![]() |
#1 |
![]() Aşağıda yer alan notlar, Johan Norberg’in “Küresel Kapitalizmi Savunmak” adlı kitabından, içine Soner Hoca tarafından yorumlar katılarak derlenmiştir.Birebir alıntılar olmayabilir.
* Dünya bankası raporlarından önce örneğin 2000 yılında Norveç Dış İlişkiler enstitisünden 3 araştırmacının(Melchoir,Telle,Wiig) hazırladığı rapora göre ; Küreselleşmenin hızlandığı 1970′ten beri eşitsizlik azalıyor.1993 ve 1998 de daha da hızlı bir şekilde azalıyor. * Ekonomistler toplumlardaki eşitliği ölçerken ‘gini katsayısı’ diye bir ölçü kullanırlar.Bu rakam “0″ ise tam eşitlik , “1″ ise mutlak eşitsizlik vardır.Bu raporda ise dünyada 1968′de 0.6 olan gini katsayısı,1997′de 0.52 . Yani buna göre eşitsizlik iddia edildiği gibi artmıyor.Azalıyor. * ABD’de eşitsizlik korkunçtur.Yani ekonomik yönden.Fakat iş yoksul halkın nasıl bir hayat standardında yaşadığına bakmaya gelirse ; ABD’nin o en alt seviyesinde yaşayan halk’ın %76’sı 1 veya daha fazla arabaya,%50’si klimaya,%72’si çamaşır makinasına,%20’si bulaşık makinasına,%60 mikrodalga fırına,%93 renkli televizyon,%60′ı videoya,%41 kendi evine sahip. COX VE ALM 1999. Yani en yoksul ile en zengin arasındaki fark , elde edilen düzenli gelire bakılınca ortaya çıkmaz.Sahip olduğu gayrimenkul ile yaşadığı hayat standardını baz almak gerekir. KÜRESEL EŞİTSİZLİK “Eşitsizlik azalmıyor artıyor!” iddiası BM KALKINMA PROGRAMININ İNSANİ GELİŞİM RAPORUNA (Human Development Report) dayandırılır.Ancak problem şu ki ; bu rapordaki kıstaslar insanların paralarıyla ne alabildiklerine bakmaz.O ülkenin parasının uluslar arası piyasadaki değerine ve resmi döviz kuruna bakar.Tuhaf olan ise şu ki ; BM KALKINMA RAPORU İNSANİ GELİŞİM ENDEKSİ (Human Development İndex) insanların satınalma gücü rakamlarına bakar.Bu rapor ise eşitsizliğin arttığını değil azaldığını gösterir. * “BM kalkınma programının insani gelişim endeksinde” yer alan diğer bazı kıstaslar ise şöyledir ; Burada nüfusun geliri,eğitim standardı,yaşam beklentisi..vs…BM insani gelişim indexi derin sefaleti temsil eden 0′dan tam refahı temsil eden 1′e kadar sıralanır.Rapora göre ; 2000 yılından beri son 40 yılda tüm ülke gruplarında ama en hızlı olarak yoksul ülkelerde büyük bir refah gelişimi olmuştur.Sanayileşen ülkelerde(OECD) bu rakam 1960-93 arası 0.8′den 0.91′e çıkmış, Kalkınmakta olan ülkelerde ise 0.26′dan 0.56′ya bir çıkış söz konusudur. * Bugün 1 saatlik emeğin değeri 19.yy’a(1850) göre 25 kat daha değerlidir.Yan ödemeler(sağlık sigortası vb.gibi şeyler) hariç. * Dünya bankası raporlarına (World Development Indicator) göre… 1965 ile 1998 arasında satınalma gücü ikiye katlandı. Dünyadaki en fakir 5′te 1 bile (1965 ile 1998) arasında gelirini 551 dolardan 1137 dolara katladı.Yani iki kattan bile fazla! * Bir başka BM Kalkınma Raporuna göre (UNDP) 1820′de dünya nüfusunun %85′i 1 dolara geçiniyordu.Biz 1 dolara geçinenlere ‘mutlak fakir’ diyoruz.Bu rakam 1950′de %50′nin biraz altına,1980′de %31 1980′den bu yana %20 oldu. En azından sadece bu rakam bile bir iyiye gidiştir. * Son 20 yılda dünya nüfusu 1,5 milyar artmış mutlak yoksulluk sınırındaki insan sayısıkollektivist-totaliter rejimler dahil 200 milyon kişi azalmıştır. Zenginliğin en hızlı ve sermayenin en çok gittiği ülkelerde ise gelişme daha hızlı olmuştur.Örneğin Doğu Asya’da (Çin hariç) mutlak fakirlik %15′ten %9′un biraz üstüne düşmüştür.Çinde ise %32′den %17′ye. * ORTALAMA ÖMÜR BEKLENTİSİ ; Bu ölçü insanların durumlarını, hayat standartını ölçmekte birebirdir. 20.yy’ın başında(1900′ler) kalkınmakta olan ülkelerdeki beklenti 30 yaşın altında. 1960′ta 46′ya çıkmış 1998′de ise 65! En yavaş gelişen yer olarak adlandırılan Sahra Çölü’nün güneyindeki Afrikada bile 41′den 51 (1960′tan beri). * BM tarım örgütünün raporlarına göre ; 30 yıl önce kalkınmakta olan ülkelerde %37 açyaşıyordu.Bugün (2000′ler) %18′in altına düştü. *Sadece 30 yıl içerisinde bütün dünya ülkelerindeki toplam açlık oranı yarı yarıya indi. 1990′larda dünya nüfusu 800 milyon artarken açlık sınırındaki insanların sayısı her yıl ortalama 6 milyon azalmıştır. Doğu ve Güneydoğu Asya’da 1970′ten beri açlık sınırında yaşayan insanlar %43′ten %13′e inmiştir. * Bir kitap var ; I Asiens Tid . Yazarları ; Lasse Berg ve Stig Karlsson..1960-90 arasında Asya ülkelerinde olan muazzam gelişmeyi fotoğraflarla anlatıyorlar.1960′ta ziyaret ettikleri kapıları dışa kapalı olan Çin ve Hindistanda 10 kişiden 1’i evsiz ve sokaklardan hergün kamu arabaları ölüleri topluyor.İnsanlar sefil durumda.Ancak 1978-80’ler itibariyle küreselleşmenin bu ülkelerde yoğunlaşmasından sonra 1990 yılında tekrar bir ziyaret yapıyorlar ve Çin ve Hindistanda sokakta yatan insan bulmakta zorluk çektiklerini kitapta belirtiyorlar. * Bebek ölümleri istatistiklerine gelince…Raporlara göre kalkınmakta olan ülkelerde en fakir 5′te 1′de yer alan yeni doğan bebeklerin 1950′de %18′i ölüyordu.1976′ya kadar bu oran %11′e ve 1995′te %6′ya düşmüş durumda..Şu anda da halen düşmekte.. * Son yarım yy’da küresel gıda üretimi ikiye katlandı.Kalkınmakta olan ülkelerde ise 3′e!Bu yeni arazilerin tarıma açılması yüzünden değil ‘yeşil devrim’ olarak adlandırılan etkili ekim teknikleri sayesinde oldu. İşlenebilir arazinin hektar başına mahsülü 2 kat arttı.Buğday,mısır,pirinç fiyatları yarı yarıya düştü. * İçilebilir su arzı dünyada 2′ye katlanmıştır. 2000 yılında 10 kişiden 8′i temiz suya ulaşıyor. Bir kuşak önce dünya kırsal nüfusunun %90′ı temiz sudan mahrumdu.2000′de ise bu oran %25. * 1980′lerde Hindistan nüfusunun sadece yarısından biraz fazlası temiz suya ulaşırken,ekonomilerini serbestleştirmeye etmeye başladıkları 1990′lardan sonra bu oran %80′i aşmıştır. * Kapitalizm ve Küreselleşmeye daha fazla serbestiyet tanıyan ülkelerde büyüme oranları daha yüksek olmuştur. ÇİN : Hindistan ve Çin ekonomilerini son 20 yılda liberalize ettiler. Deng Xiaoping lider Mao’nun ölümünden 2 yıl sonra “1978 liberalizasyonu”nu başlattı. Tarım liberalizasyonu sayesinde (ürettiklerinin bir kısmını pazarda satabilme,arazilere sahip olabilme hakları..) 800 milyon çifçinin gelirlerini 2′ye katlamalarını sağladı. Çin’de 1958-1961 yılları arasında uygulanan ‘Büyük İleri Atılım’ Sırasında 30 milyon kişi açlıktan ölmüştü fakat şimdi bu ülke ürün fazlasına sahipti. Dünya bankası bu ülke için ‘tarihin en büyük ve en hızlı yoksulluk azalması’ tanımını yaptı. Devlet elinin azalması ve özel tarafın büyümesine olanak veren reformlar sayesinde ülkenin büyümesi yıllık %10 oranında arttı. Bu reformlar arasında ‘Serbest emek piyasası,yabancı ticaret ve doğrudan yabancı sermaye yatırımına tanınan haklar..’ var. HİNDİSTAN : 1947′de bağımsızlığını kazanan bu devlet çok sıkı bir ekonomik politika uyguladı.İthalatta ve ihracatta çok sıkı mevzuatlar,ağır şartlar vardı. Bu politikalarla 1947′de %450 olan fakirlik çizgisi , 1966′da %62′ye çıktı.Halk daha da fakirleşti. 70′lerin ortalarında bir düzelme yaşandı fakat bu borç para ile sağlandığından 90′ların başında büyük bir kriz yaşandı. 91′de hükümet ve hükümetler ticareti ve yabancı yatırımı memnuniyetle karşılamaya,girişim ve rakabeti teşvik eden yeni reformlara başladı. Örneğin ithalat vergilerini %87′den %27 oranına indirdiler. Reformların başlamasından sonra ülkeye yatırım aktı ve yıllık büyümeleri %5 ile %7 arasında oldu. 93-99 yılları arasında o 1966′daki yoksulluk oranı %62′den %32′ye düştü.Bu sayede 300 milyon Hindistanlı yoksulluktan kurtulmuş oldu. Hindistanda yoksulların yaşadığı kırsal bölümlerde 2000′ler itibariyle pek bir gelişme yaşanmamıştır ancak güney eyaletleri Andhra Pradesh , Karnataka ve Tamil Nadu liberalizasyon sayesinde çok hızlı bir gelişme yaşamıştır. Bu eyaletlerde kalkınma hızı bazen %15′leri buluyor. Yazılım sektöründeki büyümeleri de %50 ! Örneğin Microsoft ABD dışındaki ilk geliştirme merkezini Andhra Pradesh’te açmıştır. * Dünyada gelişmiş ve gelişen ülkelerin hepsi piyasa ekonomisi uygulamıştır. Örneğin hemen hemen aynı kaynak ve coğrafi koşullara sahip Batı ve Doğu Almanya‘yı karşılaştıralım ; Bunlardan Doğu Almanya planlı bir ekonomiyi Batı Almanya ise piyasa ekonomisini uygulamıştır.Ve sonuç olarak Batı Almanya birleşmeden önce çok daha iyi koşullara sahipti. Kuzey ve Güney Kore.. Kuzey Kore merkeziyetçi marksist bir ekonomi izledi Güney Kore ise piyasa ekonomisi. Güney Kore 1960′larda Angola’dan daha fakirdi 2000’li yıllara girerken ise dünyanın 13.ekonomisi ve bir Batı Avrupa ülkesi kadar müreffeh. EKONOMİK ÖZGÜRLÜK DERECELERİ ; Gwartney ve Lawson adlı araştırmacılar 2001′de bir rapor yayınladılar. “The Economic Freedom” .Buna göre ekonomik özgürlük derecesi yüksek olan ülkeler ekonomik özgürlük dereceleri düşük olan ülkelere oranla en az 10 kat daha zengin ve insanları 20 yıl daha fazla yaşıyor. En az özgür ülkelerin kişi başına düşen gelirleri ortalama ; 2210 $ En fazla özgür ülkelerin ise ; 19846 $ * Zenginlik sabit değil ve sürekli olarak yaratılmaktadır.Bundan dolayı zenginlerin de sayısı sabit olamaz.Sürekli artabilir.Hatta toplumun tümü zengin olabilir. Amerikan dolar milyonlerlerinin 5′te 4′ü servetlerini miras olarak almamış,kendileri yaratmıştır.Ve en yoksul 5′te 1′e giren insanlar yıllık gelirlerini 1975-1991 arasında 1263 $’dan 27.745 $’a çıkartmıştır.Bu da en zengin 5′te 1′e giden gelir artışının 6 katıdır. * İsveçli iktisatçı Niclas Berggren ekonomik büyümenin ekonomik eşitliği nasıl etkilediğini araştırdı ve 1985′ten beri ekonomilerini serbestleştiren ülkelerde eşitliğin arttığını serbestleştirmeyen ülkelerde eşitliğin azaldığını gördü. Serbestleştirme derken de iki önemli faktöre dikkat çekti ; uluslararası sermayenin ve ticaret hareketlerinin serbestleştirilmesi. * Asa Hansson doktora tezinde “Vergi politikasının Sınırları”nı inceledi.Buna göre bir sanayi ülkesinde vergilendirme %1 artıyorsa büyüme yıllık %0,23 oranında azalıyor. Leufsteld ve Voltaire (1998)’de araştırmalarına göre kamu sektöründe %10′luk bir artış büyümeyi %1,5 düşürüyor. * 2000 itibariyle Endonezyada mutlak yoksulluk içinde yaşayanların oranı nüfusta %58′den %15′e Malezyada ise %37′den %5′e düşmüştür. 60-90 yılları arası Doğu Asya’da ortalama yaşam beklentisi 56′dan 71′e çıkmıştır. * Doğu Asya mucizesi kalkınmakta olan ülkelerinde sanayileşip,gelişmiş ülkeler arasına girebileceğini bütün dünyaya ispat etmiştir. Harwardlı iktisatçılar Jeffrey Sachs ve Andrew Warner’ın geliştirdiği ‘açıklık endeksine’ göre bu ülkeler ekonomilerini dışa açan ilk gelişmekte olan ülkeler. Bunları tarifeleri indirerek,kotaları kaldırarak,ihracatı serbest bırakarak ve paralarını konvertıbıl hale getirerek yaptılar. Tayvan,Tayland,Malezya 63′ten beri Japonya 64’ten G.Kore 68’ten Endonezya ise 1970′ten beri ekonomileri dışa açtılar. AFRİKA : Afrikanın sömürüldüğü iddiası vardır.Bu iddiayı Afrikada kısmen pazarlarını dışa açan ülkelerin yıllık büyüme oranlarını arttırmaları bu argümanı kuvvetsiz kılar. Örneğin Botswana ; Afrikada en liberal ülke sayılmakta.Gerçi raporlara göre Afrikada ekonomik yönden piyasası özgür sayılabilecek ülke yok fakat kısmen özgür bir ülkedir.Buradaki sığır çifçileri özellikle dışa açık pazarı beğenmişlerdir.70′lerin sonlarına doğru ekonomi dış rekabete açıldı.Bu sayede Avrupa Birliği tarafından da vergi ve kotalardan muaf tutulmuştur.70 ile 90 yılları arasında yıllık ortalama %10 üzeri büyüme sağlamıştır. Bir başka örnek Morityus’tur ; Bu ülke askeri harcamalarını kısmış,mülkiyet haklarını koruma altına almış ve düşürülen vergilerle artan rekabet sayesinde %5 üzeri yıllık büyüme oranına sahiptir. Bu iki ülkede de hemen herkes temiz suya ulaşabiliyor. SERBEST TİCARET BÜYÜMEYİ GETİRİR. Araştırmacıların(Gwartney ve Lawson) raporlarına göre ekonomik açıklık dereceleri yüksek olan olan ülkeler daha hızlı düşük olanlar ise daha yavaş büyüyor. 1980 ile 1998 yılları arası Açıklık derecesi en az olan ülkeler %0,5 büyürken Açıklık derecesi en yüksek olan ülkeler yıllık ortalama %2,4 büyüyor. * Harwardlı iktisatçılar Jeffrey Sachs ve Andrew Warner 1995′te yayınladıkları raporda serbest ticaret ile korumacı politika uygulayan ülkeleri karşılaştırdılar. Serbest ticaret uygulayan ülkeler koruma uygulayanlara göre 3 ila 6 kat daha zengindir. 117 ülke ve 1970-1989 yılları arasındaki incelemelerde ; Dışa kapalı gelişmekte olan ülkeler ortalama yıllık %0,69 büyümüşler. Dışa açık gelişmekte olan ülkeler ise yıllık ortalama %4,49 büyümüş. Dışa açık sanayileşmiş ülkeler %2,29 büyürken Dışa kapalı sanyileşmiş ülkeler %0,74 büyümüşlerdir. Ekonomileri dışa açık ülkelerin finansal krizlerden etkilenmeleride kapalı ekonomilere karşı büyük bir üstünlük sağlamıştır. Örneğin 1980′lerde dışa açık gelişmekte olan ülkelerin %8′i krizlerden etkilenmiştir fakat dışa kapalı gelişmekte olan ülkelerin %80′i ! * 1990 ile 2000 yılları arası kapalı ekonomilere sahip gelişmekte olan ülkelerin GSYİH’si %1,1 düşmüştür , fakat piyasa ve sınırları açık gelişmekte olan ülkelerin GSYİH’si %5 oranında artmıştır. Dollar ve Kraay,2001 * 1988 ile 98 arası doğrudan uluslararası yatırımların 4′te 1′i Gelişmekte olan ülkelere gitmiştir. 80′lerin başından beri sanyileşmiş olan ülkelerden gelişmekte olan ülkelere akan yatırımlar yıllık 10 milyar $’dan 200 milyar $’a çıkmıştır. Gelişmekte olan ülkelere giden toplam yatırımların %85′i sadece 10 ülkeye gitmektedir ve bunlarda piyasalarını en çok serbestleştiren,özgür kılan ülkelerdir. Son 10 yılda zengin ülkelerden fakir ülkelere akan doğrudan yatırımlar 1trilyon $’dır. http://3hhareketi.org/index.php?opti...=853&Itemid=50
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() sen bu zirvalari birinin okuyacagini tahmin ediyor musun
![]() |
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() İnşallah biri okur da bilgilenir.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Umarım okursunuz Antikapitalist Atatürkü sadece seven değil benimseyen devletçi biri olarak baya aradım geçmişte okuduğum bu yazıyı...
Kurtuluş Savaşı sonrası yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923-1938 ekonomi politikasını incelediğimizde devletçilik ilkesinin uygulandığını görürüz. Bu ilkenin hedeflerini Mustafa Kemal “iktisat politikamızın mühim gayelerinden biri de umumî menfaatleri doğrudan doğruya ilgilendirecek iktisadî kuruluşları ve teşebbüsleri malî ve teknik kudretimizin müsaadesi oranında devletleştirmedir” diyerek belirtmiş ve sınırlarını 1930 yılında verdiği söylevlerin birinde, “Herhalde devletin, siyasî ve fikrî hususlarda olduğu gibi bazı ekonomik işlerde de düzenleyiciliğini ilke olarak kabul etmek uygun görülmelidir… Devletin bu husustaki faaliyet hududunu çözmek ve bu hususta dayanacağı kaideleri tesbit etmek; diğer taraftan, vatandaşın ferdî teşebbüs ve faaliyet hürriyetini tehdit etmemiş olmak, devleti idareye yetkili kılanların düşünüp tayin etmesi lâzım gelen meselelerdir. Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için umumî şartları göz önünde bulundurmalıdır…” sözleriyle açıklığa kavuşturmuştur (1). 10 Mayıs 1931 de CHP programına ve 5 Şubat 1937 tarihinde de Anayasa’nın 2. maddesine koydurduğu Devletçilik ilkesini Mustafa kemal’in tanımıyla “Bizim takip ettiğimiz Devletçilik , ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icab ettirdiği işlerde bilhassa iktisadi sahada devleti fiilen alakadar etmektedir.” cümlelerinden anlayabiliriz ((3),s.15). Ne sosyalist ne kapitalist, yalnızca mutedil devletçi Devletin görevlerini sıralarken üçüncü sıradan itibaren yer verdiği: yollar ve demiryolları vs gibi bayındırlık işleri, eğitim işleri, sağlık işleri, sosyal güvenlik işleri, ziraat, ticaret, zanaate ait iktisadi işler ile ilgili düşünceleri, onun ne sosyalist anlamda bir devletçi ne de kendisinin ferdiyetçi dediği liberallerden olmayan mutedil-ılımlı-bir devletçiliği benimsediğini göstermektedir. Bu anlayış içerisinde devletin elinde tutması gereken halkın tamamını ilgilendiren ve tekele dönüşmesi durumunda halka ciddi zararlar verebilecek kurum ve kuruluşları da “…zaman ve mekanda, daimi bir hususi vasıf gösteren iktisadi bir işi devlet üzerine alabilir. Mesela, bir iş ki büyük ve düzenli bir idareyi gerektirir ve hususi fertler elinde tekele dönüşmek tehlikesini gösterir veyahut umumi bir ihtiyaca tekabül eder, o işi devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz seyrisefer şirketlerinin, devlet tarafından idaresi ve para ihraç eden bankaların millileştirilmesi. Kezalik, su, gaz, elektrik ve saireye ait işlerin mahalli idareler tarafından yapılması, yukarda izah ettiğimiz neviden işlerdir.” sözleriyle açıklamıştır ((4),s.28). İnkılapçı bir devletçilik Sözlerinden de anlaşılacağı gibi devlet ile ferdin teşebbüsleri arasındaki çizgi, dönemin şartlarına göre ülkeyi yönetenlerce belirlenecektir. Kemalist ideolojinin bir parçası olan devletçilik de, her alanda olduğu gibi ekonomide de sorgulanmaz ve değişmez kurallara bağlanmamış, bilimin ön plana alındığı sürekli deneysellik ilkesine göre dönemin şartlarna uygun ekonomik politikaların oluşturulduğu planlı bir sistem olmuştur. Mustafa Kemal’in bu sözleri onun İnkılapçılık ilkesini de doğrular ve uygular niteliktedir. Devletçiliği, anlaşılması ve planlı bir örgü sunularak konunun kolay takip edilmesi açısından oluşum aşamasındaki fikirler ve icraatlar, işletilme aşamasındaki girişimler ve sonuçları olarak iki sınıfa ayırabiliriz. Mutedil Devletçiliğin oluşumu, İzmir İktisat Kongresi İlk olarak devletçiliğin oluşum aşamasında aldığım İzmir İktisat kongresini inceleyelim. Tarihimizde önemli adımlara imza atılmasının neredeyse temelini, planlanmasını teşkil eden bu kongrenin asıl tutanakları bulunmadığından Afet İnan’ın o zamanın belgesi niteliğinde sunduğu İzmir İktisat Kongresi(1989) adlı kitabından yararlanarak yazımı oluşturuyorum. İzmir İktisat kongresi Lozan Konferansına ara verildiği, 17 Şubat 4 Mart 1923 tarihleri arasında 1135 delege ile toplanmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra, 760.000 kilometre kare ve 12 milyon nüfuslu, ekonomik kalkınmaya hız verilmesinde izlenmiş politikalar şöyle olmuştur:Yabancı şirketlerin elindeki imtiyazları satın alarak millileştirme, endüstrileşmeye gidilirken, ulaşım için memleket yollarını bir plana göre yapmak, devletçilik ilkesine göre yurdun doğal kaynaklarının tesbit edilerek nerede hangi endüstri tesislerinin kurulabaileceğini ekonomik koşullara göre planlamak, devletin yapacakları ve işletecekleri yanında bu plana göre özel teşebbüse imkan sağlamak ((3),s.14). Afet İnan’ın belgelerinden sonra Dr. Tahir Tamer Kumkale’nin(2008) bu konuyla ilgili yazısını inceleyerek İzmir İktisat Kongresinin neden milli olduğu ve orada alınan kararlarının özetini vereceğim. Kongre yapıldığı sırada Lozan’a ara verilmiş, ancak yabancı güçlerin kapitülasyonlarla ilgili dayatmaları sona ermemişti. Bu kongre de bu yüzden sürekli olarak hiç bir kapitülasyonun kabul edilemeyeceği bu hususta asla taviz verilemeyeceği tartışılıyor ve memeleketimizdeki yabancı şirketler millileştirilmediği, yabancılara ayrıcalıklı haklar tanıyan kapitülasyonlar kaldırılmadığı sürece de milli bir iktisat politikamızın olamayacağı ortaya konuluyordu. Zamanın İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt yaptığı konuşmasında ” Görünüşte ülke bizimdi. Fakat aslında Türkiye iktisaden bizden çok yabancıların ülkesi, bir sömürgesi idi. Ben milli egemenliği iktisadi egemenlik olarak anlarım ” diyerek başta Mustafa Kemal olmak üzere yeni yönetici kadronun hassasiyetle üzerinde durdukları “Milli Egemenlik” kavramını “İktisadi Egemenlik”kavramı ile özdeşleştiriyordu. İşte bu iktisadi bağımsızlık ile devletin tam bağımsızlığı üzerine odaklanan konuşmalar ve alınan kararlar İzmir İktisat Kongresine milli bir kongre özelliği katmıştır. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan “Misak-ı İktisadi Kararları” ana başlıklarını Kumkale şu şekilde özetlemektedir: “– Öncelikle ham maddesi yurt içinde yetişen ve yetiştirilebilen sanayi dalları kurulacaktır. – Kısa sürede küçük işletme ve el tezgahlarından büyük işletmelere geçilecektir. – Özel sektörün kuramadığı işletmeleri devlet kuracaktır. – Özel teşebbüse kredi sağlanacak bir banka kurulacaktır. – Dış rekabete dayanabilmek için sanayi bir bütün halinde kurulacaktır. – Yabancıların kurduğu tekellerden kaçınılacaktır. – Demiryolu inşaatı programa bağlanacaktır. – İşçi haklarını korumak amacıyla, kişilere sendika kurma hakkı tanınacaktır.” (5) İzmir İktisat Kongresine genel olarak değindikten sonra onun içeriğini oluşturan kendimce çok önemli gördüğüm maddelerin özetlerini yazının sonunda ilgilenenlere sunacağım. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Devletçilik politikasının uygulamaları
Millileştirme ve Ulaşım Yatırımları Ulaşımla ilgili madde ciddi önem taşımış ve demiryolu yapımı hükümet programına girerek Başbakan İsmet İnönünü’nün de önemle üzerinde durduğu bir nokta olmuştur. Memleketi demir ağlarla öreceğiz sözleri bu yıllarda çokça kullanılmıştır. Verilen sözlerin sonucunda ise 1925-33 sonuna kadar 2048 kilometre demiryolu yapılmış, Sivas, Malatya, Samsun ve Kütahya’dan Balıkesir’e ulaşmıştır. Aynı zamanda köprü ve karayolları işine de mali imkanlar elverdiği oranda önem verilerek 15 yıllık Cumhuriyet devrinde 84 tane yeni köprü yapılmıştır. Yabancı şirketler 1928-38 yılları arasında satın alınarak millileştirilmiştir. Bunlardan çoğu demiryolları olmakla beraber, liman işletmeleri, telefon işletmeleri, tramvay işletmeleri ile kömür maden işletmeleri de millileştirilmiştir. Kongrede bu yatırımların verimli olabilmesi için genel planlamanın önemli yeri olduğu, buraların işletilmesindeki ekonomik faktörlerin hükümetlerce sürekli denetleneceği ve altyapı kuruluşlarının tamamen devlet tarafından yapılacağı dile getirilmiştir ((3),s.14). Vergiler Vergi indirmeleri dönemin önemli politikalarından birini oluşturur. Üretimi arttırmak için çeşitli ürünlerde yapılan vergi indirmelerinin başarılı sonuçları kısa sürede alınmıştır. Mustafa Kemal’in vergiler konusunda yaptığı açıklamalara detaylı bakacak olursak: “Hayatı ucuzlatmak icab ettikçe, vergileri indirmek siyasetine devam edeceğiz. Tuz, şeker, çimento, sayım vergilerinde iki sene içinde yaptığımız cesurane indirmeler, her bakımdan faydalı olmuştur…Bu sene hem ilk ihtiyaçlardan, hem esaslı kuvvet vasıtalarından olan petrol ve türevleri üzerindeki vergilerden geniş ölçüde indirme yapmaya muvaffak olmanızı dilerim…Bundan başka, vergi yöntemlerinin iyileştirilmesi çarelerine de önemle devam olunmaktadır. İyi usul ve iyi uygulamanın memnun edici neticelerini vatandaş, hiçbir işte vergi mevzuu kadar hassasiyetle takdir etmez…Cumhuriyet bütçelerinin ortaya çıkan ve daima kuvvetlenmesi için gereken ortak özellikleri, yalnız denkli oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere her defasında daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.Bu politikamızın, milli faaliyet üzerinde derhal yaratmaya başladığı etki iledir ki, bütçe tahmin rakamlarımız, yalnız gerçekleşmekle kalmıyor, daima fazla ile kapanmaya başlamıştır. 1936 senesi bütçesi, tahmine ve 1935 yılı gelir tahminlerine göre, 22 milyondan fazla ile kapanmıştır…Devlet gelirlerinin sağlanmasını, yeni vergiler koyulmasından ziyade devamlı bir programla mevcut vergilerin tahsil edilme usullerinin düzeltilmesinde aranmalıdır. Son iki sene zarfında hayvanlar, tuz, şeker, çimento, petrol ve benzin, elektrik, ham maddeler vergilerinde yapılan ve her biri %30-50 nisbetinde bir vergi indirilmesini ifade eden hafifletmelerin üretimin teşviki bakımından, vatandaş ve memleket için olumlu neticeler verdiğini görmekteyiz.” ((4),s.56) Meclis açış konuşmalarıyla halka duyurulan vergi indirimleri, ilk başlarda halkın birinci derecede ihtiyacına yönelik tuz, şeker ve çimentoda yapılırken daha sonra kapsamı genişletilerek sanayiye yönelik petrol, elektrik ve hammaddelerde yapılmıştır. Bu planlı politikayla önce temel ihtiyaçların üretimi arttırılmış daha sonra bu ve bunlara eklenen hammadelerin sanayiye yönelik vergi indirmeleriyle sanayide işlenmesine olanak sağlanmıştır. Dış Borçlar Mustafa Kemal’in hassas olduğu bir diğer nokta da denk bütçe, düzgün ödeme ve güvenilir hazineye verdiği önemle yakından ilişkili olan borçlanma konularıdır. Savaştan çıkan yorgun ekonominin ödeyemeyeceği Osmanlı borçları da dönem politikaları sayesinde başarıyla ödenmiştir. Türkiye’nin ihracat gelirlerinin %10’u, devlet bütçesinin de %8’ine eşit olan ilk taksit 1929 da ödendikten sonra, 1930 yılında güçlükler nedeniyle taksidin ancak yarısı ödenebildi. Önemli olan nokta 1936 da Türk hükümetinin diplomatik hamleleriyle Fransa hükümeti ve alacaklılar ile anlaşarak, taksitlerin yarısını ihraç mallarıyla ödemeye başlamasıydı. 1938 de ise borçların tamamının bu yolla ödenmesi kararlaştırıldı ((2),s.193). Osmanlı borçları gibi ağır bir yükün altından kalkmış bir millette oluşabilecek en makul bilinci yine onun sözleriyle vurgulayalım: “Bugünkü çalışmalarımızın amacı tam özgürlüktür. Özgürlüğün eksiksiz olması ise ancak mali özgürlük ile mümkündür. Bir devletin maliyesi özgürlükten mahrum olunca o devletin bütün hayati işlerinde özgürlük felç olmuştur. Çünkü her devlet organı ancak maliye gücü ile yaşar. Mali özgürlüğün korunması için ilk koşul, bütçenin ekonomik yapı ile uygun ve denk olmasıdır. Bundan dolayı devlet bünyesini yaşatmak için dışarıya başvurmaksızın memleketin gelir kaynaklarıyla idarenin sağlanması, çare ve tedbirlerini bulmak gerekli ve mümkündür.” Atatürk’ün dış borçlanmayla ilgili açıkladığı bir diğer akılcı ve gerçekçi sözlerine de bakarsak: “…hükümetimizin her medeni devlet gibi dış borçlanmalar akdetmesine lüzum vardır. Şu kadar ki, borçlanılarak elde edilen yabancı paraların, şimdiye kadar Babıali’nin yaptığı tarzda, ödemeye mecbur değilmişiz gibi maksatsız israf ve tüketim ile borçlarımızı arttırarak mali bağımsızlığımızı tehlike karşısında bırakmaya kesinlikle karşıyız. Biz memlekette imar edilmişliği, üretimi ve halkın refahını temin edecek gelir kaynaklarımızı ilerletecek verimli borçlanmalara taraftarız.” görürüz ki devlet halkının refah ve mutluluğunu milli politikaları ve kendi ekonomik kaynaklarıyla karşılayamadığı sürece ortada milli bir devletten söz edilemez ((4),s.53). Buradaki önemli noktalardan biri de alınan borçların ne şekilde kullanılması gerektiği konusundaki açıklamadır. Deniyor ki borçlar, üretim amaçlı yatırımlara dönüştürülmelidir aksi takdirde ne olacağını tarih ne yazıkki bize göstermiştir. Borçların gereksiz tüketim amaçlı kullanılması bugün ülkemizi borcunun borcunu ödeyemez hale getirmiş dolayısıyla ekonomide bağımsızlıktan söz edilemez olmuştur. Devletçilik Politikasının Sonuçları Devletçilik politikasının vergiler ve borçlanmalar ile ilgili kısımlarını inceledikten sonra bu alanda yapılan uygulamaların başarılı sonuçlarını bütçe tahmin ve kesin sonuçlarına bakarak inceleyelim. Şunu da belirtelim ki 1924’ten itibaren ekonomik verilerden bahsedebiliyorsak bunu sağlayan yine Atatürk dönemi maliye politikasının bir sonucu olan bütçe kanunlarıdır. Bu kanunlarla birlikte devlet bütçe tahmini yapan, olayların belgesini tutan ve karşılaştıran, kesin bütçeler açıklayan planlı bir yapı oluşturmuştur. 1924 yılında başlayan bütçe tahmini ve bütçelerin karşılaştırılmalı açıklanmasıyla birlikte 1924-38 yılları arasında 11 i denk(gelir=gider), 3 ü bütçe fazlası vermekte yalnız 1924 bütçesi 11 milyon TL-bütçe gider toplamının %8’i-tutarında bir açıkla tahmin edilmiş bulunmaktadır. Elde edilen 1924-1934 yıllarının kesin hesap sonuçlarında ise 11 yılın 8 yılında fazla ile 1 yılda(1933) denk olarak kapanmış yalnız iki yılda(1925 ve 1931) açık vermiştir. 1925 yılında 31 milyon TL-bütçe gelir toplamının yaklaşık % 20’si-tutarındaki kesin hesap açığı, o yıl bütçe gelirlerinin %20 sinden fazlasını sağlayan Aşar Vergisi’nin kaldırılması ve mali yıl içinde alınan ek vergi önlemlerinin aynı yıl sonuç vermemiş olmasıyla ilgilidir. Burada bir sosyal devrim niteliği taşıyan Aşar Vergisi’nin kaldırılmasına değinmeden geçilmemelidir. Aşar Osmanlı’nın son yıllarından beri, bir ekonomik ve sosyal işkence halini almıştı. Bu vergi masraflar düşülmeden köylünün ürününün % 10’unun devlet tarafından alınması ve “mültezimler”-vergi tahsilatı aracıları-eliyle uygulanması yüzünden köylü üzerinde çok ekonomik ve sosyal baskı yapılması sonucunda köylünün üretiminin çok düşük olmasına da yol açabiliyordu. İşte böylesine bir ağır yük Cumhuriyet’in iktisadi açıdan en zor yıllarında olmasına rağmen köylünün üzerinden alınmıştır. Tekrar konumuza dönersek, alınan önlemlerle 1926 da kesin hesabın 8 milyon TL fazla vermesi sağlanabilmiştir. Açık veren ikinci yıl ise 1929 da başlayan ve bütün dünyada ciddi etkileri görülen ekonomik buhranın ülkemizde de etkilerinin görüldüğü 1931 yılıdır. Ancak buna rağmen bütçe kesin hesap fazlasının tutarı, bütçe kesin açıklar tutarının çok üstündedir.-65 milyon fazlaya karşılık 53 milyon TL açık- ((4),s.52) Mustafa Kemal’in devletçilik anlayışı çok kapsamlı ve kısa zamanda yaptığı işler çok fazla olduğundan bu yazımda sadece devletçiliğe genel bakış, İzmir İktisat Kongresi, ekonomiyi millileştirmenin önemi, planlı vergi sistemi ve borçlanmalardan bahsettim. Bir sonraki yazım, devletçiliğin devamı olarak, Türk Lirasının yabancı paralar karşısında değerinin nasıl korunduğunu, Cumhuriyetimizin milli bankası olan Merkez bankasının ve özel İş Bankası’nın kurularak bankacılık alanında nasıl devrimler yapıldığını, dış ticaret, Atatürk dönemi dış ödemeler ve yabancı sermayeyle ilgili bu yazımda biraz bahsettğim politikaların devamını, yatırım politikaları ve daha sonra KİT lere dönüşecek İDT leri konu alacaktır. İzmir İktisat Kongresi Kararlarının Maddelerinden Seçmeler ((3),s.21-50) Ziraat ve Maarif Meselesi Madde 1. Köylülere çiftçilere ziraatin çeşitli dallarını uygulamalı olarak öğretecek kitap ve mecmualar basılarak bedava dağıtılması Madde 3. Her sancakta yatılı birer ilkokul açılması ve bu okullarda ilk dereceli derslerle beraber basit ziraat dersleri de gösterilmesi Madde 4. Her sancakta birden ikiye kadar uygulamalı ziraat eğitiminde bulunulmak üzere bu yerlerde numune çiftliği özelliğinde orta dereceli mektepler yapılması Madde 9. Sınai, Zirai, Coğrafi, İktisadi, Sıhhi sinema filmleriyle köylülere faydalı bilgiyi vermek ve köylerin istatiksel bilgilerini tutmak ve uygulamalı konferanslar vermek üzere şimdilik her sancakta birer seyyar Ziraat Mektebi açılması Çiftçiliğe ait Bazı Maddeler Madde 4. Memleketimizde yetişip, memleketimizde tüketilen ziraat ve hayvanat ürünlerinin yabancı ürünler karşısında korunması Madde 12. Meyve ağaçlarını çoğaltmak için oluşturulacak meyve bahçelerinin meyve verdikleri tarihten itibaren beş sene müddetle vergiden afları Madde 15. Dinamitle tarlaların işlenmesi ve gübrelenmesi için Avrupa ve Amerika’da yapılan tecrübeleri yakından takip etmek üzere uzmanlar gönderilmesi Madde 16-18. Memleketimizde pancar yetiştirilerek şeker fabrikaları, kenevir yetişen yerlerde çuval fabrikaları kurulması Ziraatte Makine Meselesi Madde 2. Memleketimizde ziraat makinelerinin kullanılmamasına neden olan bu makinalardan anlayan usta ve tamirhane eksiğimiz olduğundan mevcut sanayi mekteplerinde demirciliğe ve tesviyeciliğe fazla ehemmiyet verilmesi ve önemli merkezlerde az çok demircilikten anlayacak ziraat makinistlerinin yetiştirilmesi için uygulamalı makinist mektepleri açılması Madde 3. Memleketimizin ulaşımı kolay bir yerinde bir zirai alet fabrikası açılarak şimdilik hiç olmazsa basit makinelerin bu fabrikada üretilmesi Tüccar Grubunun Esasları Madde 1. Uygun bir isimle bir ana ticaret bankası kurulması Madde 3. Çıkarılacak hisse senedinin Türkiye halkına ve Türk anonim şirketlere ayrılması Maden Meseleleri Madde 6-7-8. Kok ve antrasit-yüksek kalorili bir kömür türü- özel olmak üzere ihtiyacımızı karşılayan maden kömürlerimizin, yabancı maden kömürlerine, kükürtlerimizin yabancılara karşı korunması Ticaret’i Bahriye Meselesi Madde 5-6-7. Mevcut olup da ihtiyaca yeterli olmayan inşaat tezgahlarının yapımında gerekli görülecek olan ve memlekette bulunmayan ihtiyaçların, inşaat tezgahlarının ve ustalarının beş sene süreyle, yapılacak deniz taşıtları ham maddelerinin ve motorlarının vergiden affı Gümrük Siyaseti Madde 1. a) Bazı mahallelerde sanayi ziraat ve ticaretin muhtaç olduğu ham maddeler mevcut olmadığı takdirde, gümrük vergisinden çıkarılması Tekel Sisteminin Lağvı Birçok siyasi entrikalara alet olan tekellerin memleketi daima kemirmek ve emmekten başka çalışmaları olmaması ve ticareti de işgal etmeleri nedenleriyle yabancı sermayelerinin hükümete katılarak hükümetin memleketin ham madde, ticari ve ya sanayisini elinde toplayamamasına yol açtığından kapatılmaları Dış Ticaret Kuruluşları Madde 1-2. Ticaret memurlarının idareleri altında ticari istihbarat kuruluşları kurulması ve bu ticaret memurlarının düzenli olarak malumat vermeye mecbur olması Madde 3. Uygun olan büyük dış ticaret merkezlerinde Türk Ticaret Odaları açılması Şirketler Madde 5. Anonim şirketlerde meydana gelmekte olan suistimalin önüne geçmek için engelleme tedbirlerinin kabulu ve hissedarlar hukukunun korunması için şirketler muamelesinin hükümetin müessir kontrolü altına alınması Gümrüklerde Himaye Usulü Madde 1. a) Memleketimizde ihtiyaçlarımıza kafi derecede imal olunan ticaret mallarının hariçten ithaline ağır gümrükler koymak suretiyle önlenmesi b) …Memleketimizde mevcut olmayıp sanayimize lazım olan ham maddenin gümrük vergisinden muaf olarak ithalinin temini c) Bütün sanayi için lazım olan makine ve makine parçasının gümrükten muafiyeti Yazan: Serpil Ceylan* *Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Öğrencisi KAYNAKÇA 1) 09.04.08 tarihinde http://www.ttk.org.tr/index.php?Page=Sayfa&No=224 den alınmıştır. 2) Tezel, Yahya Sezai, “1923-1938 Döneminde Türkiye’nin Dış İktisadi İlişkileri” Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, İ.T.İ.A., Mezunlar Derneği, İstanbul, 1977. 3) İnan, A., İzmir İktisat Kongresi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989. 4) Aysan, M., Atatürk’ün Ekonomik Görüşleri, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2000. 5) 09.04.08 tarihinde http://www.kumkale.net/kumkale/17sub8.html den alınmıştır. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Kemalist59 arkadaşım,
Devletçi ekonominin sonu geldi artık. Çözüm liberalizmde. Türkiye'deki en büyük politik sorunlardan biri Liberalizmin tam olarak ne olduğunun bilinmemesidir. Kimileri liberalizmi sadece ekonomik bir ideoloji olarak görürken, kimileri de belli bir sınıf veya zümrenin ideolojisi olarak görürler. Halbuki liberalizm siyasi ve ekonomik söylemeleriyle eksiksiz ve çelişkisiz bir siyasi felsefedir. Temel amacı isitsnasız tüm bireylerin toplum içinde mutlu ve özgürce yaşaması için devletin görev ve yetkilerininin ne olması gerektiğini ortaya koymaktır. Klasik liberalizmin 4 temeli vardır. Bunlar; 1. Bireycilik İnsan ilişkilerinde ortaya çıkan düzeni, bireysel eylemlerin öngörülmemiş, önceden hesaplanmamış bir sonucu olarak görmek ve bireyi bir araç değil, bir amaç, kendi başına bir son olarak kabul etmektir. Hatta liberalizm için bireyci bir toplum sistemidir denebilir. 2. Özgürlük Liberal teoride kesinlikle negatif özgürlük esas alınır. Yani bireye bir şey sağlanması değil, onun dış baskılara, zorlamalara maruz bırakılmaması esastır. Liberalizm sabvunduğu özgürlük anlayışında bir önkoşul yoktur. Bireyin sahip olduğu seçenekler ne olursa olsun, dışarıdan zorla müdahale yok ise birey özgürdür. Vicdan, düşünce ve inanç hürriyeti, zevk ve uğraşılarda dilediğini yapma hürriyeti, toplanma hürriyeti ve mülk edinme hürriyeti gibi birçok kavram liberalizmin temeli, ve insanlığa hediyesidir. Özgürlükte tek koşul vardır; o da bir başkasının hürriyetini kısıtlamamak. Bu özgürlüklere bütünüyle saygı gösterilmeyen hiçbir toplum, hiç bir millet, hiç bir ülke özgür değildir. Bu bağlamda liberalizmde bireyin rızası olmadan, çoğunluğun yahut toplumun tümünün rızasıyla bireysel özgürlüklerden birinin bile kısıtlanması diye bir kavram söz konusu olamaz. Çünkü liberalizm, temel hak ve özgürlüklerden birinin dahi çoğunluğun rızasına kurban edilmesini kabullenmez. 3. Hukukun üstünlüğü ve sınırlı devlet Liberal bir ülkede, yasalar herkese eşit tatbik edilir, hiç bir bireye veya zümreye yönelik yasa çıkarılamaz, geçmişe dönük uygulanamaz ve en önemlisi hükümet dahil herkesi bağlar. Devletin amacı sadece ve sadece bireyin özgürlüklerini fiziksel olarak korumaktır. 4. Kendiliğinden doğan (spontan) düzen ve serbest piyasa ekonomisi Klasik bir ifadeyle, mülkiyet hakkının -ki diğer bireylere karşı korunan bireysel özgürlük alanının maddi kısmıdır, kişiler arasında serbestçe değis tokuşu esasına dayanan de facto durumun günümüzde aldığı biçimdir; liberal ekonomik öğretinin özünü oluşturur. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Bırak bu zırvaları....
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
![]() Ne zırvası. Oku da bilgi sahibi ol. Devletçi ekonomi, 1930 larda belki başarılı olmuş olabilir ama şartlar değişti. 2008 Türkiye'sinde devletçi sistemi uygulayamazsın.
Devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan bireylerin, asgari müştereklerde birleştiği ve anlaştığı sistemdir. Devlet gücünü, bireyler ve bireylerin oluşturduğu kurumlardan almaktadır. Devletçilik, devletin bu asli, bu yaşamsal gücünü birey için değil, bireye karşı kullanan bir yönetim anlayışıdır. , Devletçilik yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada gerek ekonomik, gerek sosyal, gerekse kültürel alanlarda iflâs etmiş bir sistemdir. Bireyin istekleri, dünyanın her yerinde aynıdır ve değişmez. Birey güven ister, adalet ister, mutluluk ister, kendini özgürce ifade etmek ister. Bireyin bu temel, bu vazgeçilmez isteklerini, tarih boyunca ne faşizm ne sosyalizm ne de başka benzeri rejimler değiştirebilmiştir. Liberalizm, bu anlayışla insanı, bireyi merkez almakta; bireyin özgürlük, güven, adalet ve mutluluk isteklerini öncelikli amaç olarak belirlemektedir. Bugün devletçilik, belki de geçirdiği belirli bir evrimin sonucu olarak, artık müdahalecilik biçiminde değil; halka hizmet şeklinde gibi görünüyorsa da, bu bir aldatmacadır ve bunun bir aldatmaca olduğu, bilinen bir gerçektir. Sosyal devlet anlayışı ise, söylemden öteye gidememiş; birey, toplum ve kurumlar bu anlayışın sonucu olarak, sürekli istismar edilmişlerdir. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 | |
![]() Alıntı:
Toplam servetin büyük bölümünün küçük bir kesimde olduğu büyük bir yalan. Kapitalist sistemde, herkes rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisinde çok zengin olabilir. Ama sosyalizmde bu mümkün değildir. Kapitalizm, bireyin yaratıcılığının gelişmesini ister. Dünyanın liberalleşmesi, totaliter rejimlerin sonu olacak; dünya toplumlarını ve insanını prangaya vuran zincirler atılacak; insanoğlu tarihin her döneminde peşinden koştuğu refah ve mutluluğa hızla kavuşacaktır. Bireyleri fakir ve mutsuz bir toplumdan, kendisi dahil, kimseye fayda yoktur ve liberalizm sadece ülkemiz için değil, bütün insanlık için kurtuluştur. |
||
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|