09-26-2009, 21:25 | #121 |
Zaman- Yorum-Etyen Mahçupyan
Laikliğin Cehaleti "Bilimsellik kisvesi altında toplumun karşısına çıkarılan laiklik sayesinde, toplumun kendisi bir anda siyasetin dışına itildi. Çünkü toplum cahildi... Doğruları bilmiyordu... Doğruları bilmeyen bir toplumun siyasetinden bir hayır çıkmayacağı aşikârdı. Siyaset laik kesimin uhdesinde kalacak ve toplum da laikleştikçe siyasete dahil olacaktı. Bunun son derece teşvik edici bir politika olduğu su götürmez. Nitekim yoğun bir laikleşme arzusu yarattı. Laik olmanın yarattığı imtiyazları paylaşma, dar yönetim kadrosunun parçası olma herhalde bir çekiciliğe sahipti. Ama Türkiye'deki laikliği açıklamak için bunlar yetmez... Burada laiklik gerçekten de bir üstünlük, bir 'adam olma' önkoşulu olarak görüldü. Ne var ki benimsenen otoriter zihniyet içinde şekillenmiş bir laiklikti. Yani doğruları söyleyen, düşünmeyi değil, 'yanlışı' reddetmeyi ima eden bir laiklik. Mesele düşünme olmadan yanlışın nasıl tespit edileceğiydi, ama o noktada da devlet imdada yetişiyordu. Devlet 'şeriat' ve 'irtica' kavramlarını sıcak tutarak ve içlerini doldurarak, hem laik kesimin uzak durması gereken bir toplum zeminine işaret ediyor, hem de bu sayede laik kesimi yeniden üretiyordu. Çünkü laik olmak, modern olmak kadar cahil olmamayı da ifade etmekte; birincisi kendi cemaatini tanımlarken, ikincisi 'ötekine' mesafe almayı salık vermekteydi. Sonuçta laik kesim gözünün önünde duran gerçekliği görmektense, kendisine uygun gelen hurafelerin peşinden gitmeyi tercih edebiliyor. Cehaleti yenmek üzere yola çıkmış olanların geldikleri cahilane nokta ibret verici... Cehaletin bilgisizlik olmayıp, bilmediğin halde kendini biliyor sanmak olduğunu laik kesim de öğrenecek. Ve belki de o zaman kendisini cahil 'bıraktıranın' ne olduğunu, cahil 'bırakanların' da kim olduğunu sorgulayacak. " "Laiklik" vaveylasını koparanları, "şeriat" korkusu imajıyla gözleri boyayanları tekrar tekrar düşünerek bu yazı okunmalı.. Türkiye'de laiklik.. Türkiye'nin "laik" kalması bir de bu açıdan değerlendirilmeli.. |
|
09-26-2009, 21:31 | #122 | |
Nuh GÖNÜLTAŞ - 26/09/2009
Alıntı:
|
||
09-26-2009, 22:02 | #123 | |
Tarık TAÇBAŞ - 26/09/2009 - "GECE 01.30'A RANDEVU VERDİ, ŞAŞIRDILAR"
Alıntı:
|
||
09-27-2009, 14:57 | #124 |
27.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''İktidarları şangur şungur'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Ülkesi için taş üzerine taş koymamış, buna karşılık ülkenin sunduğu fırsatlardan en fazla nemalanan, kendi burnundan kıl aldırmazken başkalarında hep küçümsenecek bir şeyler arayıp bulanlar... Kendilerinin tavrını 'siyaseten doğru' gösterip siyaset ve siyasetçi harcayanlar... Yumurtadan çıkmış, çıktığı yumurtayı beğenmeyen tipler... Başlarda, “Ak Parti iktidarı bir dönemlik” diye etraflarını avuttular; ardından “Aman daha fazla uzamasın” diye sağa-sola davet çıkardılar ve siyaset-dışı iktidarlarını bugüne kadar sürdürdüler... Duyulan şangırtılar, duvara toslayan onlardan çıkan seslerdir. Konu menes tarafından (09-27-2009 Saat 15:11 ) değiştirilmiştir.. |
|
09-27-2009, 14:59 | #125 |
Nuh Gönültaş
2120... KIYAMETİN TARİHİ Evet... Adnan Oktar Allah'tan başka hiç kimsenin, peygamberinin dahi bilmediği bir bilgiyi Çırağan Sarayı'nda birlikte iftar eden gazetecilerle paylaştı. "Kıyamet 2120 tarihinde kopacak." Wowww... Desenize dünyamızın 110 yılı kaldı. Demek ki biz göremeyeceğiz ama bizim çocuklarımızın torunları kıyameti yaşayacaklar! Onlar için ne müthiş bir son! Kıyametin tarihi önceden bilinebilir mi? Sanmıyorum! Kur'an açık biçimde bu bilginin Allah'a ait olduğunu, kimsenin önceden bu bilgiye sahip olmadığını bildiriyor. "İnsanlar, sana kıyametin saatini sorarlar, De ki: 'O'nun bilgisi yalnızca Allah'ın katındadır.' Ne bilirsin, belki kıyamet saati pek yakında olabilir. (Ahzap, 63) Şimdi... Böyle olduğu halde nasıl olur da bir insan, insanlardan bir insan bu konuda bir tarih verebilir? İslam alimleri bu konuda söz söylerken her defasında cümleden önce "Doğrusunu ancak Allah bilir" demişler ve ondan sonra kutsal kaynaklardan bu konuda verilen ipuçlarını değerlendirmişler ve bir tahminde bulunmuşlar. Ama doğrusunu isterseniz bugüne kadar resmen bir tarih verenine rastlamamıştım. Neyse... |
|
09-27-2009, 15:01 | #126 |
Zihni ÇAKIR
AK PARTİ İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE: BELEDİYE BAŞKANLARI Son 3 yıldır AK Parti’ye yönelen eleştiri ve yolsuzluk iddialarına baktığınızda, yerel yönetimler üzerinde yoğunlaşıldığını göreceksiniz. Bu yönde emniyet ve polisin savcılık talimatlarıyla operasyonlar düzenlediği, operasyonlar sonrası yaşanan gözaltı ve mahkeme sorgusuyla tutuklamaların yaşadığı kayıtlarda mevcut. Hal böyle olunca, yerel yöneticilerin(Belediye Başkanlarının) belde, ilçe ve bazı il teşkilatları üzerinde kurduğu tahakküm, onların bulaştığı şaibeler konusunda parti teşkilatlarını da zan altında bırakıyor. Somut bir ilişki kurulmasına neden oluyor. Bu sadece AK Parti için değil; diğer tüm partler için de geçerli bir olgu. AK Parti’ye yakın medya organlarının muhalefete ait belediyelerdeki hukuksuzluklarla ilgili yargı sürecini ön plana çıkarma nedeni de bu zaten. Yerel yöneticiler üzerinden partiyi zan altında bırakmak. Öyleyse bu yönde en dikkat etmesi gereken iktidar partisi ve onun mensupları değil mi? Bundan şüphem bile yok. |
|
09-27-2009, 20:52 | #127 |
27.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mümtaz'er Türköne'nin ''Açılımın yelpazesi ve milliyetçilikler'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Ulus devletlerin abartarak tedavüle soktuğu devlet milliyetçiliği ile "ulusal kurtuluş" iddiasındaki seperatist milliyetçilikler birbirlerinin ikiz kardeşleri. Her ikisi de totaliter ideolojilerle ve otoriteryen kişiliklerle besleniyor. Birincisi demokrasiyi bir sapma hali olarak görüyor, devletin güvenliğinin topluma emanet edilemeyeceğine inanıyor. İkincisi peşinen her türlü çözümü "önderliğe" havale ederek demokrasiyi Kürt ulusalcılığının ziynet eşyasına dönüştürüyor. |
|
09-28-2009, 15:08 | #128 |
Arzu ERDOĞAL-VAKİT
Sarıgül, Başbakan olabilir mi? Bir bakıma Sarıgül, halkın hem muhalefetten hem de iktidardan yana sıkıntılarını çok iyi tespit ederek halkın hoşuna gidebilecek iyi bir siyaset geliştirmiş gözüküyor. Evet, az öncede belirttiğim gibi bu görüşüm 3. iddianameye kadar geçerliydi. Çünkü iddianameye Sarıgül ile Ergenekon zanlısı Mehmet Haberal arasında geçen ilginç bir telefon konuşması yansıdı ve bu konuşma kafaları karıştırdı. Konuşmada, Sarıgül başbakanlık hedefini Haberal'a açıyor ve 'Ben Türkiye'nin başbakanı olacağım belki ama benim başbakanım sizler olacaksınız. Yol haritamı aktaracağım izin verirseniz, başka bir şey olacak' ifadelerini kullanıyor. Haberal ise ondan CHP ile uğraşmamasını istiyor. Sarıgül’de talimatı aldığını ve konuşmasını tamamen değiştirdiğini söylüyor. İşte bu gelişme Sarıgül’e olan bakış açısını değiştirecektir. Sarıgül sevilen bir isim… Medya ve iş dünyasından da destek görüyor. Ancak bu tek başına yeterli olmuyor. Kuracağın ekip önemli, iç siyasetin yanı sıra dış siyasette de farklı açılımlar gerekli, en önemlisi de halk desteği… 3. iddianame ile gündeme yansıyan Sarıgül profili eskisini bir anda yıkabilir. Şayet Sarıgül her şeye rağmen bu konuşmanın üstünü örtecek tarzda bir siyaset geliştirirse önümüzdeki genel seçimlerde rakiplerini zorlayabilir… Belki şu aşamada Başbakan olması zor gözükse de “Baykal’dansa Sarıgül” mantığı ile meclise muhalefet partisi lideri olarak adım atabilir. |
|
09-28-2009, 15:09 | #129 |
Selçuk Özdağ-VakitBursaspor - Diyarbakırspor maçı ve Federasyon
Bu ülkeyi hiçbir dış güç bölemez, bölerse içindeki ahmaklar, cahiller, hastalar, psikopatlar böler. Bursaspor, Diyarbakırspor maçında yapılan tezahüratları gazetelerden okumuşsunuzdur. "PKK dışarı" diye bağıran bazı Bursaspor taraftarlarının bu terbiyesizce tavrını nereye koymak lazım acaba? Diyarbakır bu ülkenin bir parçası.Her şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da farklı düşünen, toplumun genel çizgilerinin dışına çıkanlar olabilir. Ancak bu kimseye bu ülke insanlarını aşağılama, ötekileştirme, bütünden koparma, dışlama hakkını vermez. Aynı tezahüratın size yapıldığını düşünün, ne hissedersiniz. Altı üstü bir futbol karşılaşması. Spor birazda dostlukları pekiştirmek, ilişkileri geliştirmek, ortak duygular oluşturmak için yapılır. Bir şov,gösteri sporudur yani. Hal böyleyken bir avuç edepsizin, ülkenin yüreğini hançerlemek anlamına gelen bu tavırlarına ne demeli? Milliyetçilik ona buna yafta yapıştırıp, oraya buraya savurmak değildir. Gerçek milliyetçilik ülkeye zarar verecek söz ve davranışlardan kaçınmak, bütünleştiren, barıştıran, kucaklaştıran bir yol izlemektir. Bu tür tezahüratları yapanlar kendilerini milliyetçi sanıyorlarsa aldanıyorlar, PKK'nın ekmeğine yağ sürenler olsa, olsa bölücü olurlar. |
|
09-28-2009, 16:36 | #130 |
Doğrudan siyasi içerikli değil bu paragraflar ama "eğitim"de siyasilerin gözden geçirmesi gereken temel konulardan biri ise burada olmalı bu satırlar:
Yenişafak-Yusuf KAPLAN- Çocuklarımızı "öldürüyorlar" bayım "Biz bize gelelim… Ve başımıza nasıl bir taş düştüğünü görelim… Davud-u Kayserî, Kadı Burhaneddin, Molla Gurani, Molla Fenarî, Gazâlî, Yunus, Mevlânâ, Merâğî, Itrî, Fuzûlî, Bâkî, Şeyh Galip, Levnî, Karahisârî, Taşköprülüzâde, Kâtip Çelebi kimdir acaba? Ne söyler bize bu kurucu figürler bugün? Ne anlam ifade eder yarınımız için? Çocuklarımızı geçtik; elitlerimiz, aydınlarımız, yazarlarımız için hangi rüyalara, ideallere, ufuklara, yaratıcı atılımlara kaynaklık eder, etmiştir, edebilmiştir acaba? Kurucu figürlerini tanımayan, onlarla aynı rüyaları paylaşamayan, onların hayallerini, heyecanlarını, coşkularını, ideallerini, çilelerini yaşayamayan, hissedemeyen, soluyamayan, yeni hayallere, rüyalara, coşkulara, ideallere dönüştüremeyen kuşaklar, kendilerini tanıyabilirler mi, dünyayı, dünyanın başka kültürlerini tanıyabilirler mi? Eğitim sistemimiz, sömürgecilerin yapamayacağı kadar tahribat yapıyor… Kültür hayatımız,medya dünyamız kendi kültürümüze, sanatımıza, düşünce dünyamıza o kadar yabancı, o kadar ilgisiz, o kadar kör ve duyarsız ki, insanın çıldırırcasına haykırası geliyor, "durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak" diye… Bizim etik, estetik ve adalet ilkeleri üzerinden insanlığa sunduğumuz görkemli ama bir o kadar da mütevazı; gittiği her yere ruh götüren, hayat bahşeden; yüzyıllarca hem zamanı, hem mekânı fetheden kurucu figürlerimizin inşa ettikleri kendi gök kubbemizi tanımadan, yaşamadan ve yaşatmadan geleceğe ne söyleyebiliriz ki biz? Geleceğimizi nasıl teminat altına alabiliriz ki? Çocuklarımızın ideallerinin, ruhlarının, rüyalarının ve hayallerinin öldürülmesini nasıl önleyebiliriz ki? Kendi hayallerini kuramayanlar, başkalarının hayallerini yaşamaktan, dolayısıyla yok olmaktan kurtulamazlar… " En önemli konu bu işte.. KEndi köklerinden beslenebilmek ve değerlerimizi bilmek.. Ve gerektiğinde değerler üretebilmek.. Bunun yolu ise değerlerimizin düşünce yapılarını, zihin örgülerini çözebilmekten geçiyor. Kendimizi bulabilmemiz, kendimize gelebilmemizin elzem yolu bu. Çocuklarımızın kendi ayakları üstünde durabilmelerinin yoluda buradan geçiyor. Geçmişlerini öğrenebilmeleri ve kendilerini köklü geçmişin bir dalına ait hissetmeleri. Eğitim sistemiz bu hakikatleri öğrencilerin zihnine nakışlayabilecek nitelikte mi peki? Hangi ulvi değerleri tanıyor çocuklarımız, ya da bizler? Eğer sistemde eksiklik varsa bu eksiği yamalayacak güçte miyiz bizler? Okumalı ve düşünmeliyiz.. Biz geçmişimizden koptukça rüzgarın hakimiyeti kaçınılmaz olacaktır.. |
|
Konuyu Toplam 5 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 5 Misafir) | |
|
|