![]() |
#1 |
![]() "Mal"dan, "mülk"ten ve "ser"den geçen adam gibi bir adam!
Bugün 10 Kasım 2007... "10 Kasım" denildiğinde, akla, elbette "Atatürk'ün ölüm yıldönümü" gelir... "10 Kasım" denildiğinde, bütün takvim yapraklarında "1938'de ölen Atatürk"ten söz edilir de, 1983'te aramızdan ayrılan Osman Yüksel Serdengeçti'den hiç söz edilmez... Oysa, merhum Serdengeçti, Atatürk kadar olmasa bile, arkasında iz" bırakmış bir insandır... Hem "yazıları" hem de "yaşantısı" ve özellikle de "esprili kişiliği" ile!.. Meselâ; "Geldi İsmet, kesildi kısmet" sözü ona aittir... "İsmet"ten kastı, sadece İsmet İnönü değildir elbet!.. Eşinin adı da "İsmet"tir ve bir türlü "çocukları" olmaz!.. Bu yüzden de şöyle der: "İki İsmet'ten çok çektim. Biri Hürriyet'imden etti, biri Zürriyet'imden!' Gerçekten de; Merhum Osman Yüksel'in "ikinci" ve hatta "birinci" adresi hep "hapishaneler" olmuştur!.. Hayatının büyükçe bir kısmını hapishanelerde geçirmiştir. Hatta, denilir ki; "Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek hiç hapse girmeyi istemezdi, merhum Serdengeçti de hapisten çıkmayı!" "VAY MÜRTECİ VAYY!" İşte bugün, onun ölüm yıldönümü... Onu, çeyrek asır önce, evet 10 Kasım 1983'te kaybettik... Hiç hoşlanmasa da, o; "halktan biri"ydi, bir "halk çocuğu" idi. "Zengin"lerin davetlerinde hep tedirgin olmuş, "fukara sofraları"nda ise rahat bir nefes almıştır!.. 1917'de Akseki'de doğdu... Asıl adı Osman Zeki Yüksel'dir... Merhum Osman Yüksel Serdengeçti, Gülünç Hakikatler isimli eserinin "İrtica ve Komünizm" başlıklı makalesinde şöyle diyor: "Din düşmanlığının taktiği de demokrasi ile beraber değişti!.. Eskiden dine, mukaddesata açıktan açığa sövüyorlardı. Şimdi demokrasi var, iş halka, oya dayanıyor. Türk milleti Müslümandır. Bunun için açıktan açığa sövemiyorlar." (S.80) Aynı eserin 82. sayfasında ise şöyle diyor: "İrtica!.. İrtica!.. İrtica!.. Farmasonların, dönmelerin, bolşeviklerin bitmez tükenmez nakaratı... Nerede ise insan daireden evine dönemeyecek... Öyle ya... Hemen karşınıza bir inkılap softası çıkacak soracak: - Nereye gidiyorsun? - Eve dönüyorum. - Vay mürteci vay!.." YÜZÜ VE POPOSU HOŞ, GERİSİ BOŞ! Meselâ, bir sözü var ki, geçerliliğini hâlâ koruyor. Bir yazısında şöyle diyordu: "Size özgürlük vereceğiz diyerek kadınları 'kafes arkası'ndan çıkaranlar, onları sokakta kafeslemeye başladılar!" Hâlâ öyle değil mi?.. "Sokakta kafeslemek" için "özgürlük" vaadleriyle kandırılmadı mı kadınlar?!? Sonra da; "Kafes arkası"ndan çıkarılıp, bir "meta" olarak kullanılmaya başlanmadı mı?.. Kâh "jilet" reklamında, kâh "otomobil lastiği" reklamında kullanılmadı mı?.. Hâlâ kullanılmıyor mu?.. "Kafes arkası"ndan çıkarılan kadınların kimi "yatakta" buldu kendini, kimi de "batak"ta!.. Alın işte; İngiliz televizyonu BBC'nin kıdemli kadın habercilerinden Kate Adie bile, bir zamanlar şöyle demişti: "Yüzü ve poposu hoş, gerisi boş kadınlar işe alınıyor!" İngiliz kadını böyle ise, varın Türkiye'deki kadının halini siz düşünün!.. "Kadının adı yok!" diyordu bir kadın yazar!.. Çok doğru!.. Ya "90-60-90" ölçüsü, ya göğsü, ya da "kalça"ları var!.. Ama, "adı" yok!.. Geçenlerde bir gazeteci; adına "lolita" denilen körpecik bir "lise öğrencisi"nden söz ediyordu!?. "Fizik 10, kimya sıfır!" Hayır, "ders" olan "fizik"ten değil, "vücut fiziği"nden söz ediyordu!.. Zaten; Kim bakıyor ki "müzik" veya "kafanın içi"ne!.. "Fizik düzgün" ise, koy sepete!.. Yeter ki; "Yüzü ve poposu hoş" olsun, gerisi "boş" olsa da olur!.. "Kadına bakış" işte bu!.. İşte tüm bunlar, rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti'nin ne kadar "ileri görüşlü" ve ne kadar "sıradışı" bir insan olduğunu ortaya koyuyor!.. Evet; Osmanlı döneminde "kafes arkasında" idi kadınlar!.. Sonra; "Özgürlük" vaadiyle dışarı çıkarıldılar!.. Tabiî; "Sokakta kafeslenmek" için!.. Var mı aksini iddia eden?.. KRAVATI BELİNE TAKAN ADAM! Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soyadla tanındı. Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde 2. sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944'te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine izin verilmemesi üzerine Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben, "Yüksek makamın alçak vekiline" sözleriyle başlayan bir dileçe yazdı. Dilekçeyi bakana verme cesaretini kimse bulamadı. Osman Yüksel, yeniden hapishaneye gönderildi. Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. AP listesinden Antalya milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı. (1965-1969), "Batılılaşmayı protesto" için Meclis'e, kravatsız geldi ve "Kravatsız milletvekili" olarak da ün kazandı. "Kravat" dayatmasına isyanını, "kravatı beline dolayarak" Genel Kurul'a girmesi ile gösterdi. Serdengeçti, tepkiler üzerine, "Madem kravat takmak şart, ha boynuna takmışsın ha beline... Ne fark eder!" diyerek, "şekilci anlayış"la dalgasını geçti. �TÜRK MATBUATI YOKTUR!� Merhum Serdengeçti'nin, 1949'da kaleme aldığı "gazetelerimiz" adlı yazısında çarpıcı tespitler yer alıyor: "Bu milletin bir derdi var, bir değil bin derdi var. Bu dertlerin başında, şu demokrasi devrinde Müslüman Türk'ün davasını benimseyen, onun derdini kendine dert edinen, onun isteklerini, ihtiyaçlarını dile getiren bir tek, amma bir tek yevmi gazetenin bulunmayışı geliyor. Bugün kelimenin hakiki manasıyla ortada 'Türk Matbuatı' diye bir şey yoktur. Sadece Türkçe çıkan Yahudi menşeli, yabancı ruhlu, yalancı haber veren bir yığın basma kağıt tüccarı vardır. 27 yıllık, nefes aldırmaz, kopkoyu bir tirajlık devrini alkışlayan, gidene söven, geleni övenler bunlardır." Var mı aksini iddia eden!.. HER KİŞİNİN DEĞİL, ER KİŞİNİN YOLU! "Siyasî" hayatı da hayli renklidir... Bir dönem Antalya milletvekili seçilen Osman Yüksel Serdengeçti, AP'de aradığını bulamaz, CKMP'ne katıldığı gün şu konuşmayı yapar: "Aziz kardeşlerim, üç senedir Meclis'te bulunuyorum. Gördüğüm manzara kısaca şudur: Bir tarafta her şeye parmak kaldıranlar, diğer tarafta mukaddesata saldıranlar. Biri parmak kaldırıyor, biri parmak sallıyor. Yaranın üzerine parmak basan yok! İşte biz, bu çatının altında toplananlar, şehadet parmağımızı yaranın üstüne basmalıyız. Bu yol her kişinin değil, er kişinin yoludur. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de 'İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz' buyuruyor. Biz inanıyoruz. Hiç ölmeyene, bitmeyene, tükenmeyene, ebedi olana inanıyoruz. Arkadaşlar; Türk Milleti buhranlar, hüsranlar içinde çalkalanıyor ve bir kurtarıcı bekliyor. Malazgirt'ten bu yana kaç nesli harcamışız? Bu topraklar için toprağa düşenlerin çocukları bakımsız, huzursuz, perişan, esamileri bile okunmuyor... Biz bu vatanın sıra dağlarını, uçsuz ovalarını, engin denizlerini bir heyecan tufanı ile yeniden fethedeceğiz. Basü badel mevt! Bugün onların olabilir ama, yarınlar bizim olacak!" ASIL GERİCİ OLAN KİM? Meclis'e dair, bir anekdot daha: O, komünistlere olduğu kadar; hırsızlara, vurgunculara, mütegalibe sınıfına da düşmandır. Aşırı solun Meclis'i salladığı yıllarda, (1967) Doğan Avcıoğlu "Yön" dergisinde "Kim gerici?" diye sorar: "Madenlerin millileştirilmesine karşı koyan, yabancı sermaye avukatı, 'Kolej'li şık giyimli beyler mi; yoksa toprak reformunu savunan kravatsız köylü Osman Yüksel mi?" "Cimri" değildir... Hatta "eli sıkı" bile denmez onun için... Belki, "tutumlu" demek daha uygun olur!.. Osman Yüksel, "paraya değer ver" der, "ama iyi bir uşak gibi değer ver. Para seni kullanmasın, sen parayı kullan. Lakin saçıp savurma. Cephede mermisi bitmek üzere olan asker gibi harca. Her attığını hedefe isabet ettirmeye bak! Yeri geldiğinde beş kuruşu bile 'harcasam mı harcamasam mı' diye düşüneceksin, yeri geldiğinde de beş milyonu gözü kapalı atacaksın!.." Evet, asla "cimri" değildi... "Yeri geldiğinde beş milyonu gözü kapalı atacaksın" diyecek kadar "fedakâr" ama, "attığını isabet ettirecek" isen!.. O GÜNLERİ NE ÇABUK UNUTTUN? Bu yönü pek bilinmese de, "fakir talebelere maddi destek" verirdi. İşte bu fakir talebelerin harçlıklarını alır almaz lokantalara kurulmalarını ve "pamuklu sigara" tellendirmelerini anlayamaz ve şöyle derdi: "Benim yanımda okuttuğum bir Mehmetçik bu sene liseyi bitiriyor!.. Akseki'nin Çimi köyüne kayıtlı. Akdağ eteklerinde barınan Hacı Ahmatlı Aşireti'nden bir çadır çocuğu. Toroslar'da gaz lambası, fener dahi görmeyen delikanlı sadece üç senedir şehirde... Ankara'da kalıvermekle her şeyi değişti. Elbise beğenmez, ayakkabı beğenmez. Hele benim kıyafetimi, yaşayışımı hiç beğenmez. Efendim, lüks apartmanlarda oturmalıymışım! Koltuklar şöyle olacak, perdeler böyle olacak. Yok, naylon gömlek kuşanmalı, yok sivri burunlu iskarpin almalıymışım! Bir mebusa yakışır mıymış bu hayat!.. Ey Yörük yavrusu diyorum: Donsuz gezdiğin, kıl çadırda yattığın, deve güttüğün günleri ne çabuk unuttun? Kökünden ne de çabuk koptun? Memlekette bu kadar yersiz, yurtsuz, aç, çıplak varken senin arzuladığın gibi keyif sürmemiz reva mı?" CENNET BEDAVA, TALİBİ YOK! Sadece "kökünden kopanlara" değil, "nefsî arzuları peşinde koşanlar"a da acır, üzülür ve "Bu ne iştir anlayamadım" derdi; "Meyhane parayla, umumhane parayla, kumarhane parayla, gazino, sinema, tiyatro hep parayla. Halbuki camiler bedava, mescidler bedava, türbeler bedava, kütüphaneler bedava, selam, sohbet, muhabbet hepsi bedava. Kısacası cennet bedava talibi yok, cehennem parayla ama, onun için sıraya giriyorlar." Rahmetli namaza titizlikle hazırlanır, tekbir aldı mı dünyadan kopar, kimin huzurunda olduğunu bilir, vücudunu ürpertiler sarar. Selam verdi mi ferahlar, yüzüne tatlı bir sükûnet gelip oturur, vazifesini yapmış insanların huzurunu yaşar. �TİTRE VE KENDİNE DÖN!� Gördüğünüz gibi; merhum Serdengeçti, bir "halk adamı" olduğu kadar, aynı zamanda, bir "münevver"di!.. Yani, günümüzün moda değimiyle "aydın"dı... Topluma ve bu toplumun değerlerine "yabancı" değil, tam bir "yerli" idi... "Hastalığı ile dalga geçecek" kadar da, "kendisiyle barışık biri" idi... "Esprili bir kişilik"ti, bir "mizah ustası" idi... Meselâ; "Hastalığın neydi" diye soranlara, "Valla araba markası gibi bir şey!.. İnsanın ah benim de bir parkinsonum olsa diyesi geliyor" gibi latifeli cümlelerle geçiştirir, sıkıntı anlatmaktan asla hoşlanmazdı... Derdini de "derdi veren kadar" sever, Allah'ı "kullara şikâyet etmekten" korkardı... Malum, "parkinson"da eller titrer, parmaklar kontrolden çıkar... Gülerek "ibret alın" der; "bir zamanlar dünyayı karıştıran Serdengeçti, şimdi çayını bile karıştıramıyor!" Hastanede ziyaretine gelen Alparslan Türkeş'e, "bak senin en sadık adamın benim" diye fısıldar, "Ne vakit 'Ey Türk titre ve kendine dön' dedin, o gün bugündür titriyorum" demiştir!.. Osman Yüksel bir gece karanlıkta su aranırken düşer, kalçasını kırar. Yatış o yatış, bir daha kalkamaz. 10 Kasım 1983 günü Hakk'ın rahmetine kavuşan merhum Serdengeçti; Cebeci Asri Mezarlığı'ndaki mütevazı kabrinde yatar... Lütfen, ruhuna bir Fatiha... ------- Atatürk ve Büyükanıt Genelkurmay Başkanı sayın Yaşar Büyükanıt, dün yayınladığı "10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü Mesajı"nda şöyle demiş: "Donmuş, katılaşmış her türlü düşünceye ve bu düşüncelere giden yollara bilimi ve aklı rehber etmek suretiyle set çeken Ulu Önder, ilke ve devrimleri ile mesajlarını çağlar ötesine taşımıştır. Bu mesajları anlamak ve gereklerini yerine getirmek, her şeyden önce bir vatandaşlık borcudur." Ne yapmış Atatürk; "Donmuş, katılaşmış her türlü düşünce"ye set çekmiş... Peki, nasıl?.. "Aklın ve bilimin rehberliği"nde!.. Mesajında bunları söyleyen Büyükanıt Paşa, öğleden sonra "gazetelerin Ankara temsilcileri" ile bir toplantı yaptı ve öyle sanıyorum ki, "gündem"e ilişkin görüşlerini açıkladı!.. Ne var ki; bu toplantıya Vakit'in yanı sıra Zaman, Yeni Şafak, Star, Milli Gazete, Yeni Asya ve Bugün gazetelerinin temsilcileri, "akredite olmadıkları" için çağrılmadı. Peki, "yasal dayanağı olmayan" bu akredite uygulamasının temelinde "akıl ve bilim" mi yatıyor, yoksa "donmuş, katılaşmış, dogmalaşmış düşünce"ler mi?.. Sayın Paşa'nın, "katılaşmış düşünceleri" terkedip ne zaman "Gerçek Atatürkçü" olacağını merak ediyorum... Vakit
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|