|
02-05-2014, 15:54 | #1 |
Markar Esayan - Hizmet Hareketi ve Telafi
Markar Esayan
Hizmet Hareketi ve telafi Türkiye'nin 17 Aralık'tan sonra başka bir yer olduğunu pazartesi günkü yazıda ifade etmiştim. Bu neyi ifade ediyor? En geniş anlamıyla, artık kimse kararlarını 16 Aralık gecesindeki Türkiye'de yaşıyormuş gibi alamaz. Daha doğrusu almamalı. Bu 'kimse'lerin başında da Hizmet Hareketi geliyor. Şüphesiz Hükümet ile diğer siyasi ve toplumsal parçalar da aynı kurala tabi. İster kurumsal, ister kişisel olsun, alınan kararlar ve hareketler sonuçlar doğurur. Belki farkında olunmaz ama, en ehemmiyetsiz kararlar bile, o karar alınmadan önceki dünyayı fiilen sonlandırır; başka bir dünyaya geçiş olur. Yapılan hatalar ile o hataların telafi edilmeye çalışıldığı dünya, artık aynı dünya değildir. Şartların değişmediğini varsayarak veya değişimi reddederek davranmak büyük bir zaafiyet doğurur. Kabulleniş şarttır. Açıkçası, BBC'deki Fethullah Gülen'in röportajını, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın açıklamasını, Ekrem Dumanlı'nın son yazısını ve Zaman gazetesinin manşetine taşıdığı Cihan Haber Ajansı mahreçli kamuoyu araştırmasını okuduğumda aklıma gelen hep bu tema oldu. Sanki 17 Aralık sabahı yapılan operasyon nasıl bir Türkiye'yi amaçlıyorsa, işte o Türkiye'yi ısrarla görmek isteyen bir gerçekliği reddetme durumuydu bu. Yaşananların sadece bir yolsuzluk operasyonu olduğunun genel kabul gördüğü, Erdoğan'ın oldukça yıprandığı, Cumhurbaşkanı Gül'ün öne çıktığı, keskin siyasi değişimlerin hemen yanı başında bulunan bir Türkiye... Nitekim Zaman gazetesinin manşetine taşıdığı araştırma sonuçları böyle bir Türkiye'yi resmetmiş, ya da temenni etmiş diyelim. Oysa... Olmuş hiçbir şey olmamış sayılamaz. Hizmet Hareketi'nde ise böyle bir eğilim göze çarpıyor. Bu durum da aslında 7 Şubat ve 17 Aralık sürecinin hareket adına neden kötü yönetildiğinin kodlarını veriyor. Gerçeklerden kopmak, siyasi alana taşmak, haklılık ısrarı vs... Fethullah Gülen, BBC'ye verdiği mülakatta temenni edilen bu dünyaya dair birçok sözler sarf ediyor ama, 'Dosdoğru bir yolda olduğumuzu söylediğimiz hâlde, adanmışların yolunda yürüdüğümüzü söylediğimiz hâlde tam öyle adanmışlara yakışır, yaraşır hareket etmediğimiz için Allah tokatlıyor olabilir bizi.' şeklinde önemli cümleler de kuruyor. Ama arada sıkışıp kalmış bu tesbitin camianın hareketlerine henüz yansımadığı görülüyor. Belli ki, bu yeni durum henüz hazmedilmiş değil. Yaşananların içeriğinden bağımsız olarak, dışımızdaki dünya tarafından nasıl algılandığımız konusunda sorumluklarımız vardır. Hükümet, tüm yolsuzluk iddiaları doğru olsa bile, kendisine tanınan meşru alanın içinde tasarruflarını yapmakta. İcraatlarını toplumun önünde gerçekleştiriyor, dolayısıyla meşru ceza ve ödül mekanizmasına tabi. Yolsuzluk ve paralel devlet iddiaları karşısındaki tavrı, kamuoyu tarafından izleniyor. Burada varsayılan hatalar da ait olunan doğal siyaset alanının içinde gerçekleşiyor. Ama Hizmet Hareketi kendi doğal alanının içinde değil. Hizmet Hareketi'ne gönül verenler, siyasi seçmen tavrı ile kararlarını almadığına, liderleri seçimle gelip gitmediğine, harekete katılma nedenleri siyasi amaçları ima etmediğine göre, bu uzun süre taşınabilecek bir çelişki de değil. GYV'nin açıklaması, tamamen siyasi bir bildiri ve anlatmaya çalıştığım alan sapması ile malûl. Hâlâ 17 Aralık sabahındaki koşulları ima ediyor, dolayısıyla inandırıcı ve etkili değil. Madalyonun tercih edilen yüzünün tüm Türkiye tarafından mutlak gerçek olarak kabul edilmesi ve Cumhurbaşkanı Gül'ün de bu gerçeğe göre devreye girmesi çağrısı yapılıyor. Lakin bu çağrının 17 Aralık sonrası Türkiye'de anlamlı bir karşılığı yok. Bu açıklamalarda, krizin ilk günlerindeki özgüvenin yerini, gerçekleri reddeden bir tavrın aldığı gözlemleniyor. Umarım bu, gerçekleri kabullenme sürecinin psikolojik evresidir. Çünkü Fethullah Gülen ve camianın yetkililerinin daha fazla vakit kaybetmeden telafi aşamasına geçmesi gerekiyor. Çünkü yıllardır büyük emekler verilerek oluşturulan bir eserin akıbeti, bu kritik karara doğrudan bağlı. 'Gerçekler bir gün ortaya çıkar' türünden eforik tesellilerle örülmüş kamikaze saldırıları ile tehlikeye atılmaması gereken değerde bir eser orada duruyor. Hükümet aldığı hasarın, yaptığı hataların bedelini öder. Ama en nihayetinde, kendi alanında olduğu için eli daha kuvvetli, telafi imkânları çok. Ancak camia doğal yaşam alanından çıktığı için büyük bir risk altında. Cemaat şu anda ana muhalefet partisi gibi davranıyor. CHP'yi de gölgede bırakacak, onu yedeğine alacak şekilde. Oysa bu camia; 12 Eylül, 28 Şubat gibi dönemleri, sivil toplum esnekliğine, dinî dünyanın tevazu ve tesellisine sığınarak geçirmişti. Şu anda ise, meşru ve üstelik dindar bir hükümete bu denli açık ve ölümcül bir savaş açmanın aciliyeti kimse tarafından anlaşılamıyor. Kimseye akıl vermek haddim değil. Ancak, Hizmet Hareketi kendisini ciddi bir şekilde gözden geçirmeli diye düşünüyorum. 'Biz ne yapıyoruz' sorusunun cevabı aranmalı. Sayın Gülen'in yerinde olsaydım, vebali kucakta bulmamak için Erdoğan'ın ayakta kalmasını diler, hareketi kendi sivil alanına çeker ve gündemden hızla düşürürdüm. Ve telafi sürecini başlatırdım. Çünkü tek telafi imkânı bu alanda. Hizmet'e toparlanma şansını verecek olan da ancak Erdoğan olacaktır. Onun bunca ayak oyunu ile devrilmesi sonucu iktidara çökecek ve mumu yatsıya kadar bile dayanmayacak İslamofobik bir vesayet değil. Kaynak Yeni Şafak 05.02.2014
Konu Cihannur tarafından (04-08-2015 Saat 11:31 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|