04-01-2010, 13:08 | #1 |
Kur'ân'dan Liderlik İlkeleri
“Kur’ân ve sünnetle şekillenen kültürümüzde¸ “Mahkeme kadıya mülk değildir” özdeyişi meşhurdur. Fatih’in babasının¸ güç ve kuvveti yerinde iken tahtını¸ geleceğin Fatih’ine bıraktığını herkes bilir¸ ancak kimse aynı konumda olmayı istemez. Bizde elde ettikleri koltukta¸ son nefeslerine kadar oturmayı şiar edinenler vardır. Hele bir de layık olmadıkları halde işgal ettikleri makamlarda oturdukları halde¸ “Ölüyoruz¸ mahvoluyoruz” diyerek sızlananlar vardır.”
Kur’ân¸ bize hayvanların da ümmet olduğunu¸ onların hayatında da hiyerarşik bir yapının olduğunu haber verir.1 Bu durum¸ sosyal hayatta bireylerin birbirlerine muhtaç bulunduklarını¸ aralarında sevgi ve saygıya dayalı bir dayanışma ve iş bölümünün gerekli olduğunu anlatması bakımından önemlidir. Zira toplumda hiyerarşi yoksa anarşi var demektir. İnsan¸ hemcinsleriyle birlikte yaşamaya muhtaç olan sosyal bir varlıktır. Bu birlikteliğin huzurlu bir şekilde devam edebilmesi¸ herkesin sorumluluk ve haklarını bilmesi ve bunların gereklerini yerine getirmesi ile mümkündür. Bunun için de herkesin konumunu bilip ona göre hareket etmesi şarttır. Kur’ân¸ her insanı lider olmaya yönlendirir. Ancak bu herkesin lider olacağı anlamına gelmez. Elbette ehliyetli olan¸ layık olan lider olacaktır. Lider olan¸ liderliğin hakkını verdiği sürece o makamda kalacak¸ hakkını veremediği zaman da oradan ayrılmasını bilecektir. Mü’minlere dua örneği sunan bir ayette liderlik bilinci şöyle dile getirilir: "Rabbimiz¸ bize göz aydınlığı eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi müttakîlere önder yap!" Peygamberimiz¸ “Üç kişi olduğunuzda içinizden birini imam seçin.” buyurarak yönetim ve yöneticinin önemine vurgu yapmıştır. Öte yandan¸ “Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz.” buyurarak da¸ içerisinde yaşadığı toplumda her insana görev düştüğünü beyan etmiştir. Bu yönlendirmesi ile Peygamberimiz¸ her mü’mini yönetime ortak olmaya davet etmiştir. Başka bir hadiste¸ “Hiçbir gölgenin/korumanın olmadığı bir günde Allah'ın arşının gölgesi/koruması altında bulunacak olan sınıfın en başında adaletli idareci zikredilerek." denilerek konunun önemine dikkat çekilmiş ve bir yandan yönetime katılmak¸ hatta yönetimin en başında yer almak teşvik edilirken¸ diğer yandan yönetici olmanın sorumluluğuna işaret edilmiştir. Peygamberimiz¸ kendisi fetânet sahibi olması yanında¸ ilahî donanımla desteklendiği halde ashâbı ve eşleri ile istişâre etmiş ve “Danışan kazanır¸ danışmayan kaybeder.” buyurmuştur. Kur’ân ve sünnetle şekillenen kültürümüzde¸ “Mahkeme kadıya mülk değildir.”özdeyişi meşhurdur. Fatih’in babasının¸ güç ve kuvveti yerinde iken tahtını¸ geleceğin Fatih’ine bıraktığını herkes bilir¸ ancak kimse aynı konumda olmayı istemez. Bizde elde ettikleri koltukta¸ son nefeslerine kadar oturmayı şiar edinenler vardır. Hele bir de layık olmadıkları halde işgal ettikleri makamlarda oturdukları halde¸ “Ölüyoruz¸ mahv oluyoruz.” diyerek sızlananlar vardır. Hâlbuki bir makamda oturmak nimet ise¸ bu nimetten başkalarını da yararlandırmak; külfet ise bunu başkalarıyla paylaşmak esas olmalıdır. Bu şekilde başka insanlar da yönetme sanatına hazırlanacaklar ve katkıda bulunacaklardır. Nitekim son anlarında kendisine oğlu Abdullah’ı¸ Müslümanların başına halife tayin etmesini isteyenlere Hz. Ömer şu cevabı vermiştir: “Hayır¸ ben ailemden birinin bu göreve gelmesini istemiyorum. Eğer bu iş hayırlı ise biz ondan nasîbimizi aldık¸ şayet bu kötü bir işse bu iş için bir kurban yeterlidir…” Kur’ân’da¸ Hz. Tâlût’un İsrailoğullarına hükümdar atanma gerekçeleri anlatılırken¸ yönetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: "Muhakkak ki Allah¸ size onu seçti. Ona bilgice ve vücutça bir üstünlük verdi. Allah mülkü (idareyi) kime dilerse ona verir. Allah'ın (nimeti) boldur. Allah hakkıyla bilicidir" Tâlût¸ kral soyundan değildi ve fakirdi. Bu yüzden İsrailoğulları onun yönetici seçilip atanmasına itiraz etmişlerdi. Oysa yöneticilikte liyâkat esastı¸ soy sop ve zenginlik değil. Zira ilim ve kudret¸ insanın özünde bulunan ve ondan ayrılmayan kemal vasıflarındandı. Onun vücutça üstün olması¸ onun organlarının yerli yerince olması¸ yakışıklı olması yanında¸ onun güçlü kuvvetli olmasıdır. Ayette onun ilmî gücü¸ bedenî gücünden önce anılmıştır. Çünkü rûhî güç¸ bedenî güçten öncedir. Buna göre lider makamına getirilecek olan kimsede öncelikle bulunması gereken şartlar şunlar: İnanç¸ ilim¸ liyâkat¸ dirâyet¸ cesâret¸ adalet… Râşid/mükemmel halifelerin ilki olan Hz. Ebubekir’in hayatına baktığımızda bu özelliklerin onda mevcut olduğunu görürüz. O¸ hilafete seçildiği gün yaptığı şu tarihî konuşmasında çok önemli mesajlar vermiştir: “Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza geçmiş bulunuyorum. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olunuz¸ kötülük yaparsam beni doğrultunuz. Doğruluk emanettir¸ yalan ihanettir. İçinizdeki en zayıfınız¸ hakkını alana kadar yanımda en güçlünüz olacaktır. Cihadı terk eden millet zelîl olur. Toplumda fuhşun yaygınlaşması¸ toplumsal belaların gelmesine sebeptir. Allah’a ve peygamberine bağlı kaldığım sürece bana itaat ediniz¸ aksi durumda bana itaat etmeniz gerekmez.” İlk halifenin bu anlamlı sözlerinden¸ yönetime gelen kişinin insanlardan farklı olmadığı¸ onlardan biri olduğu anlaşılır. Ardından o¸ kendisinin hiçbir konuda lâ yüs’el/sorgulanamaz ve dokunulmaz olmadığını belirtip sürekli denetlenmesini istiyordu. Daha sonra adalet¸ sadâkat¸ cihad¸ iffet ve itâat gibi erdemlere dikkat çekmiş ve bu konulardaki kararlılığını belirtmiştir. Herkes¸ Layık Olduğu Yönetimle İdare Edilir! Liyakatli insanları yetiştirecek olan ve onları başa getirecek olan da toplumun kendisidir. Hadislerde “Nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz¸ amelleriniz yöneticilerinizdir.”buyurularak bu hususa işaret edilmiştir. Nitekim önceki ilahî kitaplarda şu kudsî cümlelerin yer aldığı bildirilmiştir: “Ben hükümdarlar hükümdarı Allahım. Hükümdarların gönüllerine ben hâkimim ve onları ben çekip çeviririm. Halk¸ Bana itâat ederse¸ onların yöneticilerini rahmet vesîlesi kılarım. Halk Bana isyan ederse¸ onları kötü yöneticilerle cezalandırırım. Bu durumda onlar yöneticilerine kabahat bulmakla oyalanmasınlar¸ tevbe edip Bana dönsünler ki onlar¸ onlara merhamet etsinler.” Peygamberimiz de bir dualarında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım¸ günahlarımız sebebiyle bize merhamet etmeyenleri başımıza musallat kılma!” Zulmü ile meşhur olan Haccâc’a bir adamın beddua ettiğini işiten Ka’b el-Ahbâr’ın şu uyarıları da oldukça manidardır: “Böyle yapma¸ zira sizin başınıza gelenler kendi yaptıklarınız yüzündendir.” İki müslüman taraf arasında cereyan edip yetmiş binden fazla müslümanın katledilmesi ile sonuçlanan Sıffin Savaşı öncesi bir adam Hz. Ali'ye sorar: "Hz. Ebubekir ve Ömer dönemlerinde fitne ve fesat yoktu. Hz. Osman ve senin zamanında bunlar ortaya çıktı¸ bunun sebebi nedir¸ Ey Ali?" Kendisini fitne ve fesadın sebebi imişcesine suçlayan bu soruya o büyük insanın cevabı şöyle olur: "Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer benim gibilerinin yöneticisi idiler. Bugün bense senin gibilerin yöneticisiyim. Beni suçlamayı bırakın da¸ siz kendinize bakın." İnsanların İmamları İle Çağrılacağı Bir Güne Hazır Olmak! Yüce Rabbimiz¸ bir ayetinde kıyamet gününe dikkatlerimizi çekiyor. O güne¸ bugünden hazırlanalım diye şöyle buyuruyor: “Her milleti¸ imâmıyla çağırdığımız gün¸ kimlerin Kitabı sağından verilirse işte onlar¸ Kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratılmazlar.” Ayette geçen imamlardan kasıtla ilgili beş görüş vardır: 1. Onları reis/başkanları ile çağırırız. İyilere uyup doğru yolda kalmışsa onu o yola getiren¸ o yolda tutan iyi önderleriyle çağırırız. Sapmış¸ yoldan çıkmışsa¸ bu sefer de onu sapıtan lideriyle birlikte çağırırız. “Ey falan sâlih zatın peşinden gidenler¸ ey filan azgının izini sürenler.”diye çağrılacaktır. Yani dünyada kime uymuşsa¸ kimin izinden gitmişse¸ kimin güdümüne girmişse onunla birlikte çağırırız. O liderlerle çağrılacak ve sonuçta onlarla haşr olup onların gittiği yere gidecektir. Buna göre kimlerle düşüp kalktığımıza¸ kime uyduğumuza¸ kimi kendimize önder/lider kabul ettiğimize¸ kime bağlanıp izinden gittiğimize dikkat etmeliyiz. 2. Onları¸ amelleriyle çağırıp haşrederiz. Herkes ameline göre muamele görür. Sözgelimi o gün insanlar¸ “Ey şirk koşanlar¸ ey nifakçılar¸ ey zinakârlar¸ ey ayyaşlar¸ ey hırsızlar!”diye çağrılacaktır. O gün iyilikleriyle gelen¸ onun karşılığını; kötülükleriyle gelen de onun karşılığını görecektir. Buna göre¸ o gün için sâlih amellerimizi artırmaya¸ sâlih adamların adamı olmaya¸ kötü amellerden kurtulmaya bakmalıyız. 3. Onları peygamberleriyle çağırırız. Her ümmet kendi peygamberi ile birlikte çağrılıp Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Son peygamberin ümmeti de Hz. Muhammed (s.a.v.)’in önderliğinde haşrolunacaktır¸ tabii ki onun peygamberliğini kabul etmiş¸ ona inanmış¸ onu tanımış ve onu izlemişse. O gün insanlar¸“Ey Musa peygamberin ümmeti¸ ey İsa peygamberin tabileri¸ ey Muhammed’in izinde gidenler.” diye çağrılacaktır. “Her ümmete peygamberini şâhid getirdiğimiz gün¸ ey Muhammed seni de bütün hepsine şâhid getirdiğimiz gün¸ onların hali nice olur!?” Buna göre kendimizi¸ o güzel insana layık hale getirmeye gayret etmeliyiz. Bu ise o güzel insanı doğru bir şekilde tanımak¸ onu canımızdan çok sevmek¸ onun izinden gitmek ve ona layık olmakla olacaktır. 4. Onları kitaplarıyla çağırırız. Her toplum¸ kendilerine inmiş olan kitaplarıyla çağırılıp o kitabın gereklerini yerine getirip getirmediklerinden sorgulanacaklardır. Bu ümmet de Kur’ân’la birlikte çağırılacak ve Kur’ân’ı ne kadar kendilerine düstur edindiklerinden sorgulanacaktır.O gün insanlar¸ “Ey Tevrat’a muhatap olanlar¸ ey İncil’e muhatap olanlar¸ ey Kur’ân’a muhatap olanlar!” diye çağrılacaktır. Buna göre Kitabımız Kur’ân’ı tanımaya¸ onu anlayıp gereklerini yerine getirmeye gayret etmeliyiz. 5. Onları amel defterleriyle çağırırız. Yapıp ettiklerinin yazıldığı amel defterleri ile birlikte çağırıp onlardaki kayıtlara göre onları hesaba çekeriz. Buna göre amel defterlerimizi¸ o gün yüzümüzü ağartacak güzelliklerle doldurmaya gayret etmeliyiz.Zira o gün¸ iyilere amel defterleri/karneleri¸ sağ taraflarından verilecek¸ kötülere ise sol taraflarından verilecektir. Dünyada yapıp ettiği her şeyin o defterde yazılı olduğunu görecek ve hayretler içerisinde şöyle diyeceklerdir: “Bu defterlere ne olmuş da¸ büyük küçük her şeyi kaydetmiş!?” “Ah¸ keşke defterim/karnem bana verilmeseydi!” Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Sosyal bir varlık olan insan¸ ya yöneten yahut yönetilen olarak yönetim sanatının içerisindedir. Önemli olan bu alana katkıda bulunabilmektir. Bunun için donanımlı insanlar olmaya gayret etmeliyiz. Unutmayalım ki¸ her mü’min hayırlıdır¸ ancak iman-akıl-ilim-variyet-bedenî güç bakımından kuvvetli mü’min daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|