11-06-2008, 09:39 | #1 |
Küfretmeyin, teşekkür edin (AHMET KEKEÇ)
Olacağı buydu... Oldu... Mevzu ‘Popstar jürisi’nin diline de düştü ki, artık bu memlekette hiçbir şey tartışılmaz.
Efendim, Müjdat Gezen’den sonra, Orhan Gencebay da ‘Mustafa’ filmini beğenmemiş. Buyurmuş ki, ‘Özür dilerim ama filmi hiç tutmadım. Atatürk’ü karanlıktan korkan, günde 1 büyük rakı, 3 paket sigara içen biri olarak göstermiş... Bir lider böyle mi tanıtılır?’ Niçin beğenmediğini sorgulayacak halimiz yok. Ben de Can Dündar’ın yaptığı birçok şeyi beğenmiyorum. Fakat, itiraz, iktidarla ilişkilerinde hep ‘uygunsuz’ durumda yakalanmış bir ‘protest ses’ten gelince, işin rengi değişiyor. Bu ağabeyimiz, ‘koğulmuşların sesi’ olarak piyasaya çıkmıştı. Hepimiz onu çok sevdik. Hálá çok seviyoruz... Duruşu, tarzı, giderek sinir bozucu bir hal almaya başlayan efendiliği... Her bir şeyine bayılıyoruz... Fakat, bu ağabeyimiz tuttu, hiç yapmaması gereken bir şeyi yaptı... Hadi, totaliter ülkelerin alışkanlığı olan ‘devlet sanatçılığı’ unvanını kabul etti, yok yere mesele çıksın istemedi... Hepsine eyvallah da... Tutup kendisine o unvanı veren ‘devlet büyüğü’nün elini öptü. Eli öpülesi kişinin bizatihi ‘kendisi’ olduğunu/olabileceğini fehmetmekten o kadar uzaktı ki... Üzüldük. Sonra, bir seçkin müzik adamının, ‘Onun müziği içinde tek ses barındıran çok sesli bir çorbaya benziyor’ sözlerini ciddiye alıp sazını ve akordunu bozdu, dünya durdukça yaşayacak ‘Batsın bu dünya’nın ‘kitlelere uygun’ steril versiyonunu çıkardı. Bu dünya, ‘daha güzel, daha yaşanabilir, daha aydınlık bir dünya için’ batmalıymış. Yoksa, bu dünyayla bir alıp veremediği yokmuş. Koskoca Orhan Gencebay, ‘soyutlayabilen’ bir kafa olduğu halde, daha güzel, daha yaşanabilir, daha aydınlık bir dünyanın, aynı zamanda ‘çirkin ve yaşanmaz bir dünya tasavvuru’ olduğunu idrak edemedi. Bu dünyanın çok çalışan, çok kazanan, ama az hisseden, az yaşayan insanların tahayyülündeki ‘cennet’ olduğunu, mutlaka batması gerektiğini çözemedi. Bize, ‘sevelim, coşalım, mutlu olalım’cıların vasatını uygun gördü. Çok ayıp etti... Bu ayıp ortada dururken, bir ayıp da totaliter ağızların boy hedefinde olan Can Dündar ve ‘Mustafa’ filmine karşı sergiledi. Neyse ki, Müjdat Gezen gibi ‘delirmiş’ vaziyetlerde değildi... İtirazlarını, hiç değilse, edep dairesinde ortaya koydu. Soru şu: Kendilerini ‘Atatürkçü’ ya da ‘Kemalist’ diye taltif eden, ama totaliter alışkanlıklarından vazgeçmemiş kesim, neden alışılmış Mustafa Kemal imgesi dışındaki bir görüntüye (acı çeken, üzülen, kederlenen Mustafa Kemal imgesine) tahammül edemiyorlar? Nedeni açık: Mustafa Kemal onlar açısından bir tür ‘ekmek kapısı.’ Totaliter alışkanlıklarını sürdürebilmeleri için... Bugüne kadar, bütün darbeler ‘Kemalizm’ adına yapıldı. Darbeciler, yaptıkları işi meşrulaştırmak için, her bucağı Mustafa Kemal portreleriyle donattılar. Dolayısıyla, gerçeğin dışında bir ‘Mustafa Kemal imgesi’ oluştu. Bu nedenle, durumdan rahatsız olan sahih Atatürkçüler, (Murat Belge’nin de altını çizdiği gibi), bundan sonrası için daha ‘insancıl’, daha ‘güler yüzlü’ bir Atatürk imgesine ihtiyaç duyuyorlar. Bilebildiğim kadarıyla filmin yönetmeni Can Dündar da ‘Kemalizm’ konusunda tarafını seçmiş bir kişi. Hatta, kendisine eleştiri yönelten Müjdat Gezen ve Orhan Gencebay’dan daha ‘sahih’, daha ‘sağlam’ bir Atatürkçü... Kemalistler bence ona teşekkür etmeli. Mustafa Kemal imgesini onardığı ve ‘herkesin Mustafa’sı’ haline getirdiği için... 6 Kasım 2008 Perşembe
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|