ile asilerin kutsal yerlerden ve Hazreti Muhammed' in türbesinden aldıkları eşyalar İstanbul'a gönderildi.
Kutsal toprakları istila ile hac ziyaretine izin vermeyen ve kutsal birçok eşyayı talan ve din büyüklerinin türbe ve evlerini yerle bir eden asiler boyunlarında kalın çifte zincir ellerine kelepçeler takılmış halde ahaliye teşhir için Divanyolu'ndan yürütülerek hapishaneye atıldı. Ertesi gün de hırsızlık ve yağmacılıkla itham edilsi 1819 Aralık da Suud oğlu Abdullah saray meydanında, önde gelen adamları ile İstanbul'un kalabalık yerlerinde boyunları vurularak cezalandırıldılar.

Vehhabîlik, Abdülvehhab oğlu Muhammed'in düşüncelerinden oluşan dini ve siyasi harekettir. Vehhabîler lendilerine Muvahhidun, yani tevhidciler derler. Hanbeli mezhebini İbn-i Teymiyye yorumutla takip ederler. Suudî Arabistan'ın resmi mezhebi Vehhabîliğin en belirgin özelliği Kur'an ayetlerinin manalarına yaklaşmamak, kendilerinden olmayanları kâfir ilan etmektir. Türbe ve mezar yapmak camileri süslemek tütün ve kahve içmek, makam, yani musiki ile ezan okumak, tespih çekmek, mevlit okutmak, adak adamak ve benzeri şeyler bid'attır. Hazreti Muhammed'den sonra icat edilmiştir, bunlardan şiddetle kaçınılmalıdır. Vehhabîlerin görevi bid'atlerle mücadeledir.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta