02-04-2014, 06:47 | #1 |
Markar Esayan - '17 Aralık İttifakı' Nerede Hata Yaptı?
Markar Esayan
'17 Aralık İttifakı' nerede hata yaptı 17 Aralık operasyonu ve akim kalan altın vuruş 25 Aralık kalkışması ülkeyi ilginç bir noktaya taşıdı. Türkiye'nin verili şartları, -böyle bir şey olabilir mi, ama oldu- birkaç haftada neredeyse tamamen değişti. Artık yeni bir Türkiye var karşımızda ve bunu anlamak zorundayız. Bu anlama işini her sektörde hızlı ve doğru yapan, geleceğin Türkiye'sinin kurucuları arasında söz sahibi olacak. O nedenle herkesin aklını başına toplayıp, ideolojik, sınıfsal, iktidar mücadelesini ima eden darlıklardan sıyrılmasında fayda var. Öncelikle, bu kriz sayesinde, eski Türkiye'nin yıpranmış, lakin hâlâ varlığını devam ettiren rezervlerini, kırmızı çizgilerini birden bire aştık. AK Parti'nin sosyolojik nedenlerle, yani oy ve yıkıcı muhalefet endişesiyle reformları evrimsel ve pragmatik bir siyasete endekslemesinin geçerli koşulları tuzla buz oldu. Öcalan ve onun yönettiği BDP-PKK, siyasete öyle böyle değil, hayati bir istikrar unsuru olarak yerleşti. Zaten Çözüm Süreci de milliyetçi-laik Kürt siyasetinden bu hamleyi talep ediyordu. Öcalan'ın net duruşu ile ulusalcı-laikçi beyaz Türklerin, sosyalistler üzerinden nüfuz etmeye çalıştığı BDP-PKK siyaseti, salınımlarını azalttı. Ancak başka bir şey daha oldu. Bunu biraz Gandi'nin İkinci Dünya Savaşı'nı Britanya ile güven oluşturma fırsatına çevirmesine benzetiyorum. Aynısını Güney Afrika'daki iç savaşta da Britanya'ya destek vererek yapmıştı. Çünkü, eğer kavga ettiğiniz bir muhatap ile barışmaya niyetliyseniz, güven için atmanız gereken adımlar vardır. Gezi ve 17-25 Aralık operasyonlarında, Öcalan Erdoğan'ın yanında durmakla aslında sivil siyasete destek verdi. Dar AK Parti karşıtlığını, oportünizmi aştı. Hükümetin dayandığı sosyolojinin de, BDP'nin de ezberlerini bozdu. Bu ne anlama geliyor peki? Bu, yeni Türkiye'nin yeni Anayasası'nı bu iki siyasi hareket yapacak demek. AK Parti'nin BDP ile yan yana görünmesinin önündeki taban çekincesi, birdenbire meşru bir tarihî gerekliliğe dönüştü. Öcalan ciddi bir risk aldı. Gezi de, son operasyonlar da, sonucu kestirilebilecek öyle sıradan olaylar değildi. Ancak Çözüm Süreci ile Öcalan'dan daha büyük bir risk alan Erdoğan bu desteği hak ediyordu. Zaten Erdoğan'ın başına ne geliyorsa, Çözüm Süreci'ni başlattığı için geliyordu. Erdoğan, Çözüm Süreci'ne çizik atsa -Kitlesel KCK operasyonlarına destek verdiği dönemi hatırlayınız- ve devlet içinde kendisine dayatılan vesayete boyun eğseydi, bugün 'Türkiye nükleer bomba üretecek', 'El Kaide'ye yardım ediyor', 'diktatörleşti', 'yolsuzluğa battı' diye feryat edenler Erdoğan güzellemeleri yapıyor olacaktı. Yani 'Erdoğan şeytan'dan, 'Erdoğan meleğe' savrulacaktık. İkisi de yanlış tabii. 17 Aralık'tan sonra tarih köklü reformları artık bu ülkeyi yönetenlerden talep ediyor. Tabii ki siyaset hesaplara dayanır ama, bu hesaplarda kamuoyu çekincesi oldukça artıya dönmüş durumda. Üstelik bu sadece AK Parti değil, CHP ve MHP için de böyle. Devlet Bahçeli çizgisi ile MHP her kritik anda doğru yerde durmakla zaten övgüyü hak ediyor. MHP bu itibarı post-PKK dönemine hazırlık için bir fırsat olarak görmeli ve merkez partisi olmayı denemeli. Ama CHP... Daha önce yazmıştım. CHP vesayetle son kez seçime giriyor ve tarihinin en kişiliksiz dönemini yaşıyor. Bu kişiliksizleşme ise bir fırsatı ima ediyor, daha doğrusu partiye dayatıyor. Çünkü CHP vesayete meze olduğu ve duvara çarptığı her denemede, güncel ve siyasi olana biraz daha teslim oluyor. Başörtülü vekillere karşı çıkamaması gibi... Bu kişiliksizleşmeden bir demokratik karakter üretebilecek mi, onu seçimlerde vesayet ittifakı büyük bir yenilgi alırsa hemen görebileceğiz. Türkiye'de neden etkili, halka dayalı ve güncel bir muhalefet partisi çıkmıyor sorusunun cevabı da bu formülde yatıyor. Çünkü hâlâ meşru siyaseti iktidardan edebilecek bir güç ve imkân Türkiye'de mevcut. Bu 'imkân' ve 'ümit' sıfırlanmadan CHP'nin kendiliğinden değişmesi veya tarih olması beklenmemeli. Aynı formül, sosyalistler ve liberal görünümlü seçkinler için de geçerli. Her fırsatta, sınıfçı laiklik üzerinde elektrik aldıkları vesayet kesin mağlubiyet almadan, bu kesimlerde bir uyanış beklemek yanlış. Eski ve yeni vesayet dinamikleri, Erdoğan mesela PKK'ya vurdukça ona alan açıyor, Erdoğan'ı ise geçici bir sorun olarak görüyor-muş. Silvan saldırısı ve Uludere'nin, Kürt Açılımı'nda ölçüyü kaçıran Erdoğan'a verilmiş büyük bir gözdağı olduğu ortaya çıkıyor. AK Parti'nin Uludere'den sonraki yaptığı halkla ilişkiler hataları fecaat boyutundaydı, ama bu işin teferruat kısmıydı. Paralel olarak da 'Erdoğan'la değil bizimle anlaş, o gidici' diye Öcalan'a tehditler gidiyordu. Ancak Erdoğan varsaydıkları gibi bir lider çıkmadı. Erdoğan'ın değeri ve farkı da burada. 'Öcalan'ı niye asmadınız' derken, iliklerine kadar sızmış vesayeti uyuttu ve İmralı ile Çözüm Süreci'nin zeminini hazırladı. Çözüm Süreci ilan edildiğinde, BDP dâhil herkes açıkta yakalandı. 17 Aralık ittifakı aynı hatayı tekrarladı. Erdoğan'ı küçümsedi, kendi gücünü ise abarttı. Bu kritik, taktiksel bir hatayı beraberinde getirdi. Asıl hamle 25 Aralık'tı. 17 Aralık ile 25 Aralık arasındaki o çok kısa sürede Erdoğan'ın böyle büyük bir karşı hamleyi yapamayacağını öngördü. 7 Şubat gibi sersemleyeceğini, 25 Aralık için daha münasip bir ortamın oluşacağını düşündü. Hülasa, 'düşmanınızı' iyi tanıyacak ve ona saygı göstereceksiniz. Ancak hâlis olmayan her niyet, içinde mutlaka kritik bir miktarda körlük de içeriyor. Kaynak Yeni Şafak 03.02.2014
Konu Cihannur tarafından (04-08-2015 Saat 11:31 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|