03-13-2014, 22:49 | #1 |
Markar Esayan - Gülen Hareketi ve Meşruiyet Sorunu
Markar Esayan
Gülen Hareketi ve meşruiyet sorunu Boğucu bir dönem geçiriyor olsak da, siyasi ve içtimai olağan aşamaları yaşamaktayız. Üzerimize çöken şu pornografi boyutunu çok aşan 'şeffaflaşma' günleri mesela... Onlarca yıldır kamusal alanda maskeler takan, kimliğini saklayan, sürekli karanlıkta fısıldaşarak yaşamaya itilen bir toplum yapısı için enteresan bir süreç. Aynı şey devlet için de geçerli. Hiç olmadığı kadar devlet kurumlarının içini görüyoruz. Simetrisinde ise, herkesin dinlendiğinden emin olduğu, mahremin anlamını kaybettiği, kimsenin kendisini güvende hissetmediği bir toplumsal travma sürecindeyiz. Ülkede 'aşırı kapalılıktan', 'aşırı şeffaflaşmaya' doğru kuralsız ve kontrolsüz bir savrulma yaşanıyor. Bunun yıpratıcı olduğu kadar, olumlu yönleri de var. Çünkü 'kapalı toplum'u dayatan ne kadar otoriter bir tek merkez idiyse, bugün yenisini kuracak-denetleyecek olan kimlikler o kadar çok parçalı ve çok sesli olacak. Çünkü bilgi tekeli hiç olmadığı kadar parçalanmış vaziyette. Bilgi ise güç demektir. Batı bilgi ile Doğu'yu geçmişte domine etti ama artık bilgi bagajı Batı'nın da uhdesinde kalamayacak devasa bir kütleye ve küreselliğe sahip. Toz duman dağıldıktan, kartlar yeniden karıldıktan sonra, buradan ihtimal daha iyi bir dünya çıkabilir. Yaşananlar eski ahlâkın çöküşü demek. Ahlâk, yaşadığımız düzeni hangi değerler dünyası içinde algıladığımızı, tepkilerimizi, uyum gösterme kabiliyetimizi hangi ilkelere göre düzenlediğimizi, yani bizim dünyaya 'cevap' verme sistematiğimizi ima eder. Her kararda ahlâk ve kimliğimizi yeniden inşa ederiz. Kapalı toplumlarda varsayılan ile gerçek ahlâk arasında uçurum vardır. Türkiye'de her kesim, geçmişte kendi inanç ve ideolojilerine uygun davrandığını varsaysa da, bu doğru değil. Türkiye'de totaliter devletin dayattığı ahlâkla uyumlu yaşanmış olmasa, rejim çok önceden değişmiş olurdu. Demek ki, herkes varsaydığı, bağlandığı kendi ahlâkını değil, rejimin ahlâkını içselleştirmiş. Bunu ya hayatta kalmak, ya da menfaati için yapmış. Gülen Hareketi'nin üst yapısı, aslında Türkiye'deki değişimin önemli parametrelerinden biri olmasına rağmen, değişen şartların farkına varamadı. Böylelikle, değişen bir sosyo-politik yapıda, değişim olmamış gibi strateji kurdu. Kimsenin anlam veremediği 'akıl dışılık ve savrukluklar' bu kritik hatadan kaynaklanıyor. Ergenekon ile onun anladığı dilden mücadele etmek başta 'gerçekçi' olsa da, sonrasında bu mücadele üzerinden biriken güçle kendisine farklı bir kimlik devşirmesi, meşru hükümetle mücadeleye girişmesi, aslında eski ahlâka dair bir şeydi. Bu yöntemin eski Türkiye'de olduğu üzere tutacağı varsayıldı, ama Türkiye değişmişti. Dindarların bu 'yüzleşme' işini 'eline yüzüne' bulaştırdığı söylenebilir, söyleniyor da. Oysa sadece dindarlar değil, hepimize dair kaçınılmaz olanı yaşadığımızı düşünüyorum. Ulusalcı kesimin değişim sürecindeki olumsuz rolünün, yükü dindarların sırtına yüklediğini unutmamak lazım. Kendimize, cemaatimize, sosyal yapılara ve siyasete dair varsayım ve algılarımız, bu hızlı değişime ayak uyduramayınca, böyle bir krizle 'gerçek' ile senkronize olmak kaçınılmaz oldu. Başlatan siz olabilirsiniz, ama başladıktan sonra kontrol, değişimin kendi karmaşık dinamiklerinin eline geçer. Siz sadece onlardan birisi olabilirsiniz. Çağımızdaki değişim, bireylerin, sivil toplumun etkinleşmesi, katılımcılığın artması ve şeffaflaşmanın kurumsallaşmasını talep ediyor, yani demokratlığı... Artık bir meşruiyet kaynağı varsa, o gücü tek merkezde toplamakta değil, demokratlıkla kurulan ilişkide. Ortaya 'tek doğru bende' iddiası ile çıkıp, bunu güçle tahkim ettiğinizde, ciddi bir meşruiyet sorunu ile karşı karşıya kalıyorsunuz artık. Çünkü bu iddia eskisi gibi ortak bir kimlik yaratmıyor. Kitleleri 'gerçek bende' iddiası ile mobilize etmek çok daha zor. Onlar, artık gittikçe özgür bireylerden oluşuyor ve ikna edilmek istiyor. Bu ise, şeffaflık ve demokratlıkla mümkün. Fethullah Gülen bu nedenle, Financial Times FT'ye verdiği son röportajda, herhangi bir partiden yana siyasi tercihlerinin olmadığını ve hayatının sonuna kadar da münzevî şekilde yaşayacağını söylemek zorunda kalıyor. Çünkü dinî bir cemaat ile siyasi amaçla hareket eden bir topluluğun lideri olmak arasında yakıcı bir çelişki var. Oysa, Gülen'in sadece bir münzevî olmadığı, hareketin de Türkiye'de CHP'yi desteklediği genel kanıya dönüşmüş durumda. O zaman bu noktada, cemaatin kendi tabanı önünde bir meşruiyet sorunu ortaya çıkıyor. Meşruiyeti dinî bir sözleşmeden alıp, siyasi alana taşıyarak kullanmanın tatmin edici bir cevabı yok. Medyası ve çeşitli kurumları ile hizmet amaçlı kurulan devasa bir makineyi CHP ve MHP'yi gölgede bırakacak denli ülkenin en etkili ana muhalefet partisine dönüştürmek, yolsuzluk iddiaları ve Erdoğan'ı ötekileştirerek bir noktaya kadar mâkul karşılanabilir. Bu stratejiden, cemaati bir arada tutacak kurumsal bir meşruiyet çıkmayacağı gibi, dindaşlıktan gelen eski meşruiyet kaynağı da hızla tükenir. Seçimlerde oluşacak meşruiyet kaynağına bu kadar nefretle yaklaşılması da bu zaafın bilinmesinden kaynaklanıyor. Kaynak Yeni Şafak 12.03.2014
Konu Cihannur tarafından (04-08-2015 Saat 11:30 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|